Cihadı teşvîk eden ve emreden bazı ayetler şöyledir:
Hacılara su dağıtmak, yeryüzünde en mukaddes mekan olan Kâbeyi tamir etmek, güzel şeyler ve sevaplı işler olmakla beraber, hiç bir zaman Allah yolunda cihad etmek seviyesine yükselemezler. Kâbe komşuluğunda ibadet hoştur, ama daha da hoş olan, Allah yolunda cihaddır. Zira, birisi ferdi ibadettir, diğeri ise Allah'ın dinini yaymaktır. Risalet velayetten ne derece üstünse, risaletle alakalı olarak Allah'ın dinini yayma mücadelesi, o derece şahsî kemalatlardan, ibadetlerden üstündür.
Bu nokta tam anlaşılmadığından, hacca giden bazı müslümanlar, o mübarek mekanlarda ölmek temennisinde bulunurlar. Halbuki, oraya ölmeye değil, dirilmeye gitseler ve döndüklerinde yeni bir şevk ve heyecanla İslam'a hizmet etseler, kendileri hakkında çok daha iyi olacaktır.
"Ölürsem şehidim" diyen bir mü'min, böyle bir beklentisi olmayan batıl dava mensuplarından daha da cesur olmak zorundadır.
"Gerek hafif, gerek ağır..." ifadeleri şöyle açıklanmıştır:
-İster severek, ister hoşlanmayarak,
-İster aile yükünüz hafif, ister ağır olsa da,
-İster hafif silahlarla, ister ağır silahlarla,
-İster yaya, ister binitli,
-İster genç, ister ihtiyar,
-İster sağlam, ister hasta her hal ü karda savaşa çıkınız. (1)
"Mallarınızla ve canlarınızla" ifadesi, cihadın iki türüne işaret eder. Bir kısım insan vardır ki, mallarını Allah yolunda sarfederler. Bir kısmı da vardır ki, hayatlarını bu yolda feda ederler.
"Allah yolunda" denilmesi ise, çok mühim bir kayıttır. Allah yolunda olmayan bir mücadele, "cihad" ismine layık değildir. Cihada ruh kazandıran husus, işte burasıdır (2). Yoksa, müslümanlardan başkaları da savaşırlar, kendi din ve ideolojilerini yaymaya çalışırlar. Hatta, bu uğurda hayatlarını verirler. Fakat onların bu mücadelesi, Allah katında değer kazanan bir mücadele değildir.
Cihadın hakkını vererek gayret sarfetmekle, kendini mücahid zannetmek başka başka şeylerdir. Birincisi hakkıyla cihad, ikincisi ise, sadece bir oyalanmaktır.
Bu ayetle ilgili olarak, şu rivayet anlatılır: Hz. Muaviye zamanında, İslam ordusu İstanbul önlerine gelir. Savaş esnasında, muhacirden bir zat, düşman saflarına dalar. Bazıları, bu hareketi "kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" ayetine aykırı görür. Bunun üzerine, Hz. Peygamberin sancaktarı Ebu Eyyub El-Ensarî şöyle der: "Biz bu ayeti daha iyi biliriz. Çünkü bu ayet, bizler hakkında indi. Rasulullah ile beraber yaşadık. Onunla beraber çok hallerle karşılaştık. O'na yardımcı olduk. Neticede İslam galip geldi. Ensar olarak bir araya toplandık. "Allah bize, Resulüne sahabe olmayı, O'na yardımcı olmayı nasip etti. Artık İslam galip geldi, müslümanlar çoğaldı. Biz O'nu, çoluk-çocuk ve mala tercih etmiştik. Artık savaş bittiğine göre, evlerimize, çocuklarımıza dönelim, onlarla yaşayalım" diye konuştuk. İşte bizler böyle bir halde iken, bu ayet nazil oldu. (3)
Öyle anlaşılıyor ki, tehlike ileri atılmakta değil, geri kalmaktadır. Ayetin evvelinde, "Allah yolunda infak edin" denilmesi, cihadın ekonomik boyutuna işaret eder. Maddi imkanları yerinde olanlar, bu imkanları Allah'ın dinini yayma uğrunda harcamazlarsa, kendilerini kendi elleriyle tehlikeye atmış olacaklardır.
Ayette, Allah yolunda cihad, "ticaret" olarak anlatılmıştır. Ticarette asıl olan kârdır. Bir şey verilir ve karşılığında kazanç elde edilir. İşte, mü'minler Allah yolunda mallarını-canlarını verecekler, bunun mukabilinde, çok şeyler kazanacaklardır. Bunlar, ayette şu şekilde sıralanmıştır:
a. Allah'tan mağfiret,
b. Cennet,
c. Zafer,
d. Yakın bir fetih.
Bunlardan mağfiret ve Cennet ahiretle, zafer ve fetih dünyayla alakalıdır. Demek ki, hem dünya, hem ahiret saadeti, ancak Allah yolunda cihadla mümkündür.
Bu ayet, dine davet stratejisini belirleyen "önce yakınlarını uyar" (Şuara suresi, 214) ayetine benzemektedir. Yani uyarmada yakınlardan başlanması gerektiği gibi, savaşta da yakın düşmandan başlanacaktır. Nitekim Resulüllah, önce kavmiyle, sonra diğer Araplarla, daha sonra Bizansla savaşmıştır. Şüphesiz, bütün kafirlerle birden savaşmak imkansızdır. Dolayısıyla, uygun olanı yakından başlamaktır. (4)
Büyük müfessir Fahreddin Razî, üstteki ayetin "Onlar sizde bir sertlik bulsunlar" kısmıyla ilgili şu yorumu yapar: "Gılza" rikkatin zıddıdır. Cezalandırmada sertliği bildirir. Şüphesiz sertlik, sakındırmada daha tesirli, kötülükten men etmekte daha etkilidir. Fakat her zaman sert olmak uygun değildir. Zira durum bazan yumuşaklığı, bazan da sertliği gerektirir. Bu sebeple, sadece sertlik gösterilmesinin uygun olmadığına dikkat çekilerek "onlar sizde bir sertlik bulsunlar" denilmiştir. Devamlı sert olmak insanları dağıtır, birbirinden uzaklaştırır. "Onlar sizde bir sertlik bulsunlar" bu sertliğin her zaman olmamasına delalet eder. Sanki şöyle denilmiştir: "Onlar, sizin ahlak ve tabiatınızı incelediklerinde, sizde bir sertlik de bulmaları uygundur". Böyle bir kelam ise, ancak çoğu halinde şefkat, merhamet olmakla beraber, bir çeşit sertlik de kendisinde bulunanlar için sadıktır... Bu sertliğin, alış-veriş, karşılıklı oturup konuşmak, yemek-içmek gibi hususlarda olması uygun değildir. (5)
Kaynaklar
1- Razî,XVI, 69-70; Beydavî, I, 406; Ebu'l-Berekat Nesefî, Medariku't-Tenzîl, Daru'l-Fikir, II, 127
2- Kutub, 1, 187; Sabunî, Safvetu't-Tefasir, 1, 127; Kadiri, 1,50; Mevdudi, Jihad in Islam, s.,7; Afif Abdülfettah Tabbera, Ruhu'd-Dini'l-İslamî, Daru'l-İlm, Beyrut, s., 380-381, Abdulazîz Hatip, Gönüllerin Fethinde Cihad, Gençlik Yay. İst., 1994, s., 118-119; Zeydan, Usulu'd-Dave, s., 272
3- İbnu Kesîr, I, 331; Ebu Davud, Sünen, Cihad, 22; Tirmizi, Tefsîr, 2/19
4- Razî, XVI, 228-229
5- Razî, XVI, 230
1- "Yoksa siz, hacılara su dağıtmak ve Mescid-i Haramı (Kâbeyi) onarmak işini, Allah'a ve ahirete inanıp, Allah yolunda cihad eden kimsenin işi gibi mi kabul ettiniz ? Bunlar Allah katında bir değillerdir."
(Tevbe suresi, 19)
(Tevbe suresi, 19)
Hacılara su dağıtmak, yeryüzünde en mukaddes mekan olan Kâbeyi tamir etmek, güzel şeyler ve sevaplı işler olmakla beraber, hiç bir zaman Allah yolunda cihad etmek seviyesine yükselemezler. Kâbe komşuluğunda ibadet hoştur, ama daha da hoş olan, Allah yolunda cihaddır. Zira, birisi ferdi ibadettir, diğeri ise Allah'ın dinini yaymaktır. Risalet velayetten ne derece üstünse, risaletle alakalı olarak Allah'ın dinini yayma mücadelesi, o derece şahsî kemalatlardan, ibadetlerden üstündür.
Bu nokta tam anlaşılmadığından, hacca giden bazı müslümanlar, o mübarek mekanlarda ölmek temennisinde bulunurlar. Halbuki, oraya ölmeye değil, dirilmeye gitseler ve döndüklerinde yeni bir şevk ve heyecanla İslam'a hizmet etseler, kendileri hakkında çok daha iyi olacaktır.
2- "Mü'minlerden -özür sahipleri müstesna- oturanlarla, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olamaz. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlara üstün kılmıştır..."
(Nisa suresi, 95)
(Nisa suresi, 95)
3-"(Düşman) topluluğunu takipte gevşeklik göstermeyin! Eğer siz acı çekiyorsanız, sizin acı çektiğiniz gibi onlar da acı çekiyorlar. Halbuki siz, onların ummadıklarını Allah'tan umuyorsunuz..."
(Nisa suresi, 104)
(Nisa suresi, 104)
"Ölürsem şehidim" diyen bir mü'min, böyle bir beklentisi olmayan batıl dava mensuplarından daha da cesur olmak zorundadır.
4- "Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın. Mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır."
(Tevbe suresi, 41)
(Tevbe suresi, 41)
"Gerek hafif, gerek ağır..." ifadeleri şöyle açıklanmıştır:
-İster severek, ister hoşlanmayarak,
-İster aile yükünüz hafif, ister ağır olsa da,
-İster hafif silahlarla, ister ağır silahlarla,
-İster yaya, ister binitli,
-İster genç, ister ihtiyar,
-İster sağlam, ister hasta her hal ü karda savaşa çıkınız. (1)
"Mallarınızla ve canlarınızla" ifadesi, cihadın iki türüne işaret eder. Bir kısım insan vardır ki, mallarını Allah yolunda sarfederler. Bir kısmı da vardır ki, hayatlarını bu yolda feda ederler.
"Allah yolunda" denilmesi ise, çok mühim bir kayıttır. Allah yolunda olmayan bir mücadele, "cihad" ismine layık değildir. Cihada ruh kazandıran husus, işte burasıdır (2). Yoksa, müslümanlardan başkaları da savaşırlar, kendi din ve ideolojilerini yaymaya çalışırlar. Hatta, bu uğurda hayatlarını verirler. Fakat onların bu mücadelesi, Allah katında değer kazanan bir mücadele değildir.
5- "Allah yolunda hakkıyla cihad ediniz."
(Hac suresi, 78)
(Hac suresi, 78)
Cihadın hakkını vererek gayret sarfetmekle, kendini mücahid zannetmek başka başka şeylerdir. Birincisi hakkıyla cihad, ikincisi ise, sadece bir oyalanmaktır.
6- "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın." (Bakara suresi, 195)
Bu ayetle ilgili olarak, şu rivayet anlatılır: Hz. Muaviye zamanında, İslam ordusu İstanbul önlerine gelir. Savaş esnasında, muhacirden bir zat, düşman saflarına dalar. Bazıları, bu hareketi "kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" ayetine aykırı görür. Bunun üzerine, Hz. Peygamberin sancaktarı Ebu Eyyub El-Ensarî şöyle der: "Biz bu ayeti daha iyi biliriz. Çünkü bu ayet, bizler hakkında indi. Rasulullah ile beraber yaşadık. Onunla beraber çok hallerle karşılaştık. O'na yardımcı olduk. Neticede İslam galip geldi. Ensar olarak bir araya toplandık. "Allah bize, Resulüne sahabe olmayı, O'na yardımcı olmayı nasip etti. Artık İslam galip geldi, müslümanlar çoğaldı. Biz O'nu, çoluk-çocuk ve mala tercih etmiştik. Artık savaş bittiğine göre, evlerimize, çocuklarımıza dönelim, onlarla yaşayalım" diye konuştuk. İşte bizler böyle bir halde iken, bu ayet nazil oldu. (3)
Öyle anlaşılıyor ki, tehlike ileri atılmakta değil, geri kalmaktadır. Ayetin evvelinde, "Allah yolunda infak edin" denilmesi, cihadın ekonomik boyutuna işaret eder. Maddi imkanları yerinde olanlar, bu imkanları Allah'ın dinini yayma uğrunda harcamazlarsa, kendilerini kendi elleriyle tehlikeye atmış olacaklardır.
7- "Şüphesiz Allah, kendi yolunda birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever."
(Saff suresi, 4)
(Saff suresi, 4)
8- "Ey iman edenler! Can yakıcı bir azabtan sizi kurtaracak bir ticareti size anlatayım mı? Allah'a ve Resulüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Bilirseniz, bu sizin için çok büyük bir hayırdır (herşeyden daha hayırlıdır.) (Bunu yaptığınızda) Allah günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından nehirler akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte bu, büyük kurtuluştur. Seveceğiniz başka bir şeyi nasib eder: Allah'dan bir zafer ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele!"
(Saff suresi, 10-13)
(Saff suresi, 10-13)
Ayette, Allah yolunda cihad, "ticaret" olarak anlatılmıştır. Ticarette asıl olan kârdır. Bir şey verilir ve karşılığında kazanç elde edilir. İşte, mü'minler Allah yolunda mallarını-canlarını verecekler, bunun mukabilinde, çok şeyler kazanacaklardır. Bunlar, ayette şu şekilde sıralanmıştır:
a. Allah'tan mağfiret,
b. Cennet,
c. Zafer,
d. Yakın bir fetih.
Bunlardan mağfiret ve Cennet ahiretle, zafer ve fetih dünyayla alakalıdır. Demek ki, hem dünya, hem ahiret saadeti, ancak Allah yolunda cihadla mümkündür.
9- "Ey iman edenler ! Kafirlerden size yakın olanlarla savaşın. Onlar, sizde bir sertlik bulsunlar. Biliniz ki, Allah, müttakîlerle beraberdir."
(Tevbe suresi, 123)
(Tevbe suresi, 123)
Bu ayet, dine davet stratejisini belirleyen "önce yakınlarını uyar" (Şuara suresi, 214) ayetine benzemektedir. Yani uyarmada yakınlardan başlanması gerektiği gibi, savaşta da yakın düşmandan başlanacaktır. Nitekim Resulüllah, önce kavmiyle, sonra diğer Araplarla, daha sonra Bizansla savaşmıştır. Şüphesiz, bütün kafirlerle birden savaşmak imkansızdır. Dolayısıyla, uygun olanı yakından başlamaktır. (4)
Büyük müfessir Fahreddin Razî, üstteki ayetin "Onlar sizde bir sertlik bulsunlar" kısmıyla ilgili şu yorumu yapar: "Gılza" rikkatin zıddıdır. Cezalandırmada sertliği bildirir. Şüphesiz sertlik, sakındırmada daha tesirli, kötülükten men etmekte daha etkilidir. Fakat her zaman sert olmak uygun değildir. Zira durum bazan yumuşaklığı, bazan da sertliği gerektirir. Bu sebeple, sadece sertlik gösterilmesinin uygun olmadığına dikkat çekilerek "onlar sizde bir sertlik bulsunlar" denilmiştir. Devamlı sert olmak insanları dağıtır, birbirinden uzaklaştırır. "Onlar sizde bir sertlik bulsunlar" bu sertliğin her zaman olmamasına delalet eder. Sanki şöyle denilmiştir: "Onlar, sizin ahlak ve tabiatınızı incelediklerinde, sizde bir sertlik de bulmaları uygundur". Böyle bir kelam ise, ancak çoğu halinde şefkat, merhamet olmakla beraber, bir çeşit sertlik de kendisinde bulunanlar için sadıktır... Bu sertliğin, alış-veriş, karşılıklı oturup konuşmak, yemek-içmek gibi hususlarda olması uygun değildir. (5)
Kaynaklar
1- Razî,XVI, 69-70; Beydavî, I, 406; Ebu'l-Berekat Nesefî, Medariku't-Tenzîl, Daru'l-Fikir, II, 127
2- Kutub, 1, 187; Sabunî, Safvetu't-Tefasir, 1, 127; Kadiri, 1,50; Mevdudi, Jihad in Islam, s.,7; Afif Abdülfettah Tabbera, Ruhu'd-Dini'l-İslamî, Daru'l-İlm, Beyrut, s., 380-381, Abdulazîz Hatip, Gönüllerin Fethinde Cihad, Gençlik Yay. İst., 1994, s., 118-119; Zeydan, Usulu'd-Dave, s., 272
3- İbnu Kesîr, I, 331; Ebu Davud, Sünen, Cihad, 22; Tirmizi, Tefsîr, 2/19
4- Razî, XVI, 228-229
5- Razî, XVI, 230