HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
BÜYÜK HİCRET
"Mağara'dan Hareket"
Bir Perşembe akşamı geldikleri mağarada, Kureyş'in arama işi bitinceye kadar üç gün üç gece gizlendiler. Çünkü daha ilk günlerde mağaradan çıkmak, onların düşman eline düşmesine sebep olabilirdi.
Ebu Bekir -radiyallahu anh-in oğlu Abdullah -radiyallahu anh- çok becerikli bir genç idi. Babasının emri üzerine gündüzleri Mekke'de dolaşıyor, kimlerin neler konuşup neler düşündüğünü öğrendikten sonra geceleri mağaraya gelip olan bitenleri haber veriyordu. Ortalık aydınlanmadan da tekrar Mekke'ye dönüyordu. Azatlısı Âmir bin Füheyre -radiyallahu anh- de o civarda koyunlarını güdüyor ve onlara süt götürüyordu. Aynı zamanda sürüyü Abdullah -radiyallahu anh-in ayak izinin olduğu yerden geçirerek izlerini siliyordu.
Kureyşliler artık ümitlerini kesmişler, arama tarama işini gevşetmişler, ortalık yatışmıştı. Abdullah -radiyallahu anh-in getirdiği haberlerden bu anlaşılıyordu.
Onları ele geçirme ümidini yitirince Kureyşliler, bu defa onları getirene her birinin diyetini ödemeye karar verdiler.
Kılavuz olarak tutulan Abdullah bin Ureykıt, daha önceden kararlaştırıldığı üzere, kendisine teslim edilen iki deve ile birlikte Pazartesi sabahı seher vaktinde dağın eteğine geldi. Her ikisi de develerine bindiler. Ebu Bekir -radiyallahu anh- yolda kendilerine hizmet eder düşüncesi ile Âmir -radiyallahu anh-i terkisine aldı. Yol göstermekte çok kabiliyetli olan Abdullah -radiyallahu anh- önlerine düştü, Sevr dağından ayrıldılar. Böylece dünya tarihine yön verecek büyük hicret başlamış oldu.
Doğup büyüdüğü vatanından ayrılmak onu hayli duygulandırmıştı.
Devesini durdurdu, Mekke'ye doğru mahzun mahzun bir baktı ve gözleri nemlenerek şöyle buyurdu:
"Sen beldelerin Allah katında en sevgili olanısın. Beni senden çıkarmış olmasalardı çıkmazdım." (Tirmizî)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sini inzal buyurarak Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini teselli etti:
"Resul'üm! Kur'an'ı sana farz kılan Allah, elbette seni yine döneceğin yere döndürecektir." (Kasas: 85)
Bu ilâhî vaad, Resulullah Aleyhisselâm'ın Mekke'den hicretinden sonra tekrar oraya döneceğine ve orayı fethedeceğine dair Allah-u Teâlâ'nın verdiği bir sözdür.
"Resul'üm! De ki: Rabb'im hidayetle geleni de ve apaçık sapıklıkta bulunanı da en iyi bilendir." (Kasas: 85)
Artık o inkârcı müşrikler böyle müthiş bir âkıbete hazırlansınlar.
Bu Âyet-i kerime ile hicretin bir yenilgi olmadığı, Mekke'nin gün gelip müslümanların eline geçeceği ve bir İslâm şehri olacağı müjdelenmiş oldu.
Diğer bir Âyet-i kerime'sinde ise bu hususta şöyle buyurdu:
"Nice memleketler vardır ki, onlar seni sürüp çıkaran memleketten daha kuvvetli idiler. Biz onları helâk ettik. Onlara bir yardım eden de bulunmadı." (Muhammed: 13)
Kendi kendilerini kurtaramadıkları gibi, bir yardımcı vasıtası ile de kurtaramadılar.
Takip Edilen Yollar,
Uğranılan Yerler:
Dört kişilik küçük kervan, bir gün bir gece hiç durmaksızın yoluna devam etti. Her ihtimale karşı düşman takibini şaşırtmak için, alışılagelmiş yoldan ayrı bir yol takip edildi. Önce güneyde Kızıldeniz'e yakın Tihâme'ye doğru gittiler. Sonra kuzeye döndüler. Çöl içinden sahile paralel olarak yola düştüler. Abdullah bin Ureykıt Medine'ye götüren yolların içinde dikkatlerden uzak kalmak ve gizliliği korumak için insanların pek kullanmadığı bir yolu seçmişti. O bu yolları çok iyi tanıyordu. Bu yolculuk kolay olmadı, çünkü yol çölden geçiyordu. Kum tepeleri ve çukurlar olduğu için çölden geçmek kolay değildi, burası çölün en uzun yoluydu.
Ebu Bekir -radiyallahu anh- ticaret sebebiyle her tarafa gidip geldiği için, tanıştığı pek çok kimseler vardı. Bu kişilerden bazıları yol boyunca kendisini görüp tanıyor ve yanında kimin olduğunu soruyorlardı. O ise: "Bana yol gösteren kılavuzdur." diye cevap veriyordu. Kendisine soru soran kişiye, onun kendisine yol gösteren bir kılavuz olduğunu ima ederek, ikisinden birinin Kureyş'in aramakta olduğu kişi şüphesini kaldırmış oluyordu.
Bütün gece boyunca ve sabah gün ağarana kadar yola devam ettiler. Salı günü öğle üzeri güneşin sıcaklığından korunmak için gölgelik bir yerde bir müddet dinlendiler. Resulullah Aleyhisselâm istirahat esnasında iken Ebu Bekir -radiyallahu anh- peşlerinde birilerinin olup olmadığını kontrol ediyordu, uzakta bir çoban gördü. Çobandan aldığı bir miktar sütü getirerek Resulullah Aleyhisselâm'a içirdi. Güneş batıya doğru eğildikten sonra kalkıp yollarına devam ettiler.
•
Bu tarihi yolculuk esnasında sıkıntılar ve zahmetlerle karşılaşıldığı gibi, beşâretlerle rahmetlerle de karşılaşılıyordu.
Kudeyt'ten geçerlerken Ümmü Mâbed'e uğradılar. Şahsiyet sahibi, akıllı ve iffetli olan bu yaşlı kadın, kuraklık yıllarında çadırının önüne oturup, gelen geçenlerin su ve yiyecek ihtiyacını karşılamaya çalışır, kendisine uğrayanları ağırlardı.
Ondan hurma, et, süt gibi herhangi bir yiyecek satın almak istediler. O bölgede kıtlık ve açlık vardı. Kadın: "Vallahi yanımızda herhangi bir şey olsaydı, sizi ağırlamaktan çekinmezdim." dedi. Resulullah Aleyhisselâm ileride zayıf bir keçi gördü. "Yâ Ümmü Mâbed! Keçiye ne diyorsun?" buyurdu. "Bu zavallı keçi sürüden geri kaldı, onda süt verecek derman nerede?" dedi. "Onu sağmama izin verir misin?" diye sordu "Anam babam size fedâ olsun, eğer onda birazcık süt bile varsa sağabilirsiniz!" cevabını verdi.
Resulullah Aleyhisselâm keçiyi yanına getirtti, mübarek eliyle belini ve memelerini sığadı. Bolca süt ihsan etmesi için Allah-u Teâlâ'ya niyazda bulundu ve: "Bismillâh!" diyerek sağmaya başladı. Keçi de bacaklarını araladı. Herkes şaşakalmıştı, zira keçiden fışkırırcasına süt geliyordu. Oradakiler doyasıya ondan içtiler, en sonunda Resulullah Aleyhisselâm içti, kovayı tekrar doldurarak:
"Bu sütü kocan gelince verirsin." buyurdu ve tekrar yola koyuldular.
Bir müddet sonra kadının kocası Ebu Mâbed, zayıflıktan sağa sola sallanarak yürüyen, ilikleri kurumuş keçileri sürerek geldi. Bir kap dolusu sütü görünce şaşırdı. "Bu süt nereden geldi?" diye sordu.
Ümmü Mâbed olup bitenleri anlatınca: "Vallahi, ben sanırım ki o, Kureyşliler'in aramakta oldukları kişidir. Ey Ümmü Mâbed! Eğer ben kendisine rastlamış olsaydım, arkadaşlığına kabul edilmemi dilerdim." dedi.
Ve şöyle devam etti:
"Yine de bir yolunu bulursam, bunu muhakkak yapacağım."
Ümmü Mâbed, daha sonra kocası ile beraber Medine-i Münevvere'ye giderek müslüman olmuştu.
Resulullah Aleyhisselâm tarafından memesi sığanan keçi, hicretin onsekizinci yılındaki kuraklığa kadar yaşamış, onlar bu keçiden sabah akşam süt sağmış durmuşlardı.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
BÜYÜK HİCRET
"Mağara'dan Hareket"
Bir Perşembe akşamı geldikleri mağarada, Kureyş'in arama işi bitinceye kadar üç gün üç gece gizlendiler. Çünkü daha ilk günlerde mağaradan çıkmak, onların düşman eline düşmesine sebep olabilirdi.
Ebu Bekir -radiyallahu anh-in oğlu Abdullah -radiyallahu anh- çok becerikli bir genç idi. Babasının emri üzerine gündüzleri Mekke'de dolaşıyor, kimlerin neler konuşup neler düşündüğünü öğrendikten sonra geceleri mağaraya gelip olan bitenleri haber veriyordu. Ortalık aydınlanmadan da tekrar Mekke'ye dönüyordu. Azatlısı Âmir bin Füheyre -radiyallahu anh- de o civarda koyunlarını güdüyor ve onlara süt götürüyordu. Aynı zamanda sürüyü Abdullah -radiyallahu anh-in ayak izinin olduğu yerden geçirerek izlerini siliyordu.
Kureyşliler artık ümitlerini kesmişler, arama tarama işini gevşetmişler, ortalık yatışmıştı. Abdullah -radiyallahu anh-in getirdiği haberlerden bu anlaşılıyordu.
Onları ele geçirme ümidini yitirince Kureyşliler, bu defa onları getirene her birinin diyetini ödemeye karar verdiler.
Kılavuz olarak tutulan Abdullah bin Ureykıt, daha önceden kararlaştırıldığı üzere, kendisine teslim edilen iki deve ile birlikte Pazartesi sabahı seher vaktinde dağın eteğine geldi. Her ikisi de develerine bindiler. Ebu Bekir -radiyallahu anh- yolda kendilerine hizmet eder düşüncesi ile Âmir -radiyallahu anh-i terkisine aldı. Yol göstermekte çok kabiliyetli olan Abdullah -radiyallahu anh- önlerine düştü, Sevr dağından ayrıldılar. Böylece dünya tarihine yön verecek büyük hicret başlamış oldu.
Doğup büyüdüğü vatanından ayrılmak onu hayli duygulandırmıştı.
Devesini durdurdu, Mekke'ye doğru mahzun mahzun bir baktı ve gözleri nemlenerek şöyle buyurdu:
"Sen beldelerin Allah katında en sevgili olanısın. Beni senden çıkarmış olmasalardı çıkmazdım." (Tirmizî)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sini inzal buyurarak Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini teselli etti:
"Resul'üm! Kur'an'ı sana farz kılan Allah, elbette seni yine döneceğin yere döndürecektir." (Kasas: 85)
Bu ilâhî vaad, Resulullah Aleyhisselâm'ın Mekke'den hicretinden sonra tekrar oraya döneceğine ve orayı fethedeceğine dair Allah-u Teâlâ'nın verdiği bir sözdür.
"Resul'üm! De ki: Rabb'im hidayetle geleni de ve apaçık sapıklıkta bulunanı da en iyi bilendir." (Kasas: 85)
Artık o inkârcı müşrikler böyle müthiş bir âkıbete hazırlansınlar.
Bu Âyet-i kerime ile hicretin bir yenilgi olmadığı, Mekke'nin gün gelip müslümanların eline geçeceği ve bir İslâm şehri olacağı müjdelenmiş oldu.
Diğer bir Âyet-i kerime'sinde ise bu hususta şöyle buyurdu:
"Nice memleketler vardır ki, onlar seni sürüp çıkaran memleketten daha kuvvetli idiler. Biz onları helâk ettik. Onlara bir yardım eden de bulunmadı." (Muhammed: 13)
Kendi kendilerini kurtaramadıkları gibi, bir yardımcı vasıtası ile de kurtaramadılar.
Takip Edilen Yollar,
Uğranılan Yerler:
Dört kişilik küçük kervan, bir gün bir gece hiç durmaksızın yoluna devam etti. Her ihtimale karşı düşman takibini şaşırtmak için, alışılagelmiş yoldan ayrı bir yol takip edildi. Önce güneyde Kızıldeniz'e yakın Tihâme'ye doğru gittiler. Sonra kuzeye döndüler. Çöl içinden sahile paralel olarak yola düştüler. Abdullah bin Ureykıt Medine'ye götüren yolların içinde dikkatlerden uzak kalmak ve gizliliği korumak için insanların pek kullanmadığı bir yolu seçmişti. O bu yolları çok iyi tanıyordu. Bu yolculuk kolay olmadı, çünkü yol çölden geçiyordu. Kum tepeleri ve çukurlar olduğu için çölden geçmek kolay değildi, burası çölün en uzun yoluydu.
Ebu Bekir -radiyallahu anh- ticaret sebebiyle her tarafa gidip geldiği için, tanıştığı pek çok kimseler vardı. Bu kişilerden bazıları yol boyunca kendisini görüp tanıyor ve yanında kimin olduğunu soruyorlardı. O ise: "Bana yol gösteren kılavuzdur." diye cevap veriyordu. Kendisine soru soran kişiye, onun kendisine yol gösteren bir kılavuz olduğunu ima ederek, ikisinden birinin Kureyş'in aramakta olduğu kişi şüphesini kaldırmış oluyordu.
Bütün gece boyunca ve sabah gün ağarana kadar yola devam ettiler. Salı günü öğle üzeri güneşin sıcaklığından korunmak için gölgelik bir yerde bir müddet dinlendiler. Resulullah Aleyhisselâm istirahat esnasında iken Ebu Bekir -radiyallahu anh- peşlerinde birilerinin olup olmadığını kontrol ediyordu, uzakta bir çoban gördü. Çobandan aldığı bir miktar sütü getirerek Resulullah Aleyhisselâm'a içirdi. Güneş batıya doğru eğildikten sonra kalkıp yollarına devam ettiler.
•
Bu tarihi yolculuk esnasında sıkıntılar ve zahmetlerle karşılaşıldığı gibi, beşâretlerle rahmetlerle de karşılaşılıyordu.
Kudeyt'ten geçerlerken Ümmü Mâbed'e uğradılar. Şahsiyet sahibi, akıllı ve iffetli olan bu yaşlı kadın, kuraklık yıllarında çadırının önüne oturup, gelen geçenlerin su ve yiyecek ihtiyacını karşılamaya çalışır, kendisine uğrayanları ağırlardı.
Ondan hurma, et, süt gibi herhangi bir yiyecek satın almak istediler. O bölgede kıtlık ve açlık vardı. Kadın: "Vallahi yanımızda herhangi bir şey olsaydı, sizi ağırlamaktan çekinmezdim." dedi. Resulullah Aleyhisselâm ileride zayıf bir keçi gördü. "Yâ Ümmü Mâbed! Keçiye ne diyorsun?" buyurdu. "Bu zavallı keçi sürüden geri kaldı, onda süt verecek derman nerede?" dedi. "Onu sağmama izin verir misin?" diye sordu "Anam babam size fedâ olsun, eğer onda birazcık süt bile varsa sağabilirsiniz!" cevabını verdi.
Resulullah Aleyhisselâm keçiyi yanına getirtti, mübarek eliyle belini ve memelerini sığadı. Bolca süt ihsan etmesi için Allah-u Teâlâ'ya niyazda bulundu ve: "Bismillâh!" diyerek sağmaya başladı. Keçi de bacaklarını araladı. Herkes şaşakalmıştı, zira keçiden fışkırırcasına süt geliyordu. Oradakiler doyasıya ondan içtiler, en sonunda Resulullah Aleyhisselâm içti, kovayı tekrar doldurarak:
"Bu sütü kocan gelince verirsin." buyurdu ve tekrar yola koyuldular.
Bir müddet sonra kadının kocası Ebu Mâbed, zayıflıktan sağa sola sallanarak yürüyen, ilikleri kurumuş keçileri sürerek geldi. Bir kap dolusu sütü görünce şaşırdı. "Bu süt nereden geldi?" diye sordu.
Ümmü Mâbed olup bitenleri anlatınca: "Vallahi, ben sanırım ki o, Kureyşliler'in aramakta oldukları kişidir. Ey Ümmü Mâbed! Eğer ben kendisine rastlamış olsaydım, arkadaşlığına kabul edilmemi dilerdim." dedi.
Ve şöyle devam etti:
"Yine de bir yolunu bulursam, bunu muhakkak yapacağım."
Ümmü Mâbed, daha sonra kocası ile beraber Medine-i Münevvere'ye giderek müslüman olmuştu.
Resulullah Aleyhisselâm tarafından memesi sığanan keçi, hicretin onsekizinci yılındaki kuraklığa kadar yaşamış, onlar bu keçiden sabah akşam süt sağmış durmuşlardı.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Son düzenleme: