YİRMİALTINCI LEM'A
كهيعص ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّا *اِذْْ نَادَى رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيّاً* قَالَ رَبِّ اِنّىِ وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّىِ وَاشْتَعَلَ الرَّاْسُ شَيْبًا وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَائِكَ رَبِّ شَقِيّاً
كهيعص ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّا *اِذْْ نَادَى رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيّاً* قَالَ رَبِّ اِنّىِ وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّىِ وَاشْتَعَلَ الرَّاْسُ شَيْبًا وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَائِكَ رَبِّ شَقِيّاً
İKİNCİ RİCA: Hakikatta sabi hükmünde olan ihtiyarlar, ihtiyarlıkta Hâlık-ı Rahîm'e îman ve intisab ve itaatla, sabiler gibi "Rahmânurrahîm" isimlerinin mazharı olacağını tebşir eden nur-efşan bir hakikattır.
ÜÇÜNCÜ RİCA: Nev-i beşerin ister istemez mübtela olduğu sevkiyat-ı berzahiye ve inkılabat-ı uhreviyede, iki cihanın serveri ve Enbiyanın seyyidi ve Rahmet ve merhamet-i İlahiyenin timsali olan Peygamber-i Zîşanımız Habibullah Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyyesine ittiba ile selâmet ve necat bulunacağını beyan eder.
DÖRDÜNCÜ RİCA: Dünyadan alâkaları kesilmeye başlayan ihtiyar ve ihtiyarelerin, yakınlaştıkları kabir kapısını düşündükleri ve o zâhiren karanlıklı görünen âlemleri, nuruyla tenvir eden ve aydınlaştıran ve insana bir harfi on sevab ve hayır; ve bazen yüz ve bazen bin sevab ve hayır kazandıran ve hazine-i Rahmetin miftahı olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ı nur-u îman ile dinleyip, evamirine itaat ve nevahisinden içtinab edenlerin âlem-i ebedîde müferrah olacaklarını müjdelemekle, çok kuvvetli bir rica kapısını gösterir.
BEŞİNCİ RİCA: Her ferdde ve her şahısta cüz'î-küllî tesirini gösteren teselli-i îman-ı bilâhiret, ihtiyarlara daha azîm ve kuvvetli bir rica ve teselli verdiği için, ihtiyarlığı emniyetli bir sefine-i Rabbaniye bilip sevmek ve hoşnud olmak ve Cenab-ı Hakk'a şükür ve hamd edilmesini tavsiye eder.
ALTINCI RİCA: Nur-u îman ile, kâinatın tabakaları ve arzın mevcudatı ve mahlûkatı, munis birer arkadaş gibi Hâlık-ı Rahîm'e şEhadet edip, gurbet ve vahşeti ve zulmeti izale ettiği gibi; ihtiyarlıkla, hayatıyla refakat eden şeylerin müfarakat zamanında kitab-ı âlemin harfleri sayısınca şahidleri; ve zîruhların medâr-ı şefkat ve Rahmet ve inayet olan cihazatı ve mat'umatı ve nimetleri adedince Rahmetin delilleri bulunan ve en makbul bir şefaatçı olan acz ve zaafın dürbünüyle ve ihtiyarlık gözüyle görüleceğinden, ihtiyarlıktan küsmek değil, ihtiyarlığı sevmekle, rica yolunu gösterir.
YEDİNCİ RİCA: Fâni dünyaya eblehane bâki süsü veren ve payitaht-ı hükûmette görülen bina-yı evhamı altı cihetten çürütüp, dalâletten gelen müdhiş zulmeti, nur-u Kur'an ve sırr-ı îman ile dağıtıp, bîçare musîbetzede ihtiyarları evham ve şübehat vadilerinden çıkarıp sahil-i selâmete ve Rahmet-i Rahmân'a yetiştiren mücahid bir rîcadır.
SEKİZİNCİ RİCA: Cenab-ı Hak kemal-i keremiyle ve nihayetsiz re'fet ve şefkatıyla, ebed ve ebedî bir hayat için halkettiği nev-i insanı nisyan-ı mutlaktan kurtarmak için, Kur'an-ı Azîmüşşan'da كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ اْلمَوْتِ ferman-ı kudsiyesiyle her nefsin ölümünü haber verdiği gibi, o ölümün bir emaresi ve bir müjdecisi ve insanın daimî arkadaşı ve hocası olan saçlarının ağarmasıyla, başı aşağı olmağa hazırlanmış olan ve gaflete daimî meyyal ve fâniye mübtela olan insanı, sırr-ı îman ve nur-u Kur'an ile gaflet uykusundan ikaz edip, kuvvetli bir rica düsturunu eline verir.
DOKUZUNCU RİCA: Acz ve zaafı bilfiil tadan ve hissiyat cihetinde çocuklar ve yavrular hükmüne geçen ihtiyarlık Rahmet ve inayet-i İlahiyyenin celbine vesile olduğu gibi, emr-i Kur'an ve işaret-i Nebeviye ile (A.S.M.) küçükleri, hürmet ve merhamet ve şefkatle emirber neferler gibi etrafında toplayan ve bu suretle hem Hâlık-ı Kerim'in teveccühüne mazhar, hem insanların hizmet ve yardımına medâr olan ihtiyarlıktan razı olmakla, rica kapısını açar.
Berzahta olan emvatın, elbette dünyada muvakkat misafirler olup, onlar da oraya gidecek olan insanlardan ziyade ünsiyet ve ülfete lâyık olduğu, îmanlı ihtiyarlık gözüyle yakînen müşahede edildiğinden; îmanlı ihtiyarlığın büyük bir nimet-i İlahiye olduğunu ve bazen seyr ü sülûk ile derecat-ı evliya gibi yüksek makam ile tebşir ve müjde ve sürur veren kuvvetli bir rîcadır.
:gül2: ONBİRİNCİ RİCA: İhtiyarlığın susmaz bir dellâlı olan beyaz kılların ikazıyla, ebedî tevehhüm edilen vücudun, başka bir âleme namzed olup fâniliği ve bazı vefadar zannedilen vefasızların darbesiyle, bütün alâkadarların alâka-i kalbe değmediği görülerek, bir melce, bir istinadgâh taharriler neticesinde, Kur'an-ı Hakîm'in lisanından çıkanلاَاِلَهَ اِلاَّ هُوَ ferman-ı kudsiyesi imdada yetişip, kâinatta esbab ve bu asrın yolunu şaşırtan tabîat bataklığının hiçliğini ve asılsız bir evham-ı küfrî olduğunu gösteren ayn-ı hakikat bir iki temsil ile; zerreden şemse kadar, felekten meleğe kadar, sinekten semeğe, hayalden hayata kadar kabza-i tasarrufunda ve ihata-i ilminde olan bir Kadîr-i Ezelî'nin vücub-u vücudunu isbat edip, nur-u imânâ vesile olan kuvvetli bir rica kapısını ihsan eder.
ONİKİNCİ RİCA: Rahmetullahi aleyh AbdurRahmân'ın vefatı üzerine,
كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
ONÜÇÜNCÜ RİCA: Harb-i Umumî'de Van şehrinin, Rus'un istilâ etmesi ve ihrak etmesiyle harabezâr olması ve ekser ahalisinin şEhadet ve muhaceretle kaybolması ve Medrese-i Horhor'un harab olup vefatı içinde, bu memlekette kapanan ve vefat eden bütün medreselerin, Horhor'un başında duran ve yekpare bir taş olan Van Kal'ası kabir taşı olarak görünmesi üzerine, Van Kal'asının başında, şiddet-i me'yusiyet ve matem içinde iken, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın
سَبَّحَ لِلّهِ مَا فِى السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ اْلحَكِيمُ *لَهُ مُلْكُ السَّموَاتِ وَ اْلاَرْضِ يُحْيِى وَ يُمِيتُ وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
رَحْمَةُ اللَّهِ عَلَيْهِ رَحْمَةً وَاسِعَةً
Hâfız Mustafa
Hâfız Mustafa
ONDÖRDÜNCÜ RİCA: Ehl-i dünya, Üstadımızı herşeyden tecrid edip, beş çeşit gurbet içinde bulunduğu bir vakitte, gâyet kuvvetli bir aşk-ı beka ve şiddetli bir muhabbet-i vücud ve büyük bir iştiyak-ı hayat ve hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir fakrın kendisinde hükmettiğini görüp, me'yusane olarak başını eğdiği zaman, حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ Âyet-i Hasbiyesi imdadına yetişerek, "Beni dikkatle oku" demesi üzerine.. günde beş yüz defa okuduğunu ve okudukça bu âyetin çok kıymetli nurlarından dokuz mertebe-i Hasbiyenin yalnız ilmelyakîn ile değil aynelyakîn inkişaf ettiğini...
Birinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Ondaki aşk-ı beka, mutlak kemal sahibi Zat-ı Zülcelâl ve Zülcemal'in bir isminin, bir cilvesinin mahiyetindeki bir gölgesine yapıştığı anda, حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ âyeti gelerek perdeyi kaldırdığını.. ve kendisindeki beka lezzetinin ve saadetinin daha mükemmel bir tarzda Bâki-i Zülkemal'in bekasında ve ona olan tasdik ve îmanda bulunduğunu hissetmiş ve hakkalyakîn zevk aldığını ifade etmiştir.
İkinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Üstadımız ihtiyarlık, gurbet ve kimsesizlik ve tecrid içinde bulunduğu ve ehl-i dünya desiseleriyle ve casusları ile ona hücum ettikleri zaman, "Eli bağlı, zaîf ve hasta bir tek adama ordular taarruz ediyor... Benim için bir nokta-i istinad yok mu?" diye kalbine hitab edip الْوَكِيلُ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ âyetine müracaat ettiği zaman,
bu âyet ona: "İntisab-ı îmanî vesikasıyla Kadîr-i Mutlak olan öyle bir Sultan'a intisab edersin ki: Dört yüz bin milletten mürekkeb nebatat ve hayvanat orduları, onun emri altında ve kabza-i tasarrufunda bulunan hadsiz bir kudret ve kuvvet sahibine dayanabilirsin" diye mânevî bir ders verdiğini ve o dersle değil şimdiki düşmanlara, belki bütün dünyaya meydan okuyabilir bir iktidar-ı îmanî hissettiğini ve bütün ruhuyla beraber حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ dediğini ifade etmiştir.
Üçüncü Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Ebedî bir dünyada ve bâki bir memlekette, daimî bir saadete namzed olduğunu, fakat bu gaye-i hayal ve hedef-i ruh ve netice-i fıtratın tahakkuku, ancak mahlûkatın bütün harekâtlarını ve herşeylerini bilen ve kaydeden bir Kadîr-i Mutlak'ın hadsiz kudretiyle olabildiğini düşünürken, kalbine itmi'nan veren bir izah istediğini ve yine o âyete müracaat ettiğinde, o âyet ona: حَسْبُنَا daki نَا ya dikkat edip, senin ile beraber lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile حَسْبُنَا yı kimler söylüyorlar diye emredince; bütün nebatat ve hayvanatın lisan-ı hal ile حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ in mânâsını yâdettiklerini gördüğünü ve kudretin azamet ve haşmetini, mevcudatta nasıl temaşa ettiğini ifade etmiştir.
Dördüncü Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Kendi vücudu, belki bütün mahlûkatın vücudları ademe gidiyor diye elîm bir endişede iken, yine bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettiğini ve îman dürbünü ile baktığında; ölümün firak değil visâl olduğunu, bir tebdil-i mekân ve bâki bir meyvenin sünbüllenmesi olduğunu beyan etmiştir.
Beşinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Hayatın çabuk sönmesi teellümüne karşı, Âyet-i Hasbiyeden aldığı imdad ile der: Hayat, Zat-ı Hayy-ı Kayyum'a baktıkça ve îman dahi hayata hayat ve ruh oldukça; beka bulur, hem bâki meyveler verdiği için, ömrün kısalığına ve uzunluğuna bakılmayacağını izah etmiştir.
Ölü olmayanlar veya diri olmak isteyenler, hayatın mahiyetini ve hakikatını anlamayı arzu edenler, Dördüncü Şua'daki bu mertebenin dört mes'elesine baksınlar, dirilsinler.
Altıncı Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Daimî tahribatçı olan zeval ve fena; ve mütemadiyen ayırıcı olan ölüm ve adem, dehşetli bir surette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlûkatı hırpaladığını, parça parça edip güzelliklerini bozduğunu görmesi üzerine, fıtratındaki aşk-ı mecazî, bu hâle karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda, bir medâr-ı teselli bulmak için, bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettiğinde "Beni oku ve dikkatle mânâma bak!" demesi üzerine, Sure-i Nur'daki اَللّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ âyetinin rasadhanesine girip, îmanın dürbünüyle bu Âyet-i Hasbiyenin en uzak tabakalarına baktığını beyan etmekte ve dürbünle gördüğü esrarı zikretmektedir.
Bu güzel masnular, bu tatlı mahluklar, bu cemalli mevcudat; Cemil-i Zülcelâl'in cemal-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel Esmâ-i hüsnasının sermedî güzelliklerine âyinedarlık ettiklerini ve Risale-i Nur'un eczalarında çok kuvvetli delillerle bunların izah edildiğini beyan etmektedir.
ONBEŞİNCİ RİCA: Bu rica Denizli hapsinden sonra, Nurların teksirle basılarak intişarı üzerine, fütuhat-ı Nuriyeyi çekemeyen gizli düşman münafıklar; türlü desise ve iftiralarla, hükûmeti aleyhe çevirerek, Nur Risalelerini müsadere ettirip, tedkik edilmesi neticesinde; değil tenkid edip düşmanlık göstermek, belki tedkik eden memurların kalblerini de fethederek, tenkid yerine takdir ettirdiğini.. ve bu hâdise Nur dershanelerinin genişlemesine sebeb olduğunu.. ve bir müddet sonra gizli din düşmanları, pek âdi bahanelerle, zemheririn en şiddetli günlerinde Üstadımızı tevkif ettirerek; büyük, gâyet soğuk, sobasız bir koğuşta hapsettiklerini ve bu hapiste inayet-i İlahiye ile bir hakikat inkişaf ederek, Nurların hapishane dâhilinde ve haricinde intişar ve fütuhatından dolayı binlerce şükrettiğini ve ruhuna "Sen onların zulmü yüzünden hem sevab, hem fâni saatlerini bâkileştirmeyi, hem mânevî lezzetleri, hem vazife-i ilmiye ve diniyeyi ihlâs ile yapmasını kazanıyorsun" diye ihtar edilmesi üzerine, bütün kuvvetiyle "Elhamdülillah" diye dua ettiğini gâyet güzel beyan etmektedir.
Bu ricanın sonunda, Risale-i Nur talebeleri, îman-ı tahkikî kuvvetiyle, bu vatanın her tarafında anarşistliği durdurduğunu, umumî emniyeti ve asayişi muhafaza ettiklerini.. ve yirmi senedir memleketin her tarafındaki Nur talebelerinin hiç birisinin emniyeti ihlâle dair bir vukuatlarının bulunmadığını.. ve hatta insaflı bir kısım zabıta memurlarının "Nur talebeleri mânevî bir zabıtadır, asayişi muhafazada bize yardım ediyorlar, îman-ı tahkikî ile nuru okuyan her adamın kafasında bir yasakçı bırakıyorlar, emniyeti temine çalışıyorlar." diye olan itiraflarını.. ve türlü isnad ve iftiralarla, Kur'an ve îman nuruna sed çekmek isteyenlere karşı, Üstadımızın "Yüz milyon başların feda oldukları bir kudsî hakikata, başımız dahi feda olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız, hakikat-ı Kur'aniyeye feda olan başlar, zendekaya teslim-i silâh etmeyecek ve vazife-i kudsiyeden vaz geçmeyecekler inşâallah!" dediğini beyan etmektedir.
ONALTINCI RİCA: Mahrem ve mühim mecmûalar, hususan Süfyan'a ve Nur'un kerametlerine dair olan Risaleler, zamanı gelince neşredilsin diye saklandığı halde.. bir aramada, o Risaleler bulunduğu yerden çıkarılmış ve Üstadımız hasta bir halde tevkif edilerek hapishaneye götürüldüğünü.. ve Üstadımız müteellim ve Nur'lara gelen zarardan müteessir iken, birden inayet-i İlahiye imdada yetişerek, mahrem Risaleleri okuyan resmî dairelerin, bir dershane-i Nuriye hükmüne geçip Risaleleri takdirle karşıladıklarını ve yine Denizli hapsinde ihtiyarlık, hastalık ve masum arkadaşlara gelen zahmetlerden elem ve teessür içinde iken, birden inayet-i Rabbaniye yetişerek, hapishaneyi bir dershane-i Nuriyeye çevirip, bir Medrese-i Yûsufiye (A.S.) olduğunu isbat ederek Medreset-üz Zehra kahramanlarının elmas kalemleri ile Nurların intişara başlamasını.. ve gizli düşmanların Üstadımızı nasıl zehirlediklerini.. ve onun yerine merhum Hâfız Ali'nin şehid olarak Berzah âlemine seyahat eylemesi üzerine; hepsi müteellim ve müteessir halde iken, yine birden inayet-i İlahiye imdada yetişerek, Üstadımızdan zehir tehlikesinin geçmesi ve merhum şehidin kabirde Nurlarla meşgul olarak, sual meleklerine Nurlarla cevap vermesi.. ve onun bedeline Denizli Kahramanı Hasan Feyzi Rahmetullahi Aleyh ve arkadaşlarının hizmete girmesi.. ve mahpusların Nurlarla ıslah olmaları gibi çok emarelerle, inayet-i Rabbaniyenin yetiştiğini ifade ettikten sonra, gençliğinde âhir ömrünü mağarada geçirmek arzusuna mukabil; bu mağaraların hapishanelere, inzivalara, çilehanelere, mutlak tecrid hücrelerine çevrilip, Yûsufiye medreseleri olarak Kur'an ve îmanın hakikatlarına mücahidane bir surette hizmet ettirdiğini.. ve o çileli hapislerde, üç hikmet ve hizmet-i Nuriyeye üç ehemmiyetli fayda bulunduğunu beyan eden ehemmiyetli bir rîcadır.
Moderatörün son düzenlenenleri: