Mânevi yoğunluk katsayısı 28 Ağustos 2011 Pazar 08:00 Yakın tarihin mânevi duygu yoğunluğu en yüksek bir ramazan yaşandı diyebiliriz. İçinde bulunduğumuz dönemle geçmişteki ramazanları karşılaştıran sorular hep dikkatim çeker. Bizim gibi yaşı 50’nin üzerine çıkmış olanlara mikrofon uzattıklarında; “Eski ramazanları ve bayramları karşılaştıracak olursa………” diye başlayan sorulara basma kalıp “Ah! nerde o eski ramazan ve bayramlar…” cevabını otomatik refleksle söylendiğini görürsünüz. Hemen bu klişe lafı duyunca ben de otomatik refleksle “hadi ordan!..” diyesim gelir. Yaşlanmış olan bizlerin özlemi ne geçmişteki ramazanlar ne de bayramlar. Ah çektiği şey kaybettiği gençliği. Gençlik yıllarını nasıl geçtiğini bilemeyiz ama doğal olarak herkes kaybettiği gençliğin özlemini bilinçaltında hissediyor olmalı. Yazar Ahmet Altan çocukluğundaki ramazan hatırasını aktarırken iftara yakın yanağını pencereye dayayarak cami minaresinden iftar vakti okunacak ezanı bekleme zevkin usta üslubunu okurken kalbî olarak Ahmet Altan’a dua etmiştim. İnanıyorum aynı satırları okuyan binler kişi aynı hissiyatla dua etti. Bundan 50 yıl önce çocukluğumda ramazan ve iftar sahnesi de benden. Eskipazar ilçesine 14 kilometre uzaklıkla yüksek bir dağ köyünde ramazan ve iftar sahnesinden. İftar vaktini gösteren takvim imsakiye yok. Takvimle en yakın Ankara’ya göre hazırlanmış. Babamın her yıl aldığı saatli maarif takvimi var. Fakat hassasiyet gerektiren dakikaları nerden bileceksin. Eskipazar kazasında bir kereste fabrikası var uzakta. İşçilerin iş başı ve paydos borusu ramazan topu yerine görev yapar ramazanda. Sesi çok zayıf gelir. Evin balkonunda veya köy meydanında bekleriz. Boru ha öttü ha ötecek. Bütün evlerin çocukları ya balkonda ya da boru sesini duyabilecek meydanda bekler. Duyar duymaz doğru sofralara hücum. İşte bu hatıraların bu gün benim ve bizim kuşak için anlamı nostaljik değeri çok büyük... Bilenler bilir. 1979-1980 de, 12 Eylül darbesi öncesi Ecevit hükümetinin 22 aylık dönemi sonunda havlu atıp istifa edince Süleyman Demirel azınlık hükümeti kurulmuştu. Mânevi alanda beklentiler yüksek. O yıllar da ramazan yaz ayına denk gelmişti. TRT televizyonunda ilk defa “İnanç Dünyası” diye bir program haftada bir yayınlanmaya başlanmıştı. Ramazan da akşam bir aşir okunur ve meâli verilir. Enver Seyidoğlu’nun okuduğu Yunus Emre şiirleri ile mânevi hava ile yetinmeye çalışıyorduk. Sonra 12 Eylül sonrası bu program Asaf Demirbaş’ın yine programın demirbaşı, bir emekli paşaya pas atar. O da Atatürkçülük ve din anlatırdı. Evet böyle inanç dünyası programlarından günümüze bir bakın. Bugün TRT ye bakıyoruz. İlk defa Fenerbahçe Vapurunda yeni farklı bir konseptte yayınlanan “Ramazan Sevinci” ve “Sahur Sevinci” programları yayın dünyasında dönüm noktası oldu. Dr. Senai Demirci’nin sunumu ile Genel koordinatör Adem Özkan olarak jeneriğini okuduğumuz o programlar bütün özel televizyonların yayın konseptini kökünden değişmesine vesile oldu. Şu an Topkapı Sarayından aynı konsept bir şekilde devam ediyor. Hele Ayasofya camiinden Dursun Ali Erzincanlı’nın sunumuyla yapılan “Sahur Bereketi”nin mekanı çok iyi düşünülmüş. Her ne kadar programlara yeni bir şey eklenmemişse de önceki güzelliğin devamı açısından olumlu değerlendirilebilir. Yazarımız İsmail Berk bu iklimden yola çıkarak Başbakan’a Ayasofya’yı açması önerisi çok büyük ilgi gördü. Yine 1979-1980 döneminin kısa süreli Süleyman Demirel’in kısa iktidar döneminde Ayasofya’nın Hünkâr mahfilinin kısmen ibadete açıldığını hafız İsmail ağabeyimizin ilk ezanı okuduğunu da hatırlatalım. O an ve sahne de çok duyguluydu. 12 Eylül darbesi ile onu tekrar kapattılar. Turgut Özal merhum zamanında yine benzer bir girişim yapılmıştı. Risalehaber’in İstanbul iftarında Bediüzzaman’ın saff-ı evvel talebelerinden Mehmet Fırıncı ağabeyi de bugünün güzel havasını yorumlarken sıra Ayasofya’nın artık açılma zamanı geldiğini, Üstadımızın bu konuya çok önem verdiğinden bahsetti. Özel radyoların yayın hayatının miladı da hakkını teslim edelim. Tansu Çiller ilk Başbakan olur olmaz 19993 te “Radyomu istiyorum” dedi. Daha anayasa değişmeden fiili durumla radyolar yayına başladı. İstim arkadan geldi, filli durum partilerin uzlaşması ile anayasa değiştirilmişti. Hür düşünce, fikirlerin açıkça ifade edilebilmesi çok şeyi değiştirdi. 1997 yılı malum 28 Şubat sürecinde bu hürriyet gelişiminden rahatsız olan cuntacılar ve ona çanak tutan siyasiler, yargı, medya, iş dünyası vb.. menhus ruhun aktörlerinin zulmü 1999 depremi, 2001 yılı dehşetli krizini netice verdi. Evet o zaman konumunu doğru yerde tutamayanları ister milletin şamarı ister kaderin tokadı ne derseniz deyin tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar. Işık Koşaner’e ait olduğu iddia edilen ses kayırları da gösteriyor ki, terör karşısında darmadağın, millete karşı acımasız zulümlerin tezgâhlandığı karargâhların günahta görev alan çok komutanın vebali var. Ordu’nun dizgini milletin değerlerine savaş açmış zihniyetin elinde hem millete zulüm ettiler hem de peygamber ocağı inancına perde çektiler. Peygamber ocağı peygambere hasım sanki. Türkiye hem maddi alanda hem mânevi alanda çok mesafe aldı. Bilimde, teknikte, sanayide, mühendislikte dünya çapında entelektüel potansiyele sahip oldu. Bunun yanında arkadan geliyor olsa da sosyal bilimlerde, din ve ilâhiyat alanında da çok bilim adamı yetiştiğini görüyoruz. Yakın geçmişte her ramazan suni olarak ortaya atılan irtica yaygaraları ile milletin ramazanını zehir eden bir medya vardı. O yaygaraların bugün yapılan tercümesi bir yerlerden andıçlanmış olduğunu anlıyoruz. Ergenekon kendi derdine düşünce andıçlama yayınlar olmuyor. Münferit bazı tetikçi resmi görüş talimatlı hocalar teravih namazı ile zihinleri bulandırmaya çalışsalar da sinek vızıltısı gibi kaldı. Mahalli yayın yapan ve ulusal çapta yayın yapan yüzlerce yayın yapan televizyon ve radyolarda çok değerli hocalar toplumun mânevi dünyasına katkıda bulunuyor geniş çaplı yaygın eğitim yapıyorlar. Özellikle Risale-i Nur eksenli yayınların etkisi çok büyük. Kadir gecesi camilerin mânevi havasını yansıtmak için televizyonlar âdeta biribirleri ile yarışıyorlar. Şanlıurfa’nın balıklı göl ve dergâh camiinde Perşembe akşamı Üstad Bediüzzaman Said Nursi için 51 yıldır mutad olarak okunan mevlidin Kanal Urfa ve Uzaytv den 41 ülkede canlı yayınlanması bilgisi ile Ankara’dan izlerken çok duygulandım. Sevincimden ağladım. Birçok dostlarımla yapılan canlı röportajları dinlerken ne kadar mutlu oldum. Biliyorum ki, dünyanın dört bir köşesinden binlerce belki milyonları bulan Nur talebeleri aynı duygu yoğunluğunu yaşadılar. Zira gurbettekiler için bu yayınların çok daha büyük anlamı vardır. Kandil gecesi yine Şanlıurfa Dergâh ta Diyanet Teşkilatının Başkan Mehmet Görmez’in bizzat katılımıyla 30 bin kişilik iftarı ve dergah camiindeki kandil programın canlı yayını mânevi havanın katsayısını çok yükseltti. Küresel boyut kazanmasına vesile oldu. Evet bu yıl ramazan ayı çok feyizli geçti diyebiliriz. Ah eski ramazanlar yerine Ohhh Elhamdülillah!.. şimdiki ramazanlar diyebiliriz.