HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
PEYGAMBER ŞEHRİ MEDİNE’YE DOĞRU
Hidayet Tohumları:
Resulullah Aleyhisselâm ile görüşen ilk Medine’li, Süveyd bin Sâmit’tir. Bu zât Evs kabilesi’nin eşrafındandı. Zekâsı, cesareti ve yiğitliği, yaşlılığı, okur-yazar olması, şiir ve edebiyata merakı sebebiyle halkı arasında “Kâmil” lâkabıyla tanınırdı. Resulullah Aleyhisselâm ile de akrabalığı vardı. Kavmi onun sözünü dinlerdi.
Hacc için Mekke’ye gelmişti. Resulullah Aleyhisselâm Süveyd’in geldiğini duyunca, onu aradı, buldu ve İslâmiyet’e dâvet etti. Süveyd, Lokman Aleyhisselâm’ın hikmetlerini ele geçirmişti, peygamberliği tanıyacak bilgiye sahipti. “Galiba bende olanın benzeri sende de var.” dedi ve bazı kısımlar okudu.
Resulullah Aleyhisselâm:
“Şüphesiz ki bu güzel sözdür. Fakat benim yanımda bulunan, Allah’ın bana indirdiği, Allah’ın kelâmı olan Kur’an bundan daha güzel ve üstündür. O bir hidayet ve bir Nur’dur.” buyurdu.
Ve Kur’an-ı kerim’den bazı parçalar okudu. Süveyd Kur’an-ı kerim’i dinleyince:
“Bu gerçekten daha güzel bir söz.” dedi ve müslüman olarak Medine’ye döndü.
Fakat kısa bir süre sonra bir kabile anlaşmazlığı yüzünden öldürüldü.
•
Allah-u Teâlâ dinini üstün kılmak, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini izzetlendirmek ve ona olan vaadini gerçekleştirmek istediği zaman, hidayet tohumları o zaman Yesrib diye bilinen Medine-i münevvere’de boy vermeye başlamıştı.
Yesrib iki mühim topluluğun birleştiği yer idi. Bunlar, birisi kuzeyden gelen yahudiler, diğeri ise güneyden gelen Evs ve Hazreç adındaki Arap kabileleriydi. Yesrib’teki Araplar yahudilerle temasları sonucu semâvî dinlere en yakın Arap topluluğu haline gelmişlerdi. Çünkü onlar yahudilerden Allah, peygamber, vahiy, haşır, hesap, cennet, cehennem... gibi mefhumları duymuşlardı.
Araplar ile yahudiler arasında devamlı bir düşmanlık vardı. Yapılan kanlı çatışmalarda yahudiler Araplar’a mağlup olunca: “Kitabımızdan öğrendiğimize göre, çok yakında bir peygamber gelecektir. Biz ona uyacağız ve onun yardımıyla sizi Âd ve İrem kavimlerinin öldürüldükleri gibi öldüreceğiz!” derlerdi.
Bu hususta Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Yanlarında bulunan (Tevrat’ı) tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri kâfirlere karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, tanıdıkları ve bekledikleri (o Kur’an) kendilerine gelince, bu defa onu inkâr ettiler.
İşte bundan dolayı Allah’ın lâneti kâfirlerin üzerinedir.” (Bakara: 89)
Resulullah Aleyhisselâm peygamber olarak gönderilince inatlarından ve hasetlerinden inkâra düştüler ve: “Bu bizim bildiğimiz, vasıflarını tarif ettiğimiz peygamber değildir.” dediler. Halbuki dedeleri, kitaplarında yazılı buldukları ümmî Peygamber’e uymak maksadıyla eskiden beri Hicaz topraklarına yerleşmiş bulunuyorlardı.
Yahudiler Araplar’la doğrudan doğruya karşı karşıya gelmeyi uygun bulmazlar, Evs ve Hazreç kabileleri arasında düşmanlığı tahrik ederlerdi. Evs kabilesiyle Hazreç kabilesi arasında ihtilâf ve rekabet vardı. Bunlardan her biri diğerine karşı kuvvetli olmak için çareler arıyordu. Bu iki kabile arasında yüzyirmi yıldır devam eden düşmanlık son haddini bulmuş, nihayet hicretten beş-altı yıl önce son olarak savaşa tutuşmuşlardı. Buâs adı verilen bu savaşta iki taraftan da nice canlar fedâ edilmiş, çok sayıda insan ölmüştü. Her biri savaş ateşiyle dağlanmışlardı. Sonra aralarında bir sulh meydana geldi.
•
Evs ve Hazreç kabilelerinin İslâmiyet’i kabul etmeleri üç safhada gerçekleşmiştir:
Akabe Biatları:
Resulullah Aleyhisselâm, câhiliye devrinin âdetlerine göre Hacc yapmak ve o civarlarda kurulan panayırlara katılarak alış-veriş yapmak için uzak-yakın birçok yerlerden Mekke’ye gelen Arap kabileleri arasında tebliğ faaliyetlerini yürütüyordu.
Peygamberliğin on birinci yılına rastlayan milâdî 620 yılının Hacc mevsiminde Medine’de bulunan Hazreç kabilesinden; Es’ad bin Zürâre, Râfi bin Mâlik, Avf bin Hâris, Kutbe bin Âmir, Ukbe bin Âmir, Câfer bin Abdullah adlarında altı kişilik bir grupla Akabe mevkiinde karşılaştı. “Siz kimsiniz?” diye sordu. “Hazreç kabilesinden bir grubuz.” dediler. “Yahudilerle dost olanlardan mısınız?” diye tekrar sordu. “Evet” dediler. Aslında Hazreçliler’le Hâşim oğulları arasında akrabalık vardı. Çünkü Abdülmuttalib’in annesi Selmâ’nın aşireti olan Neccaroğulları, bu Hazreç kabilesinin bir kolu idi. Resulullah Aleyhisselâm:
“Otursanız da biraz konuşsak!” buyurdu.
Oturdular ve konuştular. Yahudilerden son peygamberin yakın bir zaman içinde çıkacağını sürekli duydukları için, Allah’tan, vahiyden, peygamberden sözetmenin onlara yabancı gelmeyeceğini biliyordu. Onlara İslâmiyet’i tebliğ etti. İbrahim sûre-i şerif’inin bir bölümünü okudu. Birbirlerine bakıştılar ve: “Vallahi bu zât yahudilerin geleceğini haber verdiği peygamber olsa gerek. Sakın yahudiler ona inanmakta bizi geçmesinler.” diyerek hemen iman ettiler. Bu altı zâta “İlk Medine’li Müslümanlar” adı verildi.
Resulullah Aleyhisselâm onlardan, kendisini Medine’ye götürüp himaye etmelerini ve böylece İslâm dinini yaymasına yardımcı olmalarını istedi. Onlar da Evs kabilesiyle aralarında yıllardır devam edegelen savaşlar neticesinde meydana gelen kin ve düşmanlığın Resulullah Aleyhisselâm vasıtasıyla birlik ve beraberliğe dönüşeceğini ümit ettiklerini ifade ettiler. “Eğer Allah onları senin etrafında toplarsa, senden daha şerefli bir adam olamaz.” dediler. Döner dönmez Evs ve Hazreç kabilelerine İslâm’ı tebliğ edeceklerine ve bir süre sonra Hacc mevsiminde yine gelmeye söz verdiler, daha sonra da yanından ayrıldılar.
Medine’li bu yeni müslümanlar, kabileleri tarafından hatırı sayılır kişilerdi. Memleketlerine döner dönmez İslâmiyet’i anlatmaya koyuldular. Gösterdikleri faaliyet sayesinde bu bir yıl içinde birçok kişi müslüman oldu. İçinde Resulullah Aleyhisselâm’ın anılmadığı, İslâmiyet’in açıklanmadığı ev hemen hemen kalmadı. İslâm’ın bu beldede yayılması, geçen on yıl zarfında Mekke’deki yayılışından daha hızlı olmuştu.
Böylece Resulullah Aleyhisselâm’ın Medineliler’le ilk münasebeti başlamış oldu. Ve üç yıl devam etti.
Bu altı kişinin İslâm’la müşerref olması, yeni bir ümit kaynağı olmuştu. Medine’de Resulullah Aleyhisselâm için bir zemin hazırlamışlardı. Uzun bir sabır ve azimli bir mücadeleden sonra Resulullah Aleyhisselâm dikkatini Medine’ye çevirmiştir.
Birinci Akabe Biatı (621 M.):
Peygamberliğin on ikinci yılına rastlayan Hacc mevsiminde, Zilhicce ayında, içlerinde bir yıl önce müslüman olan beş kişinin de bulunduğu oniki kişi, verilen söz üzerine Mekke’ye geldiler. Onu Hazreçli, ikisi Evsli idi. Yine Akabe denilen mevkide Resulullah Aleyhisselâm’la gizlice buluştular. Başkanları Es’ad bin Zürâre olup, geçen yıl gelenlerin dışındaki yedi kişi, Muaz bin Hâris, Zekvan bin Abd, Ubâde bin Sâmit, Yezid bin Sa’lebe, Abbas bin Ubâde, Ebü’l-Heysem, Uveym bin Sâide -radiyallahu anhüm- idi.
Bu buluşmada “Hiçbir şeyi Allah’a eş koşmayacaklarına, hırsızlık ve zinâ yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, birbirlerine iftirâ etmeyeceklerine, emirlerine uyacaklarına.” dair Resulullah Aleyhisselâm’a söz verdiler ve ona biat ettiler. Daha sonra da Medine’ye döndüler. Bu biat savaşın farz olmasından önce idi. Onun içindir ki cihada işaret edilmemiştir.
Resulullah Aleyhisselâm Medine halkına İslâm’ı öğretmesi ve orasını İslâm’ın merkezi olmaya elverişli hâle getirmesi için Mus’ab bin Umeyr -radiyallahu anh-ı Medine’ye gönderdi. Onlara Kur’an-ı kerim okumasını, İslâmiyet’i öğretmesini ve onları dinde bilgi sahibi yapmasını emir buyurdu.
Cehd ve gayret, azim ve sabır meyvesini vermeye başlamıştı.
Bu biatın İslâm tarihinde çok büyük önemi ve şöhreti olduğu gibi; Arabistan halkını küfür ve şirkten kurtararak onlara yüce bir din telkin etmek, çirkin ve vahşi âdetleri terkettirmek gibi ulvî bir gaye olduğu için, medeniyet tarihinde de takdire şâyan bir hatıra bırakmıştır.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
PEYGAMBER ŞEHRİ MEDİNE’YE DOĞRU
Hidayet Tohumları:
Resulullah Aleyhisselâm ile görüşen ilk Medine’li, Süveyd bin Sâmit’tir. Bu zât Evs kabilesi’nin eşrafındandı. Zekâsı, cesareti ve yiğitliği, yaşlılığı, okur-yazar olması, şiir ve edebiyata merakı sebebiyle halkı arasında “Kâmil” lâkabıyla tanınırdı. Resulullah Aleyhisselâm ile de akrabalığı vardı. Kavmi onun sözünü dinlerdi.
Hacc için Mekke’ye gelmişti. Resulullah Aleyhisselâm Süveyd’in geldiğini duyunca, onu aradı, buldu ve İslâmiyet’e dâvet etti. Süveyd, Lokman Aleyhisselâm’ın hikmetlerini ele geçirmişti, peygamberliği tanıyacak bilgiye sahipti. “Galiba bende olanın benzeri sende de var.” dedi ve bazı kısımlar okudu.
Resulullah Aleyhisselâm:
“Şüphesiz ki bu güzel sözdür. Fakat benim yanımda bulunan, Allah’ın bana indirdiği, Allah’ın kelâmı olan Kur’an bundan daha güzel ve üstündür. O bir hidayet ve bir Nur’dur.” buyurdu.
Ve Kur’an-ı kerim’den bazı parçalar okudu. Süveyd Kur’an-ı kerim’i dinleyince:
“Bu gerçekten daha güzel bir söz.” dedi ve müslüman olarak Medine’ye döndü.
Fakat kısa bir süre sonra bir kabile anlaşmazlığı yüzünden öldürüldü.
•
Allah-u Teâlâ dinini üstün kılmak, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini izzetlendirmek ve ona olan vaadini gerçekleştirmek istediği zaman, hidayet tohumları o zaman Yesrib diye bilinen Medine-i münevvere’de boy vermeye başlamıştı.
Yesrib iki mühim topluluğun birleştiği yer idi. Bunlar, birisi kuzeyden gelen yahudiler, diğeri ise güneyden gelen Evs ve Hazreç adındaki Arap kabileleriydi. Yesrib’teki Araplar yahudilerle temasları sonucu semâvî dinlere en yakın Arap topluluğu haline gelmişlerdi. Çünkü onlar yahudilerden Allah, peygamber, vahiy, haşır, hesap, cennet, cehennem... gibi mefhumları duymuşlardı.
Araplar ile yahudiler arasında devamlı bir düşmanlık vardı. Yapılan kanlı çatışmalarda yahudiler Araplar’a mağlup olunca: “Kitabımızdan öğrendiğimize göre, çok yakında bir peygamber gelecektir. Biz ona uyacağız ve onun yardımıyla sizi Âd ve İrem kavimlerinin öldürüldükleri gibi öldüreceğiz!” derlerdi.
Bu hususta Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Yanlarında bulunan (Tevrat’ı) tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri kâfirlere karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, tanıdıkları ve bekledikleri (o Kur’an) kendilerine gelince, bu defa onu inkâr ettiler.
İşte bundan dolayı Allah’ın lâneti kâfirlerin üzerinedir.” (Bakara: 89)
Resulullah Aleyhisselâm peygamber olarak gönderilince inatlarından ve hasetlerinden inkâra düştüler ve: “Bu bizim bildiğimiz, vasıflarını tarif ettiğimiz peygamber değildir.” dediler. Halbuki dedeleri, kitaplarında yazılı buldukları ümmî Peygamber’e uymak maksadıyla eskiden beri Hicaz topraklarına yerleşmiş bulunuyorlardı.
Yahudiler Araplar’la doğrudan doğruya karşı karşıya gelmeyi uygun bulmazlar, Evs ve Hazreç kabileleri arasında düşmanlığı tahrik ederlerdi. Evs kabilesiyle Hazreç kabilesi arasında ihtilâf ve rekabet vardı. Bunlardan her biri diğerine karşı kuvvetli olmak için çareler arıyordu. Bu iki kabile arasında yüzyirmi yıldır devam eden düşmanlık son haddini bulmuş, nihayet hicretten beş-altı yıl önce son olarak savaşa tutuşmuşlardı. Buâs adı verilen bu savaşta iki taraftan da nice canlar fedâ edilmiş, çok sayıda insan ölmüştü. Her biri savaş ateşiyle dağlanmışlardı. Sonra aralarında bir sulh meydana geldi.
•
Evs ve Hazreç kabilelerinin İslâmiyet’i kabul etmeleri üç safhada gerçekleşmiştir:
Akabe Biatları:
Resulullah Aleyhisselâm, câhiliye devrinin âdetlerine göre Hacc yapmak ve o civarlarda kurulan panayırlara katılarak alış-veriş yapmak için uzak-yakın birçok yerlerden Mekke’ye gelen Arap kabileleri arasında tebliğ faaliyetlerini yürütüyordu.
Peygamberliğin on birinci yılına rastlayan milâdî 620 yılının Hacc mevsiminde Medine’de bulunan Hazreç kabilesinden; Es’ad bin Zürâre, Râfi bin Mâlik, Avf bin Hâris, Kutbe bin Âmir, Ukbe bin Âmir, Câfer bin Abdullah adlarında altı kişilik bir grupla Akabe mevkiinde karşılaştı. “Siz kimsiniz?” diye sordu. “Hazreç kabilesinden bir grubuz.” dediler. “Yahudilerle dost olanlardan mısınız?” diye tekrar sordu. “Evet” dediler. Aslında Hazreçliler’le Hâşim oğulları arasında akrabalık vardı. Çünkü Abdülmuttalib’in annesi Selmâ’nın aşireti olan Neccaroğulları, bu Hazreç kabilesinin bir kolu idi. Resulullah Aleyhisselâm:
“Otursanız da biraz konuşsak!” buyurdu.
Oturdular ve konuştular. Yahudilerden son peygamberin yakın bir zaman içinde çıkacağını sürekli duydukları için, Allah’tan, vahiyden, peygamberden sözetmenin onlara yabancı gelmeyeceğini biliyordu. Onlara İslâmiyet’i tebliğ etti. İbrahim sûre-i şerif’inin bir bölümünü okudu. Birbirlerine bakıştılar ve: “Vallahi bu zât yahudilerin geleceğini haber verdiği peygamber olsa gerek. Sakın yahudiler ona inanmakta bizi geçmesinler.” diyerek hemen iman ettiler. Bu altı zâta “İlk Medine’li Müslümanlar” adı verildi.
Resulullah Aleyhisselâm onlardan, kendisini Medine’ye götürüp himaye etmelerini ve böylece İslâm dinini yaymasına yardımcı olmalarını istedi. Onlar da Evs kabilesiyle aralarında yıllardır devam edegelen savaşlar neticesinde meydana gelen kin ve düşmanlığın Resulullah Aleyhisselâm vasıtasıyla birlik ve beraberliğe dönüşeceğini ümit ettiklerini ifade ettiler. “Eğer Allah onları senin etrafında toplarsa, senden daha şerefli bir adam olamaz.” dediler. Döner dönmez Evs ve Hazreç kabilelerine İslâm’ı tebliğ edeceklerine ve bir süre sonra Hacc mevsiminde yine gelmeye söz verdiler, daha sonra da yanından ayrıldılar.
Medine’li bu yeni müslümanlar, kabileleri tarafından hatırı sayılır kişilerdi. Memleketlerine döner dönmez İslâmiyet’i anlatmaya koyuldular. Gösterdikleri faaliyet sayesinde bu bir yıl içinde birçok kişi müslüman oldu. İçinde Resulullah Aleyhisselâm’ın anılmadığı, İslâmiyet’in açıklanmadığı ev hemen hemen kalmadı. İslâm’ın bu beldede yayılması, geçen on yıl zarfında Mekke’deki yayılışından daha hızlı olmuştu.
Böylece Resulullah Aleyhisselâm’ın Medineliler’le ilk münasebeti başlamış oldu. Ve üç yıl devam etti.
Bu altı kişinin İslâm’la müşerref olması, yeni bir ümit kaynağı olmuştu. Medine’de Resulullah Aleyhisselâm için bir zemin hazırlamışlardı. Uzun bir sabır ve azimli bir mücadeleden sonra Resulullah Aleyhisselâm dikkatini Medine’ye çevirmiştir.
Birinci Akabe Biatı (621 M.):
Peygamberliğin on ikinci yılına rastlayan Hacc mevsiminde, Zilhicce ayında, içlerinde bir yıl önce müslüman olan beş kişinin de bulunduğu oniki kişi, verilen söz üzerine Mekke’ye geldiler. Onu Hazreçli, ikisi Evsli idi. Yine Akabe denilen mevkide Resulullah Aleyhisselâm’la gizlice buluştular. Başkanları Es’ad bin Zürâre olup, geçen yıl gelenlerin dışındaki yedi kişi, Muaz bin Hâris, Zekvan bin Abd, Ubâde bin Sâmit, Yezid bin Sa’lebe, Abbas bin Ubâde, Ebü’l-Heysem, Uveym bin Sâide -radiyallahu anhüm- idi.
Bu buluşmada “Hiçbir şeyi Allah’a eş koşmayacaklarına, hırsızlık ve zinâ yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, birbirlerine iftirâ etmeyeceklerine, emirlerine uyacaklarına.” dair Resulullah Aleyhisselâm’a söz verdiler ve ona biat ettiler. Daha sonra da Medine’ye döndüler. Bu biat savaşın farz olmasından önce idi. Onun içindir ki cihada işaret edilmemiştir.
Resulullah Aleyhisselâm Medine halkına İslâm’ı öğretmesi ve orasını İslâm’ın merkezi olmaya elverişli hâle getirmesi için Mus’ab bin Umeyr -radiyallahu anh-ı Medine’ye gönderdi. Onlara Kur’an-ı kerim okumasını, İslâmiyet’i öğretmesini ve onları dinde bilgi sahibi yapmasını emir buyurdu.
Cehd ve gayret, azim ve sabır meyvesini vermeye başlamıştı.
Bu biatın İslâm tarihinde çok büyük önemi ve şöhreti olduğu gibi; Arabistan halkını küfür ve şirkten kurtararak onlara yüce bir din telkin etmek, çirkin ve vahşi âdetleri terkettirmek gibi ulvî bir gaye olduğu için, medeniyet tarihinde de takdire şâyan bir hatıra bırakmıştır.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."
ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
Son düzenleme: