Artık dayanamıyorum dedi göz. Günde altı-yedi saat TV seyrediyor. TV’-den gelen radyasyon retina tabakamdaki koni hücrelerini mahvetti. Ya kirpiklerim yıkanmadığından mikroplarla doldu arpacık hastalığına teslim oldum.
Kulak lâfa girdi.
-Ya ben? Şehrin gürültüsü yetmiyormuş gibi 100 desibelin üzerindeki metalik gıcırtılarla titreşmekten genç yaşta ihtiyarladım. Oysa zarım orta kulak kemikçiklerim ve korti organım 20-60 desibele ayarlı. Direnecek gücüm kalmadı.
Kısık kısık öksürükler arasında akciğerlerin homurtusu duyuldu:
-Bir de bana sorun arkadaşlar halimi. Sahibimiz günde iki paket sigara içiyor. İncecik nazik zarlarla yapılmış alveollerim soba borusu gibi simsiyah kurumlarla kaplandı. Nefes alamıyorum boğulmak üzereyim.
Yanık kokuları sala sala deri geldi:
-Ah kardeşlerim ya benim derdim. Güzellik uğruna her yaz kızgın güneşlerin altında saatlerce kavruluyorum neredeyse kansere yakalanacağım.
Dil söylenmeye başladı:
-Yedikleri içtikleri şeyleri hiç sormayın. En asitli koladan bin bir çeşit alkollü içkiye kadar beni mahvedecek ve sizleri de öldürecek ne varsa içiyor. Üstelik abur-cubur yiyip komşum dişleri de fırçalamıyor bile. Bakteri yuvasına döndük. Kokuyoruz.
Kaşına kaşına ayaklar lâfa girdi:
-Bütün gün üzerimde şişman birini taşımak ne demek bana sorun. Üstelik tırnaklarım yıkanmadığından pislik ve mikrop dolu. Mantar hastalığı çekiyorum. Kaşınmaktan yara bere içinde kaldım. Yeter artık.
Beyin konuşmalara katıldı:
-Tefekkür için Yaratan’ı (cc) bulmak tanımak için O’nun rahmetini şefkatini güzelliğini ve diğer isimlerini kâinatta harf harf söküp okumak için yaratılmıştım. Sizler de bana bu konuda yardımcı olacaktınız. Oysaki yalana düzenbazlığa kurnazlıklarla haram yollarda menfaat peşinde koşmaya harcandım. Hakkımı istiyorum.
En sonunda kalp manevî boyutuyla birlikte ağır ağır adımlarla yanlarına geldi:
-Hepiniz haklısınız. Ama bir de beni dinleyin. Ben manevî yönümle sonsuza kanatlanıp uçmak için yaratıldım. Rabbimize aşık olmak için varım. Bunun için kâinatı Yaratan’dan dolayı her şeyiyle sevebilecek kapasitedeyim. Yaratan’a kul olma makamının başında ben gelirim. Ben bir çekirdeğim. Büyüyüp kocaman bir ağaç olabilirdim ki o ağacın kökü iman gövdesi sevgi meyvesi Yaratan’a kul olmaktır. Bir de şu halime bakın. Mala mülke cismanî zevklere harcandım. Kula kul oldum. Yalancı sevdaların peşinde perişan oldum. Maddî boyutumda ise yanlış beslenme sigara ve tembellik yüzünden koroner damarlarım tıkandı artık yaşamak istemiyorum.
Bütün organlar ayaklanmıştı sesleri giderek yükseliyordu ki pürtelaş önsezi koşarak geldi.
-Arkadaşlar koca bir kâinat dolusu kızgın kalabalık buraya doğru geliyor. Aralarında kimler yok ki? Etini sütünü veren koyundan bir kilo bal için on binlerce çiçek dolaşan arıya fotosentezle çamurlu bir suyu bir bir kimyevî işlemden geçirip elma incir üzüm yapan ağaçlara bir lâmba gibi hiç durmadan yanarak dünyayı aydınlatan güneşe kadar karıncadan yıldızlara bütün varlıklar bir ordu gibi buraya geliyorlar. Kızgın ve öfkeli haklarını almak için geliyorlar. Bize katılacaklarmış.
Bu haber üzerine bütün organlar sahiplerini Rablerine (cc) şikâyete karar vermişti ki yollarını gözleri yaşlarla dolu ümit kesiverdi.
-Durun kardeşlerim. Biraz daha sabredelim. Şikâyetimizi geleceği kesin olan Âhiret gününe saklayalım. Belki bu süre içinde sahibimiz pişman olur kul olduğunu hatırlar Müslümanca yaşayıp tövbe eder.
Evet bu hikâyenin sonu nasıl biter bilinmez ama bilinen bir şey varsa o da hepimizin verilen nimetlerden teker teker sorulacağı.
Yüce Allah utandırmasın...
Kadir Kılıçhan
Kulak lâfa girdi.
-Ya ben? Şehrin gürültüsü yetmiyormuş gibi 100 desibelin üzerindeki metalik gıcırtılarla titreşmekten genç yaşta ihtiyarladım. Oysa zarım orta kulak kemikçiklerim ve korti organım 20-60 desibele ayarlı. Direnecek gücüm kalmadı.
Kısık kısık öksürükler arasında akciğerlerin homurtusu duyuldu:
-Bir de bana sorun arkadaşlar halimi. Sahibimiz günde iki paket sigara içiyor. İncecik nazik zarlarla yapılmış alveollerim soba borusu gibi simsiyah kurumlarla kaplandı. Nefes alamıyorum boğulmak üzereyim.
Yanık kokuları sala sala deri geldi:
-Ah kardeşlerim ya benim derdim. Güzellik uğruna her yaz kızgın güneşlerin altında saatlerce kavruluyorum neredeyse kansere yakalanacağım.
Dil söylenmeye başladı:
-Yedikleri içtikleri şeyleri hiç sormayın. En asitli koladan bin bir çeşit alkollü içkiye kadar beni mahvedecek ve sizleri de öldürecek ne varsa içiyor. Üstelik abur-cubur yiyip komşum dişleri de fırçalamıyor bile. Bakteri yuvasına döndük. Kokuyoruz.
Kaşına kaşına ayaklar lâfa girdi:
-Bütün gün üzerimde şişman birini taşımak ne demek bana sorun. Üstelik tırnaklarım yıkanmadığından pislik ve mikrop dolu. Mantar hastalığı çekiyorum. Kaşınmaktan yara bere içinde kaldım. Yeter artık.
Beyin konuşmalara katıldı:
-Tefekkür için Yaratan’ı (cc) bulmak tanımak için O’nun rahmetini şefkatini güzelliğini ve diğer isimlerini kâinatta harf harf söküp okumak için yaratılmıştım. Sizler de bana bu konuda yardımcı olacaktınız. Oysaki yalana düzenbazlığa kurnazlıklarla haram yollarda menfaat peşinde koşmaya harcandım. Hakkımı istiyorum.
En sonunda kalp manevî boyutuyla birlikte ağır ağır adımlarla yanlarına geldi:
-Hepiniz haklısınız. Ama bir de beni dinleyin. Ben manevî yönümle sonsuza kanatlanıp uçmak için yaratıldım. Rabbimize aşık olmak için varım. Bunun için kâinatı Yaratan’dan dolayı her şeyiyle sevebilecek kapasitedeyim. Yaratan’a kul olma makamının başında ben gelirim. Ben bir çekirdeğim. Büyüyüp kocaman bir ağaç olabilirdim ki o ağacın kökü iman gövdesi sevgi meyvesi Yaratan’a kul olmaktır. Bir de şu halime bakın. Mala mülke cismanî zevklere harcandım. Kula kul oldum. Yalancı sevdaların peşinde perişan oldum. Maddî boyutumda ise yanlış beslenme sigara ve tembellik yüzünden koroner damarlarım tıkandı artık yaşamak istemiyorum.
Bütün organlar ayaklanmıştı sesleri giderek yükseliyordu ki pürtelaş önsezi koşarak geldi.
-Arkadaşlar koca bir kâinat dolusu kızgın kalabalık buraya doğru geliyor. Aralarında kimler yok ki? Etini sütünü veren koyundan bir kilo bal için on binlerce çiçek dolaşan arıya fotosentezle çamurlu bir suyu bir bir kimyevî işlemden geçirip elma incir üzüm yapan ağaçlara bir lâmba gibi hiç durmadan yanarak dünyayı aydınlatan güneşe kadar karıncadan yıldızlara bütün varlıklar bir ordu gibi buraya geliyorlar. Kızgın ve öfkeli haklarını almak için geliyorlar. Bize katılacaklarmış.
Bu haber üzerine bütün organlar sahiplerini Rablerine (cc) şikâyete karar vermişti ki yollarını gözleri yaşlarla dolu ümit kesiverdi.
-Durun kardeşlerim. Biraz daha sabredelim. Şikâyetimizi geleceği kesin olan Âhiret gününe saklayalım. Belki bu süre içinde sahibimiz pişman olur kul olduğunu hatırlar Müslümanca yaşayıp tövbe eder.
Evet bu hikâyenin sonu nasıl biter bilinmez ama bilinen bir şey varsa o da hepimizin verilen nimetlerden teker teker sorulacağı.
Yüce Allah utandırmasın...
Kadir Kılıçhan