Liberal Müslüman olur mu? (3)
19 Ağustos 2011 Cuma 05:47
Star yazarı Mustafa Akyol, "Liberal Müslüman Olur mu?" başlığıyla yazdığım yazı üzerine bir eleştiri kaleme almış, bendeniz de kendisini cevaplamıştım. Akyol, cevabımı müteakiben yazdığı "Müslümanın ideolojisi olur mu?" (17/08/2011-Star) başlıklı yazısında, "İslam ve liberalizmin özde, birinin akıl, diğerinin vahiy kaynaklı olması dolayısıyla uzlaşamayacağı"na yönelik savımı eleştirmiş. Ve "Akli olanla dini olan mutlaka çelişir diye bir kural mı var?" diye sorarak fıkıhtan Hanbeli, akaidden ise Eşari, Maturidi ve Mutezile mezheplerinin akla yaklaşımını ele almış.
Kelam ekollerinin konuya yaklaşımlarını merak edenler açıp okuyabilir; zira akıl ve vahyin uzlaşamayacağı kastımı aydınlanma bahsinde açıklamayı daha elzem buluyorum. Çünkü belli ki, akıldan kastımın fetişizmle malul akıl ve bilim olduğunu yeterince sarih şekilde ifadelendirememişim. Yoksa, hemen her suresine, o surelerin pek çok ayetine "akletmez misiniz?" emri/tavsiyesiyle başlayan bir kutsal kitap müntesibi olarak akıl melekesini yeterince ciddiye almamam gibi bir seçenek mevcut olamaz herhalde..
Aslında sözünü ettiğim, liberalizmin de tıpkı diğer pek çok -izm gibi bağrından çıktığı aydınlanma felsefesi. Biliyorsunuz bu süreçte, feodalite çökerken, fazlasıyla palazlanmış ve ahlak algısıyla gündelik hayatı birebir biçimlendiren din de olması gereken yere gönderilmiş, yani Kilise'ye tıkılmış, birey ve toplumun varoluşunu koruyabilmesi için, ilerlemenin mümkün olabilmesi için bilim ve salt aklın yeteceği savlanmıştı. Hristiyan inancı gündelik pratiklerden çekilip hakikaten kiliseye geri gönderildi, ama bununla yetinilmedi; din reforme edilerek içinden kapitalizmle diyalektik olarak birbirini vareden kalvinizm çıkarıldı. Protestan ahlak, kapitalizme moral zemin sağladı. Sermaye birikimine manevi altyapı teşkil edecek şekilde, "dünyaya günahkar olarak gönderilmiş insan tekinin çalışmasının, arınmasının ve Allah'a ulaşmasının tek yolu" olarak takdim edildi, ancak bu deneyim Allah'a ulaşmakla sonlanmadı, ulaşıla ulaşıla sermayenin kutsiyetine ve kapitalizme ulaşıldı.
Uzatmayalım, bu süreçte bireyin aklı, seçimleri haniyse dinin kutsallığı seviyesine dek yükseldi, fetişleşti. Bu yüzden liberalizm, kabaca bireyin seçim özgürlüğünün önündeki her türlü prangadan kurtulması olarak tanımlanıyor ve özgürleşmenin hedefleri arasında din de bulunuyor. Yani, liberalizm dinden de özgürleşme olarak beliriyor, inanmayan kaynaklardan okuyabilir. Bu arada, yanlış anlaşılma olmasın, liberalistler dinsizdir demeye getirmiyorum, ancak özgürleşmenin kalemleri arasında dinin toplumsal baskısından özgürleşme de vardır, diyorum. Siyasi liberalizm bir eşcinselin hayat tarzının özgürlüğünü savunduğu kadar, bir Müslüman'ın hayat tarzını aynı şekilde, aynı tonda, aynı şiddette savunur. Sonuç; İslami yaşam tarzı, tıpkı seküler yaşam tarzları gibi liberalizmin kültürel göreceleliğin bir nesnesidir artık... Nasreddin Hoca hikayesindeki gibi herkes haklıdır yani, herkes doğru.
Oysa Müslüman "emri bil maruf, nehyi anil münker"le bağlı ve bağımlıdır; Müslüman seküler bir yaşamın nimetleri için bu dünyaya gönderilmediğine inanır. Göz yumarak ya da "amaaan bunlar da böyle işte n'apalım" yaparak yaşamak dünyaya gönderiliş amaçları arasında değildir. Ve bir zorunlu hatırlatma: Kur'an-ı Kerim helak kıssalarıyla doludur. Yani ki, siyasi bağlamda bir müslümanın bırakınız yapsınlar deme lüksü filan yoktur ve liberalizmle İslam'ın ontolojik ayrımının derinleştiği yer de tam bu noktadır.
Serbest piyasa ekseninde birey aklının ve onun seçimlerinin fetişleştirilmesi, açlıktan ölmemek için böbreğini satmak zorunda kalan bir adamı da, silah üreten fabrikatörü de aynı derecede haklı görür. Ve bu, inanmayacaksınız ama İslami değildir. İnsani de değildir. İslami ve insani olan, o adamı böbreğini satmaya iten koşulları düzeltmek, o fabrikatörün de işçinin emeğiyle haksız kazanç edinmesinin önüne geçmektir. İslami olan adalet tesisidir, kanun önünde eşitlik görecelidir.
Mustafa Akyol, yazısının ilerleyen satırlarında, Müslümanın sosyalisti, liberali olmayacağı laflarını hamasi bulduğunu belirtiyor ve liberal Müslüman terkibindeki ilk kelimenin, Müslümanların dini değil, siyasi ve iktisadi görüşünü tarif ettiğini iddia ediyor. Ona göre, bir Müslüman, nasıl meslek itibariyle mühendis, doktor veya manav olabiliyorsa "siyasi meslek" itibariyle de şu veya bu olabilir.
Çok tuhaf bir bakış açısı, çünkü örnekler önümüzde. Vakti zamanında dini normlara, emir ve nehiylere hassasiyet gösteren Müslümanların, parayla tanıştıkça, piyasa koşullarına ve kapitalist iş görme tarzına eklemlenip, zenginleştikçe geçirdikleri kafkaesk dönüşümün üzerinden çok geçmedi. Çünkü "İşçinin hakkını teri kurumadan verin" emrine muhatap dindar işverenlerin, aylarca maaş ödemeyen, asgari ücrete insanlık dışı şartlarda işçi çalıştıran, hatta örtülü kadınları çalıştırsa bile geri görevde istihdam edecek denli aşağılık kompleksi içindeki birer zalime dönüştüğünü gördük geçtiğimiz 10-15 yılda. Dediğim gibi, kişinin hayatının idamesi/iaşesi için icra ettiği meslekle; seküler siyasi ve iktisadi varolma biçimlerini kıyaslamak hakikaten tuhaf.
Karunlaşan işadamları örneğinde görüldü. Özel ve kamusal insan ilişkilerini, dinsel değerler, gelenekler ve kurumların dışında tartışan/var eden eğilimler –bunun adı liberalizm, kapitalizm, sosyalizm olabilir- İslam inancının zamanlar ve mekanlar üstü iddiasını törpülediği/sekülerleştirdiği ve bireyi itikadi noktada eksilttiği gibi, ihtiyacı olan moral motivasyonu o inancın ahlak pratiklerinden alarak kendini yineler ve yeniler.
Bu da İslam öğretisinin Protestan bir yorumla kapitalizm ve iktisadi/siyasi liberalizm için işlevsel kılınması, İslam ahlakının –izm'lerin yaşaması uğruna kullanışlı bir manivelaya dönüşmesi demektir. Aydınlanmanın Batı'da hristiyan öğretiye yaptığı gibi yani: Dua et, günah çıkar, kiliseye-camiye git, Allah'a yakın olmak için bol bol çalış, ötesine de karışma..
Akyol'un iyi niyetinden şüphem yok, ancak sonuç budur.
Yenişafak
19 Ağustos 2011 Cuma 05:47
Star yazarı Mustafa Akyol, "Liberal Müslüman Olur mu?" başlığıyla yazdığım yazı üzerine bir eleştiri kaleme almış, bendeniz de kendisini cevaplamıştım. Akyol, cevabımı müteakiben yazdığı "Müslümanın ideolojisi olur mu?" (17/08/2011-Star) başlıklı yazısında, "İslam ve liberalizmin özde, birinin akıl, diğerinin vahiy kaynaklı olması dolayısıyla uzlaşamayacağı"na yönelik savımı eleştirmiş. Ve "Akli olanla dini olan mutlaka çelişir diye bir kural mı var?" diye sorarak fıkıhtan Hanbeli, akaidden ise Eşari, Maturidi ve Mutezile mezheplerinin akla yaklaşımını ele almış.
Kelam ekollerinin konuya yaklaşımlarını merak edenler açıp okuyabilir; zira akıl ve vahyin uzlaşamayacağı kastımı aydınlanma bahsinde açıklamayı daha elzem buluyorum. Çünkü belli ki, akıldan kastımın fetişizmle malul akıl ve bilim olduğunu yeterince sarih şekilde ifadelendirememişim. Yoksa, hemen her suresine, o surelerin pek çok ayetine "akletmez misiniz?" emri/tavsiyesiyle başlayan bir kutsal kitap müntesibi olarak akıl melekesini yeterince ciddiye almamam gibi bir seçenek mevcut olamaz herhalde..
Aslında sözünü ettiğim, liberalizmin de tıpkı diğer pek çok -izm gibi bağrından çıktığı aydınlanma felsefesi. Biliyorsunuz bu süreçte, feodalite çökerken, fazlasıyla palazlanmış ve ahlak algısıyla gündelik hayatı birebir biçimlendiren din de olması gereken yere gönderilmiş, yani Kilise'ye tıkılmış, birey ve toplumun varoluşunu koruyabilmesi için, ilerlemenin mümkün olabilmesi için bilim ve salt aklın yeteceği savlanmıştı. Hristiyan inancı gündelik pratiklerden çekilip hakikaten kiliseye geri gönderildi, ama bununla yetinilmedi; din reforme edilerek içinden kapitalizmle diyalektik olarak birbirini vareden kalvinizm çıkarıldı. Protestan ahlak, kapitalizme moral zemin sağladı. Sermaye birikimine manevi altyapı teşkil edecek şekilde, "dünyaya günahkar olarak gönderilmiş insan tekinin çalışmasının, arınmasının ve Allah'a ulaşmasının tek yolu" olarak takdim edildi, ancak bu deneyim Allah'a ulaşmakla sonlanmadı, ulaşıla ulaşıla sermayenin kutsiyetine ve kapitalizme ulaşıldı.
Uzatmayalım, bu süreçte bireyin aklı, seçimleri haniyse dinin kutsallığı seviyesine dek yükseldi, fetişleşti. Bu yüzden liberalizm, kabaca bireyin seçim özgürlüğünün önündeki her türlü prangadan kurtulması olarak tanımlanıyor ve özgürleşmenin hedefleri arasında din de bulunuyor. Yani, liberalizm dinden de özgürleşme olarak beliriyor, inanmayan kaynaklardan okuyabilir. Bu arada, yanlış anlaşılma olmasın, liberalistler dinsizdir demeye getirmiyorum, ancak özgürleşmenin kalemleri arasında dinin toplumsal baskısından özgürleşme de vardır, diyorum. Siyasi liberalizm bir eşcinselin hayat tarzının özgürlüğünü savunduğu kadar, bir Müslüman'ın hayat tarzını aynı şekilde, aynı tonda, aynı şiddette savunur. Sonuç; İslami yaşam tarzı, tıpkı seküler yaşam tarzları gibi liberalizmin kültürel göreceleliğin bir nesnesidir artık... Nasreddin Hoca hikayesindeki gibi herkes haklıdır yani, herkes doğru.
Oysa Müslüman "emri bil maruf, nehyi anil münker"le bağlı ve bağımlıdır; Müslüman seküler bir yaşamın nimetleri için bu dünyaya gönderilmediğine inanır. Göz yumarak ya da "amaaan bunlar da böyle işte n'apalım" yaparak yaşamak dünyaya gönderiliş amaçları arasında değildir. Ve bir zorunlu hatırlatma: Kur'an-ı Kerim helak kıssalarıyla doludur. Yani ki, siyasi bağlamda bir müslümanın bırakınız yapsınlar deme lüksü filan yoktur ve liberalizmle İslam'ın ontolojik ayrımının derinleştiği yer de tam bu noktadır.
Serbest piyasa ekseninde birey aklının ve onun seçimlerinin fetişleştirilmesi, açlıktan ölmemek için böbreğini satmak zorunda kalan bir adamı da, silah üreten fabrikatörü de aynı derecede haklı görür. Ve bu, inanmayacaksınız ama İslami değildir. İnsani de değildir. İslami ve insani olan, o adamı böbreğini satmaya iten koşulları düzeltmek, o fabrikatörün de işçinin emeğiyle haksız kazanç edinmesinin önüne geçmektir. İslami olan adalet tesisidir, kanun önünde eşitlik görecelidir.
Mustafa Akyol, yazısının ilerleyen satırlarında, Müslümanın sosyalisti, liberali olmayacağı laflarını hamasi bulduğunu belirtiyor ve liberal Müslüman terkibindeki ilk kelimenin, Müslümanların dini değil, siyasi ve iktisadi görüşünü tarif ettiğini iddia ediyor. Ona göre, bir Müslüman, nasıl meslek itibariyle mühendis, doktor veya manav olabiliyorsa "siyasi meslek" itibariyle de şu veya bu olabilir.
Çok tuhaf bir bakış açısı, çünkü örnekler önümüzde. Vakti zamanında dini normlara, emir ve nehiylere hassasiyet gösteren Müslümanların, parayla tanıştıkça, piyasa koşullarına ve kapitalist iş görme tarzına eklemlenip, zenginleştikçe geçirdikleri kafkaesk dönüşümün üzerinden çok geçmedi. Çünkü "İşçinin hakkını teri kurumadan verin" emrine muhatap dindar işverenlerin, aylarca maaş ödemeyen, asgari ücrete insanlık dışı şartlarda işçi çalıştıran, hatta örtülü kadınları çalıştırsa bile geri görevde istihdam edecek denli aşağılık kompleksi içindeki birer zalime dönüştüğünü gördük geçtiğimiz 10-15 yılda. Dediğim gibi, kişinin hayatının idamesi/iaşesi için icra ettiği meslekle; seküler siyasi ve iktisadi varolma biçimlerini kıyaslamak hakikaten tuhaf.
Karunlaşan işadamları örneğinde görüldü. Özel ve kamusal insan ilişkilerini, dinsel değerler, gelenekler ve kurumların dışında tartışan/var eden eğilimler –bunun adı liberalizm, kapitalizm, sosyalizm olabilir- İslam inancının zamanlar ve mekanlar üstü iddiasını törpülediği/sekülerleştirdiği ve bireyi itikadi noktada eksilttiği gibi, ihtiyacı olan moral motivasyonu o inancın ahlak pratiklerinden alarak kendini yineler ve yeniler.
Bu da İslam öğretisinin Protestan bir yorumla kapitalizm ve iktisadi/siyasi liberalizm için işlevsel kılınması, İslam ahlakının –izm'lerin yaşaması uğruna kullanışlı bir manivelaya dönüşmesi demektir. Aydınlanmanın Batı'da hristiyan öğretiye yaptığı gibi yani: Dua et, günah çıkar, kiliseye-camiye git, Allah'a yakın olmak için bol bol çalış, ötesine de karışma..
Akyol'un iyi niyetinden şüphem yok, ancak sonuç budur.
Yenişafak