Soyadı olarak aldığı Sayıt, muhtemelen ya babası Beylerbeyi Bedevi Tekkesi’nin Şeyhi olan Humuslu Mehmet Said Efendi’den ya da isminin başındaki soyunun Hz. Muhammed’e uzandığını gösteren Seyyid sıfatının laikliğe aykırı gelmeyen bir versiyonundan geliyor.
1922’de kapatılan Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin son azalarından biri olan müderris baba Seyyid Mehmet Nasib Efendi, Mehmet Akif’in de sık ziyaret ettiği Beylerbeyi’nde hâlâ ayakta olan Rifai tekkesinin postnişininde oturmak dışında 1933’de kapatılan Darülfunun’un önemli eserlere imza atmış hocalarından biriydi.
Peki, o halde kızı Nebile nasıl Atatürk’ün manevi kızlarından biri olmuştu?
Rivayet muhtelif. Kesin olan Nebile’nin 1928 yılında 18 yaşındayken, Atatürk’ün 1925’teki boşanmasının ardından Çankaya Köşkü’ne gelen manevi kızlarından beşincisi olduğu. (Amasya’dan Zehra, Konya’dan Rukiye, Bursa’dan Sabiha ve İzmir’den Afet’ten sonra. Bir Hristiyan gençle aşk yaşadığı için kovulan Bülent’ten önce)
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun eşi Leyla Karaosmanoğlu’nun 1985’te Hürriyet’ten Emin Çölaşan’a verdiği mülakata göre geliş hikâyesi şöyle :
“Nebile, çok iyi bir ailenin çocuğu. Ama deli bir çocuk. Bu Nebile, Atatürk’ü çok merak ediyor ve evinden kaçıp Dolmabahçe Sarayı’na giriyor gizlice… Yakalıyorlar, ama kovmasınlar diye yalvarıyor. Neyse, hizmetçi olarak alıkoyuyorlar orada bunu. Bir gün üst kata, Atatürk’ün yanına çıkıveriyor ve diyor ki, ‘Paşam, ben alt katın hizmetçisiyim...’ Bu sırada da ailesi fellik fellik kızı arıyor. Ve böylece Paşa Hazretleri’nin yanında, orada kalıyor Nebile...”
Bu hikâyeyi 1985’te Milliyet’ten Perihan Çakıroğlu’nun konuştuğu manevi kız kardeşi Sabiha Gökçen ise doğrulamaz: “Nebile’yi de bir vesile ile Atatürk’ün yanına çağırdığını sanıyorum. Ama ilk olarak nasıl tanıştıklarını bilemiyorum. Hatırladığım kadarıyla Nebile, 1928’te geldi Ata’nın yanına. İçimizde Atatürk ile en az beraberliği olan oydu.”
Hikâyenin daha ikna edici bir versiyonu ise Atatürk’ün uşağı Cemal Granda tarafından anlatılmış:
“1927 Temmuzunda Çapa Öğretmen Okulu’ndan üç öğrenci hizmet için Dolmabahçe Sarayı’na getirilmişti. Bu kızlardan ikisi geri gitti. Nebile ise kaldı. Nebile 18’inci baharını sürüyordu. Orta boylu, mavi gözlü, beyaz tenli, sarışın oldukça güzel bir kızdı. O zaman Atatürk, Nebile’yi de Ankara’ya götürmek istemişti. Nebile duraksıyordu. Gidip gitmemek konusunda bir karar veremiyordu. O sırada ben de Ankara’ya götürülecektim. Bir gün yanıma sokulup:
'Cemal Efendi. Beni Ankara’ya götürmek istiyorlar. Korkuyorum gitmeye. Ne yapayım dersin?' diye sordu.
'Beni de götürmek istiyorlar. Bak ben korkuyor muyum'' dedim.
'Öyle ama sen erkeksin. Canın sıkılınca kahveye gidersin. Ama ben kızım. Orada tek başıma ne yaparım?'
'Sen de orada oturursun. Orada hanım olursun...' Biz böyle dertleşe duralım, Nebile Ankara’nın yolunu tuttu. Ben daha sonra gittim. Çankaya’da bir de ne göreyim. Nebile Hanım olmuş. Biz 'Bey' olamadık.” (Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri. S.286)
1928 yılında 18 yaşında Çankaya’ya gelen Nebile Hanım orada sadece bir yıl kalır. Bir yıl sonra Atatürk tarafından Ankara Palas’taki o düğünle Viyana Büyükelçiliği Başkâtibi Çerkes Tahsin Bey (bazı kaynaklarda Raşid Bey’le) evlendirilir.
Peki bu bir yılda ne olmuştur. Neden okuldan alınıp Çankaya’ya getirilen Nebile Hanım 19 yaşında evlendirilmiştir?
Emin Çölaşan bunu da Leyla Karaosmanoğlu’na sormuş. Hem de açıkça: “Atatürk’e âşık mı oluyor?”
“-O, büsbütün farklı. Fakat sonra bu kız tehlikeli oldu. Bakınız onu anlatayım size. Atatürk, bir akşam Dolmabahçe’de bir davet verdi. Çok kalabalık bir sofra. Gece yarısından sonra bir ara bu Nebile bana dedi ki: ‘Paşam’a sürprizim var…’ Bir ara müzik çalarken kırmızı şalvar, kırmızı cepken ve hilali gömlekle çıktı ortaya ve şimdiki assolistlerin yaptığı gibi başladı şarkı söylemeye. Yakup da boş bulunup, ‘Ah canım, ne kadar da güzel’ dedi. Atatürk, Yakup’a şöyle bir dönüp baktı. 'Kızdı mı?' Ondan sonra duydum ki, Nebile’yi bir hariciyeci ile evlendirecekler. Ama kızcağız beni her gördüğünde ağladı ve ‘Paşam beni göndermesin, ben onunla kalmak istiyorum’ dedi. Sonra işte, meşhur düğünleri yapıldı.”
Evliliğin ardından Nebile Hanım’ın adına gazetelerde pek rastlanmaz. 1932’de Cumhuriyet gazetesinde Paris Sefareti’nde Dünya Güzellik Kraliçesi seçilen Keriman Halis için düzenlenen bir çayda sefirin eşiyle birlikte davetlilerle ilgilenen Müsteşar Tahsin Bey’in eşi Nebile aynı Nebile olmalıdır.
Ama her şey o kadar tozpembe gitmez. Nebile Hanım, iki yıl sonra eşinden boşanır. Cemal Granda’ya göre boşanma nedeni hariciyeci Tahsin Bey’in Nebile Hanım’ı “hor kullanmasıdır.”
19 yaşında evlenen Nebile Hanım, 21’inde boşanıp Türkiye’ye döner. Çankaya’ya, boşanmasına önce karşı çıkan Atatürk’ün yanına. İzmir, Antalya vapur seyahatlerinde, 1934, 1935 yıllarında Ankara Palas’taki 29 Ekim balolarında Atatürk’ün yanı başındadır. Ketum hatıralarda sesinin güzelliğinden, sık sık şarkılar söylediğinden bahsedilir.
Ağustos 1937’ye kadar. 15 Ağustos 1937 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “mesud bir evlenme” başlığıyla küçük bir haber çıkar:
“Sabık Darülfünun müderrislerinden Mehmed Nesib Sayıt’ın kızı Bayan Nebile ile değerli gençlerimizden Sabahaddin İrdelp’in evlenmeleri dün Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün huzuru ile ve çok güzide bir kütlenin iştirakiyle tezid olunmuştur. Cumhuriyet, genç çifte saadetler temenni eder.”
Ama o saadetler yine gelmez.
Nebile Hanım, hastalanır. Ağır bir zatürre geçirir. Hasta haliyle hasta yatağında yatan Atatürk’ü ziyaret eder. O ziyaret sırasında ağlamaya başlayan Nebile Hanım’ı Atatürk’ün “Sana emrediyorum, benim için ağlamak yasak” diye teselli ettiğini yazar Granda.
Ama gözlerini Atatürk’ün arkasından ağlamaktan kaybettiğine dair söylentiler birer şehir efsanesidir. Sabiha Gökçen, ilerleyen menenjiti yüzünden gözlerini kaybettiğini anlatır. Gözlerini (bir rivayete göre tek gözünü) kaybettiğinde sadece 29 yaşındadır.
Aralık 1939’da gazeteler Nebile Hanım’ın durumunun ağırlaşıp Cerrahpaşa’dan Yakacık Sanatoryumu’na kaldırıldığını haber verirler. İkinci eşinden de ayrılmıştır. Sanatoryum'da yaşam mücadelesi veren yalnız bir kadındır artık.
29 Eylül 1941 günü Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında “Yalnız benim duam Ona yetişir” başlıklı haber çıkmazsa pek çok insan öldüğünü bile zannetmektedir.
Peki, bir hastane odasında tavana bakarak şarkı söylerken görülen hastalıklardan çökmüş o kadın 12 yıl önce Ankara Palas’ta Atatürk’le dans eden Nebile Hanım mıdır?
Röportajı yapan muhabir Selahaddin Güngör içinse başka bir şaşkınlık söz konusudur:
“Size bu satırlarda bir ba’se ba’del mevt hadisesinden bahsedeceğim. Bir ölünün öteki dünyada nasıl dirildiğini bilmezsem de hemen hemen öldüğüne hükmedilen bir genç kadının yeniden hayata döndüğünü işte gözlerimle görüyorum. Geçen sene Yakacık Sanatoryumu’nda bir yarım kadavra halinde bıraktığım Atatürk kızı Bayan Nebile, şimdi şu karşımdaki pürsıhhat ve pürneşe insan mı?”
“Sanatoryum'a kaldırılırken boşuna eziyet etmeyin, bir haftalık ömrü kaldı” dendiğini anlatan Nebile Hanım “Ne bitmez bir haftaymış” diyerek hayata dönüşüyle dalga geçer röportajında.
Bir yıldır kaldığı Taksim’deki Fransız Sanatoryumu’nun doktorlarına, hemşirelerine ama en çok da onunla yakından ilgilendiği, bu hastaneye yatırdığı, arada bir arabayla dışarıya çıkıp gezmesine vesile olduğu için yeni Reis-i cumhura gözyaşları içinde şükranlarını sunar: “Beni ölümün kolları arasından Büyük İnönü’nün himayesi kurtardı. Ondan aldığım alakanın kuvvetiyle yaşıyorum. Yalnız benim duam ona yetişir.”
Gazetedeki habere göre bir ara görmeyen gözlerini odanın bir köşesine dikip Atatürk’ün sevdiği bir şarkıyı söylemeye başlar: “Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım...”
İki yıl daha dayanır. 33 yaşında hayatını o sanatoryumda kaybeder. Sade bir törenle Feriköy Mezarlığı’na kaldırılır. Atatürk’ün vasiyetinde geçen (“Sabiha Gökçen’e 600, Ülkü’ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile’ye şimdiki 100’er lira verilecektir”) maaşından edindiğini mal varlığını Darüşşafaka’ya bağışlar.
18 yaşında okuldan manevi kız olarak Çankaya’ya gelip Nebile Hanım yapılan genç bir kız, 15 yıl trajik bir hayatın ardından bir sanatoryumda hayata gözlerini yumar.
O fotoğraf karesinde asalet, zarafet ve bilgelik bulanlar belki bir daha düşünür…
Yıldıray Oğur
16.11.2014