Müslüman Mümin Kardeşliği, İhsan Sahibi Olma, Engellenme, El-Mu’tî, El-Mâni’ İsimleri
Bütün hayırların, ihsanların kaynağı Allah’tır. Bazen insan bu büyük gerçeği unutur, vesilelere takılıp kalır. Bütün gönlüyle onlara teşekkür eder, yaratıcısına şükretmek, şükür secdesi yapmak hatırına bile gelmez.
El-Mu’tî (Allah [c.c.] hikmeti gereği dilediğine ihsanda bulunur) güzel ismi ile kula düşen görev şudur: Bu dünya bir ödül ve ceza yurdu olmadığı için bütün hayırların, ihsanların bir imtihan konusu olduğunu da unutmamak gerekir. Bir devasız hastalık ölüm döşeğindeki insan için bütün günahlarına kefaret olarak ihsan edilmiş büyük bir nimet olabilir. Bir zenginlik de kulun azgınlaşıp ebedi cehennemlik olmasına neden olabilir. Allah’ın (c.c.) hayrının, ihsanının nerede gizli olduğunu bilmemize imkân yoktur. Onun için Allah’tan (c.c.) gelen her şeye temkinli yaklaşıp duygularımızla, nefsimizle hareket etmemeliyiz. Onlardaki hikmeti düşünmeliyiz. Güzel şeyleri şükürle, şerleri sabırla karşılamalıyız. Kader karşısında imtihanda olan bir kul olduğumuzu hiçbir zaman hatırdan çıkarmamamız gerekir.
El-Mâni’ (Allah [c.c.] hikmeti gereği hayrı, şerri engeller) güzel isminin pek çok tecellisini hayatımızda, çevremizde gözlemleyebiliriz. Örneğin insanın vücudunda bulunan akyuvarlar mikroplara karşı korurlar. Mikropla Allah (c.c.) Ed-Dârr (şer, zarar Allah’tan [c.c.] gelir) güzel ismini tecelli ettirirken akyuvarlarla El-Mâni’ güzel ismini kalkan gibi onun önüne koymaktadır.
Göz gibi hassas bir organı her türlü olumsuz dış etkenlerden gözkapakları, kirpikler ve kaşlar korumaktadır. Bunlar yaptıkları görevlerle Allah’ın (c.c.) El- Mâni güzel ismine birer örnektir.
İnsan üzerinde bir mahalle dolusu melekle (Bazı kaynaklarda 360 melek olduğu söyleniyor.) hareket etmektedir. Bu meleklerin en başlıca görevleri insanları görünmez kazalardan korumaktır. Bunların da her biri Allah’ın (c.c.) El-Mâni’ güzel isminin tecellisidir.
El-Mâni’ güzel isminin tecellisi hayatın her yönünü kuşattığı gibi çevremizde tecellilerine de her gün tanık olmaktayız. Örneğin çok arzuladığımız bir iş gerçekleşmeyebilir. Önüne bir engel çıkar. Genellikle bu tür engellerde vesilelere takılıp kalırız. İnsanlara güceniriz, isyan ederiz, kavga çıkarırız. Hâlbuki bu engelle kader karşısında büyük bir imtihan vermekteyiz. Kuşkusuz böyle bir durumda elimizi kolumuzu bağlayıp insanların haksızlığına, yanlışlığına teslim olmak da doğru değildir. Elbette hakkımız için elimizden geleni yapacağız. Doğru bildiğimiz yolda yürüyeceğiz. Ama yüce Allah’ın (c.c.) el-Mâni’ güzel ismini unutmamak, bu işe asıl engel olanın yüce Allah (c.c.) olduğunu düşünmek, bilmek ve kader karşısında saygılı ve sabırlı olmak da lazımdır. Burada bir miktar durup Allah’a (c.c.) yönelmek, engellenen işin kitap ve sünnete uygunluğunu araştırmak, hak bir iş ise sabır göstermek, sonra da Allah’ın (c.c.) kapısını çalarak hayırlı olması için dua edip vesilelere bir daha yapışmak gerekir. Ayrıca böyle bir durumda işe teşebbüs etmeden önce istihareye yatarak işin kendi hakkında hayırlı mı, şerli mi olduğu hususunda Allah’tan (c.c.) yardım ummak, yol göstermesini beklemek usulü de gerektiğinde kullanılmalıdır.
El-Mâni’ (Allah [c.c.] hikmeti gereği hayrı, şerri engeller) güzel ismi ile kula düşen görev şudur: Engellenen işin hayrına mı yoksa zararına mı olduğunu bilmesine imkân olmadığı bilincine sahip olmaktır. Nice işler vardır ki bizim dünya ve ahiret hayatımız için zararlı olduğu için Allah’ın (c.c.) bir ihsanı olarak gerçekleşmeyebilir. Hâlbuki biz o işin gerekçeleşmesi için dua ediyor, çalışıyor olabiliriz. ‘Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlıdır. Yine olur ki, sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin için şerlidir. Gerçeği Allah bilir, siz bilemezsiniz (Bakara suresi, 216).’
Bir nimetten engellenince nefis bunu genellikle Allah’tan (c.c.) bilmez. Vesilelere takılıp kalır. Yıllarca bu nedenle insanlara kin güder. Pişman olacağı şeyler yapabilir. Derin derin ahlar çeker. Depresyonlara girer. Hâlbuki kişi engellenen işinde Allah’ın El-Mâni’ güzel ismini görse rahatlayabilecek, kötü düşüncelerden ve depresyondan kurtulabilecektir. Nimetin engellenmesi o kadar Allah’ın elindedir ki, bunun hikmetini insanların tam olarak bilmesi imkânsızdır. Bununla birlikte kişi nimetlerin engellenmesinde kendisini muhasebe ederken şu ilkeyi de gözlerden ırak etmemelidir: Şükür azlığı, nankörlük eldeki nimetlerden yoksullaşmaya neden olabileceği gibi çeşitli nimetlerin bizlere ulaşamamasına da etken olabilir. Çünkü yüce Allah (c.c.) nimet sahibi kavimleri bu yüzden helak etmiştir. Nimetleri onların ellerinden almıştır. (bk. Sebe suresi, 15-20). Ayrıca yüce Allah (c.c.), Kuran-ı Kerim’de ‘Şükredene nimetlerimi artırırım.’ diye beyan buyurmaktadır (bk. İbrahim suresi, 7).
Bütün tıbbi imkânları kullandığı halde çocuk sahibi olamayan aileler teselliyi Allah’ın El-Mâni’ (Allah [c.c.] hikmeti gereği hayrı, şerri engeller) güzel ismine sığınarak bulmalı, çocuk sahibi olamamalarının kendi yararlarına olmak üzere yüce Allah’ın (c.c.) taktiri ile gerçekleştiğini bilmelidirler. Bu inanış, onların ruhlarını sakinleştirecek, iman derecelerine göre onları huzura ve Allah’tan rızaya götürecektir.
Bir organından engelli olarak doğan veya sonradan engelli olan kişiler de Allah’ın El-Mâni’ (Allah [c.c.] hikmeti gereği hayrı, şerri engeller) güzel ismini çokça tefekkür edip kadere rıza göstererek bu sayede ruhsal sağlıklarını korumalıdırlar. Allah’a verdiği sonsuz nimetlere şükretmelidirler.
Üzerimizde tecelli eden bütün nimetler, hayırlar Allah’ın El-Mu’tî (Allah [c.c.] hikmeti gereği dilediğine ihsanda bulunur) güzel ismiyledir. Elbette her nimet çeşitli vesilelere dayanır. Ama bu vesileler de sonuçta Allah’ın El-Mu’tî güzel isminde karar kılarlar. Allah (c.c.) dilediği ve istediği için nimetler, kula nasip olur. Verilen nimetlerin hayırlı olup olmadığı ise ayrı bir konudur. Zira dünya hayatı bir imtihan yurdu olduğu için nimetlerin bizler için hayır ve şer olmaları değişebilir. Birisi için hayırlı olan zenginlik, diğeri için şer olabilir. Bütün nimetler de bunun gibidir. Nimetin insana yarayıp yaramadığı ilgili kişinin ondan sonraki hayatında hemen kendisini gösterir. Nimetle Allah’a yönelişi artan bir kişiye ilgili nimet Allah’ın bir ihsanı (atası) olarak verilmiştir, dolayısıyla Allah’ın El-Mu’tî güzel ismi onda tecelli etmiştir. Yine nimetle azan, Allah’a isyan etmeye başlayan, Allah’ın emir ve yasak çizgilerinden daha bir uzaklaşan kişiye ise Allah aslında ihsan etmemiştir. Böyle bir kulda görünüşte Allah’ın El-Mu’tî güzel ismi tecelli ettiyse de hakikatte değildir.
El-Mu’tî (Allah [c.c.] hikmeti gereği dilediğine ihsanda bulunur) güzel ismin kulda istediği, beklediği güzel bir ahlak vardır: O da ihsan (ata) sahibi olmaktır. İhsan, zengin ve fakir ayrımı yapmaksızın gerektiğinde Müslüman ve mümin kardeşlerine Allah rızası için ikramda bulunmaktır. Bunun mükâfatı çok büyüktür. Mümin kardeşinizin teheccüt namazında arkanızda dua etmesi kadar tesirlidir. Hemen de etkisini gösterir. Gönlü ihsanla alınan kişi, farkına varmadan Allah’ın El-Mu’tî güzel ismini yardıma çağırarak ihsan sahibi kişinin de gönlünün alınmasına yol açar. O kişi kısa zamanda, hatta o gün başkalarından da Allah’ın izni ile ihsan alır. Peygamberimiz (s.a.s), müminin mümin kardeşinin arkasında yaptığı duanın kabul olduğunu belirtmiştir. Gönül alma ise sözlü duadan binlerce kez daha etkilidir. Hz. Ali’nin (r.a) evine misafir gelmediği, dolayısıyla ihsanda bulunamadığı zamanlar ağlamasındaki (üzülmesindeki) sır da budur. Tabii bu işin dünyaya bakan bir cihetidir, bir de bunun ahrette tecelli edecek büyük mükâfatları vardır. Çünkü yüce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: ‘İhsanın karşılığı ihsan değil midir?.. (Rahman suresi, 60).’
Yalnız ihsan ederken edebe çok riayet etmek gerekir. Karşı taraftan hiçbir şey, hatta dua bile istenmemeli, sadece kendisine böyle bir ihsan hali yarattığı için yüce Allah’a (c.c.) şükürde bulunmalıdır. Bir de tabii Allah’tan ihsanına ihsan şeklinde bir beklenti içinde olmamak da güzel kulluğun gereğidir.
Çoğu kişi dinin yalnız fakirlere yardımı emrettiğini düşünür, ihsan olayını pek bilmezler. Hâlbuki ihsan da onun kadar önemlidir. Çünkü kardeşlik bağlarını güçlendirir. Peygamberimiz (s.a.s) hediyeye hediye ile mukabele ettiği gibi ashabını da hediyeleşmeye teşvik etmiştir. Hediyeleşmenin sevgiyi ve kardeşlik duygularını ziyade kılacağını belirtmişlerdir.
Tanımadığımız, bilmediğimiz bütün din kardeşlerimize duyduğumuz yakınlık hissine Müslüman kardeşliği; tanıdığımız, bildiğimiz insanlarla din adına kurmaya çalıştığımız kardeşliğe de mümin kardeşliği denir. Bundan anlaşılacağı üzere mümin kardeşliği candan, yakından ilgi ve sevgiyle gelişmektedir. Bunda ihsan etmenin büyük bir yararı vardır. Müslüman kardeşliği ise tüm Müslümanlara karşı duyulan romantik bir histir.
Yüce Allah’ın emrettiği farzları El-Mu’tî güzel isminin, yasakları ise El-Mâni’ güzel isminin birer tecellisidir.
İslam dininin amacı, Müslüman ve mümin kardeşliğini gerçekleştirmektir. Bu sayede birbirinden uzak, kopuk olan ulusları, ırkları, halkları, sülaleleri, aileleri, kişileri inanç kardeşliği ile birleştirmek, dünyada huzuru ve barışı temin etmektir. Bütün ibadetlerin bir yönü hep bu toplumda, dünyada Müslüman ve mümin kardeşlik duygularını oluşturma ve geliştirmeye hizmet eder: La ilahe illallah, İslam dininin temel davasıdır. Bununla bütün Müslüman ve müminlerin aynı anne ve babanın evlatları gibi Allah karşısında bir ve eşit olduğu, aynı kanunlarla mükellef tutulduğu vurgulanmaktadır. Cemaatle namaz övülmüş ve ferdi kılınan namaza göre 27 kat sevap verildiği hadis-i şeriflerde belirtilmiştir. İnsan bir vaktini bile cemaatle namaz kılmaya ayırsa hemen bu dinin ruhunun Müslüman ve mümin kardeşliğini meydana getirmek olduğunu anlar. Çünkü namazda herkes aynı hizada Allah karşısında ibadet ederken namaz sonrasında da birbirleriyle tanışırlar, konuşurlar, evlerine gidene kadar da sohbet edebilirler. Ayrıca namazlarda bütün Müslümanlara ve müminlere gıyabında yapılan dualar ise Müslüman ve mümin kardeşliğini gönüllerde perçinler. Bu günler sonra o insanları birbirine yaklaştırır. Müslüman ve mümin kardeşi kılar. Oruç fakirin halini anlama ve paylaşma ile toplumda ve dünyada Müslüman ve mümin kardeşliğinin duygusal yakınlaşma durumunu sağlar. Zekât sahip olunan maddi imkânları bundan yoksun kişilerle kısmi bir oranda paylaşmaktır ki, sınıflar arasındaki uçurumu kaldırır, Müslüman ve mümin kardeşliğini pekiştirir. Hac, adeta Müslüman ve mümin kardeşliğinin dünya çapında yapılan bir organizasyonudur.
Sadece ibadetler değil yasaklar da Müslüman ve mümin kardeşliğini muhafazaya dönük bir anlam taşırlar. Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma (hadis-i şerifini) anlayışını yansıtırlar. Zina bugün çağdaş dünyada suç olarak görülmemekte, sadece toplumların örfünde bir kabahat olarak değerlendirilmektedir. Hâlbuki zina olayının toplumsal ağır sonuçları vardır, kişinin sadece özel hayatını bağlamamaktadır. Zina Müslüman ve mümin kardeşliğini adeta bombalar. Sadece zina edenlerin değil onların yakınlarındaki insanların da ruh sağlıklarını bozar, ahlaklarını olumsuz yönde etkiler. Zina direkt olarak aile kurumunu yıkmayı hedef alan bir olgu olduğu için bireysel değil toplumsal bir hüviyete sahiptir. Bunu çağdaş insanların göz ardı etmesini anlamak mümkün değildir. Kim ister ki annesi veya kız kardeşi böyle bir iş yapsın da sonra yaptığı bu iş çevresinde duyulsun? Faiz, içki, kumar vs. bütün yasakların altında mutlaka toplumda Müslüman ve mümin kardeşliğini zedeleyen bir durum vardır. İslam’ın amacı Müslüman ve mümin kardeşliğini toplumda ve dünyada hâkim kılmak olduğu için onu baltalayan her şeyi yasak kapsamına almış ve çeşitli ağır yaptırımlarla engellemeye çalışmıştır.
Yine sadece ibadetler ve yasaklar değil insani duygular da İslam’da rabt u zabt (kontrol) altına alınmış, Müslüman ve mümin kardeşliğini zedeleyen duyguların insana vereceği dehşetli yıkımlar mevzu bahis olmuş, çeşitli manevi yaptırımlara konu olmuştur. Bu meyanda peygamberimiz (s.a.s) kalbinde zerre kadar kibir olanın cennete giremeyeceğini, hasedin haset edenin imanını ateşin odunu yakıp tüketmesi gibi yok edeceğini belirtmiştir.
Gıybet (dedikodu) yasağı ise, tamamen Müslüman ve mümin kardeşliğini muhafazaya yöneliktir. Kişinin arkasında manevi şahsiyetini korumaktadır.
Evet, İslam dininin amacı Müslüman ve mümin kardeşliği olduğu için dinimiz ihsana (ataya) büyük önem vermektedir. Çünkü ihsan, Müslüman ve mümin kardeşliğini en ziyade gerçekleştiren şeydir. Ondan daha güçlüsü de yoktur. Kalpler ihsanla ihsan sahibine bağlanır. Cennette yaşanacak bir tablo meydana gelir. İhsan sahibine karşı insan Müslüman ve mümin kardeşlik duygusunu hisseder. Gerçekte bir Müslüman’ın veya müminin Müslümanlık ve müminlik derecesi, Müslüman ve mümin kardeşlerinin sayısı ile onlar arasında kurduğu bağın niceliği ve niteliği ile orantılıdır. Yani Müslüman ve mümin kardeşliği emekle ve çabayla elde edilmektedir.
Allah’ın El-Mu’tî, El-Mâni’ güzel isimlerini zikretmeler, mala mülke bela ve musibeti önleyici olduğu kadar Allah’ın lutf u ihsanını da celbedicidir. Bir işte tereddüt hâsıl olduğunda, bizim için işin hayırlı mı şerli mi olduğu bilinmediğinde dua veya istihare öncesi bu güzel isimleri zikretmek çok faydalıdır. Zikri sayıya vurmadan, içten gelen bir aşkla istenildiği kadar yapmak daha faydalı olduğu için bir sayı önermiyoruz.
Allah’ın güzel isimlerini zikrederken edebi muhafaza etmek gerekir. Zikirde maksat, Allah’ı yüceltmek, övmektir. Dünyalık bir şeyleri gaye edinerek zikretmek doğru değildir. Zikirde Allah’ın razı olduğu şekilde hareket edilirse yüce Allah fazl u ikramı ile dünyevi şeyleri de hediye olarak o kişiye verecektir. Bu güzel isimleri yüce Allah’ın hayır ve şer her şeyi yaratmaya muktedir olduğu, bizim için her ne murat ederse yerinde olduğu düşüncesi ve duygusu ile zikretmek gerekir. Allah’a, O’nun kaderine teslim olmak, O’nun karşısında varlığını yok bilmek de zikrin edeplerindendir.
‘Kim muhsin (ihsan sahibi) olduğu halde kendisini Allah’a teslim ederse onun mükâfatı Rabbinin katındadır (Bakara suresi, 112).’ Yüce Allah anne-baba hakkındaki tavsiyelerde de onlara ‘ihsan’ ile davranılmasını emretmiştir (bk. Bakara suresi 73, Nisa suresi 36, En’am suresi 151, İsra suresi 32 vb.).
‘Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor (Nahl suresi, 90).’
Allah Müslüman ve mümin kardeşlerimizin sayısını çoğaltsın, ayrıca bizleri ihsanı gereği şekilde anlayanlardan ve yaşayanlardan eylesin. Âmin
Muhsin İyi
Bütün hayırların, ihsanların kaynağı Allah’tır. Bazen insan bu büyük gerçeği unutur, vesilelere takılıp kalır. Bütün gönlüyle onlara teşekkür eder, yaratıcısına şükretmek, şükür secdesi yapmak hatırına bile gelmez.
El-Mu’tî (Allah [c.c.] hikmeti gereği dilediğine ihsanda bulunur) güzel ismi ile kula düşen görev şudur: Bu dünya bir ödül ve ceza yurdu olmadığı için bütün hayırların, ihsanların bir imtihan konusu olduğunu da unutmamak gerekir. Bir devasız hastalık ölüm döşeğindeki insan için bütün günahlarına kefaret olarak ihsan edilmiş büyük bir nimet olabilir. Bir zenginlik de kulun azgınlaşıp ebedi cehennemlik olmasına neden olabilir. Allah’ın (c.c.) hayrının, ihsanının nerede gizli olduğunu bilmemize imkân yoktur. Onun için Allah’tan (c.c.) gelen her şeye temkinli yaklaşıp duygularımızla, nefsimizle hareket etmemeliyiz. Onlardaki hikmeti düşünmeliyiz. Güzel şeyleri şükürle, şerleri sabırla karşılamalıyız. Kader karşısında imtihanda olan bir kul olduğumuzu hiçbir zaman hatırdan çıkarmamamız gerekir.
El-Mâni’ (Allah [c.c.] hikmeti gereği hayrı, şerri engeller) güzel isminin pek çok tecellisini hayatımızda, çevremizde gözlemleyebiliriz. Örneğin insanın vücudunda bulunan akyuvarlar mikroplara karşı korurlar. Mikropla Allah (c.c.) Ed-Dârr (şer, zarar Allah’tan [c.c.] gelir) güzel ismini tecelli ettirirken akyuvarlarla El-Mâni’ güzel ismini kalkan gibi onun önüne koymaktadır.
Göz gibi hassas bir organı her türlü olumsuz dış etkenlerden gözkapakları, kirpikler ve kaşlar korumaktadır. Bunlar yaptıkları görevlerle Allah’ın (c.c.) El- Mâni güzel ismine birer örnektir.
İnsan üzerinde bir mahalle dolusu melekle (Bazı kaynaklarda 360 melek olduğu söyleniyor.) hareket etmektedir. Bu meleklerin en başlıca görevleri insanları görünmez kazalardan korumaktır. Bunların da her biri Allah’ın (c.c.) El-Mâni’ güzel isminin tecellisidir.
El-Mâni’ güzel isminin tecellisi hayatın her yönünü kuşattığı gibi çevremizde tecellilerine de her gün tanık olmaktayız. Örneğin çok arzuladığımız bir iş gerçekleşmeyebilir. Önüne bir engel çıkar. Genellikle bu tür engellerde vesilelere takılıp kalırız. İnsanlara güceniriz, isyan ederiz, kavga çıkarırız. Hâlbuki bu engelle kader karşısında büyük bir imtihan vermekteyiz. Kuşkusuz böyle bir durumda elimizi kolumuzu bağlayıp insanların haksızlığına, yanlışlığına teslim olmak da doğru değildir. Elbette hakkımız için elimizden geleni yapacağız. Doğru bildiğimiz yolda yürüyeceğiz. Ama yüce Allah’ın (c.c.) el-Mâni’ güzel ismini unutmamak, bu işe asıl engel olanın yüce Allah (c.c.) olduğunu düşünmek, bilmek ve kader karşısında saygılı ve sabırlı olmak da lazımdır. Burada bir miktar durup Allah’a (c.c.) yönelmek, engellenen işin kitap ve sünnete uygunluğunu araştırmak, hak bir iş ise sabır göstermek, sonra da Allah’ın (c.c.) kapısını çalarak hayırlı olması için dua edip vesilelere bir daha yapışmak gerekir. Ayrıca böyle bir durumda işe teşebbüs etmeden önce istihareye yatarak işin kendi hakkında hayırlı mı, şerli mi olduğu hususunda Allah’tan (c.c.) yardım ummak, yol göstermesini beklemek usulü de gerektiğinde kullanılmalıdır.
El-Mâni’ (Allah [c.c.] hikmeti gereği hayrı, şerri engeller) güzel ismi ile kula düşen görev şudur: Engellenen işin hayrına mı yoksa zararına mı olduğunu bilmesine imkân olmadığı bilincine sahip olmaktır. Nice işler vardır ki bizim dünya ve ahiret hayatımız için zararlı olduğu için Allah’ın (c.c.) bir ihsanı olarak gerçekleşmeyebilir. Hâlbuki biz o işin gerekçeleşmesi için dua ediyor, çalışıyor olabiliriz. ‘Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlıdır. Yine olur ki, sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin için şerlidir. Gerçeği Allah bilir, siz bilemezsiniz (Bakara suresi, 216).’
Bir nimetten engellenince nefis bunu genellikle Allah’tan (c.c.) bilmez. Vesilelere takılıp kalır. Yıllarca bu nedenle insanlara kin güder. Pişman olacağı şeyler yapabilir. Derin derin ahlar çeker. Depresyonlara girer. Hâlbuki kişi engellenen işinde Allah’ın El-Mâni’ güzel ismini görse rahatlayabilecek, kötü düşüncelerden ve depresyondan kurtulabilecektir. Nimetin engellenmesi o kadar Allah’ın elindedir ki, bunun hikmetini insanların tam olarak bilmesi imkânsızdır. Bununla birlikte kişi nimetlerin engellenmesinde kendisini muhasebe ederken şu ilkeyi de gözlerden ırak etmemelidir: Şükür azlığı, nankörlük eldeki nimetlerden yoksullaşmaya neden olabileceği gibi çeşitli nimetlerin bizlere ulaşamamasına da etken olabilir. Çünkü yüce Allah (c.c.) nimet sahibi kavimleri bu yüzden helak etmiştir. Nimetleri onların ellerinden almıştır. (bk. Sebe suresi, 15-20). Ayrıca yüce Allah (c.c.), Kuran-ı Kerim’de ‘Şükredene nimetlerimi artırırım.’ diye beyan buyurmaktadır (bk. İbrahim suresi, 7).
Bütün tıbbi imkânları kullandığı halde çocuk sahibi olamayan aileler teselliyi Allah’ın El-Mâni’ (Allah [c.c.] hikmeti gereği hayrı, şerri engeller) güzel ismine sığınarak bulmalı, çocuk sahibi olamamalarının kendi yararlarına olmak üzere yüce Allah’ın (c.c.) taktiri ile gerçekleştiğini bilmelidirler. Bu inanış, onların ruhlarını sakinleştirecek, iman derecelerine göre onları huzura ve Allah’tan rızaya götürecektir.
Bir organından engelli olarak doğan veya sonradan engelli olan kişiler de Allah’ın El-Mâni’ (Allah [c.c.] hikmeti gereği hayrı, şerri engeller) güzel ismini çokça tefekkür edip kadere rıza göstererek bu sayede ruhsal sağlıklarını korumalıdırlar. Allah’a verdiği sonsuz nimetlere şükretmelidirler.
Üzerimizde tecelli eden bütün nimetler, hayırlar Allah’ın El-Mu’tî (Allah [c.c.] hikmeti gereği dilediğine ihsanda bulunur) güzel ismiyledir. Elbette her nimet çeşitli vesilelere dayanır. Ama bu vesileler de sonuçta Allah’ın El-Mu’tî güzel isminde karar kılarlar. Allah (c.c.) dilediği ve istediği için nimetler, kula nasip olur. Verilen nimetlerin hayırlı olup olmadığı ise ayrı bir konudur. Zira dünya hayatı bir imtihan yurdu olduğu için nimetlerin bizler için hayır ve şer olmaları değişebilir. Birisi için hayırlı olan zenginlik, diğeri için şer olabilir. Bütün nimetler de bunun gibidir. Nimetin insana yarayıp yaramadığı ilgili kişinin ondan sonraki hayatında hemen kendisini gösterir. Nimetle Allah’a yönelişi artan bir kişiye ilgili nimet Allah’ın bir ihsanı (atası) olarak verilmiştir, dolayısıyla Allah’ın El-Mu’tî güzel ismi onda tecelli etmiştir. Yine nimetle azan, Allah’a isyan etmeye başlayan, Allah’ın emir ve yasak çizgilerinden daha bir uzaklaşan kişiye ise Allah aslında ihsan etmemiştir. Böyle bir kulda görünüşte Allah’ın El-Mu’tî güzel ismi tecelli ettiyse de hakikatte değildir.
El-Mu’tî (Allah [c.c.] hikmeti gereği dilediğine ihsanda bulunur) güzel ismin kulda istediği, beklediği güzel bir ahlak vardır: O da ihsan (ata) sahibi olmaktır. İhsan, zengin ve fakir ayrımı yapmaksızın gerektiğinde Müslüman ve mümin kardeşlerine Allah rızası için ikramda bulunmaktır. Bunun mükâfatı çok büyüktür. Mümin kardeşinizin teheccüt namazında arkanızda dua etmesi kadar tesirlidir. Hemen de etkisini gösterir. Gönlü ihsanla alınan kişi, farkına varmadan Allah’ın El-Mu’tî güzel ismini yardıma çağırarak ihsan sahibi kişinin de gönlünün alınmasına yol açar. O kişi kısa zamanda, hatta o gün başkalarından da Allah’ın izni ile ihsan alır. Peygamberimiz (s.a.s), müminin mümin kardeşinin arkasında yaptığı duanın kabul olduğunu belirtmiştir. Gönül alma ise sözlü duadan binlerce kez daha etkilidir. Hz. Ali’nin (r.a) evine misafir gelmediği, dolayısıyla ihsanda bulunamadığı zamanlar ağlamasındaki (üzülmesindeki) sır da budur. Tabii bu işin dünyaya bakan bir cihetidir, bir de bunun ahrette tecelli edecek büyük mükâfatları vardır. Çünkü yüce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: ‘İhsanın karşılığı ihsan değil midir?.. (Rahman suresi, 60).’
Yalnız ihsan ederken edebe çok riayet etmek gerekir. Karşı taraftan hiçbir şey, hatta dua bile istenmemeli, sadece kendisine böyle bir ihsan hali yarattığı için yüce Allah’a (c.c.) şükürde bulunmalıdır. Bir de tabii Allah’tan ihsanına ihsan şeklinde bir beklenti içinde olmamak da güzel kulluğun gereğidir.
Çoğu kişi dinin yalnız fakirlere yardımı emrettiğini düşünür, ihsan olayını pek bilmezler. Hâlbuki ihsan da onun kadar önemlidir. Çünkü kardeşlik bağlarını güçlendirir. Peygamberimiz (s.a.s) hediyeye hediye ile mukabele ettiği gibi ashabını da hediyeleşmeye teşvik etmiştir. Hediyeleşmenin sevgiyi ve kardeşlik duygularını ziyade kılacağını belirtmişlerdir.
Tanımadığımız, bilmediğimiz bütün din kardeşlerimize duyduğumuz yakınlık hissine Müslüman kardeşliği; tanıdığımız, bildiğimiz insanlarla din adına kurmaya çalıştığımız kardeşliğe de mümin kardeşliği denir. Bundan anlaşılacağı üzere mümin kardeşliği candan, yakından ilgi ve sevgiyle gelişmektedir. Bunda ihsan etmenin büyük bir yararı vardır. Müslüman kardeşliği ise tüm Müslümanlara karşı duyulan romantik bir histir.
Yüce Allah’ın emrettiği farzları El-Mu’tî güzel isminin, yasakları ise El-Mâni’ güzel isminin birer tecellisidir.
İslam dininin amacı, Müslüman ve mümin kardeşliğini gerçekleştirmektir. Bu sayede birbirinden uzak, kopuk olan ulusları, ırkları, halkları, sülaleleri, aileleri, kişileri inanç kardeşliği ile birleştirmek, dünyada huzuru ve barışı temin etmektir. Bütün ibadetlerin bir yönü hep bu toplumda, dünyada Müslüman ve mümin kardeşlik duygularını oluşturma ve geliştirmeye hizmet eder: La ilahe illallah, İslam dininin temel davasıdır. Bununla bütün Müslüman ve müminlerin aynı anne ve babanın evlatları gibi Allah karşısında bir ve eşit olduğu, aynı kanunlarla mükellef tutulduğu vurgulanmaktadır. Cemaatle namaz övülmüş ve ferdi kılınan namaza göre 27 kat sevap verildiği hadis-i şeriflerde belirtilmiştir. İnsan bir vaktini bile cemaatle namaz kılmaya ayırsa hemen bu dinin ruhunun Müslüman ve mümin kardeşliğini meydana getirmek olduğunu anlar. Çünkü namazda herkes aynı hizada Allah karşısında ibadet ederken namaz sonrasında da birbirleriyle tanışırlar, konuşurlar, evlerine gidene kadar da sohbet edebilirler. Ayrıca namazlarda bütün Müslümanlara ve müminlere gıyabında yapılan dualar ise Müslüman ve mümin kardeşliğini gönüllerde perçinler. Bu günler sonra o insanları birbirine yaklaştırır. Müslüman ve mümin kardeşi kılar. Oruç fakirin halini anlama ve paylaşma ile toplumda ve dünyada Müslüman ve mümin kardeşliğinin duygusal yakınlaşma durumunu sağlar. Zekât sahip olunan maddi imkânları bundan yoksun kişilerle kısmi bir oranda paylaşmaktır ki, sınıflar arasındaki uçurumu kaldırır, Müslüman ve mümin kardeşliğini pekiştirir. Hac, adeta Müslüman ve mümin kardeşliğinin dünya çapında yapılan bir organizasyonudur.
Sadece ibadetler değil yasaklar da Müslüman ve mümin kardeşliğini muhafazaya dönük bir anlam taşırlar. Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma (hadis-i şerifini) anlayışını yansıtırlar. Zina bugün çağdaş dünyada suç olarak görülmemekte, sadece toplumların örfünde bir kabahat olarak değerlendirilmektedir. Hâlbuki zina olayının toplumsal ağır sonuçları vardır, kişinin sadece özel hayatını bağlamamaktadır. Zina Müslüman ve mümin kardeşliğini adeta bombalar. Sadece zina edenlerin değil onların yakınlarındaki insanların da ruh sağlıklarını bozar, ahlaklarını olumsuz yönde etkiler. Zina direkt olarak aile kurumunu yıkmayı hedef alan bir olgu olduğu için bireysel değil toplumsal bir hüviyete sahiptir. Bunu çağdaş insanların göz ardı etmesini anlamak mümkün değildir. Kim ister ki annesi veya kız kardeşi böyle bir iş yapsın da sonra yaptığı bu iş çevresinde duyulsun? Faiz, içki, kumar vs. bütün yasakların altında mutlaka toplumda Müslüman ve mümin kardeşliğini zedeleyen bir durum vardır. İslam’ın amacı Müslüman ve mümin kardeşliğini toplumda ve dünyada hâkim kılmak olduğu için onu baltalayan her şeyi yasak kapsamına almış ve çeşitli ağır yaptırımlarla engellemeye çalışmıştır.
Yine sadece ibadetler ve yasaklar değil insani duygular da İslam’da rabt u zabt (kontrol) altına alınmış, Müslüman ve mümin kardeşliğini zedeleyen duyguların insana vereceği dehşetli yıkımlar mevzu bahis olmuş, çeşitli manevi yaptırımlara konu olmuştur. Bu meyanda peygamberimiz (s.a.s) kalbinde zerre kadar kibir olanın cennete giremeyeceğini, hasedin haset edenin imanını ateşin odunu yakıp tüketmesi gibi yok edeceğini belirtmiştir.
Gıybet (dedikodu) yasağı ise, tamamen Müslüman ve mümin kardeşliğini muhafazaya yöneliktir. Kişinin arkasında manevi şahsiyetini korumaktadır.
Evet, İslam dininin amacı Müslüman ve mümin kardeşliği olduğu için dinimiz ihsana (ataya) büyük önem vermektedir. Çünkü ihsan, Müslüman ve mümin kardeşliğini en ziyade gerçekleştiren şeydir. Ondan daha güçlüsü de yoktur. Kalpler ihsanla ihsan sahibine bağlanır. Cennette yaşanacak bir tablo meydana gelir. İhsan sahibine karşı insan Müslüman ve mümin kardeşlik duygusunu hisseder. Gerçekte bir Müslüman’ın veya müminin Müslümanlık ve müminlik derecesi, Müslüman ve mümin kardeşlerinin sayısı ile onlar arasında kurduğu bağın niceliği ve niteliği ile orantılıdır. Yani Müslüman ve mümin kardeşliği emekle ve çabayla elde edilmektedir.
Allah’ın El-Mu’tî, El-Mâni’ güzel isimlerini zikretmeler, mala mülke bela ve musibeti önleyici olduğu kadar Allah’ın lutf u ihsanını da celbedicidir. Bir işte tereddüt hâsıl olduğunda, bizim için işin hayırlı mı şerli mi olduğu bilinmediğinde dua veya istihare öncesi bu güzel isimleri zikretmek çok faydalıdır. Zikri sayıya vurmadan, içten gelen bir aşkla istenildiği kadar yapmak daha faydalı olduğu için bir sayı önermiyoruz.
Allah’ın güzel isimlerini zikrederken edebi muhafaza etmek gerekir. Zikirde maksat, Allah’ı yüceltmek, övmektir. Dünyalık bir şeyleri gaye edinerek zikretmek doğru değildir. Zikirde Allah’ın razı olduğu şekilde hareket edilirse yüce Allah fazl u ikramı ile dünyevi şeyleri de hediye olarak o kişiye verecektir. Bu güzel isimleri yüce Allah’ın hayır ve şer her şeyi yaratmaya muktedir olduğu, bizim için her ne murat ederse yerinde olduğu düşüncesi ve duygusu ile zikretmek gerekir. Allah’a, O’nun kaderine teslim olmak, O’nun karşısında varlığını yok bilmek de zikrin edeplerindendir.
‘Kim muhsin (ihsan sahibi) olduğu halde kendisini Allah’a teslim ederse onun mükâfatı Rabbinin katındadır (Bakara suresi, 112).’ Yüce Allah anne-baba hakkındaki tavsiyelerde de onlara ‘ihsan’ ile davranılmasını emretmiştir (bk. Bakara suresi 73, Nisa suresi 36, En’am suresi 151, İsra suresi 32 vb.).
‘Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor (Nahl suresi, 90).’
Allah Müslüman ve mümin kardeşlerimizin sayısını çoğaltsın, ayrıca bizleri ihsanı gereği şekilde anlayanlardan ve yaşayanlardan eylesin. Âmin
Muhsin İyi