Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri – İmam Suyuti
Peygamberimizin, yazı yazmasının ve şiir söylemesinin kendisine haram olması
Peygamberimizin bir özelliği de, yazı yazmasının ve şiir söyleme­sinin kendisine haram olmasıdır. Yüce Allah bu hususta şöyle buyur­maktadır:
“Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de buldukları o elçi’ye o ümmî peygamber’e uyarlar.” [45]
“Ey Muhammed, sen bundan önce bir kitâb okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun. Öyle olsaydı, bâtılcılar o zaman kuşkulanırlardı.” [46]
“Biz ona (Muhammed’e) şiir öğretmedik, şiir ona yakışmaz da...” [47]
tbn Ebû Hatim, Mücâhid’în şöyle dediği haberini nakletmiştir: “Kitâb ehli olanlar, kendi kitaplarında Peygamberimiz’in okur-yazar ol­madığını görürler ve bunu söylerlerdi, işte bununla ilgili olarak: “Sen, bundan önce bir kitâb okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun!” mealindeki âyet inmiştir.”
îmâm-ı Râfîî ise bu konuda şöyle der:
“Peygamberimiz’in bir Özelliği olarak, yazı yazmasının kendisine haram olabilmesi için, O’nun yazı yazar olduğunu söylememiz gerekir. Halbuki O, yazı bilmezdi.“
îmâm-ı Nevevî ise, bunu tenkid eder ve şöyle der: ‘Yazı yazmasını bilmediği halde, yazmanın kendisine haram kılınmış olması mümteni’ (imkansız) değildir. Bundan maksad, okur-yazar olmanın sebeblerine tevessül etmemesidir ve doğrusu da, O okur-yazar değildi...” [48]
Bâzıları ise bunun aksini söylemişler ve: “Hudeybiye andlaşması-nın yazıldığı sırada Kureyş temsilcisinin itirazı üzerine, Peygamberimiz (s.a.v.): “Bu, Muhammed bin Abdullah’ın andlaşmasıdır” diyerek yaz­mıştı. Zira Ali, böyle yazmaktan çekinmişti” demişlerdir. Onlara verile­cek cevab ise şudur: “Bu andlaşma ile ilgili olarak “…Yazdı” denilmesinden maksad, emir verip yazdırdı demektir [49]
Ebû Mes’ûd Dımeşkî de, Hudeybiye Musâlehasıyla ilgili olarak: ‘Yâni Peygamberimiz kalemi eline aldı, fakat güzelce yazmasını bilmi­yordu. Buna rağmen “Resûlüllah” yerine “Muhammed” kelimesini yazdı” der.
Ömer bin Şeybe’nin bu husustaki sözü ise şöyledir: “Peygamber (s.a.v.), Hudeybiye’de, kendi eliyle yazdı. Halbuki O, daha önce yazmayı hiç bilmiyordu. Tam yazmak istediği sırada, bir mucize olarak yazması­nı bildi ve yazdı.” Onun bu sözünü kabul edenler de olmuştur: Hadîs âlimlerinden Ebû Zerr el-Herevî, Ebu’l-Feth el-Nisâbûrî, Kâdî Ebu’l-Velîd el-Luhamî, Kâdi Ebu Cafer el-Simnanî el-Usûlî; bunu kabul eden­lerdendir. Hattâ Ebû’l-Velîd el-Luhamî şöyle demiştir: “Peygamberi-miz’in hiç yazı bilmediği ve öğrenmediği halde anîden orada yazmış olması, O’nun en kuvvetli mucizelerinden biridir.” Bazıları da şöyle de­miştir: “Peygamberimiz, o gün kendi eliyle; yazı bilmediği, yazıyı teşkîl eden harfleri hiç tanımadığı halde yazdı. Kalemi eline aldı ve hareket ettirdi. O’nun yazmak istediği şekilde bir yazı meydana geldi. Yâni yazı kendiliğinden ve mucizevî bir şekilde oluştu… Evet Peygamberimiz ka­lemi hareket ettirdi, fakat bilerek bir şey yazmadı. Yazı yazıldığı zaman bile, yazıyı ve onun harflerini tanımıyordu” [50]
Şiirin Peygamberimiz’ e haram olmasına gelince: “Ebû Davud’un buna delâlet eden hadîsi; îbni Ömer’den sevketmiş olduğunu görüyo­ruz… O, şöyle diyor: “Ben, Peygamber’in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu i-şittim: “Ben eğer tiryak içersem nazarlık takınırsam, kendiliğimden şiir söylersem, hâlim ve âkibetim ne olur bilmem.“
îbni Sa’d'ın Zühri’den rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.), Medi­ne’ye göçten sonra Mescid yapılırken, ashabın bu husustaki candan ça­lışmalarına bakarak duygulanmış ve: “Bu göç, Hayber göçü değildir! Rabbimiz, bu daha iyi, daha temizdir” anlamında bir söz söyleyivermiş-tir. Yine Zührî şöyle dermiş: “Peygamberimiz, şiir olarak ne söylemişse, bir başkasına âit misâl vermek üzere söylemiştir. Kendisinin, Mescid yapılırken söyleyiverdiği bu şiirden başka hiç şiir söylediği olmamış­tır. (Bunu da, şiir söylemek maksadıyla söylemiş değildir.) [51]
Yine îbni Sa’d, Abdurrahmân bin Ebûz-Zennâd’dan şöyle nakle­der: “Peygamber (s.a.v.) birgün, Abbas bin Mirdâs’a hitaben: “Hatırlıyor musun? Senin: “Benim ve kölelerimin elde ettiğimiz mallar, Akra’ ve U-yeyne arasında kaldı” gibi bir şiirin vardı?” demiş… Orada bulunan Ebû Bekir de: “Ey Allah’ın Resulü, anam babam sana kurbân olsun! Sen, bir şâir olmadığın gibi, şiiri de değiştirerek naklediyorsun. Zaten şiir de sana yakışır birşey değildir. Bunun söylediği o şiirin aslı, öyle değil;”…Uyeyne ile Akra’ arasında kaldı” şeklinde idi” der. (Yâni Peygambe­rimiz, bu misâlde de görüldüğü gibi, şiiri, bazen değiştirerek söylerdi. Bazân da misâl vermek için.)
Alimlerimiz demişlerdir ki: “Peygamberimiz’in şiir şeklinde söyle­miş olduğu sözler; şiir maksadıyla söylenmiş şeyler değildir ve kafiyen bunlara, şiir söylemek de denilmez… Kur’ân’da dahi bazân vezinli sözler vardır. Bunlar da kafiyen şiir değildir.”
İmâm-ı Mâverdî der ki: “Peygamber Efendimiz’e yazı yazmak ha­ram olduğu gibi, başkaları tarafından yazılmış bir yazıyı okumak da haramdı, ilgili âyet de bunu bildirir. O’na şiir söylemek yasak olduğu gibi, bir başkasına âit olan şiiri, şiir olarak nakletmesi de yasak idi.”
El-Harbî de şöyle demektedir: “Peygamber (s.a.v.), iki mısraı bir araya getirerek, tam bir beyit halinde şiir okumamıştır. Mutlaka tek mısra halinde misâl vermiştir. Bir beytin, yâ birinci mısraını okuyup i-kinci mısraını bırakmıştır, yâhud da ikinci mısraını okuyup birinci mısraını terketmiştir. Eğer her iki mısraı okuyarak misâl vermek iste-mişlerse, bu seferde mutlaka kelimelerin yerini değiştirmek suretiyle misâl vermiştir. Az yukarıdaki Abbas bin Mirdâs’m şiirinde olduğu gibi…”[52]
Peygamberimizin bir özelliği de, harbe karar verip zırhını giydikten sonra, çıkarmasının haram olmasıdır.
Ahmed ve îbni Sa’d Câbir bin Abdullah’tan rivayet eder. O şöyle der: “Peygamber (s.a.v.), Uhud Günü şöyle demiştir: “Ben, rüyamda kendimi çok sağlam bir zırh içinde gördüm… Bazı boğazlanmış sığırlar da gördüm… Sağlam zırhı, Medine olarak; boğazlanmış sığırları da as­kerlerden bâzıları olarak te’vîl edip yorumladım… Eğer isterseniz Me­dine’de kalalım. Düşman Medine içine kadar girecek olursa, kendimizi burada müdâfâ edelim.” Ashâb şu cevâbı verdiler: “Allah’a yemîn ederiz ki, onlar câhiliye zamanında bile şehrimiz Medine’ye girmiş değillerdir. islâm devrinde girmeleri nasıl olur?” Peygamberimiz de onların bu cevâbını ve tutumunu görünce: “O halde siz bilirsiniz” buyurdu. Sonra Peygamberimiz evine gitti”ve harp hazırlığını yapıp zırhını giyin­di. Ashâb bunu görünce, daha ciddî düşünüp: “Biz ne yaptık?” dediler. Resûlüllah’a karşı O’nun düşüncesini red ettiklerine çok pişman oldular. Resûlüllah’a mürâcât edip: “Ey Allah’ın Resulü, karar sizindir, siz nasıl bilirseniz öyle olsun!” dediler. Peygamber Efendimiz de bunun üzerine şöyle buyurdular:
“Bunu şimdi mi düşünebildiniz? Biliniz ki, bir peygamber; harbe karar verip zırhını giydikten sonra, karar verdiği savaşı yapmadıkça zırhını çıkaramaz! Bu ona helâl değildir.” [53]
Peygamberimizin bir özelliği de, bir iyilik ve ihsanda bulunduğu zaman, daha İyisi veya daha çoğunu elde etmek niyetiyle vermesinin kendine haram olmasıdır.
Yüce Allah, bir âyetinde şöyle buyurmaktadır; “Habîbim, verdiğini çok bularak (veya daha çoğunu umarak) başa kakma…”[54]
îbni Cerîr, âyetin tefsîriyle ilgili olarak, Ümmetin Alimi ve Ter-cümânü’l'Kur’ân olan îbni Abbas’tan nakleder. O şöyle demiştir: “Bir i-yilik ve ihsanda bulunduğun zaman, onu ondan daha iyisine kavuşmak niyetiyle verme! Bu sana lâyık değildir.” [55]
Bütün müfessirler, bu hususun Peygamber’in (s.a.v.) bir özelliği olduğunda ittifak ve icmâ etmişlerdir.
Îbni Ebû Hatim de Dakhâk’tan Kur’an-ı Kerîm’deki: “insanların malları içinde, artması için verdiğimiz faiz, malı Allah katında artırıp bereketlendirmez…” [56] anlamına gelen âyetle ilgili olarak şöyle nakleder. Yâni Dahhâk demiştir ki: “Bu âyetteki ribâdan (faizden) maksat, helal olan ribâdır ki, bu şudur: Kişi insanlardan birine bir şey hediye eder. Onu, sırf bir hediye olarak verir. Fakat bunu vermekten maksadı, ondan daha iyisine kavuşmaktır, işte buna, ribâ’l-helal denilir. Fakat bu, Peygamber’e (s.a.v.) helal değildir. Peygamberimiz, böyle yapmaktan yasaklanmıştır. Çünkü bu, O’nun yüksek makam ve mansı­bına lâyık değildir…”[57]
Peygamberimizin, insanlara verilmiş bulunan dünyalığa gözlerini dikmesi haramdır
Yüce Allah, bu husustaki bir âyet-i celilesinde şöyle buyurmaktadır: “Onlardan bâzı sınıflara verdiğimiz dünyalığa gözlerini dikme! Ve onlar sana inanmıyorlar diye de üzülme! Sen, müminlere kanatlarını indir, onlara karşı mütevazı ve şefkatli ol.” [58]
Yukarıda mealini gördüğümüz âyetten de anlaşıldığı gibi, Pey­gamber Efendimiz’in bir özelliği de, başkalarına verilen dünyalığa göz­lerini çevirmesinin kendisine haram olması idi. Bu hükmü, bu şekilde imâm el-Râfiî, el-Izâh adlı kitabın sahibinden naklederek bildirmiştir. Nevevî ile ibnü’l-Kâdî de buna kesinlikle hükmetmişlerdir.[59]
Peygamberimizin özelliklerinden biri de, eşlerini iki seçim arasında bıraktığı zaman kendisini seçmeyen eşini tutmasının haram olması idi…
Bu hususu, daha önce geçen ilgili bölümde ifâde etmiştik… Nitekim Buhâri’nin Aişe’den sevkettiği rivayet de bunu ifâde etmektedir. Bu rivayete göre Aişe şöyle demiştir; “Cüveyne’li adamın kızı (Cüveyne ka­bilesine mensûb Nûmân bin Şerahbil’in kızı Ümeyme) Peygamber’e (s.a.v.) yaklaştığı zaman; “Ben, senden Allah’a sığınırım” demişti… Peygamberimiz de: “Gerçekten sığınılacak olana sığındın!” buyurdu ve ona hitaben: “Derhal ailene dön!” dedi. Yâni onu terk etti…”
Konu ite ilgili olarak îbni Mülakkın, El-Hasâis adlı kitabında der ki: “Bundan anlaşıldığına göre, Peygamberimizle birlikte kalmayı hoş görmeyen bir kadını Peygamberimiz’in tutması haram idi. Kendisini is­temeyen bir kadını nikâhına alması da haram idi. Bunun böyle olduğu­na, Peygamber Efendimiz’in, hanımlarını iki seçim arasında muhayyer kılmış olması da delâlet eder…”
îbni Sa’d, Mücâhid’den şöyle nakleder: “Peygamber Efendimiz, bir kadını nikahlamak istediği zaman, bu isteğini o kadına açıklar, eğer o kadın bunu kabul etmezse, Peygamberimiz bu istediğini bir daha tekrarlamazdı. Nitekim bir defasında, bu husustaki isteğini bir kadına bil­dirmiş, o kadın da “ailemle istişarede bulunayım” karşılığını vermişdi. Sonra bu kadın, âlilesiyle istişare edip onların muvafakatini aldığını bildirdiği zaman; Peygamber Efendimiz de, bunun vaktinin geçmiş ol­duğunu bildirmekle yetinmiştir…”[60]
Peygamberimizin bir özelliği de, ehli kitâbtan bir kadını nikahlamasının kendisine haram olması idi…
Ebâ Dâvâd Nâsih’inde Mücâhid’den şu haberi rivayet etmiştir: ‘Yüce Allah’ın Peygamberimiz’e hitabla: “Bundan böyle artık sana, ka­dınlarla evlenmek haramdır” [61]buyurması; Peygamber Efendi-miz’e, ehl-i kitâbtan olan kadınlarla evlenmeyi yasaklamıştır.” [62]
Yine Mücâhid’den Sâid bin Mansûr’un bir rivayeti bulunmakta. Bu rivayete göre de Mücâhid, aynı âyetle ilgili olarak şöyle demiştir: “Yüce Allah’ın bu yasağı, yahûdî ve nasrânî kadınlarıyla ilgilidir. Onla­rın, Peygamber’e zevce, mü’minlere anne olmaya lâyık olmadıklarını bildiriyordu.”
Bizim Mezhebin (Şâfi Mezhebinin) âlimleri derler ki: “Peygam-berimiz’in hanımları, hem mü’minlerin anneleri, hem de cennette ebe­diyen Peygamberimiz’in eşleri oldukları için, bunların, yâni gayr-i müslim kadınlarının O’na eş olmaları haram kılınmıştır. Zira O’nun eş­lerinin, O’nunla ebediyen cennette beraber olmaları münâsebetiyle, aynı zamanda O’nun derecesinde bulunmaları gerekmektedir. Buna göre, çok yüksek şeref de kazanmış olmaktadırlar. Hem, Sevgili Peygamberimiz, gayr-i müslim kadınlarıyla arkadaşlık etmekten de hoşlanmazdı. Ayrıca Peygamberimiz’e nikahlanacak bir kadın, müslümanlardan biri bile olsa, Allah yolunda hicret etmiş olması da şart idi. Müslüman bir kadı­nın, Peygamberimiz’e nikahlanabilmesi için, hicret etmiş olması şart o-lursa; müslüman dahî olmamış bir kadının Peygamberimiz’e helâl olmayacağı-, kolaylıkla anlaşılır.”
Şafiî Mezhebi âlimlerinden Ebû îshâk şöyle demektedir: “Eğer Pey­gamberimiz, gayr-i müslim bir kadını nikahlamış olsaydı, Peygamberi-miz’în keremi ve şerefi için o kadına islâm hidâyeti nasîb olurdu.” [63]
Mezhebimiz âlimlerinden bâzıları, Peygamber Efendimizin ehl-i kitaptan olan bir câriye edinmesinin de kendisine haram olduğunu söy­lemişlerdir. Fakat, en sahîh kavle göre, bu kendisine haram değildir. Nitekim el-Hâvî adlı kitabında el-Mâverdî şöyle demektedir: “Peygam­ber (s.a.v.), cariyesi Reyhâne’yi, henüz o müslümanlığı kabul etmemiş­ken câriye edinmişti.” Mâverdî’nin bu sözüne göre, “Peygamber Efendimiz’e bu durumda; böyle bir cariyesine müslüman olmasını şart koşması, müslümanlığı kabul ettiği takdirde onu tutması, kabul et-diği takdirde ise, onu terk etmesi üzerine vâcib mi idi, değil mi idi?” diye ihtilâf edilmiştir ve iki vecih üzerinde durulmuştur: Birincisine göre: “Peygamberimiz’in onu iki seçim arasında muhayyer bırakması vâcib idi. Eğer müslüman olmayı kabul ederse, ne güzel! Bu takdirde o da; âhirette ebediyen Peygamberimiz’in eşi olur.” ikinci kavle göreyse; Pey-gamberimiz’in onu iki seçim arasında muhayyer kılması vâcib değildir. O, kendi isteği ile dilerse müslümanhğı kabul eder. Eğer etmezse, Pey-gamberimiz’in böyle bir kitabî (ehli kitap) cariyesinden ayrılması ge­rekmez. Nitekim Reyhâne misâli, buna delâlet eder.”[64]
Peygamberimizin bir özelliği de, hicret etmemiş bir kadını nikahlamasının kendine haram olmasıdır
Evet, bu da Peygamberimiz’in özelliklerinden birini teşkil etmekte idi. Tirmîzî’nin hasendir kaydiyle, ibni Ebû Hâtim’in îbni Abbas’tan rivayet ettikleri şu haber buna delâlet eder: “Peygamber (s.a.v.), bütün kadınlardan nehyolundu. Ancak, Meküne’ye hicret eden müslüman kadınlar için izin verildi. Yüce Allah, bir ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Habîbim, bundan sonra artık sana, başka kadınlarla evlenmek, şimdiki eşlerini başka eşlerle değiştirmek helal değildir! İsterse onların güzellikleri senin hoşuna gitmiş olsun. Artık başka kadınlarla evlenemezsin. Yalnız elinin altında bulunan cariyeler hariç. Allah, her şeyi gözetleyicidir.” [65]
Yine bundan önceki âyetleri gereği, (Ahzâb, 50,51) Yüce Allah, Pey-gamberimiz’e müminlerin kızlarının, kendisini Resûlüllah’a hibe eden mü’mine bir kadını helal kılmış; bunlardan maadasını ise haram, kılmış­tır. Dîni, islâm’dan başka olan kadınları da O’na haram kılmıştır.” [66]
Keza Peygambere (s.a.v.), O’nun bir özelliği alarak, müslümanhğı kabul etmiş bulunan bir cariyeyi nikahlaması da haram idi. Bu husus­taki iki tevcihin, en sahîh olanı budur.”[67]
Peygamberimizin özelliklerinden biri de, onun herhangi bir kimsenin aleyhine gözüyle işarette bulunmasının haram olması idi…
Ebû Dâvûd, Nesaî, sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhakı Sa’d bin Ebu Vakkâs’tan şöyle rivayet ederler: “Peygamber (s.a.v.) Mekke’nin fet­hi gününde, umûmî af ilan etti.,. Ancak bu umûmî aftan dört kişiyi is­tisna eyledi. Abdullah bin Ebû Şerh, bu dört kişiden biriydi. Abdullah, kendisinin yakını bulunan Osman bin Affân’ın yanında saklandı. Sonra Peygamberimiz insanları biat etmeye çağırdı. Bu sırada Osman, Abdul­lah’ı yanına alarak geldi ve: “Ey Allah’ın Resulü, Abdullah biat etti” dedi. Peygamberimiz ise, üç defa başını yukarı kaldırıp baktı ve her defasında Abdullah’ın biatini kabul etmek istemedi. Üçüncüsünden sonra, onun biatini kabul etti… Sonra yanındaki ashabına dönerek şöyle dedi: “içi­nizde derin anlayışlı biri yok muydu? Ben bu adamın biatini kabul et­mek istemediğim zaman, bunu görüp de ayağa kalkmalı ve bu adamı öldürmeli idi.” Ashâb bunun üzerine: “Ey Allah’ın Resulü, sizin içiniz-dekini biz ne bilelim? Bize bir işarette bulunsaydınız!” dediler. Peygam­berimiz de: “Bir peygamber için, böyle haince bir iş, hiç yakışık almaz!” buyurdu.
tbn Sa’d, Saîd bin Milseyyeb’ten şöyle nakleder: “Peygamberimiz bu sırada ashabına cevaben: “imâ, işaret etmek; hıyanettir! Bir pey­gamber için imâ etmek yoktur!” buyurdu.
îmâm-ı Râfîi şu açıklamayı yapar: “Hâine-i âyün, yani gözle işaret etmek; öldürülmesi veya dövülmesi mübâh ve caiz olan birisi hakkında, bu işlemin yapılması için işarette bulunmaktır. Böyle bir hareket, Peygamberimiz’den başkası için haram değildir. Çünkü aslında, mübâh ve caiz olan bir şey yapılacaktır. Ancak yapılması hak ve mübâh olmayan bir iş olursa, o hususta gözle işaret etmek de caiz olmaz… Peygamberi­miz için caiz olmayan ve O’nun bir özelliği bulunan husus ise; îdamı is­tenmiş ve îlân edilmiş bir adam için bile, gözle işarette bulunmasının haram oluşudur. Kendilerinin buyurdukları gibi: “Bir peygamber için işaret etmek yoktur.”
El-Telhîs adındaki kitabın sahibi, buna bakarak, Peygamber E-fendimiz için, harbte hile yapmasının da caiz olmadığı kanâatine var­mıştır. Fakat büyük ekseriyet kendisine muhalefet etmiştir. Bu
muhalefetin sebebini de el-Râfiî şöyle açıklamıştır: “Zira Peygamber Efendimiz; bir sefere çıkacağı zaman, başka tarafa gidecekmiş gibi göste­rip hedefini gizlerdi. Bu, pek meşhurdur ve Buhârî ile Müslim’in sahihlerinde Ka’b bin Malik Hadisi olarak mevcudtur. Bu tevriye ile îmânın arasındaki farka gelince büyük işlerde tevriye yapılır. bunun, yapanı aşağılatıcı bir niteliği yoktur, imâ ise, yapan için kınanan bir şeydir…”
Ben de bu münâsebetle şu inceliği hatırlatmak isterim: Bey-hakî’nin ed-Delâil adlı kitabında Ebû Hüreyre’den rivayetle, Peygam-ber’in (s.a.v.), Ebû Bekir’le birlikte Medine’ye girecekleri sırada (hicretleri esnasında), Ebû Bekir’e hitaben şöyle buyurduğu yazılıdır: “Ey Ebu Bekir, insanları gereği gibi oyala, benim konuşmama mahal bırakma! Zira bir peygamberin yalan söylemesi lâyık değildir.” Bunun üzerine, kendilerine soru soranları Ebu Bekir oyaladı. Onlar: “Sen kim­sin?” diye soruyorlar, Ebû Bekir de: “Yola çıkmış birisi!” diyordu. Onlar: “Bu yanındaki adam kim?” diyor. Ebu Bekir de: “Bana yolu gösteren bi­risi” diye karşılık veriyordu.”
Beyhakî’nin bu rivayeti gösterir ki, tevriyede bulunmak da, eğer büyük işlerle ilgili olmaz, sâdece özel bir mâhiyette bulunursa, yine bir peygamber için layık düşmemektedir. Zira yukarıdaki olayda Ebu Be­kir’in söyledikleri de bir tevriyedir, fakat bunda bir yalan bulunmamak­tadır. Fakat o, hem Peygamberimiz’in tanınmasını önlemiş, hem de doğruyu söylemiştir. Tevriyesini yaparken de: “Bu, beni hak ve hayır yo­luna hidâyette kılan kişidir!” demek istemiştir. Böyle bir tevriyeye, olsa olsa, sâdece şekil ve suret bakımından yalan denilebilir. Yoksa hakikatte bir yalan olmadığı meydandadır, işte, önceki geçen konuların birinde, Peygamberimizin şefaat hadîsini de görmüş, orada ibrahim (a.s.)’m kendisine izafetle: “Siz en iyisi, bir başkasına gidip şefaatçi olmasını is­teyiniz! Zira ben, üç defa yalan söylemiştim” dediğine vakıf olmuştuk.-işte onun bu sözündeki; “yalan söylemiştim” dediği şeyler de, hiç şüphesiz hakikatte yalan olmayıp, şekil ve suret bakımından yalana benzeyen sözlerdi. Bunun bu şekilde anlaşılması da, bu vesile ile, bizim için çok açık ve kolay olmuştur. Demek ki, peygamberlerin, kendi şahsî işleri için tev­riyede bulunmaları, kendi yüksek makamlarına lâyık görülmediği içindir ki, yukarıdaki misâlimizde Peygamber Efendimiz, tevriyede bulunmak­tan sakınmış, bunu Ebû Bekir’e havale etmiştir. Keza İbrahim (a.s.) da, kendisine âit üç adet tevriyeyi, bu sebeble kendisinin aleyhine saymış o-lacak ki, bunları zikrederek şefaatten çekinmiştir. [68]
Peygamberimizin Bîr Özelliği De, Tekbîr Ve Ezan Sesî Duyulan Bîr Yere Baskın Yapmasının Haram Olmasıdır.
Peygamberimiz’in özelliklerinden biri de, tekbîr veya ezan sesinin duyulduğu bir yere, baskın yapmasının kendisine haram olmasıdır. Buna dair Buhârî ve Müslim’in Enes’ten rivayet olunan haberi, yeterli delîl kabul edilmiştir. Bu rivayete göre Enes şöyle demiştir: “Peygamber (s.a.v.), Allah yolunda gazaya çıktığı zaman, bir yere uğradığında, eğer oradan tekbîr veya ezan sesi duyulursa, oraya baskın yapmazdı. Bunun tesbîti için de, bütün gece boyunca bekler, sabah olduğunda o yerden ezan sesinin gelip gelmediğine bakardı. Eğer ezan sesi duyulursa, oraya baskın yapılmasına izin vermez, eğer ezan sesi gelmezse baskınını ya­pardı.” îşte bunu da Ibni Seb’, Peygamberimiz’in bir Özelliği saymıştır.[69]
Peygamberimizin Bir Özelliği De, Müşriklerden Yardım İstemesinin Kendisine Haram Olmasıdır
Evet, el-Kudâî’nin anlattığına göre Peygamber Efendimiz’in özel­liklerinden biri de, O’nun müşriklerden yardım istemesinin kendisine haram olmasıdır. Buhârî’nin Târih’inde Hubeyb bin Yessâf tan şöyle bir rivayeti vardır. O demiştir ki: “Peygamber (s.a.v.), bir gün bir tarafa gitmek üzere karar vermişti. Biz de kendisine gidip: “Ey Allah’ın resulü, kavmimizin katılacağı bir sefere, biz de katılmak istiyoruz!” diyerek kendisine mürâcâtta bulunduk… Peygamberimiz bize sordu: “Siz her i-kinız de, müslüman oldunuz mu?” Biz de tabiî henüz müslümanlığı kabul etmemiş olduğumuzdan: “Hayır” cevabını vermiştik… Bunun ü-zerine O şöyle buyurdu: “Biz, düşmanlarımız bulunan müşriklere karşı, müşriklerden yardım istemeyiz.” [70]
Peygamberimizin Bir Özelliği De, Zulüm Üzerine Şahit Olmayı Kabul Etmemesidir
El-Kudâî’nin değerlendirmesine göre, Peygamberin (s.a.v.) özel­liklerinden biri de, zulüm olan bir iş yapılmak istenildiği zaman orada hazır bulunmayı kabul etmemesidir. Bu hususta Buharı ve Müslim, Nûmân bir Beşir’den rivayet ederler,
(Müellif, burada böyle bir başlık attıktan sonra, gerisini getirmeyip boş bırakmıştır.) [71]
Kaynak : Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri – İmam Suyuti
Dipnot lar:
[45] A’raf suresi, 157
[46] Ankebut suresi, 48
[47] Yasin suresi, 69
[48] Sahih olan da budur. Yani ukuyup-yazmasınm Peygamber Efendimiz üzerine haram olmasından maksad, okuyup-yazmayı öğrenmenin sebeblerine tevessül etmemesidir. Yoksa yasak olmaması hâlinde, Peygamberimizin buna güç getireceğinde, kimsenin bir şüphesi yoktur
[49] Peygamberimiz’in Hudeybiye Musâlehası sırasında, kalemi Ali’den alıp kendi eliyle: “Bu, Muhammed bin Abdullah’ın andlaşmasıdır” diye yazmışttr, iddiası sahîh olmayan bir iddiadır. Zira bunu bizzat yazan Ali olmuştur. Fakat Peygamberimiz Ali’ye böyle yazmasını emrettiği için, Ali’ye değil de Peygamberimiz’e nisbet edilmiştir
[50] Müellifimiz’in, “bazı hadîs âlimleri…” diye naklettiği bu zâtlar ve onların bu tevilleri, kesinlikte makbul değildir. Onlar, sabit olan mucizeyi tersine çevirmişlerdir. Eğer Peygamberimiz, lüzumunda ve anında yazmayı öğrenmiş veya bilmeksizin yazmış İse; Kur’ân’ın kesinlikle haber verdiği “O’nun Ümmîliği” nerede kalır? Şaşılacak şey! Sanki a-damlar, Peygamberimiz kalemi eiiyle tutarken başındaymış gibi tasvir ediyorlar. Bilmiyorlar ki, bununla Peygamberimiz’i ve O’nun mucizesini hafife almış oluyorlar. Biz, bu gibi tevilleri asla kabul edemeyiz…
[51] Çünkü şiir: “Şiir söylemek maksadıyla ve mevzun olarak söylenen söz”dür. E-fendimiz ise, verilen misallerde olduğu gibi, vezinli ve kafiyeli şiir söylemek kasdında bulun­mamış, sâdece ve rasîgele söyleyiverm iştir, o kadar
[52] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/458-461.
[53] Peygamberimiz bunu, Cuma Namazını kıldırdıktan sonra söylemişti. Uhud’a çıkıp savaşmaları ise Cumartesi günü olmuştu… Bu savaş,. Bedir’den bir sen© sonra, hic­retin üçüncü yılında vukua gelmiştir
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/461-462.
[54] Müddessir suresi, 6
[55] Müfessir Ibni Kesir, âyetin tefsiri üzerinde dört vecih olduğunu anlatır. Fakat kendisi de, birinci vechi tercîh eder. Bu ise, yukarıdaki Îbni Abbas’tan nakledilen husustur.
[56] Rûm suresi, 39
[57] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/462.
[58] Hicr suresi, 88
[59] Ayetteki yasak, umûmi olduğundan, her mü’mînin dahi, bir başkasına verilmiş bulunan dünyalığa gözlerini çevirmemesi gerekir. Tabîî bu, Peygamberimiz için, daha büyük bir gerekliliktir
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/463.
[60] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/463-464.
[61] Ahzab suresi, 52
[62] Bu, bir delîle dayanmayan bir tahsîstir. Zira ilgili âyette: “Kadınlarla…” buyurul-muştur ve bütün kadınlara şâmildir. Bunu, yalnız ehl-i kitâbtan olan kadınlar olarak anlamak ve böyle bir tahsisde bulunmak, doğru değildir.
[63] Bu, delile dayanmayan bir faraziyedir. Peygamberimiz, eğer ehl-İ kitâbtan birini nikahlamış olsaydı, müslüman olması için onu zorlayamazdı. Eğer o, kendi irâde ve isteği ile müslaman olursa, mü’minlerin annesi ve Peygamberimizin ebedî eşi olmayı kazanmış olur du. Eğer kendi dîni üzerinde isrâr ederse, bunlardan bir şey kazanamazdı. Fakat sahîh olanı, Peygamberimiz ehl-i kitabdan biriyle nikah akdi yapmaz, ona cariyesi (mülk-i yemini) olarak mâlik olurdu.-
[64] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/464-465.
[65] Ahzab suresi, 52
[66] . Konuyla ilgili ve: “Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmek sana helâl değildir” mealindeki ayet üzerinde ihtilâf edilmiş, bâzıları bu âyetin mensüh olduğunu söyle­miştir. Fakat Ebû Hanîfe, mensuh olmadığını aç lamıştır. Biz de, daha önce geçen ilgili bölümde, Ebû Hanîfe’nin kavlinin kavî olduğunu, mâkûl ve makbul olanın bu olduğunu bildi-rerek tercihimizi belirtmiştik
[67] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/465-466.
[68] Evet, Peygamber Efendimizin büyük İşlerde tevriyede bulunduğu olmuştur. Ni­tekim Hendek Gününde yeni müslüman olan Nâim bin Mes’ûd’a hitaben Efendimiz: “Ey Naîm, git gücün yettiğinde birşeyler söyle ve onları harpten uzaklaştırmaya çalış! Bil ki harb, hud’adır!” buyuruyordu. Peygamberimiz, kendileriyle andlaşma yaptığı düşmanlarına dahî, onların hiyânet ettiklerini, bu yüzden andlaşmalarının geçersiz olduğunu haber verip ilân et­meden, onlara karşı harb yapmaz, onları aldatmazdı. Nitekim ilgili âyette de buna işaret ve delâlet edilmiştir. (Enfâl, 58.)
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/466-467.
[69] İbni Seb’ın bu sözünden anlaşıldığına göre o; her şeyi Peygamberimizin bir özelliği saymak taraftarıdır. Fakat bu doğru değildir. Daha önce de birkaç defa işaret ettiğimiz gibi, kesin delîl olmadan bir şeyi tahsîs etmek, isabetli olmaz… Burada da bunun, Peygam­berimiz’in bir özelliği olduğuna delâlet eden yeterli bir delîl yoktur. Mâruf ve sabit olan odur ki, Peygamber Efendimiz, bu şekilde hareket etmeleri için askerînin komutanı durumunda o-lanlara da emrederdi. O halde bu, O’na hâs değildir.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/468.
[70] Bu dahi, Peygamberimiz’in kendisine hâs olan şeylerden değildir. Zaruret ol­madıkça, müslümanların da, müslüman olmayanlardan yardım istemeleri doğru değildir. Gerek Peygamber Efendimiz’in yukarıdaki sözlerinden gerekse ilgili âyetten anladığımız budur. (At-i İmrân, 118.)
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/468.
[71] Evet, Peygamberimiz {s.a.v.), Nûmân bin Beşîr’in babasına hitaben: “Sen, yapmak istediğin bu iş üzerine, benden başkasını şahit tut! Zira ben, zulüm olan bir iş üzerine şahit olamam!” buyurmuştur. Fakat Peygamber Efendimiz böyle buyurmakla; bir başkasının zulüm üzerine şahit tutulmasının caiz olacağını İfâde etmek istememiş, Nûmân bin Beşîr’in babasına, yapmak istediği İşin bir zulümden ibaret olduğunu söylemek istemiştir. Yoksa zu­lüm üzerine şahit olmanın bütün müslürnanlara haram olduğunda hiç şüphe yoktur. Binâen aleyh bunu, peygamh»rimiz’in hir belliği olarak anlamak doğru değildir.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/469.
Peygamberimizin, yazı yazmasının ve şiir söylemesinin kendisine haram olması
Peygamberimizin bir özelliği de, yazı yazmasının ve şiir söyleme­sinin kendisine haram olmasıdır. Yüce Allah bu hususta şöyle buyur­maktadır:
“Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de buldukları o elçi’ye o ümmî peygamber’e uyarlar.” [45]
“Ey Muhammed, sen bundan önce bir kitâb okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun. Öyle olsaydı, bâtılcılar o zaman kuşkulanırlardı.” [46]
“Biz ona (Muhammed’e) şiir öğretmedik, şiir ona yakışmaz da...” [47]
tbn Ebû Hatim, Mücâhid’în şöyle dediği haberini nakletmiştir: “Kitâb ehli olanlar, kendi kitaplarında Peygamberimiz’in okur-yazar ol­madığını görürler ve bunu söylerlerdi, işte bununla ilgili olarak: “Sen, bundan önce bir kitâb okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun!” mealindeki âyet inmiştir.”
îmâm-ı Râfîî ise bu konuda şöyle der:
“Peygamberimiz’in bir Özelliği olarak, yazı yazmasının kendisine haram olabilmesi için, O’nun yazı yazar olduğunu söylememiz gerekir. Halbuki O, yazı bilmezdi.“
îmâm-ı Nevevî ise, bunu tenkid eder ve şöyle der: ‘Yazı yazmasını bilmediği halde, yazmanın kendisine haram kılınmış olması mümteni’ (imkansız) değildir. Bundan maksad, okur-yazar olmanın sebeblerine tevessül etmemesidir ve doğrusu da, O okur-yazar değildi...” [48]
Bâzıları ise bunun aksini söylemişler ve: “Hudeybiye andlaşması-nın yazıldığı sırada Kureyş temsilcisinin itirazı üzerine, Peygamberimiz (s.a.v.): “Bu, Muhammed bin Abdullah’ın andlaşmasıdır” diyerek yaz­mıştı. Zira Ali, böyle yazmaktan çekinmişti” demişlerdir. Onlara verile­cek cevab ise şudur: “Bu andlaşma ile ilgili olarak “…Yazdı” denilmesinden maksad, emir verip yazdırdı demektir [49]
Ebû Mes’ûd Dımeşkî de, Hudeybiye Musâlehasıyla ilgili olarak: ‘Yâni Peygamberimiz kalemi eline aldı, fakat güzelce yazmasını bilmi­yordu. Buna rağmen “Resûlüllah” yerine “Muhammed” kelimesini yazdı” der.
Ömer bin Şeybe’nin bu husustaki sözü ise şöyledir: “Peygamber (s.a.v.), Hudeybiye’de, kendi eliyle yazdı. Halbuki O, daha önce yazmayı hiç bilmiyordu. Tam yazmak istediği sırada, bir mucize olarak yazması­nı bildi ve yazdı.” Onun bu sözünü kabul edenler de olmuştur: Hadîs âlimlerinden Ebû Zerr el-Herevî, Ebu’l-Feth el-Nisâbûrî, Kâdî Ebu’l-Velîd el-Luhamî, Kâdi Ebu Cafer el-Simnanî el-Usûlî; bunu kabul eden­lerdendir. Hattâ Ebû’l-Velîd el-Luhamî şöyle demiştir: “Peygamberi-miz’in hiç yazı bilmediği ve öğrenmediği halde anîden orada yazmış olması, O’nun en kuvvetli mucizelerinden biridir.” Bazıları da şöyle de­miştir: “Peygamberimiz, o gün kendi eliyle; yazı bilmediği, yazıyı teşkîl eden harfleri hiç tanımadığı halde yazdı. Kalemi eline aldı ve hareket ettirdi. O’nun yazmak istediği şekilde bir yazı meydana geldi. Yâni yazı kendiliğinden ve mucizevî bir şekilde oluştu… Evet Peygamberimiz ka­lemi hareket ettirdi, fakat bilerek bir şey yazmadı. Yazı yazıldığı zaman bile, yazıyı ve onun harflerini tanımıyordu” [50]
Şiirin Peygamberimiz’ e haram olmasına gelince: “Ebû Davud’un buna delâlet eden hadîsi; îbni Ömer’den sevketmiş olduğunu görüyo­ruz… O, şöyle diyor: “Ben, Peygamber’in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu i-şittim: “Ben eğer tiryak içersem nazarlık takınırsam, kendiliğimden şiir söylersem, hâlim ve âkibetim ne olur bilmem.“
îbni Sa’d'ın Zühri’den rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.), Medi­ne’ye göçten sonra Mescid yapılırken, ashabın bu husustaki candan ça­lışmalarına bakarak duygulanmış ve: “Bu göç, Hayber göçü değildir! Rabbimiz, bu daha iyi, daha temizdir” anlamında bir söz söyleyivermiş-tir. Yine Zührî şöyle dermiş: “Peygamberimiz, şiir olarak ne söylemişse, bir başkasına âit misâl vermek üzere söylemiştir. Kendisinin, Mescid yapılırken söyleyiverdiği bu şiirden başka hiç şiir söylediği olmamış­tır. (Bunu da, şiir söylemek maksadıyla söylemiş değildir.) [51]
Yine îbni Sa’d, Abdurrahmân bin Ebûz-Zennâd’dan şöyle nakle­der: “Peygamber (s.a.v.) birgün, Abbas bin Mirdâs’a hitaben: “Hatırlıyor musun? Senin: “Benim ve kölelerimin elde ettiğimiz mallar, Akra’ ve U-yeyne arasında kaldı” gibi bir şiirin vardı?” demiş… Orada bulunan Ebû Bekir de: “Ey Allah’ın Resulü, anam babam sana kurbân olsun! Sen, bir şâir olmadığın gibi, şiiri de değiştirerek naklediyorsun. Zaten şiir de sana yakışır birşey değildir. Bunun söylediği o şiirin aslı, öyle değil;”…Uyeyne ile Akra’ arasında kaldı” şeklinde idi” der. (Yâni Peygambe­rimiz, bu misâlde de görüldüğü gibi, şiiri, bazen değiştirerek söylerdi. Bazân da misâl vermek için.)
Alimlerimiz demişlerdir ki: “Peygamberimiz’in şiir şeklinde söyle­miş olduğu sözler; şiir maksadıyla söylenmiş şeyler değildir ve kafiyen bunlara, şiir söylemek de denilmez… Kur’ân’da dahi bazân vezinli sözler vardır. Bunlar da kafiyen şiir değildir.”
İmâm-ı Mâverdî der ki: “Peygamber Efendimiz’e yazı yazmak ha­ram olduğu gibi, başkaları tarafından yazılmış bir yazıyı okumak da haramdı, ilgili âyet de bunu bildirir. O’na şiir söylemek yasak olduğu gibi, bir başkasına âit olan şiiri, şiir olarak nakletmesi de yasak idi.”
El-Harbî de şöyle demektedir: “Peygamber (s.a.v.), iki mısraı bir araya getirerek, tam bir beyit halinde şiir okumamıştır. Mutlaka tek mısra halinde misâl vermiştir. Bir beytin, yâ birinci mısraını okuyup i-kinci mısraını bırakmıştır, yâhud da ikinci mısraını okuyup birinci mısraını terketmiştir. Eğer her iki mısraı okuyarak misâl vermek iste-mişlerse, bu seferde mutlaka kelimelerin yerini değiştirmek suretiyle misâl vermiştir. Az yukarıdaki Abbas bin Mirdâs’m şiirinde olduğu gibi…”[52]
Peygamberimizin bir özelliği de, harbe karar verip zırhını giydikten sonra, çıkarmasının haram olmasıdır.
Ahmed ve îbni Sa’d Câbir bin Abdullah’tan rivayet eder. O şöyle der: “Peygamber (s.a.v.), Uhud Günü şöyle demiştir: “Ben, rüyamda kendimi çok sağlam bir zırh içinde gördüm… Bazı boğazlanmış sığırlar da gördüm… Sağlam zırhı, Medine olarak; boğazlanmış sığırları da as­kerlerden bâzıları olarak te’vîl edip yorumladım… Eğer isterseniz Me­dine’de kalalım. Düşman Medine içine kadar girecek olursa, kendimizi burada müdâfâ edelim.” Ashâb şu cevâbı verdiler: “Allah’a yemîn ederiz ki, onlar câhiliye zamanında bile şehrimiz Medine’ye girmiş değillerdir. islâm devrinde girmeleri nasıl olur?” Peygamberimiz de onların bu cevâbını ve tutumunu görünce: “O halde siz bilirsiniz” buyurdu. Sonra Peygamberimiz evine gitti”ve harp hazırlığını yapıp zırhını giyin­di. Ashâb bunu görünce, daha ciddî düşünüp: “Biz ne yaptık?” dediler. Resûlüllah’a karşı O’nun düşüncesini red ettiklerine çok pişman oldular. Resûlüllah’a mürâcât edip: “Ey Allah’ın Resulü, karar sizindir, siz nasıl bilirseniz öyle olsun!” dediler. Peygamber Efendimiz de bunun üzerine şöyle buyurdular:
“Bunu şimdi mi düşünebildiniz? Biliniz ki, bir peygamber; harbe karar verip zırhını giydikten sonra, karar verdiği savaşı yapmadıkça zırhını çıkaramaz! Bu ona helâl değildir.” [53]
Peygamberimizin bir özelliği de, bir iyilik ve ihsanda bulunduğu zaman, daha İyisi veya daha çoğunu elde etmek niyetiyle vermesinin kendine haram olmasıdır.
Yüce Allah, bir âyetinde şöyle buyurmaktadır; “Habîbim, verdiğini çok bularak (veya daha çoğunu umarak) başa kakma…”[54]
îbni Cerîr, âyetin tefsîriyle ilgili olarak, Ümmetin Alimi ve Ter-cümânü’l'Kur’ân olan îbni Abbas’tan nakleder. O şöyle demiştir: “Bir i-yilik ve ihsanda bulunduğun zaman, onu ondan daha iyisine kavuşmak niyetiyle verme! Bu sana lâyık değildir.” [55]
Bütün müfessirler, bu hususun Peygamber’in (s.a.v.) bir özelliği olduğunda ittifak ve icmâ etmişlerdir.
Îbni Ebû Hatim de Dakhâk’tan Kur’an-ı Kerîm’deki: “insanların malları içinde, artması için verdiğimiz faiz, malı Allah katında artırıp bereketlendirmez…” [56] anlamına gelen âyetle ilgili olarak şöyle nakleder. Yâni Dahhâk demiştir ki: “Bu âyetteki ribâdan (faizden) maksat, helal olan ribâdır ki, bu şudur: Kişi insanlardan birine bir şey hediye eder. Onu, sırf bir hediye olarak verir. Fakat bunu vermekten maksadı, ondan daha iyisine kavuşmaktır, işte buna, ribâ’l-helal denilir. Fakat bu, Peygamber’e (s.a.v.) helal değildir. Peygamberimiz, böyle yapmaktan yasaklanmıştır. Çünkü bu, O’nun yüksek makam ve mansı­bına lâyık değildir…”[57]
Peygamberimizin, insanlara verilmiş bulunan dünyalığa gözlerini dikmesi haramdır
Yüce Allah, bu husustaki bir âyet-i celilesinde şöyle buyurmaktadır: “Onlardan bâzı sınıflara verdiğimiz dünyalığa gözlerini dikme! Ve onlar sana inanmıyorlar diye de üzülme! Sen, müminlere kanatlarını indir, onlara karşı mütevazı ve şefkatli ol.” [58]
Yukarıda mealini gördüğümüz âyetten de anlaşıldığı gibi, Pey­gamber Efendimiz’in bir özelliği de, başkalarına verilen dünyalığa göz­lerini çevirmesinin kendisine haram olması idi. Bu hükmü, bu şekilde imâm el-Râfiî, el-Izâh adlı kitabın sahibinden naklederek bildirmiştir. Nevevî ile ibnü’l-Kâdî de buna kesinlikle hükmetmişlerdir.[59]
Peygamberimizin özelliklerinden biri de, eşlerini iki seçim arasında bıraktığı zaman kendisini seçmeyen eşini tutmasının haram olması idi…
Bu hususu, daha önce geçen ilgili bölümde ifâde etmiştik… Nitekim Buhâri’nin Aişe’den sevkettiği rivayet de bunu ifâde etmektedir. Bu rivayete göre Aişe şöyle demiştir; “Cüveyne’li adamın kızı (Cüveyne ka­bilesine mensûb Nûmân bin Şerahbil’in kızı Ümeyme) Peygamber’e (s.a.v.) yaklaştığı zaman; “Ben, senden Allah’a sığınırım” demişti… Peygamberimiz de: “Gerçekten sığınılacak olana sığındın!” buyurdu ve ona hitaben: “Derhal ailene dön!” dedi. Yâni onu terk etti…”
Konu ite ilgili olarak îbni Mülakkın, El-Hasâis adlı kitabında der ki: “Bundan anlaşıldığına göre, Peygamberimizle birlikte kalmayı hoş görmeyen bir kadını Peygamberimiz’in tutması haram idi. Kendisini is­temeyen bir kadını nikâhına alması da haram idi. Bunun böyle olduğu­na, Peygamber Efendimiz’in, hanımlarını iki seçim arasında muhayyer kılmış olması da delâlet eder…”
îbni Sa’d, Mücâhid’den şöyle nakleder: “Peygamber Efendimiz, bir kadını nikahlamak istediği zaman, bu isteğini o kadına açıklar, eğer o kadın bunu kabul etmezse, Peygamberimiz bu istediğini bir daha tekrarlamazdı. Nitekim bir defasında, bu husustaki isteğini bir kadına bil­dirmiş, o kadın da “ailemle istişarede bulunayım” karşılığını vermişdi. Sonra bu kadın, âlilesiyle istişare edip onların muvafakatini aldığını bildirdiği zaman; Peygamber Efendimiz de, bunun vaktinin geçmiş ol­duğunu bildirmekle yetinmiştir…”[60]
Peygamberimizin bir özelliği de, ehli kitâbtan bir kadını nikahlamasının kendisine haram olması idi…
Ebâ Dâvâd Nâsih’inde Mücâhid’den şu haberi rivayet etmiştir: ‘Yüce Allah’ın Peygamberimiz’e hitabla: “Bundan böyle artık sana, ka­dınlarla evlenmek haramdır” [61]buyurması; Peygamber Efendi-miz’e, ehl-i kitâbtan olan kadınlarla evlenmeyi yasaklamıştır.” [62]
Yine Mücâhid’den Sâid bin Mansûr’un bir rivayeti bulunmakta. Bu rivayete göre de Mücâhid, aynı âyetle ilgili olarak şöyle demiştir: “Yüce Allah’ın bu yasağı, yahûdî ve nasrânî kadınlarıyla ilgilidir. Onla­rın, Peygamber’e zevce, mü’minlere anne olmaya lâyık olmadıklarını bildiriyordu.”
Bizim Mezhebin (Şâfi Mezhebinin) âlimleri derler ki: “Peygam-berimiz’in hanımları, hem mü’minlerin anneleri, hem de cennette ebe­diyen Peygamberimiz’in eşleri oldukları için, bunların, yâni gayr-i müslim kadınlarının O’na eş olmaları haram kılınmıştır. Zira O’nun eş­lerinin, O’nunla ebediyen cennette beraber olmaları münâsebetiyle, aynı zamanda O’nun derecesinde bulunmaları gerekmektedir. Buna göre, çok yüksek şeref de kazanmış olmaktadırlar. Hem, Sevgili Peygamberimiz, gayr-i müslim kadınlarıyla arkadaşlık etmekten de hoşlanmazdı. Ayrıca Peygamberimiz’e nikahlanacak bir kadın, müslümanlardan biri bile olsa, Allah yolunda hicret etmiş olması da şart idi. Müslüman bir kadı­nın, Peygamberimiz’e nikahlanabilmesi için, hicret etmiş olması şart o-lursa; müslüman dahî olmamış bir kadının Peygamberimiz’e helâl olmayacağı-, kolaylıkla anlaşılır.”
Şafiî Mezhebi âlimlerinden Ebû îshâk şöyle demektedir: “Eğer Pey­gamberimiz, gayr-i müslim bir kadını nikahlamış olsaydı, Peygamberi-miz’în keremi ve şerefi için o kadına islâm hidâyeti nasîb olurdu.” [63]
Mezhebimiz âlimlerinden bâzıları, Peygamber Efendimizin ehl-i kitaptan olan bir câriye edinmesinin de kendisine haram olduğunu söy­lemişlerdir. Fakat, en sahîh kavle göre, bu kendisine haram değildir. Nitekim el-Hâvî adlı kitabında el-Mâverdî şöyle demektedir: “Peygam­ber (s.a.v.), cariyesi Reyhâne’yi, henüz o müslümanlığı kabul etmemiş­ken câriye edinmişti.” Mâverdî’nin bu sözüne göre, “Peygamber Efendimiz’e bu durumda; böyle bir cariyesine müslüman olmasını şart koşması, müslümanlığı kabul ettiği takdirde onu tutması, kabul et-diği takdirde ise, onu terk etmesi üzerine vâcib mi idi, değil mi idi?” diye ihtilâf edilmiştir ve iki vecih üzerinde durulmuştur: Birincisine göre: “Peygamberimiz’in onu iki seçim arasında muhayyer bırakması vâcib idi. Eğer müslüman olmayı kabul ederse, ne güzel! Bu takdirde o da; âhirette ebediyen Peygamberimiz’in eşi olur.” ikinci kavle göreyse; Pey-gamberimiz’in onu iki seçim arasında muhayyer kılması vâcib değildir. O, kendi isteği ile dilerse müslümanhğı kabul eder. Eğer etmezse, Pey-gamberimiz’in böyle bir kitabî (ehli kitap) cariyesinden ayrılması ge­rekmez. Nitekim Reyhâne misâli, buna delâlet eder.”[64]
Peygamberimizin bir özelliği de, hicret etmemiş bir kadını nikahlamasının kendine haram olmasıdır
Evet, bu da Peygamberimiz’in özelliklerinden birini teşkil etmekte idi. Tirmîzî’nin hasendir kaydiyle, ibni Ebû Hâtim’in îbni Abbas’tan rivayet ettikleri şu haber buna delâlet eder: “Peygamber (s.a.v.), bütün kadınlardan nehyolundu. Ancak, Meküne’ye hicret eden müslüman kadınlar için izin verildi. Yüce Allah, bir ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Habîbim, bundan sonra artık sana, başka kadınlarla evlenmek, şimdiki eşlerini başka eşlerle değiştirmek helal değildir! İsterse onların güzellikleri senin hoşuna gitmiş olsun. Artık başka kadınlarla evlenemezsin. Yalnız elinin altında bulunan cariyeler hariç. Allah, her şeyi gözetleyicidir.” [65]
Yine bundan önceki âyetleri gereği, (Ahzâb, 50,51) Yüce Allah, Pey-gamberimiz’e müminlerin kızlarının, kendisini Resûlüllah’a hibe eden mü’mine bir kadını helal kılmış; bunlardan maadasını ise haram, kılmış­tır. Dîni, islâm’dan başka olan kadınları da O’na haram kılmıştır.” [66]
Keza Peygambere (s.a.v.), O’nun bir özelliği alarak, müslümanhğı kabul etmiş bulunan bir cariyeyi nikahlaması da haram idi. Bu husus­taki iki tevcihin, en sahîh olanı budur.”[67]
Peygamberimizin özelliklerinden biri de, onun herhangi bir kimsenin aleyhine gözüyle işarette bulunmasının haram olması idi…
Ebû Dâvûd, Nesaî, sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhakı Sa’d bin Ebu Vakkâs’tan şöyle rivayet ederler: “Peygamber (s.a.v.) Mekke’nin fet­hi gününde, umûmî af ilan etti.,. Ancak bu umûmî aftan dört kişiyi is­tisna eyledi. Abdullah bin Ebû Şerh, bu dört kişiden biriydi. Abdullah, kendisinin yakını bulunan Osman bin Affân’ın yanında saklandı. Sonra Peygamberimiz insanları biat etmeye çağırdı. Bu sırada Osman, Abdul­lah’ı yanına alarak geldi ve: “Ey Allah’ın Resulü, Abdullah biat etti” dedi. Peygamberimiz ise, üç defa başını yukarı kaldırıp baktı ve her defasında Abdullah’ın biatini kabul etmek istemedi. Üçüncüsünden sonra, onun biatini kabul etti… Sonra yanındaki ashabına dönerek şöyle dedi: “içi­nizde derin anlayışlı biri yok muydu? Ben bu adamın biatini kabul et­mek istemediğim zaman, bunu görüp de ayağa kalkmalı ve bu adamı öldürmeli idi.” Ashâb bunun üzerine: “Ey Allah’ın Resulü, sizin içiniz-dekini biz ne bilelim? Bize bir işarette bulunsaydınız!” dediler. Peygam­berimiz de: “Bir peygamber için, böyle haince bir iş, hiç yakışık almaz!” buyurdu.
tbn Sa’d, Saîd bin Milseyyeb’ten şöyle nakleder: “Peygamberimiz bu sırada ashabına cevaben: “imâ, işaret etmek; hıyanettir! Bir pey­gamber için imâ etmek yoktur!” buyurdu.
îmâm-ı Râfîi şu açıklamayı yapar: “Hâine-i âyün, yani gözle işaret etmek; öldürülmesi veya dövülmesi mübâh ve caiz olan birisi hakkında, bu işlemin yapılması için işarette bulunmaktır. Böyle bir hareket, Peygamberimiz’den başkası için haram değildir. Çünkü aslında, mübâh ve caiz olan bir şey yapılacaktır. Ancak yapılması hak ve mübâh olmayan bir iş olursa, o hususta gözle işaret etmek de caiz olmaz… Peygamberi­miz için caiz olmayan ve O’nun bir özelliği bulunan husus ise; îdamı is­tenmiş ve îlân edilmiş bir adam için bile, gözle işarette bulunmasının haram oluşudur. Kendilerinin buyurdukları gibi: “Bir peygamber için işaret etmek yoktur.”
El-Telhîs adındaki kitabın sahibi, buna bakarak, Peygamber E-fendimiz için, harbte hile yapmasının da caiz olmadığı kanâatine var­mıştır. Fakat büyük ekseriyet kendisine muhalefet etmiştir. Bu
muhalefetin sebebini de el-Râfiî şöyle açıklamıştır: “Zira Peygamber Efendimiz; bir sefere çıkacağı zaman, başka tarafa gidecekmiş gibi göste­rip hedefini gizlerdi. Bu, pek meşhurdur ve Buhârî ile Müslim’in sahihlerinde Ka’b bin Malik Hadisi olarak mevcudtur. Bu tevriye ile îmânın arasındaki farka gelince büyük işlerde tevriye yapılır. bunun, yapanı aşağılatıcı bir niteliği yoktur, imâ ise, yapan için kınanan bir şeydir…”
Ben de bu münâsebetle şu inceliği hatırlatmak isterim: Bey-hakî’nin ed-Delâil adlı kitabında Ebû Hüreyre’den rivayetle, Peygam-ber’in (s.a.v.), Ebû Bekir’le birlikte Medine’ye girecekleri sırada (hicretleri esnasında), Ebû Bekir’e hitaben şöyle buyurduğu yazılıdır: “Ey Ebu Bekir, insanları gereği gibi oyala, benim konuşmama mahal bırakma! Zira bir peygamberin yalan söylemesi lâyık değildir.” Bunun üzerine, kendilerine soru soranları Ebu Bekir oyaladı. Onlar: “Sen kim­sin?” diye soruyorlar, Ebû Bekir de: “Yola çıkmış birisi!” diyordu. Onlar: “Bu yanındaki adam kim?” diyor. Ebu Bekir de: “Bana yolu gösteren bi­risi” diye karşılık veriyordu.”
Beyhakî’nin bu rivayeti gösterir ki, tevriyede bulunmak da, eğer büyük işlerle ilgili olmaz, sâdece özel bir mâhiyette bulunursa, yine bir peygamber için layık düşmemektedir. Zira yukarıdaki olayda Ebu Be­kir’in söyledikleri de bir tevriyedir, fakat bunda bir yalan bulunmamak­tadır. Fakat o, hem Peygamberimiz’in tanınmasını önlemiş, hem de doğruyu söylemiştir. Tevriyesini yaparken de: “Bu, beni hak ve hayır yo­luna hidâyette kılan kişidir!” demek istemiştir. Böyle bir tevriyeye, olsa olsa, sâdece şekil ve suret bakımından yalan denilebilir. Yoksa hakikatte bir yalan olmadığı meydandadır, işte, önceki geçen konuların birinde, Peygamberimizin şefaat hadîsini de görmüş, orada ibrahim (a.s.)’m kendisine izafetle: “Siz en iyisi, bir başkasına gidip şefaatçi olmasını is­teyiniz! Zira ben, üç defa yalan söylemiştim” dediğine vakıf olmuştuk.-işte onun bu sözündeki; “yalan söylemiştim” dediği şeyler de, hiç şüphesiz hakikatte yalan olmayıp, şekil ve suret bakımından yalana benzeyen sözlerdi. Bunun bu şekilde anlaşılması da, bu vesile ile, bizim için çok açık ve kolay olmuştur. Demek ki, peygamberlerin, kendi şahsî işleri için tev­riyede bulunmaları, kendi yüksek makamlarına lâyık görülmediği içindir ki, yukarıdaki misâlimizde Peygamber Efendimiz, tevriyede bulunmak­tan sakınmış, bunu Ebû Bekir’e havale etmiştir. Keza İbrahim (a.s.) da, kendisine âit üç adet tevriyeyi, bu sebeble kendisinin aleyhine saymış o-lacak ki, bunları zikrederek şefaatten çekinmiştir. [68]
Peygamberimizin Bîr Özelliği De, Tekbîr Ve Ezan Sesî Duyulan Bîr Yere Baskın Yapmasının Haram Olmasıdır.
Peygamberimiz’in özelliklerinden biri de, tekbîr veya ezan sesinin duyulduğu bir yere, baskın yapmasının kendisine haram olmasıdır. Buna dair Buhârî ve Müslim’in Enes’ten rivayet olunan haberi, yeterli delîl kabul edilmiştir. Bu rivayete göre Enes şöyle demiştir: “Peygamber (s.a.v.), Allah yolunda gazaya çıktığı zaman, bir yere uğradığında, eğer oradan tekbîr veya ezan sesi duyulursa, oraya baskın yapmazdı. Bunun tesbîti için de, bütün gece boyunca bekler, sabah olduğunda o yerden ezan sesinin gelip gelmediğine bakardı. Eğer ezan sesi duyulursa, oraya baskın yapılmasına izin vermez, eğer ezan sesi gelmezse baskınını ya­pardı.” îşte bunu da Ibni Seb’, Peygamberimiz’in bir Özelliği saymıştır.[69]
Peygamberimizin Bir Özelliği De, Müşriklerden Yardım İstemesinin Kendisine Haram Olmasıdır
Evet, el-Kudâî’nin anlattığına göre Peygamber Efendimiz’in özel­liklerinden biri de, O’nun müşriklerden yardım istemesinin kendisine haram olmasıdır. Buhârî’nin Târih’inde Hubeyb bin Yessâf tan şöyle bir rivayeti vardır. O demiştir ki: “Peygamber (s.a.v.), bir gün bir tarafa gitmek üzere karar vermişti. Biz de kendisine gidip: “Ey Allah’ın resulü, kavmimizin katılacağı bir sefere, biz de katılmak istiyoruz!” diyerek kendisine mürâcâtta bulunduk… Peygamberimiz bize sordu: “Siz her i-kinız de, müslüman oldunuz mu?” Biz de tabiî henüz müslümanlığı kabul etmemiş olduğumuzdan: “Hayır” cevabını vermiştik… Bunun ü-zerine O şöyle buyurdu: “Biz, düşmanlarımız bulunan müşriklere karşı, müşriklerden yardım istemeyiz.” [70]
Peygamberimizin Bir Özelliği De, Zulüm Üzerine Şahit Olmayı Kabul Etmemesidir
El-Kudâî’nin değerlendirmesine göre, Peygamberin (s.a.v.) özel­liklerinden biri de, zulüm olan bir iş yapılmak istenildiği zaman orada hazır bulunmayı kabul etmemesidir. Bu hususta Buharı ve Müslim, Nûmân bir Beşir’den rivayet ederler,
(Müellif, burada böyle bir başlık attıktan sonra, gerisini getirmeyip boş bırakmıştır.) [71]
Kaynak : Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri – İmam Suyuti
Dipnot lar:
[45] A’raf suresi, 157
[46] Ankebut suresi, 48
[47] Yasin suresi, 69
[48] Sahih olan da budur. Yani ukuyup-yazmasınm Peygamber Efendimiz üzerine haram olmasından maksad, okuyup-yazmayı öğrenmenin sebeblerine tevessül etmemesidir. Yoksa yasak olmaması hâlinde, Peygamberimizin buna güç getireceğinde, kimsenin bir şüphesi yoktur
[49] Peygamberimiz’in Hudeybiye Musâlehası sırasında, kalemi Ali’den alıp kendi eliyle: “Bu, Muhammed bin Abdullah’ın andlaşmasıdır” diye yazmışttr, iddiası sahîh olmayan bir iddiadır. Zira bunu bizzat yazan Ali olmuştur. Fakat Peygamberimiz Ali’ye böyle yazmasını emrettiği için, Ali’ye değil de Peygamberimiz’e nisbet edilmiştir
[50] Müellifimiz’in, “bazı hadîs âlimleri…” diye naklettiği bu zâtlar ve onların bu tevilleri, kesinlikte makbul değildir. Onlar, sabit olan mucizeyi tersine çevirmişlerdir. Eğer Peygamberimiz, lüzumunda ve anında yazmayı öğrenmiş veya bilmeksizin yazmış İse; Kur’ân’ın kesinlikle haber verdiği “O’nun Ümmîliği” nerede kalır? Şaşılacak şey! Sanki a-damlar, Peygamberimiz kalemi eiiyle tutarken başındaymış gibi tasvir ediyorlar. Bilmiyorlar ki, bununla Peygamberimiz’i ve O’nun mucizesini hafife almış oluyorlar. Biz, bu gibi tevilleri asla kabul edemeyiz…
[51] Çünkü şiir: “Şiir söylemek maksadıyla ve mevzun olarak söylenen söz”dür. E-fendimiz ise, verilen misallerde olduğu gibi, vezinli ve kafiyeli şiir söylemek kasdında bulun­mamış, sâdece ve rasîgele söyleyiverm iştir, o kadar
[52] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/458-461.
[53] Peygamberimiz bunu, Cuma Namazını kıldırdıktan sonra söylemişti. Uhud’a çıkıp savaşmaları ise Cumartesi günü olmuştu… Bu savaş,. Bedir’den bir sen© sonra, hic­retin üçüncü yılında vukua gelmiştir
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/461-462.
[54] Müddessir suresi, 6
[55] Müfessir Ibni Kesir, âyetin tefsiri üzerinde dört vecih olduğunu anlatır. Fakat kendisi de, birinci vechi tercîh eder. Bu ise, yukarıdaki Îbni Abbas’tan nakledilen husustur.
[56] Rûm suresi, 39
[57] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/462.
[58] Hicr suresi, 88
[59] Ayetteki yasak, umûmi olduğundan, her mü’mînin dahi, bir başkasına verilmiş bulunan dünyalığa gözlerini çevirmemesi gerekir. Tabîî bu, Peygamberimiz için, daha büyük bir gerekliliktir
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/463.
[60] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/463-464.
[61] Ahzab suresi, 52
[62] Bu, bir delîle dayanmayan bir tahsîstir. Zira ilgili âyette: “Kadınlarla…” buyurul-muştur ve bütün kadınlara şâmildir. Bunu, yalnız ehl-i kitâbtan olan kadınlar olarak anlamak ve böyle bir tahsisde bulunmak, doğru değildir.
[63] Bu, delile dayanmayan bir faraziyedir. Peygamberimiz, eğer ehl-İ kitâbtan birini nikahlamış olsaydı, müslüman olması için onu zorlayamazdı. Eğer o, kendi irâde ve isteği ile müslaman olursa, mü’minlerin annesi ve Peygamberimizin ebedî eşi olmayı kazanmış olur du. Eğer kendi dîni üzerinde isrâr ederse, bunlardan bir şey kazanamazdı. Fakat sahîh olanı, Peygamberimiz ehl-i kitabdan biriyle nikah akdi yapmaz, ona cariyesi (mülk-i yemini) olarak mâlik olurdu.-
[64] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/464-465.
[65] Ahzab suresi, 52
[66] . Konuyla ilgili ve: “Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmek sana helâl değildir” mealindeki ayet üzerinde ihtilâf edilmiş, bâzıları bu âyetin mensüh olduğunu söyle­miştir. Fakat Ebû Hanîfe, mensuh olmadığını aç lamıştır. Biz de, daha önce geçen ilgili bölümde, Ebû Hanîfe’nin kavlinin kavî olduğunu, mâkûl ve makbul olanın bu olduğunu bildi-rerek tercihimizi belirtmiştik
[67] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/465-466.
[68] Evet, Peygamber Efendimizin büyük İşlerde tevriyede bulunduğu olmuştur. Ni­tekim Hendek Gününde yeni müslüman olan Nâim bin Mes’ûd’a hitaben Efendimiz: “Ey Naîm, git gücün yettiğinde birşeyler söyle ve onları harpten uzaklaştırmaya çalış! Bil ki harb, hud’adır!” buyuruyordu. Peygamberimiz, kendileriyle andlaşma yaptığı düşmanlarına dahî, onların hiyânet ettiklerini, bu yüzden andlaşmalarının geçersiz olduğunu haber verip ilân et­meden, onlara karşı harb yapmaz, onları aldatmazdı. Nitekim ilgili âyette de buna işaret ve delâlet edilmiştir. (Enfâl, 58.)
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/466-467.
[69] İbni Seb’ın bu sözünden anlaşıldığına göre o; her şeyi Peygamberimizin bir özelliği saymak taraftarıdır. Fakat bu doğru değildir. Daha önce de birkaç defa işaret ettiğimiz gibi, kesin delîl olmadan bir şeyi tahsîs etmek, isabetli olmaz… Burada da bunun, Peygam­berimiz’in bir özelliği olduğuna delâlet eden yeterli bir delîl yoktur. Mâruf ve sabit olan odur ki, Peygamber Efendimiz, bu şekilde hareket etmeleri için askerînin komutanı durumunda o-lanlara da emrederdi. O halde bu, O’na hâs değildir.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/468.
[70] Bu dahi, Peygamberimiz’in kendisine hâs olan şeylerden değildir. Zaruret ol­madıkça, müslümanların da, müslüman olmayanlardan yardım istemeleri doğru değildir. Gerek Peygamber Efendimiz’in yukarıdaki sözlerinden gerekse ilgili âyetten anladığımız budur. (At-i İmrân, 118.)
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/468.
[71] Evet, Peygamberimiz {s.a.v.), Nûmân bin Beşîr’in babasına hitaben: “Sen, yapmak istediğin bu iş üzerine, benden başkasını şahit tut! Zira ben, zulüm olan bir iş üzerine şahit olamam!” buyurmuştur. Fakat Peygamber Efendimiz böyle buyurmakla; bir başkasının zulüm üzerine şahit tutulmasının caiz olacağını İfâde etmek istememiş, Nûmân bin Beşîr’in babasına, yapmak istediği İşin bir zulümden ibaret olduğunu söylemek istemiştir. Yoksa zu­lüm üzerine şahit olmanın bütün müslürnanlara haram olduğunda hiç şüphe yoktur. Binâen aleyh bunu, peygamh»rimiz’in hir belliği olarak anlamak doğru değildir.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/469.
Son düzenleme: