Nur talebeleri anayasa tartışmalarının neresinde?

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Nur talebeleri anayasa tartışmalarının neresinde?
31 Temmuz 2011 Pazar 06:48
Birkaç gün evvel Emirdağ Lahikası’nda beşinci kez hitama erdim. Emirdağ Lahikası’nı benim bitirebilmem mümkün değil. Bu yönüyle külliyatın hiçbir eserini bitirebilmiş sayamıyorum kendimi. Ancak ben bitiyorum birazcık, o satırlardaki yolculuğumu kendi adıma tamamlarken. Gelecekteki Nur talebelerine bırakıyorum sonra sıramı, emanetçisi olduğum mirasımı. Bizim okumalarımız böyle kişisel bitmelerden ibaret işte. Yoksa asla Emirdağ Lahikası bitmiş değil, ben onu bitirebilmiş değilim. O kim bilir daha kaç Nur talebesi eskitir satırlarında, sarı sayfalarında. Kendisi eskimez, öyle kalır. Öyle ya, vahye merbutiyeti olanlar Baki’dir, vahye temas edemeyenlerse herdem azalır.
Her okuyuşta farklı bir yönü çekiyor dikkatimi... Belki okumalarım arasındaki mesafeden dolayı ben, başka bir Ahmet olmuş oluyorum bir yenisine başlarken. Başka bir Ahmet alıyor aynı eseri eline, farklı şeyler düşünüyor. İşte bu sefer de okuyorum, ama bu sefer daha başka bir gündemle, daha başka telaşlarla, daha başka bilgilerin üzerine okuyorum. Risale-i Nur bir nazenin güzel, bir huri misal, farklı bir rengini gösteriyor bana. Üstelik hiçbir renk bir diğerini kapatmıyor.
Anayasa tartışmaları sürerken okudum Emirdağ Lahikası’nı bu sefer. Birilerinin sürekli yeni taslaklar hazırladığı, yeni sunumlar yaptığı yılan hikayesine dönen anayasa meselesi üzerine geziyorum Lahika’nın satırları arasında...
Fark ediyorum, bu Lahikalardan hareketle bir güzel anayasa taslağı çıkarılabilir. “Zaten Lahikalar neyi anlatıyor?” diyorum. “Onların da meselesi, derdi, hukukun ayaklar altında olduğu zamanlarda hakkın davasını savunmak değil mi?”
Emirdağ Lahikası, ben gibi yaramaz bir öğrenciyi kulağından tutuyor, alıp Şualar’daki savunmaları okutuyor bu sefer. “İyi bak, bunlar bizim ağabeylerimizdir. Önce bunları oku” diyor. Onlara göz gezdiriyorum. Bediüzzaman’ın bütün savunmalarını temellendirdiği esaslar çarpıyor gözüme. Mesela; “Hükümet ele bakar, kalbe bakamaz” diyor. “Muhalefetin hakk-ı hayatından” bahsediyor Hz. Ömer’in devrini ve İngilizlerin Hindistan’daki yönetimini örnek vererek. Yine orada ve Emirdağ Lahikası’nda musırrane; “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” ayetini tekrar ediyor. Hatta bununla kalmıyor. Emirdağ Lahikası’nın ahirindeki pek çok yerde bu ayet-i kerime için; “Kur’an’ın kanun-u esasîsi” tabirini kullanıyor.
Onlardan çekiyorum kendimi. Külliyatta geziyorum. Pek çok yerde Kur’anî hukukun temellerine temas ettiğini müşahade ediyorum. Ve sormadan edemiyorum, ben misal genç Nur talebeleri adına:
TÜSİAD’ın, AK Parti’nin, hatta BDP’nin bile anayasa taslağı hazırlayıp kamuoyuna sunduğu bir zamanda; biz ki, bu kem düzenin pek çok tokadını yemiş, pek çok badire atlatmış, pek çok alanda kendisini savunmak zorunda bırakılmış Nur talebeleriyiz; biz neden Üstad’ın savunmalarından, mektuplarından, eserlerinden hareketle bir taslak hazırlayıp sunamıyoruz? Neden bunu yapamıyoruz? Neden herkes bir şeyler yaptıktan sonra onlara bakarak; ‘Aslında Risale-i Nur’a bakmaları lazımdı’ yahut ‘Başbakan Risale-i Nur’a bakmalıydı’ gibi zayıf ifadelerde tartışmalara katılıyoruz? Bizim şahs-ı manevimizin aklı bir TÜSİAD kadar yok mudur Bir AK Parti kadar olamaz mıyız? Bunu biz de sayıları milyonları bulan bir cemaat olarak başaramaz mıyız?”
İşte ben bunları sormadan edemiyorum. Hem ne yalan söyleyeyim: “Başbakan Risale-i Nur’a baksın” yahut “Filanca Bediüzzaman’ın şu eserini dikkate alsın” demek de bana kolaycılıkmış gibi geliyor. Zira öyle bahisler var ki, o eserlerde; en kıdemli, en eski Nur talebelerine bile okutsanız, anlayamadıkları yerler oluyor. Bazen izah edemiyorlar yahut yanlış anlatıyorlar. Hal böyleyken, başbakana kırk yıldır Risale-i Nur’u okuyor ve üzerinde çalışıyormuş gibi “Risale-i Nur’a baksın” demek pek yerinde bir davranış gibi gelmiyor bana.
Bizde eksik olan aslında biraz bu. Hazine değerindeki bir metne sahip olup onun yeterli entelektüel açılımlarını yapamamak ve bunları yazamamak.
İhsan Kasım ağabeyle bir sohbetimizde bana bir şey söylemişti ki, hak vermemem mümkün olmuyor. Şöyle demişti İhsan ağabey: “Şimdi Risale-i Nur hakkındaki bütün kitapları toplayıp avucunda sıksan, içlerinde hakikate dair yeni bir cümle bir damla olur, elinden akar ancak. Geri kalanlar birbirinin tekrarı gibi...” Amenna.
İşte ben de gündeme ve bize bakıp bu cümleyi, bir yazının içinde biraz özeleştiri tarzında söylemek zorunda kalıyorum. Bir kardeşlerinin bu haklı/haksız serzenişlerine, keşkelerine katlanan kardeşlerimden Allah razı olsun.
 
Üst