Orucun en önemli hediyelerinden biri sabırdır. Oruç,acıyı yudum yudum içme sanatı olan sabrı bize öğretir. Bu sanatın öğrenilmesi için oruca ihtiyaç vardır. S-b-r kelimesinden türeyen sabır, hapsetmek manasına gelmektedir. Sabır, acı ve bağırma anında nefsi tutmaktır. Sabır üç çeşide ayrılır: Allah’ın yasakladığı şeylere girmeme hususunda sabır, Allah’a taat hususunda sabır, bütün bunlara sabretmede sabırdır. (İbn Manzur,Lisanü’l-Arap,Daru’s-Sadir,Beyrut,C. 4, s. 437-439; Cevheri, Sıhah,Daru’l-İlim li’l-Melayin, Beyrut, 1979, C. 3,s. 706)
Sabır,sıkıntı anında nefsi tutmaktır. Arapça’da “sabertu eddabbe” cümlesinin manası aç olarak hayvanı hapsetmek ve tutmak olarak verilir. Bir başka tarife göre de sabır aklın ve Kur’anî prensiplerin çerçevesine göre nefsi tutmak olarak isimlendirilmiştir. “Sabera” kelimesine sabrı elde etmek için nefsin olumsuz istekleriyle mücadele manası verilmiştir. Bu yönüyle nefsin olumsuz istekleriyle mücadele en güzel hâliyle oruç tutarken yaşanır. Zaten “ıstabera” kelimesi sabrı,güçle gayretle yüklenmeyi ifade eder. Aynı kökten gelen “Sabûr” kelimesi sabra gücün yetmesini ifade eder. (Rağıb el-Isfahanî,el-Müfredât fi Garibi’l-Kur’ân,Kahraman Yayınları,İstanbul 1986,s. 404-405) “Sabûr” bu anlamıyla Allah’ın sıfatlarından bir sıfat olmuştur.
Aslında sabır, nefsin olumsuz duygu, düşünce ve fiillerini Allah’ın sevgi,rahmet ve affediciliğinin sıcaklığına hapsetmektir. Nefsin olumsuzluklarını ve kötülüklerini Rabbimizin rahmet,sevgi ve hoş görüsüyle etkisiz hâle getirmektir. Akla ve sağduyuya aykırı bütün hâl ve fiiller, Rabb’in “Kerim,Latif ve Ğafûr” isimlerinin ilahî tecellileriyle eritmektir. Bizler de, “Rabbim “Sabûr” ismin hürmetine nefsimizin şer odaklı hâllerini, Senin sevginin, lutfunun, ikramının ve affediciliğinin sıcaklığına hapsetmeyi bizlere ikram eyle” diyerek manevî ve fiili duada bulunmalıyız. Oruç ile bu duayı hissedilen ve yaşanan bir hâle getirmeliyiz.
Nefsin olumsuz duygularından öfkeyi ele alalım. Öfke ateşe benzer, öfke ateşine sabretmek, öfkeyi hapsetmektir. Öfke ateşini sabır fanusunun içine aldığımızda bizi yakmaz; ama sabır fanusunu kırarsak ateş bizi de çevreyi de yakar. Öfke ateşini, ibadet disipliniyle oruç sayesinde söndürürüz.
Kur’an-ı Kerim’de sabır,hayırlı bir çabada ve mücadelede insanın karşılaşabileceği zorluklara, olumsuzluklara karşı dayanıklı olmayı,direnmeyi, metaneti, azmi ve cesareti ifade eder. Asr suresinde, sabrın insana güç, kuvvet, metanet, direnme gücü ve cesaret katan bir ahlakî kavram olduğu anlaşılmaktadır. Sabır içerisinde aksiyonu,eylemi,motivasyon gücünü ve manevî ruh enerjisini barındırır. Oruç ise sabrı besleyerek sürekli insanın bu güzellikleri yaşamasını sağlar.
Allah Teala sabrın,hakkın açıklanması, haklı mücadelenin devamını ve yayılmasını sağlayan direnme,metanet, cesaret ve azim gücü olduğunu şöyle ifade eder: “Zamana yemin olsun ki, hiç şüphesiz insan apaçık bir ziyan içindedir. Ancak iman edenler, yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır." (Asr, 1-3) İşte oruç, ziyan içinde sabra sırt dönülerek yaşanan bir hayatı insana yasaklar.
Kul, karşılaştığı sıkıntı ve belaların verdiği üzüntüyü sadece Allah’a arz eder ve O’nun yardım ve lütfunu ister. Hakiki kul, şekva dediğimiz “şikayetini sadece Allah’a sunma, Rabbi’nin kendisi için dilediğine rıza gösterme” hâline de aykırı düşmez. (Uludağ,Süleyman
Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay., İstanbul,1999, s. 446)
Sabır, Allah Teala’dan istenmesi gereken önemli bir ahlak ilkesidir. “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak bizim canımızı al.” (Araf,126) ayeti bizlerin Rabbimizden daima sabır sahibi insanlar içerisinde, O’nun huzuruna çıkmayı dilememizin önemini hissettirmektedir. Bu duayı yaşamanın anahtarı ise, sabrı öğrendiğimiz oruca sarılmaktır. Orucu kendimize yoldaş ve sırdaş kılmaktır.
İnsanı başarıya ulaştıran ve mutlu kılan ahlak kurallarının başında sabır gelir. Kur’an-ı Kerim,“Sabrediniz,şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153) buyurarak Rabbin muhabbetinin ve yakınlığının,sabreden insanların gönlünde hep bir çiçek gibi açacağına işaret ederken,sabredenlere Rablerinin de her durum ve şartta yakın olacağını ispat etmektedir. Allah bir kimse ile beraber olursa, onun mutlu bir sonuca ulaşması,iki cihanda da umduklarına nail, korktuklarından emin olması mümkün olduğundan Rabbimiz,“Sabredenleri müjdele.” (Bakara,155) buyurmuştur. Oruç bize sabrı hediye ettiğinde, aslında Rabbimizin ikramlarının müjdesini bize sunmaktadır.
“Hiç şüphe yok ki, Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmran, 146) ayeti de Allah’ın sevdiği ve değer verdiği bir kul olmayı isteyen insanların en yakın dostlarının ve hayat arkadaşlarının sabır olması gerektiğini bizlere göstermektedir. Allah’ın sevdiği ve dost edindiği bir kul iki cihanda da çok mutlu olabilecek; elindekiyle huzura erebilecek; geçmiş için hayıflanmaktan, gelecek için endişeye düşmekten vazgeçebilecektir. Bu nedenle Yüce Allah, “Sabret,Allah’ın vaadi haktır.” (Rûm, 60; Gâfir, 55) buyurarak insanlara sabrın en güzel ilaç olduğunu vurgulayarak onlara sabrı emretmiştir. Sabır ilacını ruhun her zerresine yayan ise oruçtur. Bu nedenle ramazanın en güzel hediyesi,oruçtur. Orucun en güzel hediyesi ise, sıkıntıyı hazmetme sanatı olan sabırdır. Ne mutlu her zerreye oruç tutturarak sabır şerbetini içenlere…
Not: Bu yazı,Diyanet Avrupa Aylık Dergi Ağustos 2010 sayısında yayınlanmıştır
Sabır,sıkıntı anında nefsi tutmaktır. Arapça’da “sabertu eddabbe” cümlesinin manası aç olarak hayvanı hapsetmek ve tutmak olarak verilir. Bir başka tarife göre de sabır aklın ve Kur’anî prensiplerin çerçevesine göre nefsi tutmak olarak isimlendirilmiştir. “Sabera” kelimesine sabrı elde etmek için nefsin olumsuz istekleriyle mücadele manası verilmiştir. Bu yönüyle nefsin olumsuz istekleriyle mücadele en güzel hâliyle oruç tutarken yaşanır. Zaten “ıstabera” kelimesi sabrı,güçle gayretle yüklenmeyi ifade eder. Aynı kökten gelen “Sabûr” kelimesi sabra gücün yetmesini ifade eder. (Rağıb el-Isfahanî,el-Müfredât fi Garibi’l-Kur’ân,Kahraman Yayınları,İstanbul 1986,s. 404-405) “Sabûr” bu anlamıyla Allah’ın sıfatlarından bir sıfat olmuştur.
Aslında sabır, nefsin olumsuz duygu, düşünce ve fiillerini Allah’ın sevgi,rahmet ve affediciliğinin sıcaklığına hapsetmektir. Nefsin olumsuzluklarını ve kötülüklerini Rabbimizin rahmet,sevgi ve hoş görüsüyle etkisiz hâle getirmektir. Akla ve sağduyuya aykırı bütün hâl ve fiiller, Rabb’in “Kerim,Latif ve Ğafûr” isimlerinin ilahî tecellileriyle eritmektir. Bizler de, “Rabbim “Sabûr” ismin hürmetine nefsimizin şer odaklı hâllerini, Senin sevginin, lutfunun, ikramının ve affediciliğinin sıcaklığına hapsetmeyi bizlere ikram eyle” diyerek manevî ve fiili duada bulunmalıyız. Oruç ile bu duayı hissedilen ve yaşanan bir hâle getirmeliyiz.
Nefsin olumsuz duygularından öfkeyi ele alalım. Öfke ateşe benzer, öfke ateşine sabretmek, öfkeyi hapsetmektir. Öfke ateşini sabır fanusunun içine aldığımızda bizi yakmaz; ama sabır fanusunu kırarsak ateş bizi de çevreyi de yakar. Öfke ateşini, ibadet disipliniyle oruç sayesinde söndürürüz.
Kur’an-ı Kerim’de sabır,hayırlı bir çabada ve mücadelede insanın karşılaşabileceği zorluklara, olumsuzluklara karşı dayanıklı olmayı,direnmeyi, metaneti, azmi ve cesareti ifade eder. Asr suresinde, sabrın insana güç, kuvvet, metanet, direnme gücü ve cesaret katan bir ahlakî kavram olduğu anlaşılmaktadır. Sabır içerisinde aksiyonu,eylemi,motivasyon gücünü ve manevî ruh enerjisini barındırır. Oruç ise sabrı besleyerek sürekli insanın bu güzellikleri yaşamasını sağlar.
Allah Teala sabrın,hakkın açıklanması, haklı mücadelenin devamını ve yayılmasını sağlayan direnme,metanet, cesaret ve azim gücü olduğunu şöyle ifade eder: “Zamana yemin olsun ki, hiç şüphesiz insan apaçık bir ziyan içindedir. Ancak iman edenler, yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır." (Asr, 1-3) İşte oruç, ziyan içinde sabra sırt dönülerek yaşanan bir hayatı insana yasaklar.
Kul, karşılaştığı sıkıntı ve belaların verdiği üzüntüyü sadece Allah’a arz eder ve O’nun yardım ve lütfunu ister. Hakiki kul, şekva dediğimiz “şikayetini sadece Allah’a sunma, Rabbi’nin kendisi için dilediğine rıza gösterme” hâline de aykırı düşmez. (Uludağ,Süleyman
Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay., İstanbul,1999, s. 446)
Sabır, Allah Teala’dan istenmesi gereken önemli bir ahlak ilkesidir. “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak bizim canımızı al.” (Araf,126) ayeti bizlerin Rabbimizden daima sabır sahibi insanlar içerisinde, O’nun huzuruna çıkmayı dilememizin önemini hissettirmektedir. Bu duayı yaşamanın anahtarı ise, sabrı öğrendiğimiz oruca sarılmaktır. Orucu kendimize yoldaş ve sırdaş kılmaktır.
İnsanı başarıya ulaştıran ve mutlu kılan ahlak kurallarının başında sabır gelir. Kur’an-ı Kerim,“Sabrediniz,şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153) buyurarak Rabbin muhabbetinin ve yakınlığının,sabreden insanların gönlünde hep bir çiçek gibi açacağına işaret ederken,sabredenlere Rablerinin de her durum ve şartta yakın olacağını ispat etmektedir. Allah bir kimse ile beraber olursa, onun mutlu bir sonuca ulaşması,iki cihanda da umduklarına nail, korktuklarından emin olması mümkün olduğundan Rabbimiz,“Sabredenleri müjdele.” (Bakara,155) buyurmuştur. Oruç bize sabrı hediye ettiğinde, aslında Rabbimizin ikramlarının müjdesini bize sunmaktadır.
“Hiç şüphe yok ki, Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmran, 146) ayeti de Allah’ın sevdiği ve değer verdiği bir kul olmayı isteyen insanların en yakın dostlarının ve hayat arkadaşlarının sabır olması gerektiğini bizlere göstermektedir. Allah’ın sevdiği ve dost edindiği bir kul iki cihanda da çok mutlu olabilecek; elindekiyle huzura erebilecek; geçmiş için hayıflanmaktan, gelecek için endişeye düşmekten vazgeçebilecektir. Bu nedenle Yüce Allah, “Sabret,Allah’ın vaadi haktır.” (Rûm, 60; Gâfir, 55) buyurarak insanlara sabrın en güzel ilaç olduğunu vurgulayarak onlara sabrı emretmiştir. Sabır ilacını ruhun her zerresine yayan ise oruçtur. Bu nedenle ramazanın en güzel hediyesi,oruçtur. Orucun en güzel hediyesi ise, sıkıntıyı hazmetme sanatı olan sabırdır. Ne mutlu her zerreye oruç tutturarak sabır şerbetini içenlere…
Not: Bu yazı,Diyanet Avrupa Aylık Dergi Ağustos 2010 sayısında yayınlanmıştır