Ne olsun iş güç!..
24 Ağustos 2011 Çarşamba 06:55
Empati yapmıştım o gün, bir dostumuzun evindeydik.
O eve yine başka bir dostumuzun aracılığı ile misafirdik. Ailenin tek çocuğu vardı. Ama sakat doğmuş, biz misafir olduğumuzda dokuz yaşına basmıştı.
Gelişimi gayet yavaş, dokuz yaşında olmasına rağmen beş-altı yaşında gibi gösteriyordu. Gözleri neredeyse kör denecek kadar az görüyordu. Elleri kolları yamuk duruyordu. İnsan bakınca bu durum karşısında çaresizliğin ne demek olduğunu fark edebiliyordu.
Çocuğun adı Yasin... Yasin bu durumun fazla farkında değildi. O nedenle espriyi de seven bir kişiliğe sahip olduğundan konuşmaları hem çocuksu hem de esprili ve oyun içerikli idi.
Soruyorum Yasin’e “Hoş geldin, nasılsın, ne var ne yok?”
Yasin büyük bir adam ciddiyetinde “Hoş bulduk ne olacak iş güç, sabahın şafağında kalkmıştım, şimdiye kadar çalıştım çok yoruldum, mobilyaları yetiştirmek için (baba marangoz o nedenle aynı mesleğe özen gösteriyor) kereste doğradım. Ama neyse ki bitirdim” diyor.
Bu defa o soruyor. “Sen ne yaptın, senin işler nasıl gitti?”
Ve bu minval üzere sohbet uzayıp gidiyor.
Bir ara ebeveynden bilgi alıyoruz. Anlattığını özetlersek; Çok büyük mücadele vermiş (tedavi ettirmek için) ama istediği sonucu alamamış. “Bu kadar yapabildim” der gibiydi. Daha ileri götürememiş, buna ne maddi imkanı varmış, ne de çocuk tedaviye cevap veriyormuş. O nedenle beklemede.
Yapılan evlilik akraba evliliği olduğu için de anne korkmuş “ikinci çocuğum da engelli doğarsa ben ne yaparım” diye yeniden hamile kalmak istememiş.
Bu durumda baba da çaresiz. O da yeni bir çocuk isteyemiyor. Çünkü, hayli yorulmuş ve maddi noktada adeta her şeyini sarf etmiş, bir nevi tükenmiş, kısacası hayli yüksek dozlu bir imtihana tabiydiler. Çocuğun durumuna mı yansınlar, yoksa zürriyetsiz kalışlarına mı?
Dediğim gibi empati yaptım, kendimi onun yerine koydum ve düşündüm ne yapabilirim diye, işin içinden çıkamadım.
Sadece babaya yaptığım nasihatle yetinmek zorunda kaldım.
“Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükafat vardır” (Teğabun 15.) ayetini hatırlatmıştım. Ve aslında kendileri için büyük bir fırsat olduğunu ifade ettim. Her anne babaya nasip olmayacak kadar şanslı olduklarını belirtmiştim.
Özetle “madem bu dünyaya imtihan için gelmişiz o halde illa ki, bir şey vesile olacak, yoksa kendi çabamızla bu imtihanı kazanmamız hayli zor. Hem bu zamanda salih amele muvaffak olmak herkese nasip olmuyor. Şartlar çok ağır. Takva sahibi olmak ve menhiyatlara girmemek ise mümkün değil. O nedenle piyango gibi bir şey olmalı ki, bu asırda imtihanı kazanabilelim.”
“İşte bu gibi durumlar kazanılması çok kolay, yüzde 99 kazanma ihtimali olan bir piyango gibidir. Menfi ibadetten gelen bir sevap söz konusu, yani müspet ibadetler bildiğimiz namaz, oruç zekat gibi ibadetlerdir. Menfi ibadetler ise işte bu gibi hastalık ve musibetler sayesinde yapılan menfi ibadetlerdir. Bunların sevabı da çok yüksektir.
“Üstadımızın hadislerden mülhem söylediği ‘Bahusus hasta, akrabadan olsa, hususan peder ve valide olsa, onlara hizmet mühim bir ibadettir, mühim bir sevaptır’ (Lem’alar sh. 343) sözü meselemize ışık tutuyor” şeklinde teselli babından birkaç şey söylemiştim.
Sonuç olarak gerçekten büyük bir imtihan, ama büyüklüğü kadar neticesi de büyük bir imtihan, normal şartlarda kazanmanın zor olduğu bir asırda böyle bir imkâna sahip olmak ise büyük bir şans.
Ancak madalyonun diğer yönünü de görmek lazım. Verilene razı olmak ve kemali rıza ile kabullenmek bu işin püf noktası olsa gerek ve hayli yüksek irade ve iman isteyen bir durum. Bu da herkeste bulunmuyor.
Bunları anlattım, anlatmasına ama empati yapınca durum değişiyor. Allah hastası olan bu gibi hasta bakıcılara sabr-ı cemil versin… Amin.
24 Ağustos 2011 Çarşamba 06:55
Empati yapmıştım o gün, bir dostumuzun evindeydik.
O eve yine başka bir dostumuzun aracılığı ile misafirdik. Ailenin tek çocuğu vardı. Ama sakat doğmuş, biz misafir olduğumuzda dokuz yaşına basmıştı.
Gelişimi gayet yavaş, dokuz yaşında olmasına rağmen beş-altı yaşında gibi gösteriyordu. Gözleri neredeyse kör denecek kadar az görüyordu. Elleri kolları yamuk duruyordu. İnsan bakınca bu durum karşısında çaresizliğin ne demek olduğunu fark edebiliyordu.
Çocuğun adı Yasin... Yasin bu durumun fazla farkında değildi. O nedenle espriyi de seven bir kişiliğe sahip olduğundan konuşmaları hem çocuksu hem de esprili ve oyun içerikli idi.
Soruyorum Yasin’e “Hoş geldin, nasılsın, ne var ne yok?”
Yasin büyük bir adam ciddiyetinde “Hoş bulduk ne olacak iş güç, sabahın şafağında kalkmıştım, şimdiye kadar çalıştım çok yoruldum, mobilyaları yetiştirmek için (baba marangoz o nedenle aynı mesleğe özen gösteriyor) kereste doğradım. Ama neyse ki bitirdim” diyor.
Bu defa o soruyor. “Sen ne yaptın, senin işler nasıl gitti?”
Ve bu minval üzere sohbet uzayıp gidiyor.
Bir ara ebeveynden bilgi alıyoruz. Anlattığını özetlersek; Çok büyük mücadele vermiş (tedavi ettirmek için) ama istediği sonucu alamamış. “Bu kadar yapabildim” der gibiydi. Daha ileri götürememiş, buna ne maddi imkanı varmış, ne de çocuk tedaviye cevap veriyormuş. O nedenle beklemede.
Yapılan evlilik akraba evliliği olduğu için de anne korkmuş “ikinci çocuğum da engelli doğarsa ben ne yaparım” diye yeniden hamile kalmak istememiş.
Bu durumda baba da çaresiz. O da yeni bir çocuk isteyemiyor. Çünkü, hayli yorulmuş ve maddi noktada adeta her şeyini sarf etmiş, bir nevi tükenmiş, kısacası hayli yüksek dozlu bir imtihana tabiydiler. Çocuğun durumuna mı yansınlar, yoksa zürriyetsiz kalışlarına mı?
Dediğim gibi empati yaptım, kendimi onun yerine koydum ve düşündüm ne yapabilirim diye, işin içinden çıkamadım.
Sadece babaya yaptığım nasihatle yetinmek zorunda kaldım.
“Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükafat vardır” (Teğabun 15.) ayetini hatırlatmıştım. Ve aslında kendileri için büyük bir fırsat olduğunu ifade ettim. Her anne babaya nasip olmayacak kadar şanslı olduklarını belirtmiştim.
Özetle “madem bu dünyaya imtihan için gelmişiz o halde illa ki, bir şey vesile olacak, yoksa kendi çabamızla bu imtihanı kazanmamız hayli zor. Hem bu zamanda salih amele muvaffak olmak herkese nasip olmuyor. Şartlar çok ağır. Takva sahibi olmak ve menhiyatlara girmemek ise mümkün değil. O nedenle piyango gibi bir şey olmalı ki, bu asırda imtihanı kazanabilelim.”
“İşte bu gibi durumlar kazanılması çok kolay, yüzde 99 kazanma ihtimali olan bir piyango gibidir. Menfi ibadetten gelen bir sevap söz konusu, yani müspet ibadetler bildiğimiz namaz, oruç zekat gibi ibadetlerdir. Menfi ibadetler ise işte bu gibi hastalık ve musibetler sayesinde yapılan menfi ibadetlerdir. Bunların sevabı da çok yüksektir.
“Üstadımızın hadislerden mülhem söylediği ‘Bahusus hasta, akrabadan olsa, hususan peder ve valide olsa, onlara hizmet mühim bir ibadettir, mühim bir sevaptır’ (Lem’alar sh. 343) sözü meselemize ışık tutuyor” şeklinde teselli babından birkaç şey söylemiştim.
Sonuç olarak gerçekten büyük bir imtihan, ama büyüklüğü kadar neticesi de büyük bir imtihan, normal şartlarda kazanmanın zor olduğu bir asırda böyle bir imkâna sahip olmak ise büyük bir şans.
Ancak madalyonun diğer yönünü de görmek lazım. Verilene razı olmak ve kemali rıza ile kabullenmek bu işin püf noktası olsa gerek ve hayli yüksek irade ve iman isteyen bir durum. Bu da herkeste bulunmuyor.
Bunları anlattım, anlatmasına ama empati yapınca durum değişiyor. Allah hastası olan bu gibi hasta bakıcılara sabr-ı cemil versin… Amin.