HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Kur’an-ı Kerim
PEYGAMBERLİK DÖNEMİ
MEKKE DEVRİ
Rüyây-ı Sâdıka:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kırk yaşına ulaştığı zaman, ilk peygamberlik başlangıcı sâdık rüyâlar görmekle olmuştur.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e vahiy olarak ilk başlayan şey, uykuda gördüğü sâdık rüyâlar idi.” (Müslim: 160)
Sâdık rüyâ, içerisine şeytanın iğvası karışmayan doğru rüyâdır.
Her rüyâyı sanki gün ışığında görüyormuş gibi görüyor, kendisine bazı talimat veya bilgiler veriliyordu.
Bu rüyâlar vahyin başlangıcı olup, Muhammed Aleyhisselâm’ı uyanıklık halinde görülecek şeylere ve gelecek olan vahye hazırlıyordu. Nitekim daha sonraları sâdık rüyâyı, vahyin kırkaltıda bir parçası olarak vasıflandırmışlardır.
Gün gibi ortaya çıkan bu rüyaları peygamberliğinden altı ay önce görmeye başlamıştı. Hikmet-i İlâhî bu altı aylık süre, yirmi üç yıl süren peygamberliğinin kırk altıda biri olmuş oluyor. Peygamberlerin rüyâsı vahiydir.
Daha sonra kendisine yalnızlık sevdirildi. Bu ise yalnız kaldığı zaman kalbi her türlü dünyevî kayıtlardan uzak kalacağı içindir. Bazı zamanlar evlerden uzaklaşır, Mekke’nin dağ aralarında vâdilerin içlerine doğru dalar giderdi. Onun bu hâlini gören Kureyşliler: “Muhammed Rabb’ine âşık oldu.” diyorlardı.
İlk Vahiy:
Nihayet Allah-u Teâlâ’nın Muhammed Aleyhisselâm’ı peygamber olarak göndereceği gün gelmiş bulunuyordu.
610 yılının Ramazan ayında daha önce olduğu gibi yine Hira’daki mağarada inzivaya çekilmişti. Kadir gecesinde ve gece yarısından sonra idi. Ridâsına bürünüp murakabaya dalmış olduğu bir sırada kendisine birden bire ilk açık ve bâriz vahiy geldi. Vahiy meleği Cebrâil Aleyhisselâm görünerek: “Oku!” dedi. Resulullah Aleyhisselâm okuma bilmediği için:
“Ben okumayı bilmem!” diye cevap verdi.
Çünkü o gerçekten ümmî idi. Bunun üzerine melek onu tutup, takatı kesilinceye kadar sıktı ve bıraktı. Sonra yine:“Oku!”dedi, Resulullah Aleyhisselâm aynı cevabı verdi:
“Ben okumayı bilmem.” buyurdu. Melek yine tutup baştan ayağa takati kesilinceye kadar sıktı ve:“Oku!” dedi. Aynı şekilde:
“Ben okumayı bilmem!” diye cevap verince yine tuttu, her defasındakinden daha kuvvetli sıktıktan sonra bıraktı ve şu Âyet-i kerime’leri okudu:
“Yaratan Rabb’inin adıyla oku! O, insanı kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabb’in nihayetsiz kerem sahibidir. O ki, kalemle (yazı yazmayı) öğretti, insana bilmediğini O öğretti.” (Alâk: 1-5)
Resulullah Aleyhisselâm da vahyolunan bu Âyet-i kerime’leri tekrarladı ve kalbine nakşolunduğunu hissetti. Cebrâil Aleyhisselâm o sırada gözden kayboluverdi. İlk vahiy bu suretle başlamış oldu.
Bu emir ilk inmesinde Resulullah Aleyhisselâm’ı okumazken okur yapmış, ilk vazifesinin “Allah-u Teâlâ’yı tanıtmak ve O’nun ism-i şerif’iyle okumaya başlamak” olduğunu belirtmiş, onu henüz tebliğ ile vazifelendirmemişti.
Bu tecellîler karşısında kalbini muazzam bir haşyet sardı. Uzuvları titreyerek dağdan döndü. Eve geldiğinde Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’e:
“Beni örtünüz, beni örtünüz!” buyurdu.
Titremesi gidinceye kadar vücudunu sarıp örttüler. Bir müddet dinlenip sakinleştikten sonra: “Yâ Hatice! Bana ne oldu?” diye sordu ve gördüklerini bir bir anlattı. “Doğrusu kendimden korkmuştum.” buyurdu.
Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz eşini teskin etti:
“Öyle söyleme! Allah’a yemin ederim ki, O seni hiçbir zaman utandırmaz. Zira sen akrabanı gözetirsin, sözü doğru konuşursun, işini görmekten âciz olanların ağırlıklarını yüklenirsin, yoksula kimsenin vermediğini verir kazandırmadığını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, Hakk yolunda halka yardım edersin.” (Buhârî, Bed’ül-vahy - Müslim: 160 - Tirmizî: 3636)
Varaka bin Nevfel:
Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ-, işin mahiyetini tam anlayamadığı için Resulullah Aleyhisselâm’ı alıp amcasının oğlu Varaka bin Nevfel’e götürdü. Varaka câhiliyet devrinde putperestliği terkederek hıristiyanlığa girmişti. Tevrat’ı ve İncil’i okumuş, onlarda teselli aramış, dinler hakkında bilgi edinmişti. Resulullah Aleyhisselâm’ı çocukluğundan beri tanırdı, onbeş senelik yakın hısımlık sebebiyle de hayatına vâkıftı. Engin tecrübesi olan değerli bir kimse idi. Çok yaşlanmış, gözleri de görmez olmuştu. Ona: “Ey amcamın oğlu! Dinle bak, kardeşinin oğlu ne söyleyecek?” dedi. Varaka: “Yeğenim ne gördün?” diye sordu. Resulullah Aleyhisselâm da gördüklerini anlatınca Varaka hiç tereddüt etmeden şunları söyledi:
“Senin bu gördüğün, Allah tarafından Musâ Peygamber’e gönderilen Namus-u ekber’dir. Ah! Ne olurdu, senin dâvet günlerinde genç olsaydım, kavmin seni yurdundan çıkaracağı günlerde hayatta olsaydım da sana yardımcı olabilseydim!”
Resulullah Aleyhisselâm: “Onlar beni çıkaracaklar mı?” diye sordu. Varaka: “Evet!” dedi, “Çünkü hiçbir peygamber yoktur ki kavmi tarafından düşmanlığa maruz kalmasın. Eğer ben senin dâvet günlerine yetişirsem, olanca gücümle sana yardım ederim.” Fakat uzun bir zaman geçmeden Varaka öldü, dâvet zamanına yetişemedi. (Buhârî - Müslim: 160)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Varaka’yı üzerinde beyaz bir elbise olduğu halde rüyâsında görmüş ve:
“Eğer cehennemlik olsaydı üzerinde başka bir elbise bulunurdu.” buyurmuştur. (Tirmizî: 2289)
Kur’an-ı Kerim:
Kur’an-ı kerim; vahiy meleği Cebrâil Aleyhisselâm vasıtası ile, Resulullah Aleyhisselâm’a peygamberlik süresince, zaman zaman ve çeşitli vesilelerle, âyet âyet, sûre sûre indirilmiş ve yirmiüç senede tamamlanmıştır. Allah-u Teâlâ’nın en son ve en büyük kitabıdır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Bu, kendinden önceki kitapları doğrulayan, Ümmül-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (En’âm: 92)
“Bütün şehirlerin anası, merkezi” demek olan “Ümmül-kurâ”, Mekke-i mükerreme’nin bir ismidir. Ki cihanın merkezi, bütün yaratılmışların kıblesi demek gibidir.
“Muhakkak ki o (Kur’an), âlemlerin Rabb’i tarafından indirilmiştir. Onu Ruh’ul-emin (Cebrâil), uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir.” (Şuarâ: 192-195)
Cebrail Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’nın vahyinin güvenilir bir elçisidir. İnsan kalbine hayat ve canlılık veren vahyi, âlemlerin Rabb’i tarafından Muhammed Aleyhisselâm’ın kalb-i nebevîlerine indirmiştir.
“O, eğriliği bulunmayan (pürüzsüz) Arapça bir Kur’an’dır. Belki korkarlar.” (Zümer: 28)
Öyle bir kitaptır ki; doğru ile yanlışı birbirinden ayırmış, neyin kabul edileceği, neyin reddedileceği apaçık bir şekilde gözler önüne serilmiştir.
“Daha önce de rehber ve rahmet olarak Musa’nın kitabı vardı. Bu ise, zâlimleri korkutmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanı ile indirilmiş doğrulayıcı bir kitaptır.” (Ahkâf: 12)
Bu Kitab’ın muhtevâsı daha önce indirilen semâvî kitaplarda da mevcuttur. İndiği milletin Arap olmasından dolayı, Arap dili ile indirilmiştir.
“Ve o, müminler için gerçekten bir hidayet rehberi ve bir rahmettir.” (Neml: 77)
Uyguladıkları ve yolunda yürüdükleri takdirde dünyada da ahirette de onlar için bir kurtuluş ipidir. Ondan ancak müminler istifade ederler.
“Resul’üm! Sen bu Kitab’ın sana indirileceğini ummuyordun. Bu sana Rabb’inden bir rahmettir. O halde sakın kâfirlere arka çıkma!” (Kasas: 86)
Onlara muhalefet et, isteklerine uyma!
“İşte biz böylece onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen ilimden sonra onların hevâlarına uyarsan, andolsun ki Allah katından sana ne bir dost ne de bir koruyucu çıkmaz.” (Ra’d: 37)
Öyle bir kitap ki, insanların muhtaç oldukları her hüküm açıklanmıştır. Bu ilâhî hükümlere uymak ve o yolda yürümek zorunluluğu vardır.
“Resul’üm! Kitap’tan sana vahyettiğimiz, kendinden öncekileri tasdik edici olarak gelen gerçektir. Şüphesiz ki Allah kullarından haberdardır, görendir.” (Fâtır: 31)
Muhammed Aleyhisselâm’a indirilen Kitab-ı kerim, gerçeğin tâ kendisidir. Daha önce indirilmiş kitaplar ondan söz ettikleri gibi, o da kendinden önceki kitapları tasdik etmiştir.
“Andolsun ki, içinizde zikriniz (şerefiniz) bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ akıl erdirmiyor musunuz?” (Enbiyâ: 10)
O âlicenap Peygamber’in yoluna girmeyecek misiniz? İnananlara üstün bir şeref bahşeden, sapıklıktan kurtaran yüce Kitab’ı tasdik etmeyecek misiniz?
“İşte bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Şimdi siz onu inkâr mı ediyorsunuz?” (Enbiyâ: 50)
Onun Allah kelâmı olduğu gün gibi gerçek olduğu halde, hangi cüretle onu inkâra kalkıyorsunuz?
“Onlar: ‘Bize Rabb’inden bir âyet (mucize) getirmeli değil miydi?’ dediler. Önceki suhuflardakinin apaçık delili (Kur’an) onlara gelmedi mi?” (Tâhâ: 133)
Elbette ki gelmiştir! Fakat onlar ümmî bir Peygamber’e gönderilen bu apaçık mucizeyi göremediler.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Kur’an-ı Kerim
PEYGAMBERLİK DÖNEMİ
MEKKE DEVRİ
Rüyây-ı Sâdıka:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kırk yaşına ulaştığı zaman, ilk peygamberlik başlangıcı sâdık rüyâlar görmekle olmuştur.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e vahiy olarak ilk başlayan şey, uykuda gördüğü sâdık rüyâlar idi.” (Müslim: 160)
Sâdık rüyâ, içerisine şeytanın iğvası karışmayan doğru rüyâdır.
Her rüyâyı sanki gün ışığında görüyormuş gibi görüyor, kendisine bazı talimat veya bilgiler veriliyordu.
Bu rüyâlar vahyin başlangıcı olup, Muhammed Aleyhisselâm’ı uyanıklık halinde görülecek şeylere ve gelecek olan vahye hazırlıyordu. Nitekim daha sonraları sâdık rüyâyı, vahyin kırkaltıda bir parçası olarak vasıflandırmışlardır.
Gün gibi ortaya çıkan bu rüyaları peygamberliğinden altı ay önce görmeye başlamıştı. Hikmet-i İlâhî bu altı aylık süre, yirmi üç yıl süren peygamberliğinin kırk altıda biri olmuş oluyor. Peygamberlerin rüyâsı vahiydir.
Daha sonra kendisine yalnızlık sevdirildi. Bu ise yalnız kaldığı zaman kalbi her türlü dünyevî kayıtlardan uzak kalacağı içindir. Bazı zamanlar evlerden uzaklaşır, Mekke’nin dağ aralarında vâdilerin içlerine doğru dalar giderdi. Onun bu hâlini gören Kureyşliler: “Muhammed Rabb’ine âşık oldu.” diyorlardı.
İlk Vahiy:
Nihayet Allah-u Teâlâ’nın Muhammed Aleyhisselâm’ı peygamber olarak göndereceği gün gelmiş bulunuyordu.
610 yılının Ramazan ayında daha önce olduğu gibi yine Hira’daki mağarada inzivaya çekilmişti. Kadir gecesinde ve gece yarısından sonra idi. Ridâsına bürünüp murakabaya dalmış olduğu bir sırada kendisine birden bire ilk açık ve bâriz vahiy geldi. Vahiy meleği Cebrâil Aleyhisselâm görünerek: “Oku!” dedi. Resulullah Aleyhisselâm okuma bilmediği için:
“Ben okumayı bilmem!” diye cevap verdi.
Çünkü o gerçekten ümmî idi. Bunun üzerine melek onu tutup, takatı kesilinceye kadar sıktı ve bıraktı. Sonra yine:“Oku!”dedi, Resulullah Aleyhisselâm aynı cevabı verdi:
“Ben okumayı bilmem.” buyurdu. Melek yine tutup baştan ayağa takati kesilinceye kadar sıktı ve:“Oku!” dedi. Aynı şekilde:
“Ben okumayı bilmem!” diye cevap verince yine tuttu, her defasındakinden daha kuvvetli sıktıktan sonra bıraktı ve şu Âyet-i kerime’leri okudu:
“Yaratan Rabb’inin adıyla oku! O, insanı kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabb’in nihayetsiz kerem sahibidir. O ki, kalemle (yazı yazmayı) öğretti, insana bilmediğini O öğretti.” (Alâk: 1-5)
Resulullah Aleyhisselâm da vahyolunan bu Âyet-i kerime’leri tekrarladı ve kalbine nakşolunduğunu hissetti. Cebrâil Aleyhisselâm o sırada gözden kayboluverdi. İlk vahiy bu suretle başlamış oldu.
Bu emir ilk inmesinde Resulullah Aleyhisselâm’ı okumazken okur yapmış, ilk vazifesinin “Allah-u Teâlâ’yı tanıtmak ve O’nun ism-i şerif’iyle okumaya başlamak” olduğunu belirtmiş, onu henüz tebliğ ile vazifelendirmemişti.
Bu tecellîler karşısında kalbini muazzam bir haşyet sardı. Uzuvları titreyerek dağdan döndü. Eve geldiğinde Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’e:
“Beni örtünüz, beni örtünüz!” buyurdu.
Titremesi gidinceye kadar vücudunu sarıp örttüler. Bir müddet dinlenip sakinleştikten sonra: “Yâ Hatice! Bana ne oldu?” diye sordu ve gördüklerini bir bir anlattı. “Doğrusu kendimden korkmuştum.” buyurdu.
Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz eşini teskin etti:
“Öyle söyleme! Allah’a yemin ederim ki, O seni hiçbir zaman utandırmaz. Zira sen akrabanı gözetirsin, sözü doğru konuşursun, işini görmekten âciz olanların ağırlıklarını yüklenirsin, yoksula kimsenin vermediğini verir kazandırmadığını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, Hakk yolunda halka yardım edersin.” (Buhârî, Bed’ül-vahy - Müslim: 160 - Tirmizî: 3636)
Varaka bin Nevfel:
Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ-, işin mahiyetini tam anlayamadığı için Resulullah Aleyhisselâm’ı alıp amcasının oğlu Varaka bin Nevfel’e götürdü. Varaka câhiliyet devrinde putperestliği terkederek hıristiyanlığa girmişti. Tevrat’ı ve İncil’i okumuş, onlarda teselli aramış, dinler hakkında bilgi edinmişti. Resulullah Aleyhisselâm’ı çocukluğundan beri tanırdı, onbeş senelik yakın hısımlık sebebiyle de hayatına vâkıftı. Engin tecrübesi olan değerli bir kimse idi. Çok yaşlanmış, gözleri de görmez olmuştu. Ona: “Ey amcamın oğlu! Dinle bak, kardeşinin oğlu ne söyleyecek?” dedi. Varaka: “Yeğenim ne gördün?” diye sordu. Resulullah Aleyhisselâm da gördüklerini anlatınca Varaka hiç tereddüt etmeden şunları söyledi:
“Senin bu gördüğün, Allah tarafından Musâ Peygamber’e gönderilen Namus-u ekber’dir. Ah! Ne olurdu, senin dâvet günlerinde genç olsaydım, kavmin seni yurdundan çıkaracağı günlerde hayatta olsaydım da sana yardımcı olabilseydim!”
Resulullah Aleyhisselâm: “Onlar beni çıkaracaklar mı?” diye sordu. Varaka: “Evet!” dedi, “Çünkü hiçbir peygamber yoktur ki kavmi tarafından düşmanlığa maruz kalmasın. Eğer ben senin dâvet günlerine yetişirsem, olanca gücümle sana yardım ederim.” Fakat uzun bir zaman geçmeden Varaka öldü, dâvet zamanına yetişemedi. (Buhârî - Müslim: 160)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Varaka’yı üzerinde beyaz bir elbise olduğu halde rüyâsında görmüş ve:
“Eğer cehennemlik olsaydı üzerinde başka bir elbise bulunurdu.” buyurmuştur. (Tirmizî: 2289)
Kur’an-ı Kerim:
Kur’an-ı kerim; vahiy meleği Cebrâil Aleyhisselâm vasıtası ile, Resulullah Aleyhisselâm’a peygamberlik süresince, zaman zaman ve çeşitli vesilelerle, âyet âyet, sûre sûre indirilmiş ve yirmiüç senede tamamlanmıştır. Allah-u Teâlâ’nın en son ve en büyük kitabıdır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Bu, kendinden önceki kitapları doğrulayan, Ümmül-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (En’âm: 92)
“Bütün şehirlerin anası, merkezi” demek olan “Ümmül-kurâ”, Mekke-i mükerreme’nin bir ismidir. Ki cihanın merkezi, bütün yaratılmışların kıblesi demek gibidir.
“Muhakkak ki o (Kur’an), âlemlerin Rabb’i tarafından indirilmiştir. Onu Ruh’ul-emin (Cebrâil), uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir.” (Şuarâ: 192-195)
Cebrail Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’nın vahyinin güvenilir bir elçisidir. İnsan kalbine hayat ve canlılık veren vahyi, âlemlerin Rabb’i tarafından Muhammed Aleyhisselâm’ın kalb-i nebevîlerine indirmiştir.
“O, eğriliği bulunmayan (pürüzsüz) Arapça bir Kur’an’dır. Belki korkarlar.” (Zümer: 28)
Öyle bir kitaptır ki; doğru ile yanlışı birbirinden ayırmış, neyin kabul edileceği, neyin reddedileceği apaçık bir şekilde gözler önüne serilmiştir.
“Daha önce de rehber ve rahmet olarak Musa’nın kitabı vardı. Bu ise, zâlimleri korkutmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanı ile indirilmiş doğrulayıcı bir kitaptır.” (Ahkâf: 12)
Bu Kitab’ın muhtevâsı daha önce indirilen semâvî kitaplarda da mevcuttur. İndiği milletin Arap olmasından dolayı, Arap dili ile indirilmiştir.
“Ve o, müminler için gerçekten bir hidayet rehberi ve bir rahmettir.” (Neml: 77)
Uyguladıkları ve yolunda yürüdükleri takdirde dünyada da ahirette de onlar için bir kurtuluş ipidir. Ondan ancak müminler istifade ederler.
“Resul’üm! Sen bu Kitab’ın sana indirileceğini ummuyordun. Bu sana Rabb’inden bir rahmettir. O halde sakın kâfirlere arka çıkma!” (Kasas: 86)
Onlara muhalefet et, isteklerine uyma!
“İşte biz böylece onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen ilimden sonra onların hevâlarına uyarsan, andolsun ki Allah katından sana ne bir dost ne de bir koruyucu çıkmaz.” (Ra’d: 37)
Öyle bir kitap ki, insanların muhtaç oldukları her hüküm açıklanmıştır. Bu ilâhî hükümlere uymak ve o yolda yürümek zorunluluğu vardır.
“Resul’üm! Kitap’tan sana vahyettiğimiz, kendinden öncekileri tasdik edici olarak gelen gerçektir. Şüphesiz ki Allah kullarından haberdardır, görendir.” (Fâtır: 31)
Muhammed Aleyhisselâm’a indirilen Kitab-ı kerim, gerçeğin tâ kendisidir. Daha önce indirilmiş kitaplar ondan söz ettikleri gibi, o da kendinden önceki kitapları tasdik etmiştir.
“Andolsun ki, içinizde zikriniz (şerefiniz) bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ akıl erdirmiyor musunuz?” (Enbiyâ: 10)
O âlicenap Peygamber’in yoluna girmeyecek misiniz? İnananlara üstün bir şeref bahşeden, sapıklıktan kurtaran yüce Kitab’ı tasdik etmeyecek misiniz?
“İşte bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Şimdi siz onu inkâr mı ediyorsunuz?” (Enbiyâ: 50)
Onun Allah kelâmı olduğu gün gibi gerçek olduğu halde, hangi cüretle onu inkâra kalkıyorsunuz?
“Onlar: ‘Bize Rabb’inden bir âyet (mucize) getirmeli değil miydi?’ dediler. Önceki suhuflardakinin apaçık delili (Kur’an) onlara gelmedi mi?” (Tâhâ: 133)
Elbette ki gelmiştir! Fakat onlar ümmî bir Peygamber’e gönderilen bu apaçık mucizeyi göremediler.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Son düzenleme: