Mevlit Kandili, Mevlid Kandili, Niçin Nasıl, Kutlanmalı
Peygamberimizin (s.a.s) kutlu doğumu 12 Rebiulevvel (20 Nisan) 571 tarihinde, pazartesi gününde gerçekleşmiş olup bu yıl miladi takvimle 12 0cak 2014 tarihi pazar gününe denk gelmektedir.
Mevlid kandili peygamberimizden (s.a.s) asırlar sonra ortaya çıkmıştır. Bid’at-ı hasenedir. Yani güzel bir gelenektir. Dolayısıyla bu gecenin kutsallığı ayet ve hadislere doğrudan dayanmamaktadır. Mevlid kandili ümmetinin Hz. Peygamberine (s.a.s) olan hüsn-i niyetinden ortaya çıkmış ve güç almıştır. Devam etmektedir.
Yüce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de peygamberimizin (s.a.s) ömrüne yemin etmektedir: ‘Ömrüne and olsun ki, onlar sarhoşlukları içerisinde bocalayıp duruyorlardı (Hicr suresi, 72).’ Demek ki bu ömür kutsal bir temele dayanıyor. Onun dünyaya gelişi öyle sıradan bir hayatı yaşamak için değildir.
Yüce Allah (c.c.) peygamberimizin (s.a.s) ömrüne yemin etmek suretiyle dikkatimizi onun hayatına çekmiş ve ona çok önem vermemiz gerektiğine işaret etmiştir.
Kim peygamberimizi (s.a.s) yakından tanırsa ona bu dünya hayatından, ömründen büyük hikmetler verilir, yüce Allah’ın bu azim yemini ile ömür, hayat gibi konularda büyük hakikatlere ve marifetlere ulaşır. Çünkü peygamberimizin ömrü, hayatı Allah’ın üzerine yemin ettiği bir kutsallığa sahip olduğu için kişiye hidayet ve irşat vesilesi olduğu gibi büyük ve derin bir hikmet membası da olur.
Bu dünyada ömrümüzü, hayatımızı nasıl yaşadığımızla imtihan edilmekteyiz. İnsanların çoğu ömrün ve hayatın anlamını bilmeden ölmektedirler ve bu imtihanı kaybetmektedirler. ‘Yüce Allah (c.c.) beni niçin yarattı, nasıl bir ömür ve hayat yaşamalıyım?’ sorusu çok kişiye nasip olmamaktadır. Bunda en temel neden, bu tür insanların peygamberimizin (s.a.s) hidayet, irşat ve şifa vesilesi olan hayatlarından habersiz oluşlarıdır.
Peygamberimizin devrinde yaşayanlar, peygamberimizin ömür, hayat kitabını daha yakından okudular. Onun peygamberliğinden önce de faziletli bir hayata ve karaktere sahip olduklarını biliyorlardı. Kavmi ondaki üstün vasıfları gördüğü için ona emin (güvenilir) lakabını uygun görmüşlerdi. Peygamberimiz (s.a.s), hiçbir günaha bulaşmamış, örnek bir hayatı yaşamıştı. Gül gibi temiz ve hoş kokulu bir yaşamdı bu. Peygamber olunca onun bu İslamiyet’ten önceki yaşamı da peygamberliğine bir çeşit delil vazifesi görmüştür. Öyle ya atalarımızın da dediği gibi ‘Bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur.’
Peygamberimizin (s.a.s) devrinde yaşamayan, ondan sonra gelen ümmetinin fertleri sahabe gibi şanslı değillerdi. Çünkü onun ömrünün birkaç sahnesine de olsa gözleriyle tanık olamamışlardı. Ama bunlar sahabelerden bir noktada üstün bir imkâna sahiptiler. Zira peygamberimizin ömrü başlangıçtan son demine kadar kutsal bir kitapsa sahabelerin çoğu bu kitabı sonuna kadar okuyamadılar. Ömürleri buna yetmedi. Bizler şanlı peygamberimizin (s.a.s) ömür kitabını başından sonuna kadar okuyacak bir imkâna sahibiz. Bu da onun devrinde yaşamamış olmamıza bir teselli olabilir sanırım.
Peygamberimizin hayatını samimi bir duyguyla tanıyan bir insan hemen onun hayatından etkilenir ve kendi hayatını sorgulamaya başlar. Onun hayatındaki davaya kendisi de sahip olmak ister. Peygamberimize karşı içerisinde derin bir aşk ve şevk duyar. Peygamberimiz onun için tarihi bir şahsiyet olmaktan çıkar. Aile bireylerinin ötesinde bir yakınlığa ve samimiyete ulaşır.
Peygamberimizin ömrü adeta Kuran-Kerim’in sayfalarına dökülen gül yaprakları gibidir. Çünkü ayet ve surelerin iniş sebebi genellikle onun hayatındaki bir mesele, durum, olay üzerinedir. Peygamberimizin hayatını inceden inceye bilmeden Kuran-ı Kerim’i anlamak mümkün değildir.
Peygamberimiz (s.a.s), peygamberliğinden önce Nur dağındaki Hıra mağarasına gider, orada tefekküre dalardı. Onun bu uzleti tasavvuf ehline büyük bir ders olarak yeter.
Peygamberimizin (s.a.s) müşrikler arasında yaşadığı on üç yıllık Mekke dönemi bugünkü insanlara, özellikle Müslümanlara büyük dersler ihtiva eder. Çünkü tıpkı Mekke döneminde olduğu gibi bu gün de Müslümanlar pek çok ülkede ezilmekte, dinlerini yaşamalarına müsaade edilmemektedir.
Hicret, her Müslüman’ın hayatında bir şekilde vuku bulmaktadır. Hicret için illa vatan, memleket terk edilmez. Yeni ve İslami bir çevreye, yeni Müslüman dostlar arasına girme, kavuşma da birer hicrettir. Bunlar için İslam’a uygun olmayan yerlerden ve kişilerden uzak olmak adına bu gerçekleşmelidir. Ya da Allah’ın dinini başka yerlerde yaşamak, yaşatmak niyetiyle bir yerlere göçmek, yeni yerlerle ve kişilerle tanışmak gerekmektedir. Onun için peygamberimizin hicretini, bunun ne olduğunu iyi anlamak gerekir. Müslümanlar bu anlamda daima akarsu gibi olmalıdır. Ümitsizlik, teslimiyet bir Müslüman’a yakışmaz. İdealizm ve aksiyon imanın vasıfları arasındadır.
Peygamberimizin (s.a.s) Medine dönemi de manidardır. Müslümanların iktidarını ve bir devlet çatısı altında toplanmasını temsil eder. Bu dönemde Müslümanlar cihatla imtihan edilmiştir. İçlerinde dünya hayatını tercih eden münafıklar ortaya çıkmıştır.
Mevlid kandilleri peygamberimizin (s.a.s) hayatı ile ilgili sohbetlerle süslenmelidir. Mümkünse bu amaçla toplanmış bir yerlere gitmelidir. Değilse en azından televizyondan, videodan iyi bir hoca efendinin bu konudaki sohbeti dinlenmelidir.
Mevlid kandilinde yapılacak en büyük ibadet ne olabilir? Bunu geçen sene bir grup arkadaşla aramızda tartıştık. Bazıları bu gecede kaza namazları, tespih namazları kılmak gerekir, dediler. En büyük ibadet olarak bunu gördüler. Elbette bu ibadetlerin büyüklüğünü ve önemini inkâr edemeyiz. Bu ibadetler diğer kandil geceleri için tavsiye edilebilir ama bu gece Mevlid kandili olması dolayısıyla başka bir hususiyete sahiptir. Bu gecede merkezde peygamberimizin (s.a.s) olduğu etkinlikler daha bir anlamlı ve yerinde olur, bu sayede gece adına ve amacına uygun olarak ihya edilmiş sayılabilir.
Onun için ben de âcizane bir görüş olarak bu gecede en büyük ibadetin peygamberimize (s.a.s) çokça salâvat getirmek olduğunu belirttim. İnternette de bir salâvat kampanyasına aboneydim. Her hafta arkadaş ve dost çevremle birlikte belli bir sayıda salâvatı da çekiyorduk. İlgili siteye de bunların sayısını toplayıp ben yazıyordum. Yine Mevlid kandili gecesi münasebetiyle arkadaş ve dost çevresinden böyle çekilecek salâvat sayılarını toplayıp ilgili internet sitesine yazdım. Gece boyunca da üzerime düşen salâvatları çekip bitirdim. Sonra uyudum.
Gece düşümde senelerce evvel bitirmiş olduğum üniversiteyi gördüm. Bir gönül ehli hocamız vardı. Tasavvuf yolundaydı. Şimdi rahmetli oldu. Hocanın rahmetli babasının da o yolda olduğunu kitaplarda okumuştum. Bana bir şeyleri müjdelemek istiyor ama açıkça anlatamıyordu. Sadece şahsıma övgü dolu sözler söylüyordu. Sonra bana dedi ki: ‘Sen burada ne zamandan beri öğrencisin?’ Ben 1987 yılından beri burada öğrenciyim efendim, diye yanıt verdim. Gerçekten üniversiteye bu tarihte girmiştim.
Telefon beni teheccüt namazına uyandırmak için çalmaya başladı. Uyandım. Dilimde 1987 tarihi vardı. Onu gayri ihtiyari olarak mırıldanmaya başladım: 1987, 1987… İçimden bu bir işaret ama ne olsa gerek diye geçirdim. Hak rüyaları tadı, kokusu, rengi ile çok iyi tanırım. Çünkü Allah’a şükür binlerce kez nasip oldu. Abdestimi alıp geldiğimde telefonumun e-mail adresine gayr-i ihtiyari baktım. Salâvat kampanyasını kabul eden site salâvatları yazdıktan sonra işlem olarak kabul edildiğini belirten bir mesaj yollamaktaydı. Ben yine gayr-i ihtiyari o mesajı açtığımda ‘protokol no:1987’ ile karşılaştım. Bu protokol no’nun her salâvat başvurusunda değiştiğini ilgili sitenin önceki mesajlarını yoklayınca anladım. Rüyam gerçekten ilginç bir vaka ile başka bir boyut kazanmıştı.
Gece boyunca salâvat çekerken bu geceyi kaza namazları ve tespih namazları ile süslemek isteyenlere itiraz olarak farklı bir görüş belirtmiştim. Bu yüzden biraz içim burkuktu. Zira dünyada en büyük ibadet namaz kılmaktır. Ondan daha büyük bir ibadet olamazdı. Elbette orta yolu bulmak, işte hem kaza namazlarını, tespih namazlarınızı kılın ama salâvatı da unutmayın demek daha tehlikesiz ve kimseye zararı olmayan bir yaklaşımdı. Beni de vebal altına koymazdı. Neden bu şekilde konuya yaklaşmadım diye içimde bir sıkıntı yaşamıştım. Ama nedense, gayri ihtiyari olarak, çok iddialı bir şekilde bu gece yapılacak salâvatlara çok büyük sevapların, manevi hediyelerin verileceği üzerinde özellikle durmuştum. Bu yüzden onları hiçbir ibadetin geçemeyeceğini belirtmiştim.
Bazen insanın böyle inatçılık damarı tutuveriyor. Biraz da, acaba hata mı yaptım, diye bir kuşku arkadaşlardan ayrıldıktan sonra Mevlid gecesi, tüm gece boyunca içimi kemirmişti. Ben bu rüyayı ve arkasında vuku bulan bu hadiseyi içimdeki kuşkuyu izale eden ve bu konuda isabetli bir kararı savunduğuma dair bir işaret olarak değerlendirdim. Tabii yine de en doğrusunu yüce Allah (c.c.) bilir.
Rüya şunu demek istiyordu âcizane kanaatimce: İnsanın öğrenim hayatında en güçlü devresi üniversitedir. Yani salâvat okuma için seçilen zaman, Mevlid kandili gecesi, üniversite hayatın kadar güçlü ve yerinde. Bu oradaki bir hocanın iltifatına mazhar oldu. İlgili hocanın adı da peygamberimizin bir güzel ismine işaretti. 1987 yılından beri orada okumam ise çekilen salâvata verilen ecrin büyüklüğüne işaretti Allahu a’lem.
Elbette rüyalara fazla takılmamak gerekir.
Mevlid kandilinde niçin salâvatların büyük bir yeri ve önemi vardır? Çünkü Mevlid kandili dolayısıyla peygamberimizin ruhları gelen kutlamaları almaktadır. Allah’ın rahmeti bu gece o taraftan ümmeti kucaklamaktadır.
Her şeyin bir vakti vardır. Örneğin oruç tutmak büyük sevap kazandırır. Ama dini bayram günlerinde oruç tutmak harama yakın bir şekilde mekruhtur. Tabii bu sözlerimiz Mevlid kandilinde kaza namazlarına, nafile namazlarına önem verilmesin veya bunlar hiç kılınmasın anlamı taşımamalıdır. Elbette kış geceleri uzundur. Bunlara da yer vermek Mevlid kandilini güzelleştirir. Ona ilahi rahmeti de katar. Ama aşkla şevkle çekilecek salâvatlar bu gecenin gereğine ve anlamına uygun bir şekilde ihya edilmesine vesile olacaktır. Bunu vurgulamak istiyoruz.
Mevlid kandilinin ayırıcı özelliği salâvatların çokça çekilmesi iledir.
Salâvat peygamberimize selam ve dua temennisinde bulunmaktır. İnsan bu gecede tüm samimiyeti ile çokça salâvat çekmelidir. Zira pek çok hadisi-i şerifin ifadesiyle biliyoruz ki, peygamberimiz (s.a.s) mübarek kabirlerinde her salâvatı alıyor ve mukabelede bulunuyor. Salâvatla görünüşte peygamberimize selam ve dua temennisinde bulunuyoruz ama hakikatte peygamberimiz (s.a.s) salâvat getirene selam ve duada bulunmaktadır. Her Müslüman peygamberimizin bu selam ve duasına muhtaçtır. Onun şefaati olmadan ümmetinden hiçbir ferdin cehennem azabından kurtulacağına ve cennete de gireceğine inanamıyorum.
Bir insan herhangi bir ibadetin sevabını ölmüş veya diri birisine hediye edebilir. Dinimiz, hususiyle mezhebimiz buna müsaade vermektedir.
Mevlid kandilinde sevabını peygamberimize (s.a.s) hediye etmek niyeti ile her türlü ibadet yapılabilir ve bu bence çok da yerindedir: Namaz kılmak, kurban kesmek, ertesi gününü oruçla geçirmek, sadaka vermek, zikir çekmek vb. ibadetler, peygamberimizin ruhuna hediye etmek niyeti ile yapılabilir. Bu hediyeler peygambere olursa hiç karşılıksız kalır mı? Zira Hz. Peygamberimiz (s.a.s) yaşarlarken de hediyeye hediye ile karşılık verirlerdi. Bu konuda hiç altta kalmazlardı. Ölünce mübarek kabirlerinde de, ruhani hayatlarında da aynı âdeti devam ettirmeleri pek tabiidir.
Doğum günlerinde insanlara hediyeler alıp veriyoruz da peygamberimizin (s.a.s) doğum gününde neden ona bir ibadetle hediyede bulunmuyoruz?
Gerçi onun ümmetinden gelmiş geçmiş, hazırdaki ve kıyamete kadarki her bir ferdin yaptığı her bir ibadetin bir misli sevabı Hz. Peygamberimize (s.a.s) yazılmaktadır. Ama ona hediye ile yapılan ibadetin değeri bir başkadır. Bu Allahu a’lem peygambere ayrıca bildirilmekte ve peygamberce ona özel bir karşılık da verilmektedir.
Hediye, sevilene verilir ve bir sevgi gösterisidir. Peygamberi (s.a.s) Mevlid kandilinde bundan mahrum bırakmak onun sevgisine nail olamamak demektir.
Mevlid kandili gecesi peygamberimizin hayatını tefekkür de ihmal edilmemeli ve onun şanına işaret eden ayetlerin de üzerinde düşünmek gerekir:
‘O peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır… (Ahzab suresi, 6)’
‘And olsun, size kendi içinizde öyle bir Resul geldi ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe suresi, 128)’
‘And olsun ki, sizden Allah’a ve ahret gününe kavuşacağını umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için Resulullah’ta üsve-i hasene (en güzel örnek) vardır. (Ahzab suresi, 21).’
‘(Ey Resulüm!) Muhakkak ki senin için tükenmeyen bir mükâfat vardır. Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin. (Kalem suresi, 3-4).’
‘De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder. (Al-i İmran suresi, 31) ’
Allah (c.c.), cümlemizi peygamberimizin (s.a.s) şefaatlerine nail eylesin. Bizelere Hz. Peygamberimizin (s.a.s) Mevlid kandilini anlamına ve kadrine uygun olarak kutlamayı nasip ve müyesser eylesin. Amin.
Muhsin İyi
Peygamberimizin (s.a.s) kutlu doğumu 12 Rebiulevvel (20 Nisan) 571 tarihinde, pazartesi gününde gerçekleşmiş olup bu yıl miladi takvimle 12 0cak 2014 tarihi pazar gününe denk gelmektedir.
Mevlid kandili peygamberimizden (s.a.s) asırlar sonra ortaya çıkmıştır. Bid’at-ı hasenedir. Yani güzel bir gelenektir. Dolayısıyla bu gecenin kutsallığı ayet ve hadislere doğrudan dayanmamaktadır. Mevlid kandili ümmetinin Hz. Peygamberine (s.a.s) olan hüsn-i niyetinden ortaya çıkmış ve güç almıştır. Devam etmektedir.
Yüce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de peygamberimizin (s.a.s) ömrüne yemin etmektedir: ‘Ömrüne and olsun ki, onlar sarhoşlukları içerisinde bocalayıp duruyorlardı (Hicr suresi, 72).’ Demek ki bu ömür kutsal bir temele dayanıyor. Onun dünyaya gelişi öyle sıradan bir hayatı yaşamak için değildir.
Yüce Allah (c.c.) peygamberimizin (s.a.s) ömrüne yemin etmek suretiyle dikkatimizi onun hayatına çekmiş ve ona çok önem vermemiz gerektiğine işaret etmiştir.
Kim peygamberimizi (s.a.s) yakından tanırsa ona bu dünya hayatından, ömründen büyük hikmetler verilir, yüce Allah’ın bu azim yemini ile ömür, hayat gibi konularda büyük hakikatlere ve marifetlere ulaşır. Çünkü peygamberimizin ömrü, hayatı Allah’ın üzerine yemin ettiği bir kutsallığa sahip olduğu için kişiye hidayet ve irşat vesilesi olduğu gibi büyük ve derin bir hikmet membası da olur.
Bu dünyada ömrümüzü, hayatımızı nasıl yaşadığımızla imtihan edilmekteyiz. İnsanların çoğu ömrün ve hayatın anlamını bilmeden ölmektedirler ve bu imtihanı kaybetmektedirler. ‘Yüce Allah (c.c.) beni niçin yarattı, nasıl bir ömür ve hayat yaşamalıyım?’ sorusu çok kişiye nasip olmamaktadır. Bunda en temel neden, bu tür insanların peygamberimizin (s.a.s) hidayet, irşat ve şifa vesilesi olan hayatlarından habersiz oluşlarıdır.
Peygamberimizin devrinde yaşayanlar, peygamberimizin ömür, hayat kitabını daha yakından okudular. Onun peygamberliğinden önce de faziletli bir hayata ve karaktere sahip olduklarını biliyorlardı. Kavmi ondaki üstün vasıfları gördüğü için ona emin (güvenilir) lakabını uygun görmüşlerdi. Peygamberimiz (s.a.s), hiçbir günaha bulaşmamış, örnek bir hayatı yaşamıştı. Gül gibi temiz ve hoş kokulu bir yaşamdı bu. Peygamber olunca onun bu İslamiyet’ten önceki yaşamı da peygamberliğine bir çeşit delil vazifesi görmüştür. Öyle ya atalarımızın da dediği gibi ‘Bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur.’
Peygamberimizin (s.a.s) devrinde yaşamayan, ondan sonra gelen ümmetinin fertleri sahabe gibi şanslı değillerdi. Çünkü onun ömrünün birkaç sahnesine de olsa gözleriyle tanık olamamışlardı. Ama bunlar sahabelerden bir noktada üstün bir imkâna sahiptiler. Zira peygamberimizin ömrü başlangıçtan son demine kadar kutsal bir kitapsa sahabelerin çoğu bu kitabı sonuna kadar okuyamadılar. Ömürleri buna yetmedi. Bizler şanlı peygamberimizin (s.a.s) ömür kitabını başından sonuna kadar okuyacak bir imkâna sahibiz. Bu da onun devrinde yaşamamış olmamıza bir teselli olabilir sanırım.
Peygamberimizin hayatını samimi bir duyguyla tanıyan bir insan hemen onun hayatından etkilenir ve kendi hayatını sorgulamaya başlar. Onun hayatındaki davaya kendisi de sahip olmak ister. Peygamberimize karşı içerisinde derin bir aşk ve şevk duyar. Peygamberimiz onun için tarihi bir şahsiyet olmaktan çıkar. Aile bireylerinin ötesinde bir yakınlığa ve samimiyete ulaşır.
Peygamberimizin ömrü adeta Kuran-Kerim’in sayfalarına dökülen gül yaprakları gibidir. Çünkü ayet ve surelerin iniş sebebi genellikle onun hayatındaki bir mesele, durum, olay üzerinedir. Peygamberimizin hayatını inceden inceye bilmeden Kuran-ı Kerim’i anlamak mümkün değildir.
Peygamberimiz (s.a.s), peygamberliğinden önce Nur dağındaki Hıra mağarasına gider, orada tefekküre dalardı. Onun bu uzleti tasavvuf ehline büyük bir ders olarak yeter.
Peygamberimizin (s.a.s) müşrikler arasında yaşadığı on üç yıllık Mekke dönemi bugünkü insanlara, özellikle Müslümanlara büyük dersler ihtiva eder. Çünkü tıpkı Mekke döneminde olduğu gibi bu gün de Müslümanlar pek çok ülkede ezilmekte, dinlerini yaşamalarına müsaade edilmemektedir.
Hicret, her Müslüman’ın hayatında bir şekilde vuku bulmaktadır. Hicret için illa vatan, memleket terk edilmez. Yeni ve İslami bir çevreye, yeni Müslüman dostlar arasına girme, kavuşma da birer hicrettir. Bunlar için İslam’a uygun olmayan yerlerden ve kişilerden uzak olmak adına bu gerçekleşmelidir. Ya da Allah’ın dinini başka yerlerde yaşamak, yaşatmak niyetiyle bir yerlere göçmek, yeni yerlerle ve kişilerle tanışmak gerekmektedir. Onun için peygamberimizin hicretini, bunun ne olduğunu iyi anlamak gerekir. Müslümanlar bu anlamda daima akarsu gibi olmalıdır. Ümitsizlik, teslimiyet bir Müslüman’a yakışmaz. İdealizm ve aksiyon imanın vasıfları arasındadır.
Peygamberimizin (s.a.s) Medine dönemi de manidardır. Müslümanların iktidarını ve bir devlet çatısı altında toplanmasını temsil eder. Bu dönemde Müslümanlar cihatla imtihan edilmiştir. İçlerinde dünya hayatını tercih eden münafıklar ortaya çıkmıştır.
Mevlid kandilleri peygamberimizin (s.a.s) hayatı ile ilgili sohbetlerle süslenmelidir. Mümkünse bu amaçla toplanmış bir yerlere gitmelidir. Değilse en azından televizyondan, videodan iyi bir hoca efendinin bu konudaki sohbeti dinlenmelidir.
Mevlid kandilinde yapılacak en büyük ibadet ne olabilir? Bunu geçen sene bir grup arkadaşla aramızda tartıştık. Bazıları bu gecede kaza namazları, tespih namazları kılmak gerekir, dediler. En büyük ibadet olarak bunu gördüler. Elbette bu ibadetlerin büyüklüğünü ve önemini inkâr edemeyiz. Bu ibadetler diğer kandil geceleri için tavsiye edilebilir ama bu gece Mevlid kandili olması dolayısıyla başka bir hususiyete sahiptir. Bu gecede merkezde peygamberimizin (s.a.s) olduğu etkinlikler daha bir anlamlı ve yerinde olur, bu sayede gece adına ve amacına uygun olarak ihya edilmiş sayılabilir.
Onun için ben de âcizane bir görüş olarak bu gecede en büyük ibadetin peygamberimize (s.a.s) çokça salâvat getirmek olduğunu belirttim. İnternette de bir salâvat kampanyasına aboneydim. Her hafta arkadaş ve dost çevremle birlikte belli bir sayıda salâvatı da çekiyorduk. İlgili siteye de bunların sayısını toplayıp ben yazıyordum. Yine Mevlid kandili gecesi münasebetiyle arkadaş ve dost çevresinden böyle çekilecek salâvat sayılarını toplayıp ilgili internet sitesine yazdım. Gece boyunca da üzerime düşen salâvatları çekip bitirdim. Sonra uyudum.
Gece düşümde senelerce evvel bitirmiş olduğum üniversiteyi gördüm. Bir gönül ehli hocamız vardı. Tasavvuf yolundaydı. Şimdi rahmetli oldu. Hocanın rahmetli babasının da o yolda olduğunu kitaplarda okumuştum. Bana bir şeyleri müjdelemek istiyor ama açıkça anlatamıyordu. Sadece şahsıma övgü dolu sözler söylüyordu. Sonra bana dedi ki: ‘Sen burada ne zamandan beri öğrencisin?’ Ben 1987 yılından beri burada öğrenciyim efendim, diye yanıt verdim. Gerçekten üniversiteye bu tarihte girmiştim.
Telefon beni teheccüt namazına uyandırmak için çalmaya başladı. Uyandım. Dilimde 1987 tarihi vardı. Onu gayri ihtiyari olarak mırıldanmaya başladım: 1987, 1987… İçimden bu bir işaret ama ne olsa gerek diye geçirdim. Hak rüyaları tadı, kokusu, rengi ile çok iyi tanırım. Çünkü Allah’a şükür binlerce kez nasip oldu. Abdestimi alıp geldiğimde telefonumun e-mail adresine gayr-i ihtiyari baktım. Salâvat kampanyasını kabul eden site salâvatları yazdıktan sonra işlem olarak kabul edildiğini belirten bir mesaj yollamaktaydı. Ben yine gayr-i ihtiyari o mesajı açtığımda ‘protokol no:1987’ ile karşılaştım. Bu protokol no’nun her salâvat başvurusunda değiştiğini ilgili sitenin önceki mesajlarını yoklayınca anladım. Rüyam gerçekten ilginç bir vaka ile başka bir boyut kazanmıştı.
Gece boyunca salâvat çekerken bu geceyi kaza namazları ve tespih namazları ile süslemek isteyenlere itiraz olarak farklı bir görüş belirtmiştim. Bu yüzden biraz içim burkuktu. Zira dünyada en büyük ibadet namaz kılmaktır. Ondan daha büyük bir ibadet olamazdı. Elbette orta yolu bulmak, işte hem kaza namazlarını, tespih namazlarınızı kılın ama salâvatı da unutmayın demek daha tehlikesiz ve kimseye zararı olmayan bir yaklaşımdı. Beni de vebal altına koymazdı. Neden bu şekilde konuya yaklaşmadım diye içimde bir sıkıntı yaşamıştım. Ama nedense, gayri ihtiyari olarak, çok iddialı bir şekilde bu gece yapılacak salâvatlara çok büyük sevapların, manevi hediyelerin verileceği üzerinde özellikle durmuştum. Bu yüzden onları hiçbir ibadetin geçemeyeceğini belirtmiştim.
Bazen insanın böyle inatçılık damarı tutuveriyor. Biraz da, acaba hata mı yaptım, diye bir kuşku arkadaşlardan ayrıldıktan sonra Mevlid gecesi, tüm gece boyunca içimi kemirmişti. Ben bu rüyayı ve arkasında vuku bulan bu hadiseyi içimdeki kuşkuyu izale eden ve bu konuda isabetli bir kararı savunduğuma dair bir işaret olarak değerlendirdim. Tabii yine de en doğrusunu yüce Allah (c.c.) bilir.
Rüya şunu demek istiyordu âcizane kanaatimce: İnsanın öğrenim hayatında en güçlü devresi üniversitedir. Yani salâvat okuma için seçilen zaman, Mevlid kandili gecesi, üniversite hayatın kadar güçlü ve yerinde. Bu oradaki bir hocanın iltifatına mazhar oldu. İlgili hocanın adı da peygamberimizin bir güzel ismine işaretti. 1987 yılından beri orada okumam ise çekilen salâvata verilen ecrin büyüklüğüne işaretti Allahu a’lem.
Elbette rüyalara fazla takılmamak gerekir.
Mevlid kandilinde niçin salâvatların büyük bir yeri ve önemi vardır? Çünkü Mevlid kandili dolayısıyla peygamberimizin ruhları gelen kutlamaları almaktadır. Allah’ın rahmeti bu gece o taraftan ümmeti kucaklamaktadır.
Her şeyin bir vakti vardır. Örneğin oruç tutmak büyük sevap kazandırır. Ama dini bayram günlerinde oruç tutmak harama yakın bir şekilde mekruhtur. Tabii bu sözlerimiz Mevlid kandilinde kaza namazlarına, nafile namazlarına önem verilmesin veya bunlar hiç kılınmasın anlamı taşımamalıdır. Elbette kış geceleri uzundur. Bunlara da yer vermek Mevlid kandilini güzelleştirir. Ona ilahi rahmeti de katar. Ama aşkla şevkle çekilecek salâvatlar bu gecenin gereğine ve anlamına uygun bir şekilde ihya edilmesine vesile olacaktır. Bunu vurgulamak istiyoruz.
Mevlid kandilinin ayırıcı özelliği salâvatların çokça çekilmesi iledir.
Salâvat peygamberimize selam ve dua temennisinde bulunmaktır. İnsan bu gecede tüm samimiyeti ile çokça salâvat çekmelidir. Zira pek çok hadisi-i şerifin ifadesiyle biliyoruz ki, peygamberimiz (s.a.s) mübarek kabirlerinde her salâvatı alıyor ve mukabelede bulunuyor. Salâvatla görünüşte peygamberimize selam ve dua temennisinde bulunuyoruz ama hakikatte peygamberimiz (s.a.s) salâvat getirene selam ve duada bulunmaktadır. Her Müslüman peygamberimizin bu selam ve duasına muhtaçtır. Onun şefaati olmadan ümmetinden hiçbir ferdin cehennem azabından kurtulacağına ve cennete de gireceğine inanamıyorum.
Bir insan herhangi bir ibadetin sevabını ölmüş veya diri birisine hediye edebilir. Dinimiz, hususiyle mezhebimiz buna müsaade vermektedir.
Mevlid kandilinde sevabını peygamberimize (s.a.s) hediye etmek niyeti ile her türlü ibadet yapılabilir ve bu bence çok da yerindedir: Namaz kılmak, kurban kesmek, ertesi gününü oruçla geçirmek, sadaka vermek, zikir çekmek vb. ibadetler, peygamberimizin ruhuna hediye etmek niyeti ile yapılabilir. Bu hediyeler peygambere olursa hiç karşılıksız kalır mı? Zira Hz. Peygamberimiz (s.a.s) yaşarlarken de hediyeye hediye ile karşılık verirlerdi. Bu konuda hiç altta kalmazlardı. Ölünce mübarek kabirlerinde de, ruhani hayatlarında da aynı âdeti devam ettirmeleri pek tabiidir.
Doğum günlerinde insanlara hediyeler alıp veriyoruz da peygamberimizin (s.a.s) doğum gününde neden ona bir ibadetle hediyede bulunmuyoruz?
Gerçi onun ümmetinden gelmiş geçmiş, hazırdaki ve kıyamete kadarki her bir ferdin yaptığı her bir ibadetin bir misli sevabı Hz. Peygamberimize (s.a.s) yazılmaktadır. Ama ona hediye ile yapılan ibadetin değeri bir başkadır. Bu Allahu a’lem peygambere ayrıca bildirilmekte ve peygamberce ona özel bir karşılık da verilmektedir.
Hediye, sevilene verilir ve bir sevgi gösterisidir. Peygamberi (s.a.s) Mevlid kandilinde bundan mahrum bırakmak onun sevgisine nail olamamak demektir.
Mevlid kandili gecesi peygamberimizin hayatını tefekkür de ihmal edilmemeli ve onun şanına işaret eden ayetlerin de üzerinde düşünmek gerekir:
‘O peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır… (Ahzab suresi, 6)’
‘And olsun, size kendi içinizde öyle bir Resul geldi ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe suresi, 128)’
‘And olsun ki, sizden Allah’a ve ahret gününe kavuşacağını umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için Resulullah’ta üsve-i hasene (en güzel örnek) vardır. (Ahzab suresi, 21).’
‘(Ey Resulüm!) Muhakkak ki senin için tükenmeyen bir mükâfat vardır. Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin. (Kalem suresi, 3-4).’
‘De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder. (Al-i İmran suresi, 31) ’
Allah (c.c.), cümlemizi peygamberimizin (s.a.s) şefaatlerine nail eylesin. Bizelere Hz. Peygamberimizin (s.a.s) Mevlid kandilini anlamına ve kadrine uygun olarak kutlamayı nasip ve müyesser eylesin. Amin.
Muhsin İyi