HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Peygamber Evlâtlığı
Hazret-i Hatice İle İzdivaç:
İki taraf da karar verip büyükleri vasıtası ile birbirini istedikten sonra nikâh hazırlıklarına başlandı.
Nikâh, âdet üzere Hazret-i Hatice’nin evinde kıyılacaktı. İki tarafın yakınları geldiler. Kureyş’in eşrafı da dâvet edilmişlerdi.
Evlilik için lâzım olan şeyler görüşüldükten sonra Hazret-i Hatice’nin amcasının oğlu Varaka bin Nevfel tarafından nikâh kıyıldı. Kureyş’in ileri gelenleri de nikâh şahidi olarak bulundular. Hazret-i Hatice’ye yirmi dişi deve mehir verildi.
Ebu Tâlib ve Varaka Arap geleneklerine göre birer konuşma yaparak, her iki âilenin meziyetlerini dile getirdiler. Develer kesilerek dâvetlilere ziyafet verildi.
Hazret-i Hatice’nin câriyeleri defler çalarak, oyunlar oynayarak nikâhı ilân ettiler.
Ebu Tâlib de evinde develer keserek halka ziyafet verdi ve yeni evlileri evine dâvet etti. Geldiklerinde sevincinden gözleri yaşardı. “Bizden bütün sıkıntıları ve üzüntüleri gideren Allah’a hamdolsun.” dedi.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra Resulullah Aleyhisselâm, zevcesinin evinde ikâmet etmek üzere amcasının evinden ayrıldı. Bu suretle gençliğinin ikinci mühim devresine girmiş bulunuyordu.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in gerdeğe girdiği Hazret-i Hatice’nin evi Safâ ile Merve arasındaki attarlar çarşısının arkasında idi. Hazret-i Hatice bütün çocuklarını bu evde dünyaya getirmiş, kendisi de bu evde vefat etmişti. Resulullah Aleyhisselâm da hicret edinceye kadar buradan ayrılmamıştı.
Bu dönemde sıkıntılı günleri geride bıraktı. Hazret-i Hatice daha önceleri başkaları aracılığı ile ticaret yapardı. Fakat bu aracılar dürüst ve güvenilir olmadığı için çoğu zaman beklediği kârı elde edemiyordu. Fakat işlerin idaresi tamamiyle Resulullah Aleyhisselâm’ın eline geçtikten sonra büyük kazançlar temin edildi.
Hazret-i Hatice Vâlidemiz Resulullah Aleyhisselâm’a hanımlarının nesep yönünden en yakın olanıdır. Nesepleri Kusayy’da birleşir.
Resulullah Aleyhisselâm’dan önce İbn’ün-Nebas’ın, ondan önce de Atik bin Âbid’in nikâhında idi. Her ikisi de ölmüşler, genç yaşta dul kalmış, kendisine onlardan büyük bir servet intikal etmişti. Güzelliğinin şöhreti, zenginliğininkinden az değildi. Hâlâ oldukça gençti. Kureyş eşrafından birçok kimseler ona talip olmuşlarsa da, ne kadar çok mal ve mülk vermek istemişlerse de o bunların hiçbirisini kabul etmemiş, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ise bizzat kendisi talip olmuştu.
Becerikli ve akıllı bir kadın olan Hazret-i Hatice, zamanın okuma yazma bilenlerindendi. Haniflerden olan amca oğlu Varaka ile beraber mukaddes kitabın bazı bölümlerini okumuştu.
Yüksek bir ruha sahipti. Engin ahlâkı yüzünden câhiliyet devrinde de, İslâmiyet devrinde de “Afîfe: Çok iffetli” ve “Tâhire: Çok namuslu, çok temiz” lâkapları ile şöhret bulmuştu. Pâkize bir kadındı.
Peygamberlikten önceki hayatında olduğu gibi, peygamberliğinin sıkıntılı günlerinde de; sevgisiyle, kalbinin rikkatiyle, imanının kuvvetiyle, sadakat ve faziletiyle, akıl ve zekâsıyla Resulullah Aleyhisselâm’ın en yakın desteği ve yardımcısı, vefakâr ve cefakâr bir hayat arkadaşı oldu. Etrafında pervane gibi döndü. Dertlerini paylaştı. Her güçlüğe göğüs gerdi, her sıkıntıya katlandı.
Onu o kadar sevdi ki, ona öyle bağlandı ki; O’nun irade ve düşüncesi dışında hiçbir dileği kalmadı.
Hazret-i Allah’ın biricik Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini ilk tasdik eden, ilk İslâm şerefi ile müşerref olan odur. Nasıl ki Havvâ Vâlidemiz bütün insanların annesi ise, o da İslâm’ın annesidir. Hem müminlerin annesi, hem İslâm’ın annesi.
O ki, İslâm’ın beşiğini salladı. O ki, Nur’un nurudur.
İlk iman eden kadın olması hasebiyle, kendisinden sonra İslâm’a girecek kadınlar için çığır açmış oldu ve bu sebeple de kıyamete kadar imana girenlerin sevabına iştirak etti.
Resulullah Aleyhisselâm da ondan çok memnundu.
“Bana Hatice’nin sevgisi verildi.” buyurmuşlardır.
Evlendiklerinde Resulullah Aleyhisselâm yirmibeş, o ise kırk yaşlarında bulunuyordu. Onbeş yılı peygamberlikten önce, on yılı peygamberlikten sonra olmak üzere birlikte yirmibeş yıl nezih ve mesut bir hayat yaşadılar. O devirde çok evlilik normal bir âdet olduğu ve birçok teklifler aldığı, aralarında da bu kadar yaş farkı olduğu halde, o hayatta iken başkası ile evlenmeyi hiç düşünmemişti.
Peygamber Çocukları:
Bu mübarek izdivaçtan ikisi erkek dördü kız olmak üzere altı çocukları oldu.
İlk doğan çocukları Kasım idi. Bunun içindir ki Araplar’da ilk çocuğun adı ile künyelendirme âdet olduğundan Resulullah Aleyhisselâm’a “Kasım’ın babası” mânâsına “Ebül-Kasım” denildi. Bu künyeden çok hoşlanırdı. Kasım memede iken, henüz yürümeye başladığı günlerde vefat etti. Diğer oğlu Abdullah da küçük yaşta vefat etmiştir.
Kızları büyüdüler ve müslümanlıkla şereflendiler. Fakat Fâtıma’dan başka hepsi de babalarından önce vefat ettiler. Yalnız Fâtıma, babasının vefatından sonra altı ay daha yaşadı.
Kızlarının en büyüğü olan Zeynep doğduğu zaman, Resulullah Aleyhisselâm otuz yaşında bulunuyordu. Zeynep, Ebul-Âs ile evli idi. Ebul-Âs müslüman olmadığı için Zeyneb’in hicretine izin vermemişti. Bedir’de esir düşünce, Zeyneb’i Medine’ye göndermek şartı ile serbest bırakıldı. Daha sonra ise müslüman olarak Medine’ye geldi ve Zeyneb’i tekrar aldı.
Diğer kızları Rukiye ve Ümmü Gülsüm, Ebu Leheb’in oğullarından Utbe ve Uteybe ile evli idiler. İslâmiyet geldikten sonra, Ebu Leheb oğullarına Peygamber kızlarını boşattırdı. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Rukiye’yi Hazret-i Osman’la evlendirdi. Rukiye’nin vefatından sonra da diğer kızı Ümmü Gülsüm’ü nikâhladı. Bunun içindir ki Hazret-i Osman’a “İki nur sahibi” mânâsına “Zinnûreyn” denilmiştir.
En küçük kızı Fâtıma’yı ise Hazret-i Ali ile evlendirdi. Hasan ve Hüseyin adında iki çocukları oldu. Resulullah Aleyhisselâm’ın nesli Fâtıma ile devam etmiştir.
Bir diğer oğlu İbrahim ise, Mısırlı eşi Mâriye’den olmuş, fakat hicretin onuncu yılında henüz iki yaşına girmeden vefat etmiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in çocuklarından her birisi için süt annesi tutulmuş, ayrıca her birisi için de Akîka kurbanı kesilmiştir.
Peygamber Evlâtlığı:
Zeyd bin Hârise, Kelp kabilesine mensup sekiz yaşında bir çocuktu. Annesi ile birlikte ziyarete gittiği akrabalarının yanında baskına uğramış ve pazara götürülüp köle olarak satılmıştı. Zeyd’i Hazret-i Hatice’nin yeğeni Hakîm bin Hizâm satın aldı ve teyzesine hediye etti. Resulullah Aleyhisselâm Zeyd’i görünce onu çok sevdi ve kendisine bağışlamasını istedi. Hazret-i Hatice de bağışlayınca onu hürriyetine kavuşturdu.
Resulullah Aleyhisselâm Zeyd’e:
“Sen bizim kardeşimiz ve azatlımızsın.” diye iltifatta bulunurdu.
Hacc mevsiminde Mekke’ye gelen Kelp kabilesi’nden bazı kimseler Zeyd’i görünce tanıdılar ve dönüşte anne ve babasına haber vererek kimin yanında bulunduğunu tarif ettiler.
Hârise ile kardeşi Ka’b, oğullarını kurtarmak için yanlarına uygun bir fidye alarak Mekke’ye geldiler. Kendilerini tanıtarak çocuklarını satın almak istediklerini söylediler. Fazla para istememesini, kolaylık göstermesini istirham ettiler. Resulullah Aleyhisselâm onlara şöyle söyledi:
“Ben çocuğu çağırıyorum, kendisine sorunuz. Eğer sizinle gitmek isterse, alın götürün, fidye de istemem. Yok eğer sizinle gitmek istemiyor, beni tercih ediyorsa; vallahi ben, beni tercih edene kimseyi tercih etmem.”
Daha sonra Zeyd’i çağırdı. Aralarında şu konuşma geçti:
– “Sen bu gelenleri tanıyor musun?”
– “Evet tanıyorum.”
– “Kimdir onlar?”
– “Bu babamdır, bu da amcamdır.”
– “Bak evlâdım, bunlar seni almaya geldiler. Ya beni tercih et yanımda kal, ya da onları tercih et onlarla git!”
– “Ben kimseyi size tercih etmem, siz bana baba ve annem gibisiniz. Sizi bırakıp başka kimse ile gitmek istemiyorum.”
Gelenler hiç beklemedikleri bu cevap karşısında birdenbire sarsıldılar ve söze karıştılar:
– “Yazıklar olsun sana! Demek ki sen köleliği hürriyete, başkalarını annene babana tercih ediyorsun!”
– “Evet! Sahibimde öyle şeyler gördüm ki, onu ebediyyen herkese tercih edeceğim.”
Resulullah Aleyhisselâm Zeyd’in bu bağlılığını görünce, onu Mekkeliler’in geleneğine uyarak evlâtlık edinmek üzere Kâbe’nin önüne gitti ve herkesin önünde Zeyd’i mânevî evlât olarak kabul ettiğini açıkladı.
Bu durum babasının ve amcasının da hoşuna gitti. Mahzun, fakat gözleri arkada kalmadan, çocuklarının durumundan emin olarak yurtlarına döndüler.
Bu tarihten sonra bazıları bu çocuğa Zeyd bin Muhammed demeye başlamışlardı.
“Onları babalarına nispet ederek çağırın. Allah katında en doğrusu budur.” (Ahzâb: 5)
Âyet-i kerime’si nâzil olunca Zeyd bin Hârise denilmeye başlandı. (Müslim: 2425)
Zeyd, Resulullah Aleyhisselâm’ın dadısı Ümmü Eymen ile evlenmiş ve bu evlilikten Üsame adındaki oğlu olmuştu.
Resulullah Aleyhisselâm Zeyd’i ve oğlu Üsame’yi çok sever, onları âilesinin bir parçası bilirdi. Muhacirler’le Ensâr’ı kardeş yaptığı zaman, Zeyd’i amcası Hamza ile kardeş yapmıştı.
İlk müslümanlardan olan Zeyd, Kur’an-ı kerim’de ismi geçecek kadar yücelmiştir. Ondan başka Ashâb-ı kiram’dan hiç kimsenin Kur’an-ı kerim’de adı geçmemiştir. Bu onun için büyük bir şereftir.
Zeyd, hicretin 8. yılında Rumlar’la yapılan savaşta Mute’de şehit düştü.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz:
“Eğer hayatta kalsaydı Resulullah Aleyhisselâm onu kendine halef yapardı.” buyurmuştur.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Peygamber Evlâtlığı
Hazret-i Hatice İle İzdivaç:
İki taraf da karar verip büyükleri vasıtası ile birbirini istedikten sonra nikâh hazırlıklarına başlandı.
Nikâh, âdet üzere Hazret-i Hatice’nin evinde kıyılacaktı. İki tarafın yakınları geldiler. Kureyş’in eşrafı da dâvet edilmişlerdi.
Evlilik için lâzım olan şeyler görüşüldükten sonra Hazret-i Hatice’nin amcasının oğlu Varaka bin Nevfel tarafından nikâh kıyıldı. Kureyş’in ileri gelenleri de nikâh şahidi olarak bulundular. Hazret-i Hatice’ye yirmi dişi deve mehir verildi.
Ebu Tâlib ve Varaka Arap geleneklerine göre birer konuşma yaparak, her iki âilenin meziyetlerini dile getirdiler. Develer kesilerek dâvetlilere ziyafet verildi.
Hazret-i Hatice’nin câriyeleri defler çalarak, oyunlar oynayarak nikâhı ilân ettiler.
Ebu Tâlib de evinde develer keserek halka ziyafet verdi ve yeni evlileri evine dâvet etti. Geldiklerinde sevincinden gözleri yaşardı. “Bizden bütün sıkıntıları ve üzüntüleri gideren Allah’a hamdolsun.” dedi.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra Resulullah Aleyhisselâm, zevcesinin evinde ikâmet etmek üzere amcasının evinden ayrıldı. Bu suretle gençliğinin ikinci mühim devresine girmiş bulunuyordu.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in gerdeğe girdiği Hazret-i Hatice’nin evi Safâ ile Merve arasındaki attarlar çarşısının arkasında idi. Hazret-i Hatice bütün çocuklarını bu evde dünyaya getirmiş, kendisi de bu evde vefat etmişti. Resulullah Aleyhisselâm da hicret edinceye kadar buradan ayrılmamıştı.
Bu dönemde sıkıntılı günleri geride bıraktı. Hazret-i Hatice daha önceleri başkaları aracılığı ile ticaret yapardı. Fakat bu aracılar dürüst ve güvenilir olmadığı için çoğu zaman beklediği kârı elde edemiyordu. Fakat işlerin idaresi tamamiyle Resulullah Aleyhisselâm’ın eline geçtikten sonra büyük kazançlar temin edildi.
Hazret-i Hatice Vâlidemiz Resulullah Aleyhisselâm’a hanımlarının nesep yönünden en yakın olanıdır. Nesepleri Kusayy’da birleşir.
Resulullah Aleyhisselâm’dan önce İbn’ün-Nebas’ın, ondan önce de Atik bin Âbid’in nikâhında idi. Her ikisi de ölmüşler, genç yaşta dul kalmış, kendisine onlardan büyük bir servet intikal etmişti. Güzelliğinin şöhreti, zenginliğininkinden az değildi. Hâlâ oldukça gençti. Kureyş eşrafından birçok kimseler ona talip olmuşlarsa da, ne kadar çok mal ve mülk vermek istemişlerse de o bunların hiçbirisini kabul etmemiş, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ise bizzat kendisi talip olmuştu.
Becerikli ve akıllı bir kadın olan Hazret-i Hatice, zamanın okuma yazma bilenlerindendi. Haniflerden olan amca oğlu Varaka ile beraber mukaddes kitabın bazı bölümlerini okumuştu.
Yüksek bir ruha sahipti. Engin ahlâkı yüzünden câhiliyet devrinde de, İslâmiyet devrinde de “Afîfe: Çok iffetli” ve “Tâhire: Çok namuslu, çok temiz” lâkapları ile şöhret bulmuştu. Pâkize bir kadındı.
Peygamberlikten önceki hayatında olduğu gibi, peygamberliğinin sıkıntılı günlerinde de; sevgisiyle, kalbinin rikkatiyle, imanının kuvvetiyle, sadakat ve faziletiyle, akıl ve zekâsıyla Resulullah Aleyhisselâm’ın en yakın desteği ve yardımcısı, vefakâr ve cefakâr bir hayat arkadaşı oldu. Etrafında pervane gibi döndü. Dertlerini paylaştı. Her güçlüğe göğüs gerdi, her sıkıntıya katlandı.
Onu o kadar sevdi ki, ona öyle bağlandı ki; O’nun irade ve düşüncesi dışında hiçbir dileği kalmadı.
Hazret-i Allah’ın biricik Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini ilk tasdik eden, ilk İslâm şerefi ile müşerref olan odur. Nasıl ki Havvâ Vâlidemiz bütün insanların annesi ise, o da İslâm’ın annesidir. Hem müminlerin annesi, hem İslâm’ın annesi.
O ki, İslâm’ın beşiğini salladı. O ki, Nur’un nurudur.
İlk iman eden kadın olması hasebiyle, kendisinden sonra İslâm’a girecek kadınlar için çığır açmış oldu ve bu sebeple de kıyamete kadar imana girenlerin sevabına iştirak etti.
Resulullah Aleyhisselâm da ondan çok memnundu.
“Bana Hatice’nin sevgisi verildi.” buyurmuşlardır.
Evlendiklerinde Resulullah Aleyhisselâm yirmibeş, o ise kırk yaşlarında bulunuyordu. Onbeş yılı peygamberlikten önce, on yılı peygamberlikten sonra olmak üzere birlikte yirmibeş yıl nezih ve mesut bir hayat yaşadılar. O devirde çok evlilik normal bir âdet olduğu ve birçok teklifler aldığı, aralarında da bu kadar yaş farkı olduğu halde, o hayatta iken başkası ile evlenmeyi hiç düşünmemişti.
Peygamber Çocukları:
Bu mübarek izdivaçtan ikisi erkek dördü kız olmak üzere altı çocukları oldu.
İlk doğan çocukları Kasım idi. Bunun içindir ki Araplar’da ilk çocuğun adı ile künyelendirme âdet olduğundan Resulullah Aleyhisselâm’a “Kasım’ın babası” mânâsına “Ebül-Kasım” denildi. Bu künyeden çok hoşlanırdı. Kasım memede iken, henüz yürümeye başladığı günlerde vefat etti. Diğer oğlu Abdullah da küçük yaşta vefat etmiştir.
Kızları büyüdüler ve müslümanlıkla şereflendiler. Fakat Fâtıma’dan başka hepsi de babalarından önce vefat ettiler. Yalnız Fâtıma, babasının vefatından sonra altı ay daha yaşadı.
Kızlarının en büyüğü olan Zeynep doğduğu zaman, Resulullah Aleyhisselâm otuz yaşında bulunuyordu. Zeynep, Ebul-Âs ile evli idi. Ebul-Âs müslüman olmadığı için Zeyneb’in hicretine izin vermemişti. Bedir’de esir düşünce, Zeyneb’i Medine’ye göndermek şartı ile serbest bırakıldı. Daha sonra ise müslüman olarak Medine’ye geldi ve Zeyneb’i tekrar aldı.
Diğer kızları Rukiye ve Ümmü Gülsüm, Ebu Leheb’in oğullarından Utbe ve Uteybe ile evli idiler. İslâmiyet geldikten sonra, Ebu Leheb oğullarına Peygamber kızlarını boşattırdı. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Rukiye’yi Hazret-i Osman’la evlendirdi. Rukiye’nin vefatından sonra da diğer kızı Ümmü Gülsüm’ü nikâhladı. Bunun içindir ki Hazret-i Osman’a “İki nur sahibi” mânâsına “Zinnûreyn” denilmiştir.
En küçük kızı Fâtıma’yı ise Hazret-i Ali ile evlendirdi. Hasan ve Hüseyin adında iki çocukları oldu. Resulullah Aleyhisselâm’ın nesli Fâtıma ile devam etmiştir.
Bir diğer oğlu İbrahim ise, Mısırlı eşi Mâriye’den olmuş, fakat hicretin onuncu yılında henüz iki yaşına girmeden vefat etmiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in çocuklarından her birisi için süt annesi tutulmuş, ayrıca her birisi için de Akîka kurbanı kesilmiştir.
Peygamber Evlâtlığı:
Zeyd bin Hârise, Kelp kabilesine mensup sekiz yaşında bir çocuktu. Annesi ile birlikte ziyarete gittiği akrabalarının yanında baskına uğramış ve pazara götürülüp köle olarak satılmıştı. Zeyd’i Hazret-i Hatice’nin yeğeni Hakîm bin Hizâm satın aldı ve teyzesine hediye etti. Resulullah Aleyhisselâm Zeyd’i görünce onu çok sevdi ve kendisine bağışlamasını istedi. Hazret-i Hatice de bağışlayınca onu hürriyetine kavuşturdu.
Resulullah Aleyhisselâm Zeyd’e:
“Sen bizim kardeşimiz ve azatlımızsın.” diye iltifatta bulunurdu.
Hacc mevsiminde Mekke’ye gelen Kelp kabilesi’nden bazı kimseler Zeyd’i görünce tanıdılar ve dönüşte anne ve babasına haber vererek kimin yanında bulunduğunu tarif ettiler.
Hârise ile kardeşi Ka’b, oğullarını kurtarmak için yanlarına uygun bir fidye alarak Mekke’ye geldiler. Kendilerini tanıtarak çocuklarını satın almak istediklerini söylediler. Fazla para istememesini, kolaylık göstermesini istirham ettiler. Resulullah Aleyhisselâm onlara şöyle söyledi:
“Ben çocuğu çağırıyorum, kendisine sorunuz. Eğer sizinle gitmek isterse, alın götürün, fidye de istemem. Yok eğer sizinle gitmek istemiyor, beni tercih ediyorsa; vallahi ben, beni tercih edene kimseyi tercih etmem.”
Daha sonra Zeyd’i çağırdı. Aralarında şu konuşma geçti:
– “Sen bu gelenleri tanıyor musun?”
– “Evet tanıyorum.”
– “Kimdir onlar?”
– “Bu babamdır, bu da amcamdır.”
– “Bak evlâdım, bunlar seni almaya geldiler. Ya beni tercih et yanımda kal, ya da onları tercih et onlarla git!”
– “Ben kimseyi size tercih etmem, siz bana baba ve annem gibisiniz. Sizi bırakıp başka kimse ile gitmek istemiyorum.”
Gelenler hiç beklemedikleri bu cevap karşısında birdenbire sarsıldılar ve söze karıştılar:
– “Yazıklar olsun sana! Demek ki sen köleliği hürriyete, başkalarını annene babana tercih ediyorsun!”
– “Evet! Sahibimde öyle şeyler gördüm ki, onu ebediyyen herkese tercih edeceğim.”
Resulullah Aleyhisselâm Zeyd’in bu bağlılığını görünce, onu Mekkeliler’in geleneğine uyarak evlâtlık edinmek üzere Kâbe’nin önüne gitti ve herkesin önünde Zeyd’i mânevî evlât olarak kabul ettiğini açıkladı.
Bu durum babasının ve amcasının da hoşuna gitti. Mahzun, fakat gözleri arkada kalmadan, çocuklarının durumundan emin olarak yurtlarına döndüler.
Bu tarihten sonra bazıları bu çocuğa Zeyd bin Muhammed demeye başlamışlardı.
“Onları babalarına nispet ederek çağırın. Allah katında en doğrusu budur.” (Ahzâb: 5)
Âyet-i kerime’si nâzil olunca Zeyd bin Hârise denilmeye başlandı. (Müslim: 2425)
Zeyd, Resulullah Aleyhisselâm’ın dadısı Ümmü Eymen ile evlenmiş ve bu evlilikten Üsame adındaki oğlu olmuştu.
Resulullah Aleyhisselâm Zeyd’i ve oğlu Üsame’yi çok sever, onları âilesinin bir parçası bilirdi. Muhacirler’le Ensâr’ı kardeş yaptığı zaman, Zeyd’i amcası Hamza ile kardeş yapmıştı.
İlk müslümanlardan olan Zeyd, Kur’an-ı kerim’de ismi geçecek kadar yücelmiştir. Ondan başka Ashâb-ı kiram’dan hiç kimsenin Kur’an-ı kerim’de adı geçmemiştir. Bu onun için büyük bir şereftir.
Zeyd, hicretin 8. yılında Rumlar’la yapılan savaşta Mute’de şehit düştü.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz:
“Eğer hayatta kalsaydı Resulullah Aleyhisselâm onu kendine halef yapardı.” buyurmuştur.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Son düzenleme: