Kürt meselesinin çözümünü kimler istemez?
19 Ağustos 2011 Cuma 04:49
Tarih boyu devletler içeriden ve dışarıdan kaynaklanan pek çok problemlerle karşılaşmışlardır. Devletin başında olanlar ve barış içerisinde yaşamak isteyenler, sivil toplum kuruluşları bu gaileleri çözmek için gayret gösterirlerken; o problemin çözümüyle elde ettikleri “rantı” kaybedecek olanlar, çözüme her zaman karşı çıkmışlar; bir taraf “çözüm üretmek” için gayret gösterirken; böyleleri de “çözümsüzlük” için çaba harcamışlar; her fırsatta kaos çıkarmaya çalışmışlardır.
Bu durumu en ileri seviyede “Şark Meselesi” olarak birkaç asırdır devam eden Doğu’daki olaylarda görüyoruz.
Doğu meselesinin çözümü için gayret gösterenler içerisinde önemli bir isim Bediüzzaman Said Nursî’dir. Nursî, Doğunun problemleri içinde büyümüş, isabetli teşhiste bulunmuş bir mütefekkirdir. Ona göre Doğu’daki problemlerin temelinde cehalet, fakirlik ve ihtilaf yatmaktadır. Bu üç hastalığa/düşmana karşı ilim/marifet, sanat/ticaret ve ittifak silahlarıyla mücadele etmek gerektiğini savunan Bediüzzaman, bu maksat için 1907 yılında İstanbul’a gitti. Sultan II. Abdulhamid’in özel kalem dairesine, Doğu’da Medresetü’z-Zehra ismiyle bir üniversite açılmasını teklif eden bir dilekçe verdi. Fakat önce tımarhaneye, sonra da nezarethaneye atıldı.
Bu arada İttihatçılar tarafından 1908 yılında II. Meşrutiyet ilan edildi. Bediüzzaman, çeşitli gazetelerde Şark Meselesinin çözümüne yönelik makaleler yayınladı, konuşmalar yaptı. Yazılarında Sultan II. Abdulhamid’e nasihatlarda bulundu. Doğu’da Meşrutiyetin benimsenmesi için gayret gösterdi. Çok geçmeden 31 Mart Olayı olarak tarihe geçen hadise patlak verdi. Bediüzzaman’ı tutukladılar ve idamla yargıladılar. Divan-ı harpte yaptığı müdafaa sonrasında beraat eden Bediüzzaman, bu süreç içerisinde yaptığı konuşmaları, yazdığı makaleleri ve divan-ı harpte yaptığı müdafaaları Nutuklar, Makaleler, Divan-ı Harb-i Örfî isimleriyle üç ayrı kitap halinde yayınladı. Onun Doğu Meselesi için gerçekten çok güzel çözümler öneren bu üç kitabını, “açıklamalı ve tam metin” olarak tek kitap halinde yayınlamış bulunuyoruz.
Divan-ı Harb-i Örfîden berat eden Bediüzzaman, Doğu illerine gitti. Kendi ifadesiyle dağları, dereleri medrese yaparak meşrutiyetin güzelliklerini anlattı. Çözümün ancak meşrutiyetle, günümüz ifadesiyle demokrasiyle mümkün olduğunu ders verdi. Yaptığı bu konuşmaları da Münazârât ismiyle yayınladı. Bu kitabın isminin üzerinde de “Azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı talihsiz bir devletin, değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi” şeklinde bir ifade koydu. Burada geçen şanlı talihsiz bir devlet” Osmanlı devleti; “değerli sahipsiz bir kavim” de Kürt halkı idi. Onun doğu için önemli bir reçete hüviyetinde olan bu önemli kitabını da “açıklamalı ve tam metin” olarak yayınlamış bulunuyoruz.
Gerek Bediüzzaman’ın, gerekse onun gibi hamiyetli insanların gayretleri karşısında başkaları da meselenin çözümsüzlüğü adına gayret gösteriyordu. Bediüzzaman, Münazarat’da, meselenin çözümünü istemeyenleri; maksatları üzüm yemek değil bağcı dövmek olanları “teşhis ve teşhir etti.”
Bunlar kimdi?
Bediüzzaman’ın tespitine göre “çözümsüzlükten” yana olanlar şunlardır:
İnat efendi/İnatçı kimseler
Garaz bey/Art niyetliler
İntikam paşa/ Affa yanaşmayıp intikamdan vaz geçmeyenler
Taklit hazretleri/ kendiliğinden bir şey ortaya koyamayıp başkalarını taklit edenler; öz güveni olmayanlar.
Milletin bin lira faydası karşılığında, bir dirhem zararını feda etmeyenler;
Menfaatini, insanların zararında görenler;
(Üretilen çözümlere) ölçüsüz ve düşünmeden mânâ verenler;
İntikam alma meylini ve şahsi kinini feda etmediği halde, gururla millete ruhuna feda etme iddiasında bulunanlar;
Devletin beyliklere bölünmesinin başlangıcı olan muhtariyet gibi akla uygun olmayan fikir sahipleri.
Zulüm görmüş, kin bağlamış olup, af ve genelin huzur içerisinde yaşamasını, intikam alma fikrine yediremeyenlerdir.
Bediüzzaman’ın bu tespitlerine güncel olan şu birkaç maddeyi de eklemek mümkündür:
Dünyanın jandarmalığına soyunan ABD doğu meselesinin çözümünü istemez.
Bütün insanları köle, sadece kendilerini efendi gören İsrail, problemsiz bir Türkiye istemez.
Türkiye’nin, İslam âleminin ve Türkî cumhuriyetlerin lideri olmasından rahatsızlık duyan Avrupa devletleri, doğu meselesinin çözümünü istemez.
Türkiye’nin doğu topraklarında göze olan Ermenistan, Kürt-Türk kardeşliğini istemez.
Bütün bu sayılan devletlerin taşeronluğunu yapanlar; doğu meselesinin çözümünü istemez.
Kafatası ırkçısı olan Türkler ve ırkçı Kürtler, meselenin kardeşlik yoluyla çözülmesini istemez.
Silah tüccarları, doğu meselesinin çözümünü istemez.
Küçük de olsa müstakil bir devlette “baş olma” sevdasında olanlar, doğu meselesinin çözümünü istemez.
Muhalefet olmayı, her türlü çözüme karşı çıkmak şeklinde yanlış anlayan, çözüm üretmekten âciz olan ve her fırsatta iktidarı yıpratmak isteyen muhalefet, çözümün önündeki en büyük engeldir.
Ancak çözümsüzlük isteyenlere, bulanık suda balık avlama peşinde olanlara rağmen, onların rağmına; ırkı değil din birliğini, sevgiyi, farklılıklarla birlikte yaşamayı merkeze koyan; farklılıkları zenginlik olarak gören; her bir rengi “gök kuşağını” oluşturan bir renk olarak gören sağduyulu kahır ekseriyet “oyuna gelmeyecek” “Allah’ın lütfu ve izniyle” oyunları bozacak ve bu memleketi “Türkün, Kürdün, Lazın, Çerkezin, Arabın, siyahın, beyazın sevgi içerisinde birlikte yaşadığı” bir ülke haline getireceklerdir. Bu kuru bir temenni ve teselli değil; ümitsizliğe düşmeden bizlerin çalışması, sabrı ve sağduyusu sonrasında Rabbimin lütfuyla pek yakında gerçekleşecek bir hakikattir.
19 Ağustos 2011 Cuma 04:49
Tarih boyu devletler içeriden ve dışarıdan kaynaklanan pek çok problemlerle karşılaşmışlardır. Devletin başında olanlar ve barış içerisinde yaşamak isteyenler, sivil toplum kuruluşları bu gaileleri çözmek için gayret gösterirlerken; o problemin çözümüyle elde ettikleri “rantı” kaybedecek olanlar, çözüme her zaman karşı çıkmışlar; bir taraf “çözüm üretmek” için gayret gösterirken; böyleleri de “çözümsüzlük” için çaba harcamışlar; her fırsatta kaos çıkarmaya çalışmışlardır.
Bu durumu en ileri seviyede “Şark Meselesi” olarak birkaç asırdır devam eden Doğu’daki olaylarda görüyoruz.
Doğu meselesinin çözümü için gayret gösterenler içerisinde önemli bir isim Bediüzzaman Said Nursî’dir. Nursî, Doğunun problemleri içinde büyümüş, isabetli teşhiste bulunmuş bir mütefekkirdir. Ona göre Doğu’daki problemlerin temelinde cehalet, fakirlik ve ihtilaf yatmaktadır. Bu üç hastalığa/düşmana karşı ilim/marifet, sanat/ticaret ve ittifak silahlarıyla mücadele etmek gerektiğini savunan Bediüzzaman, bu maksat için 1907 yılında İstanbul’a gitti. Sultan II. Abdulhamid’in özel kalem dairesine, Doğu’da Medresetü’z-Zehra ismiyle bir üniversite açılmasını teklif eden bir dilekçe verdi. Fakat önce tımarhaneye, sonra da nezarethaneye atıldı.
Bu arada İttihatçılar tarafından 1908 yılında II. Meşrutiyet ilan edildi. Bediüzzaman, çeşitli gazetelerde Şark Meselesinin çözümüne yönelik makaleler yayınladı, konuşmalar yaptı. Yazılarında Sultan II. Abdulhamid’e nasihatlarda bulundu. Doğu’da Meşrutiyetin benimsenmesi için gayret gösterdi. Çok geçmeden 31 Mart Olayı olarak tarihe geçen hadise patlak verdi. Bediüzzaman’ı tutukladılar ve idamla yargıladılar. Divan-ı harpte yaptığı müdafaa sonrasında beraat eden Bediüzzaman, bu süreç içerisinde yaptığı konuşmaları, yazdığı makaleleri ve divan-ı harpte yaptığı müdafaaları Nutuklar, Makaleler, Divan-ı Harb-i Örfî isimleriyle üç ayrı kitap halinde yayınladı. Onun Doğu Meselesi için gerçekten çok güzel çözümler öneren bu üç kitabını, “açıklamalı ve tam metin” olarak tek kitap halinde yayınlamış bulunuyoruz.
Divan-ı Harb-i Örfîden berat eden Bediüzzaman, Doğu illerine gitti. Kendi ifadesiyle dağları, dereleri medrese yaparak meşrutiyetin güzelliklerini anlattı. Çözümün ancak meşrutiyetle, günümüz ifadesiyle demokrasiyle mümkün olduğunu ders verdi. Yaptığı bu konuşmaları da Münazârât ismiyle yayınladı. Bu kitabın isminin üzerinde de “Azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı talihsiz bir devletin, değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi” şeklinde bir ifade koydu. Burada geçen şanlı talihsiz bir devlet” Osmanlı devleti; “değerli sahipsiz bir kavim” de Kürt halkı idi. Onun doğu için önemli bir reçete hüviyetinde olan bu önemli kitabını da “açıklamalı ve tam metin” olarak yayınlamış bulunuyoruz.
Gerek Bediüzzaman’ın, gerekse onun gibi hamiyetli insanların gayretleri karşısında başkaları da meselenin çözümsüzlüğü adına gayret gösteriyordu. Bediüzzaman, Münazarat’da, meselenin çözümünü istemeyenleri; maksatları üzüm yemek değil bağcı dövmek olanları “teşhis ve teşhir etti.”
Bunlar kimdi?
Bediüzzaman’ın tespitine göre “çözümsüzlükten” yana olanlar şunlardır:
İnat efendi/İnatçı kimseler
Garaz bey/Art niyetliler
İntikam paşa/ Affa yanaşmayıp intikamdan vaz geçmeyenler
Taklit hazretleri/ kendiliğinden bir şey ortaya koyamayıp başkalarını taklit edenler; öz güveni olmayanlar.
Milletin bin lira faydası karşılığında, bir dirhem zararını feda etmeyenler;
Menfaatini, insanların zararında görenler;
(Üretilen çözümlere) ölçüsüz ve düşünmeden mânâ verenler;
İntikam alma meylini ve şahsi kinini feda etmediği halde, gururla millete ruhuna feda etme iddiasında bulunanlar;
Devletin beyliklere bölünmesinin başlangıcı olan muhtariyet gibi akla uygun olmayan fikir sahipleri.
Zulüm görmüş, kin bağlamış olup, af ve genelin huzur içerisinde yaşamasını, intikam alma fikrine yediremeyenlerdir.
Bediüzzaman’ın bu tespitlerine güncel olan şu birkaç maddeyi de eklemek mümkündür:
Dünyanın jandarmalığına soyunan ABD doğu meselesinin çözümünü istemez.
Bütün insanları köle, sadece kendilerini efendi gören İsrail, problemsiz bir Türkiye istemez.
Türkiye’nin, İslam âleminin ve Türkî cumhuriyetlerin lideri olmasından rahatsızlık duyan Avrupa devletleri, doğu meselesinin çözümünü istemez.
Türkiye’nin doğu topraklarında göze olan Ermenistan, Kürt-Türk kardeşliğini istemez.
Bütün bu sayılan devletlerin taşeronluğunu yapanlar; doğu meselesinin çözümünü istemez.
Kafatası ırkçısı olan Türkler ve ırkçı Kürtler, meselenin kardeşlik yoluyla çözülmesini istemez.
Silah tüccarları, doğu meselesinin çözümünü istemez.
Küçük de olsa müstakil bir devlette “baş olma” sevdasında olanlar, doğu meselesinin çözümünü istemez.
Muhalefet olmayı, her türlü çözüme karşı çıkmak şeklinde yanlış anlayan, çözüm üretmekten âciz olan ve her fırsatta iktidarı yıpratmak isteyen muhalefet, çözümün önündeki en büyük engeldir.
Ancak çözümsüzlük isteyenlere, bulanık suda balık avlama peşinde olanlara rağmen, onların rağmına; ırkı değil din birliğini, sevgiyi, farklılıklarla birlikte yaşamayı merkeze koyan; farklılıkları zenginlik olarak gören; her bir rengi “gök kuşağını” oluşturan bir renk olarak gören sağduyulu kahır ekseriyet “oyuna gelmeyecek” “Allah’ın lütfu ve izniyle” oyunları bozacak ve bu memleketi “Türkün, Kürdün, Lazın, Çerkezin, Arabın, siyahın, beyazın sevgi içerisinde birlikte yaşadığı” bir ülke haline getireceklerdir. Bu kuru bir temenni ve teselli değil; ümitsizliğe düşmeden bizlerin çalışması, sabrı ve sağduyusu sonrasında Rabbimin lütfuyla pek yakında gerçekleşecek bir hakikattir.