"Bu aşıdaki yazıdan aldım.Demekki her kişi nefsini eğitirse nefsin en düşük sevisinden en üstün seviyesine doğru yükselebilir.Elbette bu ahir zamanda nefs emmare(1.seviye tek işi kötülüktür)yukarı çıkabilmek bile çok zor.Allah yardımcımız olsun.Demekki günahtan sakınmasan elde ediceğin günah ve zarardan başka bişey olmaz.Nefsle mücadele için nefsi bilmek gerek .İnşallah yararlı konular eklenecektir.
Bu iç yapı mertebeleri hiçbir kimsenin değişmez kaderi değildir. Aksine, her insan, bu mertebeleri aşma yeteneğinde yaratılmış olup, aynı zamanda bununla yükümlü de tutulmuştur. Bu olgunluk mertebeler insanın kendisini eğitmesi ile aşılır. Dinler ve peygamberler insanlara bu hedefleri gösterdikleri gibi, bu hedeflere ulaşmanın yollarını da göstermişlerdir.
"
Kişinin, doğuştan sahip olduğu iyi ve kötü yeteneklerini kendi iradesi ile kontrol etmesine; iyi yeteneklerini işletmek suretiyle geliştirirken kötü yeteneklerini frenlemek suretiyle kendisini eğitmesine nefis terbiyesi denir.
Kur'an-ı Kerim’de:
“Nefse ve ona iyilik ve kötülükleri ilham ederek onu tesviye edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş; onu kötülüklere bulayan ise ziyan etmiştir.” (Şems, 91/6-10)
Peygamberimiz (asm)'de:
“Doğruluğu elden bırakmayınız. Doğruluk iyiliğe; iyilik cennete götürür. Yalandan da kaçınınız. Yalan kötülüğe; kötülük ise cehenneme götürür.”(Buhari, Edeb, 69; Müslim, Birr, 105)
Bu terbiyenin terim anlamı, arıtma demek olan “tasfiye” demek olup, madenlerin tasfiyesine çok benzer.
Bilindiği gibi hemen hiçbir maden saf halde bulunmaz. Her maden, yatağında taş- toprak ile, yabancı madde ve curuf ile, karışık haldedir. Böyle karışık haldeki maden cevherinden saf maden ve mesala altın, demir veya benzin elde etmek için; katı madenler, yüksek fırınlarda eritilir; petrol da rafineri de arıtılır. Daha değerli madenler, daha yüksek ısıda erirken, daha değerli petrol ürünleri, mesela uçak benzini de daha yüksek kulede arıtılır.
Daha yüksek ruhlar da, daha büyük irade gerektiren daha büyük sınavlarla tasfiye edilir.
Peygamberimizin (asm):
Bu iç yapı mertebeleri hiçbir kimsenin değişmez kaderi değildir. Aksine, her insan, bu mertebeleri aşma yeteneğinde yaratılmış olup, aynı zamanda bununla yükümlü de tutulmuştur. Bu olgunluk mertebeler insanın kendisini eğitmesi ile aşılır. Dinler ve peygamberler insanlara bu hedefleri gösterdikleri gibi, bu hedeflere ulaşmanın yollarını da göstermişlerdir.
"
Kişinin, doğuştan sahip olduğu iyi ve kötü yeteneklerini kendi iradesi ile kontrol etmesine; iyi yeteneklerini işletmek suretiyle geliştirirken kötü yeteneklerini frenlemek suretiyle kendisini eğitmesine nefis terbiyesi denir.
Kur'an-ı Kerim’de:
“Nefse ve ona iyilik ve kötülükleri ilham ederek onu tesviye edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş; onu kötülüklere bulayan ise ziyan etmiştir.” (Şems, 91/6-10)
Peygamberimiz (asm)'de:
“Doğruluğu elden bırakmayınız. Doğruluk iyiliğe; iyilik cennete götürür. Yalandan da kaçınınız. Yalan kötülüğe; kötülük ise cehenneme götürür.”(Buhari, Edeb, 69; Müslim, Birr, 105)
Bu terbiyenin terim anlamı, arıtma demek olan “tasfiye” demek olup, madenlerin tasfiyesine çok benzer.
Bilindiği gibi hemen hiçbir maden saf halde bulunmaz. Her maden, yatağında taş- toprak ile, yabancı madde ve curuf ile, karışık haldedir. Böyle karışık haldeki maden cevherinden saf maden ve mesala altın, demir veya benzin elde etmek için; katı madenler, yüksek fırınlarda eritilir; petrol da rafineri de arıtılır. Daha değerli madenler, daha yüksek ısıda erirken, daha değerli petrol ürünleri, mesela uçak benzini de daha yüksek kulede arıtılır.
Daha yüksek ruhlar da, daha büyük irade gerektiren daha büyük sınavlarla tasfiye edilir.
Peygamberimizin (asm):
“İnsanlar içinde, en ağır bela ve musibetlere, öncelikle peygamberler, sonra veliler ve derece derece mü’minler uğrar.” (Buhari Merda, 3; Tirmizi, Fiten, 575)
anlamındaki sözleri, bunu anlatır. Atalarımız da bunu şu sözleri ile anlatmışlar:
anlamındaki sözleri, bunu anlatır. Atalarımız da bunu şu sözleri ile anlatmışlar:
“Kafirin başı bile ağrımaz.”
“Dağına göre kar.”
İnsanlar da “iyilik” yapma ve “kötülük” işleme yetenekleri, doğuştan bir arada ve deyim yerinde ise, tıpkı madenlerdeki taş toprak ve katran gibi, karışık haldedir.
İnsan, bu dünyada gerek kendisine yüklenen ödevleri yerine getirmek, gerek başına gelen sıkıntıları sabırla göğüslemek, gerek eline geçen nimetlere şükretmek, gerekse canının çektiği gayrimeşru ve yasak şeylerden kaçınmak suretiyle kendisini arıtacak ve Rabbine, nefsini terbiye ve tasfiye ettiği halde kavuşmaya çalışacaktır.
Nefs terbiyesi demek, kişinin iç dünyasın terbiye etmesi demektir. İnsanın iç dünyası çeşitli durumlar gösterir.
Öyle insan vardır ki, onun iç dünyası her an kötü şeylere; yalana, dolana, harama, haksızlığa meyyaldir. Hep böyle kötü şeyler arzu eder. İçinden duyduğu bütün dürtüler bu yöndedir. İç dünyası böyle olan kimse, işlediği hiçbir kötülükten pişmanlık duymaz. Aksine, benzer kötülükleri yine işleyebilmek için adeta fırsat kollar. Böyle bir kimse, bu iç dünyasını değiştirmedikçe, onu kötü yoldan dönmesi beklenemez.
İç dünyamızın bu durumuna, din dilinde; “Hep kötülük isteyen ve kötülük peşinde koşturan nefis” anlamında olarak “nefs-i emmare” denir. Bu durum, iyi eğitim almamış her insan için söz konusudur. İnsan bu durumda kaldığı müddetçe, onun ömrü hep kötü fiillerle veya kötü fiillerin hasreti içinde geçer.
Öyle insan da vardır ki, zaman zaman kötülük eder. Fakat, işlediği kötü fiillerden sonra içinden bir pişmanlık duyar: "Kötü olan bu işi ben niçin işledim? Yapmamalı idim." diyerek kendi kendisini kınar. Bir daha böyle şeyler yapmamalıyım diye de kendi kendine karar verir.
Fakat, bir müddet sonra yine aynı veya benzer hatalara düşer; kötü işler yapar. Peşinden yine pişmanlık duyar. Böyle sürüp gider.
İşte böyle bir iç dünyaya, din dilinde, “kendi kendisini kınayan nefis” anlamında olmak üzere, “nefs-i levvame” denir. Bu durum nefsin bir üst mertebesini ifade eder ki, bir insanın kötü alışkanlıklarından kurtulabilmesi için en az bu mertebede bir iç dünyasına yükselmesi gerektir.
İnsan beşerdir; şaşar; hata, kusur ve hatta kötülük işler. Fakat, hiç olmazsa, o kötülüğü işledikten sonra olsun kendine gelmeli ve ondan pişmanlık duymalıdır. İşlediği kötülükten pişmanlık duymayan kimsenin, kötü alışkanlıklarını terk ederek kötü yoldan iyi yola gelmesi beklenemez. Ama, pişmanlık duyan kimsenin er geç doğru yolu bulacağı umulur.
Bazı insanlar da vardır ki, onların iç dünyası, birinci mertebede açıkladığımız iç dünyasının tam tersine, iyi şeyler; doğruluğa, dürüstlüğe, helalî- haramı gözetmeye, iffete namusa, edep ve hayaya meyyaldir. İçinden gelen şeyler hep böyle iyi şeylerdir:
Uykusundan kalkar, temizlik ve ibadetini yapar. İşine gider; üstüne düşeni en güzel bir şekilde yapmaya özenir. Vakti gelince helâlinden yemeğini yer; ibadetini yapar. Konuştuğunda doğruyu söyler; söz verdi mi yerine getirir. Yardıma muhtaç birini gördü mü elinden geldiği kadar yardım etmeye çalışır. Kimseyi incitmez. Kimseyi çekiştirmez. Herkesin hakkını kendi hakkı kadar, herkesin malını kendi malı kadar, herkesin ırz ve namusunu kendisininki kadar dokunulmaz, hatta, kutsal sayar.
Yakınlarına ve fakirlere zekâtıyla, fitresiyle, sadakasıyla destek olur. Elinden geliyorsa ihtiyaç olan yerler cami, okul, hastane, yol, çeşme ve benzeri hayırlar yapar; yaptırır. Kısaca iyilik ve hayrın birini bitirdikçe içinden bir diğerine başlamak gelir. Bütün bunları yapma kelinden gelmese ve yapamasa da yapabilme heves ve arzusu içinde yaşar.
Böyle bir iç dünyaya da din dilinde “iyilik ilhamcısı nefis” anlamında olarak “nefs-i mülhime” denir.
Bir ileri mertebedeki iç yapıda insan, sadece iyiliğe heves etmekle kalmaz. Ayın zamanda huzuru ancak o iyi davranışlarda bulur. İyilikleri, onun iç dünyasının havası ve suyu gibidir. Balığın su dışında yaşayamaması gibi o da iyiliklerden ayrı olarak yaşayamayacağı kanaatindedir.
Nefsin bu mertebesinde din dilinde “iyi davranışlardan ve iyiliklerden huzur bulan nefis” anlamında olara “nefs-i mutmainne” denir.
Daha ileri dereceler ise “radiye” ve “mardiyye” mertebeleridir ki, bu ertebelerde insan, sadece huzur bulmakla kalmaz aynı zamanda iyilik ve hayır kavramlarının bilincine de vararak tam bir hoşnutluk içinde bulunur. Bu hoşnutluk ise, Yüce Yaradan’ın hoşnutluğuna erdirir. Artık Allah kulundan, kul Allah’tan razıdır.
Bu iç yapı mertebeleri hiçbir kimsenin değişmez kaderi değildir. Aksine, her insan, bu mertebeleri aşma yeteneğinde yaratılmış olup, aynı zamanda bununla yükümlü de tutulmuştur. Bu olgunluk mertebeler insanın kendisini eğitmesi ile aşılır. Dinler ve peygamberler insanlara bu hedefleri gösterdikleri gibi, bu hedeflere ulaşmanın yollarını da göstermişlerdir.
Filozofların ve aklı eren herkesin gösterdiği ahlâkî ilkeler gözden geçirildiğinde, o ilkelerinde bu hedeflere yönelik olduğu görülür.
Bize düşen, önce bunları öğrenmek sonra da hedef olarak benimsemek ve bizi bu hedeflere ulaştıracak fiil ve davranışlara elimizden geldiği kadar içten gelen bir samimiyetle yönelmektir.
Namazı, orucu, haccı, zekatı, kısaca ibadetleri, temizliği, doğruluğu, yardımı ve iyilik severliği kısaca iyi ahlâkı, farz bilip elimizden geldiğince bunları yapmaya çalışmak; yalanı, dolanı,hileyi, haramı,.. yasak bilip bunlardan sakınmak; iç dünyamızı eğitecek ve geliştirecek başlıca çarelerdendir.
Sorularla islamiyet
“Dağına göre kar.”
İnsanlar da “iyilik” yapma ve “kötülük” işleme yetenekleri, doğuştan bir arada ve deyim yerinde ise, tıpkı madenlerdeki taş toprak ve katran gibi, karışık haldedir.
İnsan, bu dünyada gerek kendisine yüklenen ödevleri yerine getirmek, gerek başına gelen sıkıntıları sabırla göğüslemek, gerek eline geçen nimetlere şükretmek, gerekse canının çektiği gayrimeşru ve yasak şeylerden kaçınmak suretiyle kendisini arıtacak ve Rabbine, nefsini terbiye ve tasfiye ettiği halde kavuşmaya çalışacaktır.
Nefs terbiyesi demek, kişinin iç dünyasın terbiye etmesi demektir. İnsanın iç dünyası çeşitli durumlar gösterir.
Öyle insan vardır ki, onun iç dünyası her an kötü şeylere; yalana, dolana, harama, haksızlığa meyyaldir. Hep böyle kötü şeyler arzu eder. İçinden duyduğu bütün dürtüler bu yöndedir. İç dünyası böyle olan kimse, işlediği hiçbir kötülükten pişmanlık duymaz. Aksine, benzer kötülükleri yine işleyebilmek için adeta fırsat kollar. Böyle bir kimse, bu iç dünyasını değiştirmedikçe, onu kötü yoldan dönmesi beklenemez.
İç dünyamızın bu durumuna, din dilinde; “Hep kötülük isteyen ve kötülük peşinde koşturan nefis” anlamında olarak “nefs-i emmare” denir. Bu durum, iyi eğitim almamış her insan için söz konusudur. İnsan bu durumda kaldığı müddetçe, onun ömrü hep kötü fiillerle veya kötü fiillerin hasreti içinde geçer.
Öyle insan da vardır ki, zaman zaman kötülük eder. Fakat, işlediği kötü fiillerden sonra içinden bir pişmanlık duyar: "Kötü olan bu işi ben niçin işledim? Yapmamalı idim." diyerek kendi kendisini kınar. Bir daha böyle şeyler yapmamalıyım diye de kendi kendine karar verir.
Fakat, bir müddet sonra yine aynı veya benzer hatalara düşer; kötü işler yapar. Peşinden yine pişmanlık duyar. Böyle sürüp gider.
İşte böyle bir iç dünyaya, din dilinde, “kendi kendisini kınayan nefis” anlamında olmak üzere, “nefs-i levvame” denir. Bu durum nefsin bir üst mertebesini ifade eder ki, bir insanın kötü alışkanlıklarından kurtulabilmesi için en az bu mertebede bir iç dünyasına yükselmesi gerektir.
İnsan beşerdir; şaşar; hata, kusur ve hatta kötülük işler. Fakat, hiç olmazsa, o kötülüğü işledikten sonra olsun kendine gelmeli ve ondan pişmanlık duymalıdır. İşlediği kötülükten pişmanlık duymayan kimsenin, kötü alışkanlıklarını terk ederek kötü yoldan iyi yola gelmesi beklenemez. Ama, pişmanlık duyan kimsenin er geç doğru yolu bulacağı umulur.
Bazı insanlar da vardır ki, onların iç dünyası, birinci mertebede açıkladığımız iç dünyasının tam tersine, iyi şeyler; doğruluğa, dürüstlüğe, helalî- haramı gözetmeye, iffete namusa, edep ve hayaya meyyaldir. İçinden gelen şeyler hep böyle iyi şeylerdir:
Uykusundan kalkar, temizlik ve ibadetini yapar. İşine gider; üstüne düşeni en güzel bir şekilde yapmaya özenir. Vakti gelince helâlinden yemeğini yer; ibadetini yapar. Konuştuğunda doğruyu söyler; söz verdi mi yerine getirir. Yardıma muhtaç birini gördü mü elinden geldiği kadar yardım etmeye çalışır. Kimseyi incitmez. Kimseyi çekiştirmez. Herkesin hakkını kendi hakkı kadar, herkesin malını kendi malı kadar, herkesin ırz ve namusunu kendisininki kadar dokunulmaz, hatta, kutsal sayar.
Yakınlarına ve fakirlere zekâtıyla, fitresiyle, sadakasıyla destek olur. Elinden geliyorsa ihtiyaç olan yerler cami, okul, hastane, yol, çeşme ve benzeri hayırlar yapar; yaptırır. Kısaca iyilik ve hayrın birini bitirdikçe içinden bir diğerine başlamak gelir. Bütün bunları yapma kelinden gelmese ve yapamasa da yapabilme heves ve arzusu içinde yaşar.
Böyle bir iç dünyaya da din dilinde “iyilik ilhamcısı nefis” anlamında olarak “nefs-i mülhime” denir.
Bir ileri mertebedeki iç yapıda insan, sadece iyiliğe heves etmekle kalmaz. Ayın zamanda huzuru ancak o iyi davranışlarda bulur. İyilikleri, onun iç dünyasının havası ve suyu gibidir. Balığın su dışında yaşayamaması gibi o da iyiliklerden ayrı olarak yaşayamayacağı kanaatindedir.
Nefsin bu mertebesinde din dilinde “iyi davranışlardan ve iyiliklerden huzur bulan nefis” anlamında olara “nefs-i mutmainne” denir.
Daha ileri dereceler ise “radiye” ve “mardiyye” mertebeleridir ki, bu ertebelerde insan, sadece huzur bulmakla kalmaz aynı zamanda iyilik ve hayır kavramlarının bilincine de vararak tam bir hoşnutluk içinde bulunur. Bu hoşnutluk ise, Yüce Yaradan’ın hoşnutluğuna erdirir. Artık Allah kulundan, kul Allah’tan razıdır.
Bu iç yapı mertebeleri hiçbir kimsenin değişmez kaderi değildir. Aksine, her insan, bu mertebeleri aşma yeteneğinde yaratılmış olup, aynı zamanda bununla yükümlü de tutulmuştur. Bu olgunluk mertebeler insanın kendisini eğitmesi ile aşılır. Dinler ve peygamberler insanlara bu hedefleri gösterdikleri gibi, bu hedeflere ulaşmanın yollarını da göstermişlerdir.
Filozofların ve aklı eren herkesin gösterdiği ahlâkî ilkeler gözden geçirildiğinde, o ilkelerinde bu hedeflere yönelik olduğu görülür.
Bize düşen, önce bunları öğrenmek sonra da hedef olarak benimsemek ve bizi bu hedeflere ulaştıracak fiil ve davranışlara elimizden geldiği kadar içten gelen bir samimiyetle yönelmektir.
Namazı, orucu, haccı, zekatı, kısaca ibadetleri, temizliği, doğruluğu, yardımı ve iyilik severliği kısaca iyi ahlâkı, farz bilip elimizden geldiğince bunları yapmaya çalışmak; yalanı, dolanı,hileyi, haramı,.. yasak bilip bunlardan sakınmak; iç dünyamızı eğitecek ve geliştirecek başlıca çarelerdendir.
Sorularla islamiyet