Müslümanlar arasında barış nasıl sağlanabilir? Bunun için neler yapılabilir?

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Bu soru, ilk bakışta insana garip gelebilir. "Müslüman, diğer müslümanlarla zaten barış halindedir. Bu soruya ne lüzum var?" denilebilir. Fakat realiteye baktığımızda, müslümanın müslümanla, müslüman cemaatlerin diğer müslüman cemaatlerle, müslüman devletlerin diğer müslüman devletlerle zaman zaman problemleri olduğunu görürüz. Cihan barışını hedefleyen müslümanların, kendi aralarında barışı sağlamadıkça bu hedeflerine ulaşmaları düşünülemez.

Asr-ı Saadetin hemen peşinden, Hz. Osman'ın şehit edilmesiyle başlayan dahili fitnenin faturası, müslümanlara çok pahalıya mal olmuştur. Cemel ve Sıffin Savaşları'nda onbinlerce müslüman, hayatını kaybetmiştir. Ancak, Hz. Hasan'ın hilafetten belli şartlarla ferağat etmesi neticesi fitne yatışmış, o zaman İslam orduları tekrar dışarıya açılarak, İstanbul önlerine kadar gelmişlerdir.

Dokuz yıl devam eden Irak-İran Savaşı, müslümanlar arasındaki mücadelenin zararlarının, günümüzdeki canlı örneklerindendir. Irak ve İran savaşmış, bir milyondan fazla kişi hayatını kaybetmiş; savaşı silah satan ülkeler kazanmıştır.

Halbuki İslamiyet, dahilde çekişme ve ihtilaf istemiyor. "Ey iman edenler! Hepiniz toptan barışa girin" diyor (Bakara Sûresi, 208). Müslümanları bir vücudun azaları gibi görüyor (1). Onları, birbirine kenetlenmiş, sağlam bir binaya benzetiyor. (2) Durum böyleyken, günümüzde alem-i İslam'ın bir araya gelememesi, Kur’an'ın açık bir emrine muhalefetten başka bir şey değildir. Hasta, reçeteyi okumuyor, ilaçları kullanmıyorsa, kusuru reçetede değil, hastada aramak gerekir. Kur'an eczanesinde bütün dertlerimizin reçetesi ve ilaçları vardır. İhtilafın reçetesi ise, şu gibi ayetlerdir:

"(Ey iman edenler) Hepiniz toptan Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin..." (Àl-i İmran Sûresi, 103)

"Mü'minler ancak kadeştirler..." (Hucurat Sûresi, 10)

"Dinlerini ayrı ayrı fırkalara bölüp de, parçalananlara gelince: Senin onlarla hiçbir alakan yoktur..." (En'am Sûresi, 159)

"Dinlerini ayrı ayrı fırkalara bölen ve gruplar haline gelip, herbir grup kendilerinde olanla öğünen müşrikler gibi olmayın." (Rum Sûresi, 31-32)

"Dini doğru tutun ve onda tefrikaya düşmeyin!" (Şura Sûresi, 13)

"(Ey iman edenler !) Kendilerine apaçık beyanat geldikten sonra, bölünen ve ihtilafa düşenler gibi olmayın ." (Al-i İmran Sûresi, 105)

Bu noktada şunu da belirtmekte yarar görüyoruz : İslamiyette farklı mezheplerin ve cemaatlerin ortaya çıkışı, bölünmek, parçalanmak değildir. Kur'an ve sünnete dayanan bütün mezhep ve cemaatler, hak yolun yolcularıdır. Bu mezhep ve cemaatler, geniş bir caddede, aynı istikamette giden araçlara benzerler. Birbirlerine çarpmadıkları müddetçe, araçların farklı olması önemli değildir. Bütün İslami cemaatler, gayede ve hedefte bir olmalı, birbiriyle uğraşmak yerine Kur’an hakikatlerinin muhtaç gönüllere ulaşması için gayret göstermelidirler.

Bir başka teşbihle, bu farklı cemaatler bir orduya benzer. Orduda farklı bölümlere ve birimlere ihtiyaç olduğu gibi, İslam ordusunda da, farklı cemaatlere ihtiyaç vardır. Hz. Peygamber'in (asm.), "Ümmetimin ihtilafı rahmettir"(3) hadisine bu noktadan bakmak gerektir. Tehlikeli ve yasak olan, bu ordunun birbirine girmesi, birbiriyle boğuşmasıdır.

Hıristiyanlıktaki farklı mezhepler, zamanla adeta farklı birer din haline gelmiş; Hıristiyanlık dünyası, asırlar süren kanlı mezhep çatışmalarına sahne olmuştur. Birkaç olay dışında, İslami mezhepler arasında bu tür çatışmalar olmamıştır. Bir kaç asırdır zor dönemler yaşayan İslam alemi, günümüzde her zamankinden çok daha fazla bir ihtiyaçla birlik ve beraberliğe mecburdur. Bediüzzaman'ın dediği gibi, "Bu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad-ı İslamdır." (4) Müslümanlar, İslam Birliği için bütün himmetlerini sarfetmeli ve birkaç yüzyıldır sergiledikleri dağınık manzaradan artık kurtulmalıdırlar. İslam Birliği, İslam Devletlerinin tek bir devlet olması şeklinde anlaşılmamalıdır. Zira, bu kadar geniş bir coğrafyaya dağılmış, bir milyarı aşan müslümanın bir tek devlet çatısı altında toplanmaları mümkün değildir. İslam Birliği, müslüman ülkelerin ortak hareket etmesi, aynı hedefe birlikte yürümeleri demektir. Askeri, siyasi, ekonomik, kültürel... sahalarda işbirliği yapmaları, birbirlerine destek olmaları anlamındadır.

Bu birlik sağlandığında, müslümanlar dünyada en büyük caydırıcı güç olacak, sözgelimi; Bosna faciası gibi bir olayla karşılaşıldığında "Niye Batı müdahale etmiyor?" denilmeyecek, gereken müdahale, tarafımızdan yapılacaktır.

Ayrıca, Irak'ın Kuveyt'i ilhakı meselesinde olduğu gibi, bir müslüman devlet, bir başka müslüman devlete saldırırsa, başka din mensuplarının "müttefik kuvvetleri" gelmeyecek, İslam ordusu problemi halledecektir. Nitekim, şu ayet-i kerime, bunu bize emreder:
"Eğer mü'minlerden iki taife birbiriyle savaşırsa, hemen aralarını düzeltin. Eğer onlardan biri diğerine saldırırsa, o vakit Allah'ın emrine gelinceye kadar saldırganla savaşın. Allah'ın emrine geldiğinde, aralarında adil bir şekilde barış yapın ve adaletli olun. Şüphesiz Allah, adil olanları sever." (Hucurat Sûresi, 9)


Kaynaklar:
1-Buhari. Edeb, 27; Müslim, Birr, 66; İbnu Hanbel, IV, 270
2-Buhari, Salat, 88; Müslim, Birr, 65; Tirmizi, Birr, 18
3-Acluni, I, 64
4-Nursi, Hutbe-i Şamiye, s., 90
 
Üst