Peygamberlere İman Konusunda Görülen Bazı Batıl İnançlar - Abdülcelil CANDAN
Mayıs 7, 2010 yazan khd
Peygamberlere İman Konusunda Görülen Bazı Batıl İnançlar
Abdulcelil CANDAN
Yrd.Doç.Dr., Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Meslek Yüksek Okulu Öğretim Üyesi
Peygamberler, Allah tarafından seçilerek insanlara gönderilmiş şahsiyetlerdir. Allah’tan almış oldukları direktifleri olduğu gibi insanlara aktarırlar. Aldıkları emirleri yaşayarak gösterirler. Doğruluk, emniyet, iffet ve cesaretin zirvesindedirler. Asla kendilerinin ve yakınlarının çıkarları için çalışmazlar, onların menfaatlerini sağlamakla uğraşmazlar. İnsanları kendilerine tercih ederler. Peygamberler beşer olmaları hasebiyle insanların başına gelen musibet, acı ve bela onların da başına gelir. Peygamberler insanların arzularına muhalif bir şey söylediğinde, insanlar kendilerine eziyet etmeye başlar, zem ve hakaret ederler, sonunda öldürmeye kadar giderler. Kur’ân, kurtuluşun peygamberlere ittibada olduğuna dikkat çeker (bkz. En’am, 6/90).
Peygamberlik müessesesi, tabularla mücadele anlamına gelir.“Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne Yağus’u ne Yeuk’u ve ne de Nesri dediler” (Nuh, 71/23). Âyette söz konusu edilen isimler, Hz. Âdem ile Hz. Nuh arasındaki dönemde yaşayan salih kişilerdi. İnsanlar onlara tâbi oldular, öldükten sonra “Heykellerini dikip resimlerini assak daha iyi olur” şeklinde düşündüler. Şeytan kendilerine vesvese verdi ve onlara ibadet etmeye kadar götürdü” (İbn Kesir, Tefsir, 4/702). Hz. Peygamber, insanları bu tür saplantılara düşmeme konusunda uyararak, “Bana saygınlık konusunda şeytan sizi aldatmasın. Ben Allah’ın kulu ve elçisiyim. Beni bulunduğum konumun üstüne çıkarmayın” demiştir (İbn Hanbel, Müsned, 3/1479). Öncüleri takva ve zühtleriyle nam salan Yezidîler’in bulundukları hale düşmeleri; öncülerine gereğinden fazla tazim göstermeleri; yani öncülerini aşırı kutsamalarından kaynaklanmaktadır (el-Cehnî, Mani’ Hammad, el-Mevsûatu’l-Müyessere, 1/374).
Bu makalemizde peygamberlik ve peygamberler hakkında oluşan bazı bid’at ve bâtıl inançları irdeleyeceğiz.
1. Hz. Muhammed’e (s) iman etmeden cennete girilebileceğini iddia etmek
Bid’atçi bazı gruplar, “Şüphesiz ki iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler, bunlardan kim Allah’a ve âhiret gününe inanır iyi bir iş yaparsa elbette onlara Rabb’leri katında mükâfat vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyecekler” (Bakara, 2/62) âyetini öne sürerek, Hz. Muhammed’e iman etmeden de cennete girilebileceğini iddia ederler. Şöyle derler: “Bu âyetlerin beyanına göre ebedî kurtuluşun üç temel şartı vardır. 1-Allah’a iman, 2- Âhirete iman, 3- Barışa yönelik hizmetler sergilemek. Âyetlerin açık beyanlarına göre bu üç şartı taşıyanlar ister Müslüman olsun, ister Yahudi, ister Hıristiyan, ister Sabiî olsun ölüm sonrası kurtuluşu elde ederler.” Söz konusu bid’atçilere göre Tevrat ve İncil’den sonra Kur’ân’ın gelip gelmemesi bir şey ifade etmemektedir. Oysa, delil olarak öne sürdükler âyet, “O, sana Kitab’ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak tedricen indirmiş, daha önce de insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ve İncil’i ve Furkan’ı indirmiştir” (Âl-i İmrân, 3/3) âyetinin ifade ettiği gibi Kur’ân inmezden önceki kitapların durumundan bahsedilmektedir. Eğer önceki kitaplar değiştirilmeyip yeterli olsalardı, Rasûl-i Ekrem ile Kur’ân’ın gönderilmesine gerek kalmazdı. Bu gün bir insan, "Ben Tevrat veya İncil’e göre yaşamak istiyorum" diyebilir mi, onun tevhidi yakalama imkânı var mı? Kuşkusuz hayır. Zira mevcut Tevrat, Hz. Nuh’un içki içtiğini, kızlarıyla zina ettiğini, öz kızlarının kendisinden hamile kaldıklarını söylemekte (Tekvin, 9/20-25); Harun'un (as) tapmak için buzağı yaptığını ve Yahudiler’le ona taptığını (Tevrat, Çıkış, 32/1); İbrahim’in (as) (hâşâ) hanımını Firavun’a teklif ettiğini (Tevrat, Tekvin, 12/14); Süleyman’ın (as) ömrünün sonunda riddet ettiğini (Tevrat, İlk Krallar, 11/5); mevcut İncil ise İsrailoğulları’ndan çıkmış tüm peygamberlerin çapulcu ve hırsız olduklarını iddia etmektedir (Yuhanna, 10/80).
“Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa hiç kuşkusuz iyiyi ve güzeli bulmuş olurlar. Eğer sırt çevirirlerse mutlaka anlaşmazlık içerisindedirler…” (Bakara, 2/137) âyeti, ceza ve mükâfatın nasıl elde edilebileceğini çok güzel ve sarih olarak göstermekte, nasıl ve neye iman edilmesi gerektiğini açıklamaktadır. “Onlara, Allah’ın indirdiklerine inanın, denilirse, ‘Bize indirilene inanırız’ derler ve ötekisini inkâr ederler...” (Bakara, 2/91). “Kim Allah ve Rasûl’üne inanmazsa bilsin ki biz kâfirler için alevli bir ateş hazırlamışızdır” (Fetih, 48/3); “De ki: Ey Kitap ehli, niye Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?” (Âl-i İmrân, 3/98); “De ki: Ey insanlar, ben hepiniz için gönderilmiş elçiyim…” (A’raf, 7/158) âyetleri de gayet açık bir ifade ile mü’min olabilme veya Allah’ın rızasını veya cennetini elde etmenin Kur’ân ve Rasûl’e ittiba etmekten geçtiğini ifade etmektedir.
Hz. Peygamber’e iman etmeden kurtuluş olmayacağını ifade eden birçok sahih hadis bulunmaktadır. “Allah’a yemin olsun ki, gönderildiğim toplumda beni duyup da inanmayan Yahudi ve Hıristiyanlar cehennemliktirler” (Müslim, İman, 69); “Biriniz beni babasından, çocuğundan ve tüm insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz” (Buhari, İman, 34). Bu naslardan da anlaşılacağı gibi cennete girmek tüm semâvi kitap ve peygamberlere iman etmeye bağlıdır. Söz konusu bid’atçilerin iddiaları, Hz. Peygamber’in yirmi üç sene boyunca yapmış olduğu davet ve cihadı anlamsız bırakmaktadır. Müslüman, peygamberlerin hepsine inanır, aralarında fark gözetmez, hepsini sever, onlara tâbi olmaya çalışır, mûcizelerine inanır; tüm bunlarla beraber beşer olduklarını unutmaz.
Bid’atçi kesimin delil olarak getirdiği âyetin (2/62) tefsirine gelince; önceki âyette, İsrailoğulları’na verilen nimetlere karşılık onların nankörlükte bulunmaları nedeniyle Allah’ın onları zelil kılması ve onlara gazap etmesi ifade edildikten sonra ilgili âyette de, Allah onların bulundukları durumdan nasıl kurtulabileceklerini beyan etmiştir. Allah Teâlâ, kullarını sıkıntı ve çaresizlik içinde bırakmak istemez. Kurtuluş ve tövbe yollarının her zaman açık bulunduğunu beyan eder. Bu davetin belirli bir kesimin değil, tüm insanlık için kurtuluşun mümkün olabileceğini bildirmekte ve bunu da, Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar ve maddeye tapan müşriklerle örneklendirmektedir. Çünkü her dönemde dünyada yaşayanların büyük çoğunluğunu bunlar teşkil etmiştir. İman ve amel-i salih sahibi olduktan sonra isim ve adresin önemli olmadığı belirtiliyor. Ayrıca üç önemli amelin gerçekleştirilmesi istenmiştir: Allah’a, âhirete iman ile güzel amel.
2. Peygamberlere sevgi ve tazimde aşırıya gitmek
Hz. Peygamber’i en iyi tanıyan ve en çok seven, ashabıydı. Buna rağmen onu sevmede asla ifrat ve tefrite kaçmadılar. Bilakis bilmeden ifrat ve tefrite kaçanları ikaz ettiler. Keza, ashap ve onlardan sonra gelen tâbiun, Ebu Hanife, Malik, Şafii, Ahmed b.Hanbel, Buhari, Gazzâlî, Geylânî, vd. onu en çok bilenler ve çok sevenler oldukları halde aşırıya kaçmadılar. İmam Malik Medine’de hayvana binmekten hayâ ettiği halde, Kabr-i Şerif’i ziyaret ettiğinde tevhidi zedeler endişesiyle Kabr-i Şerif’e doğru dua etmezdi (Kârî, Şerhu’ş-Şifa, 2/153). Sünnetine ittiba eder, selam vermekle yetinirdi. Üstadını çok sevdiğini iddia eden birisi onun gıyabında emir ve tavsiyelerini tahrif etse ne olur? Hz. Peygamber’e sevgi, saygı onun gösterdiği ölçüler dâhilinde olur. Hz Peygamber sık sık şu uyarıda bulunurdu: “Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im. Allah’ın kulu ve rasulüyüm. Allah’a yemin ederim ki beni Allah Teâlâ’nın bana verdiği makamın üzerine çıkarmanızdan asla hoşlanmam” (İbn Hanbel, Müsned, hadis no: 2121).
3. Hz. Peygamber ile tevessül etmek
Konuyla ilgili olarak Ebu Hanife şunları der: “Allah’ım, falanın hakkı için, falanın câhı için beni affet” demeyi uygun görmemiş; dua ederken; “Falan zatın, peygamberlerin, Kâbe’nin, Meş’ar-i Haram’ın hakkı için beni affet” demeyi mekruh görmüştür. Ebu Yûsuf da aynı görüştedir (Zebidî, İthaf, 2/285). Hz. Ömer yağmur yağması için vefat etmiş bulunan Hz. Peygamber’e değil, hayattaki Hz. Abbas’a tevessül etmiştir. “Allah’ım Hz. Peygamber’i bana şefaatçi kıl” demede bir sakınca yoktur.
4. Hz. Peygamber’in ilk yaratılmış varlık olduğunu iddia etmek
“Allah’ın ilk yarattığı varlık kalemdir. Allah Teâlâ ona, ‘yaz’ buyurdu. –Ey Rabb’im ne yazayım, dedi. –Kıyamete kadar olacak hadiseleri yaz, buyurdu” (Ebu Davud, hadis no: 4700). Henüz doğmamış bir zatın peygamber olması sünnetullah ve hikmete uygun değildir. Bu konuyla ilgili haberler Kur’ân’la çeliştiğinden hadisçiler tarafından eleştirilmiştir (Sadık, Hasais, s.86). Hz. Âdem çamur iken kendisine peygamberlik geldiğine dair rivayetler da asılsızdır. Hz. Peygamber’in Arş’ın nûrundan, ya da Arş’ın o’nun nûrundan yaratıldığıyla ilgili inançlar bâtıldır, o’nun beşer olma vasfıyla bağdaşmamaktadır. Yer ve göklerin nûru Allah Teâlâ’dır; yani nurlandıranıdır (bkz. Nûr, 24/35). “Ben yaratılışta Peygamber’in evveli, bi’sette sonuncusuyum”; “Her nebiye kırkından sonra peygamberlik gelmiştir” mealindeki rivayetlerin aslı yoktur. Her şeyin Peygamber’in nûrundan yaratıldığıyla, ilk yaratılan varlık olduğuyla ilgili haberler sağlam değildir. Kur’ân, canlı olan her şeyin sudan yaratıldığını haber vermiştir (bkz. Enbiya, 21/30).
Hz. Peygamber’in nûrdan yaratıldığı ve ilk yaratık olma inancı Kur’ân’la da çelişmektedir; zira, Kur’ân onu beşer olarak nitelemiştir (bkz. Kehf, 18/110). O da her insan gibi spermden yaratılmıştır. Değişik vesilelerle bir kul ve elçi olduğu hatırlatılmıştır. Babası Abdullah, annesi Âmine’dir. Her ezan ve namazda isminin anılması, kâinata rahmet olarak gönderilmiş olması ve risaleti doğrulamadan Müslüman olunamaması şeref olarak yetmiyor mu ki bu tür asılsız haber ve hurafelere yeltenme ihtiyacı duyulsun? Beni Âmir heyeti Hz. Peygamber’e gelince Hz. Peygamber’e “Efendimizsin” dediler. Hz. Peygamber, “Öyle demeyin, mutlak Seyyid Allah’tır’’ buyurdu. Heyet, “Sen yücemiz ve faziletlimizsin” deyince, Hz. Peygamber, “Bunu söyleyebilirsiniz; ancak, övme konusunda dikkatli olun, şeytan sizi aldatmasın” buyurdu (İbn Hanbel, Müsned, hadis no: 1299).
Melekler nûrdan, İblis ateşten, Hz.Âdem de topraktan yaratıldı. Peygamber’in nûrdan yaratılması onun melek olması anlamına gelir. Birinin nûrdan yaratılmış olması kendisine bir meziyet getirmez. Nurdan yaratılmış olma inancı Kur’ân’ın haber vermiş olduğu topraktan yaratılma ve beşer olma vasıflarıyla da çelişmektedir. Hz. Peygamber’in Allah’ın nûrundan yaratılmış olduğu inancı, vahdet-i vücud’u çağrıştırmaktadır.
5. Hangi peygamberin üstün olduğunu tartışmak
Peygamberlerin üstünlüğünü tartışma konusu yapmak, ilk ve son biçiminde devirlere ayırmak gereksiz tartışmalardandır. Kur’ân, peygamberlere iman konusunda ayrım yapmamış ve birini inkâr etmeyi, hepsini inkâr etmek olarak kabul etmiştir:
“Onlar ki Allah’ın elçilerini inkâr ederler. Allah’a iman edip Rasûl’ü inkâr etmek suretiyle Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isterler. ‘Kimine inanırız kimini inkâr ederiz’ derler. İkisinin arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır” (Nisâ, 4/150).
6. Hz. Peygamber’i vicâhen/açıktan görmeyi iddia etmek
Bazı kişiler, Hz. Peygamber’i açıktan gördüğünü iddia etmişlerdir. Söz gelimi Havcelî, şeyhinin her gün Hz. Peygamber’i dört defa gördüğünü iddia etmiştir. Daha garibi; aynı zat, Hz. Peygamber’in Suyûtî’yi evinde diri olarak ziyaret ettiğini ve Suyûtî’den hadis dinlediğini nakleder (Sadık b. Muhammed, Hasais, s.209). Bu iddia da gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Çünkü, Hz. Peygamber vefatından sonra ashaptan kimseyi vicahen ziyaret etmedi. Suyûtî’nin bazı kitaplarında bu tür haberlere rastlanır.
Bu iddianın temeli bazı uydurma hadis ve rüyalardır. Hz. Peygamber’den hemen sonra ashap arasında önemli konularda ihtilaflar çıkmıştır. Onu vicahen görmek mümkün olsaydı Hz. Fatma ile Hz. Ebubekir arasında Fedek arazisi konusunda çıkan ihtilafı veya halifenin kim olması gerektiğini ondan soracaklardı. Bunca fırka, mezhep, kavga, ihtilafa gerek kalmazdı. Vefatından sonra Hz. Ebubekir, Hz. Fatma ile en yakın arkadaşlarına görünmeyen Hz. Peygamber sonradan gelenlerle görüşmez.
Hz. Peygamber’le bir araya gelmek mümkün olsaydı, hadisçilerin zor şartlarda hadis toplamak için binlerce km. yol kat etmelerine, hadis için kriterler ve ıstılahlar ortaya koymalarına gerek kalmazdı. Çünkü her şey vicâhen kendisinden sorulacaktı. Bu iddia, İmam Buhari, İmam Malik, İmam Şafii vs. ulemanın ortaya koymuş oldukları hadis anlayışıyla çelişmektedir.
Hz. Peygamber’i vicâhen görme iddiası beraberinde bazı sakıncaları getirir. Şöyle ki: Hz. Peygamber’le vicâhî görüşme, çarşı-pazarda yürüme, insanlarla konuşma iddiaları, ibadet, ahkâm ve hukuku temelinden sarsar (Kastalânî, el-Mevahib, 5/299). Başında bulunduğu şirketi batıran bir yöneticinin başarısızlık ve yaptığı yolsuzluğuna gösterdiği gerekçe çok ilginçtir. Güya Hz. Peygamber’i rüyada görmüş ve Hz. Peygamber kendisine zengin olmamasını tavsiye etmiştir. Bu hezeyanla Hz. Peygamber’i yolsuzluk ve başarısızlığına alet etmiştir.
Muhammed Gazzâlî şunları aktarır: Mısır kırsalında bir köy imamı ezanda Muhammed kelimesine Seyyidene ibaresini ilave etmek için şu yönteme başvurmuş: Ben Hz. Peygamber’i rüyada gördüm, bu konuda bana izin verdi (Muhammed Gazzâlî, Düstûr, s.36). Bu imam efendi, dinin şiarı olan ve Hz. Peygamber’in huzurunda yıllarca okunan ezanın rüyalara terk edilmesinin nasıl bir sonuca varacağını hiç mi tasavvur etmemiş, “…İşte bugün dininizi ikmal ettim…” (Mâide, 5/3) âyetini de hiç mi okumamış? Ezanı değiştirmeye Peygamber saygısını gerekçe olarak öne sürenler, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Bilal-i Habeşi’den daha mı fazla Hz. Peygamber’i seviyorlar?
7. Hz. Peygamber’in vefat etmediğini iddia etmek
Bid’atçi bazı gruplar, Hz. Peygamber’in vefat etmediğini iddia ederler. Bu iddiaya göre Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Aslında ben ölmedim, sadece beni anlamayanlardan gizlendim” (Şa’rânî, Tabâkât, 2/69). Hz. Peygamber, Kur’ân’ın sarih olarak belirttiği bir konuya nasıl muhalefet eder: “Ey Muhammed sen de öleceksin onlar da ölecekler” (Zümer, 39/30) âyetinin sarih olarak belirttiği gibi Hz. Peygamber vefat etmiş, yıkanmış ve defnedilmiştir. Hz. Peygamber’in vefatıyla ilgili uzunca ve abartılı rivayetlerin aslı yoktur (Şukayri, es-Sünen, 94).
8. Bazı şahsiyetleri peygamberlerin önünde tutmak
Kim olursa olsun herhangi bir insanı peygamberlerden üstün görmek... Ebu Yezid’e nispet edilen şu ifadeler bu cümledendir: “Öyle bir denize daldık ki peygamberler onun sahilinde durdular” (Abdülaziz Dabbağ, el-İbriz, s.276). “Allah’a yemin ediyorum, kıyamette sancağım Muhammed’in sancağından daha yüksek olacaktır. Sancağım nûrdandır, altında cin ve peygamberler toplanacaklardır.” Abdulaziz Debbağ, peygamberlere melek (Cibril) indiği gibi velilere de indiğini söyler (Abdulaziz Dabbağ, İbriz, s.143).
9. Peygamberleri birer postacı olarak algılamak
Bu anlayışa göre peygamberler Allah tarafından bir mesajı alıp insanlara okumuş, sonra onları kendi haline bırakmıştır. Getirdikleri mesaj nasıl algılanmış? Nasıl açıklanmış? Günlük hayatta nasıl uygulanmış? Ömürlerini nasıl geçirmişler? Neler yapmışlar? İbadeti, cihadı, insanlararası diyaloğu, uluslararası ilişkileri, antlaşmaları nasıl gerçekleştirmişlerdir? Savaş ve barış stratejileri nasıldı… gibi onlarca soru cevapsız bırakılmaktadır.
10. Peygamberler hakkında asılsız haberler kullanmak
Örneğin,“Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” (Aclûnî, Keşf, 2/191) uydurma hadisi Hz. Peygamber’e yarı tanrılık pozisyonu vermektedir. Bu ifade, “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56); “O Allah ki yedi gök ve yerden de onların bir mislini yaratmış ki Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın ilmiyle her şeyi kuşattığını bilesiniz diye…” (Talak, 65/12) âyetleriyle çelişmektedir. Kaldı ki Kur’ân, Hz. Peygamber’in bütün kâinata rahmet olması için gönderildiğini, (bkz. Enbiya, 21/107), yer ve içindekilerin de insanlar için yaratıldığını beyan etmektedir (bkz. Bakara, 2/229).
• Hz. Peygamber’in ebeveyninin yeniden dirildiğini söyleyen rivayet; gündüz gördüğü gibi gece de görürdü rivayeti; gül Hz. Peygamber’in terinden yaratılmıştır diyen haber asılsızdır (bkz. İzmirli, Siyer, s.136).
• Hz. Peygamber’in sünnet edilmiş doğduğuna dair sağlam bir şey rivayet edilmemiştir.
• Hz. Peygamber, bulutlarla gölgelenirdi, doğunca göller kurudu rivayetlerinin aslı yoktur. Göller hayat kaynağıdır, Hz. Peygamber’in doğmasıyla neden kurusunlar?
• Hz. Peygamber’in Kudüs Mescid-i Aksa’da bulunan kayanın üzerine çıktığına dair haber asılsızdır.
• Hz. Peygamber’i sosyalist, demokrat, sağcı, general, paşa, profesör, vs. sıfatlarla anmak, “Şu kılıç şu değnekten daha iyidir” yakıştırmasını hatırlatır. Bu cümleden olmak üzere çağdaş şair Ahmed Şevkî, Hz. Peygamber’i övmek gayesiyle o’nu sosyalist bir lider olarak sunar.
Netice: Peygamberlik en yüce makamdır, ilahî bir lütuf ve ihsandır, çalışmayla elde edilmez. Peygamberler de en üstün ve mübarek insanlardır. Peygamberlerde ayırıcı özellik beşer olmaları ve kendilerine vahiy gelmiş olmasıdır. Peygamberlik makamı sahibine insanüstü sıfatlar kazandırmaz, onu ilah veya yarı ilah katına yükseltmez. İnsanlar binlerce yıl önce yaşamış peygamberler hakkında merak duymuşlardır. Onlarla ilgili olayları, başarılarının sırrını, yaşadıkları yerleri, beraber bulundukları insanları tanımak istemişlerdir. Peygamberler hakkında gerekli ve en doğru bilgiyi Kur’ân ve sahih hadisler vermektedir. İnsanlar bu bilgileri az bularak ona ilaveler getirmişlerdir. Öyle ki, tek bir peygamber hakkında ciltler dolusu rivayet birikmiştir. Kur’ân ve sahih hadislerden destek bulmayan bu rivayet yığınının tarihsel ve ilmi bir değeri bulunmamakta, aksine peygamberler hakkında bâtıl inanç ve bilgilerin yayılmasına neden olmaktadır. Peygamberlerle ilgili olarak aktarılan asılsız haberlerin yayılmasında onları ilahlaştıran Hıristiyanlar’la Allah Teâlâ’yı beşer sıfatında algılayan Yahudiler’in etkisi büyük olmuştur.
KAYNAKLAR
DABBÂĞ, Abdülaziz, el-İbriz, Beyrut, 1976.
ŞUKAYRÎ, Muhammed Abdüsselam, Hıdır, es-Sünen ve’l-Mübtedaâtü’l-Müteallike bi’l-Ezkâri ve’s-Salavât: Muhammed Abdusselam, Beyrut, 1980.
GAZZÂLÎ, Muhammed, Düstûru'l-Vahdeti Beyne'l-Müslimin, Mısır, 1984.
ŞA'RÂNÎ, Abdülvehhab b. Ahmed, et-Tabâkâtu’l-Kübrâ, Mısır, 1954.
KASTALÂNÎ, Ahmed b. Muhammed Şihabüddin, el-Mevâhibu’l-Ledüniyye (Zurkânî’nin şerhiyle beraber), Beyrut, 1988.
SADIK, b. Muhammed b İbrahim, Hasâisu’l- Mustafâ, Riyâd, 2000.
İBN KESİR, Ebi Fidâ İsmail b. Ömer, Tefsiru'l-Kur’âni'l-Azim, Beyrut, 1992.
EBU DAVUD, Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistânî, Sünen, İstanbul, 1981.
İZMİRLİ, İsmail Hakkı, Siyer-i Celile-i Nebeviye, Konya. ts.
İBN HANBEL, Ahmed, el-Müsned, İstanbul,1981.
KÂRÎ, Ali b. Sultan Muhammed, Şerhu’ş-Şifâ, Beyrut, 2001.
ZEBİDÎ, Ebu'l-Feyz Seyyid Muhammed, İthâfu's-Sadeti'l-Müttakin bi Şerhi İhyai Ulumi'd-Din, Beyrut, 1987.
Mayıs 7, 2010 yazan khd
Peygamberlere İman Konusunda Görülen Bazı Batıl İnançlar
Abdulcelil CANDAN
Yrd.Doç.Dr., Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Meslek Yüksek Okulu Öğretim Üyesi
Peygamberler, Allah tarafından seçilerek insanlara gönderilmiş şahsiyetlerdir. Allah’tan almış oldukları direktifleri olduğu gibi insanlara aktarırlar. Aldıkları emirleri yaşayarak gösterirler. Doğruluk, emniyet, iffet ve cesaretin zirvesindedirler. Asla kendilerinin ve yakınlarının çıkarları için çalışmazlar, onların menfaatlerini sağlamakla uğraşmazlar. İnsanları kendilerine tercih ederler. Peygamberler beşer olmaları hasebiyle insanların başına gelen musibet, acı ve bela onların da başına gelir. Peygamberler insanların arzularına muhalif bir şey söylediğinde, insanlar kendilerine eziyet etmeye başlar, zem ve hakaret ederler, sonunda öldürmeye kadar giderler. Kur’ân, kurtuluşun peygamberlere ittibada olduğuna dikkat çeker (bkz. En’am, 6/90).
Peygamberlik müessesesi, tabularla mücadele anlamına gelir.“Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne Yağus’u ne Yeuk’u ve ne de Nesri dediler” (Nuh, 71/23). Âyette söz konusu edilen isimler, Hz. Âdem ile Hz. Nuh arasındaki dönemde yaşayan salih kişilerdi. İnsanlar onlara tâbi oldular, öldükten sonra “Heykellerini dikip resimlerini assak daha iyi olur” şeklinde düşündüler. Şeytan kendilerine vesvese verdi ve onlara ibadet etmeye kadar götürdü” (İbn Kesir, Tefsir, 4/702). Hz. Peygamber, insanları bu tür saplantılara düşmeme konusunda uyararak, “Bana saygınlık konusunda şeytan sizi aldatmasın. Ben Allah’ın kulu ve elçisiyim. Beni bulunduğum konumun üstüne çıkarmayın” demiştir (İbn Hanbel, Müsned, 3/1479). Öncüleri takva ve zühtleriyle nam salan Yezidîler’in bulundukları hale düşmeleri; öncülerine gereğinden fazla tazim göstermeleri; yani öncülerini aşırı kutsamalarından kaynaklanmaktadır (el-Cehnî, Mani’ Hammad, el-Mevsûatu’l-Müyessere, 1/374).
Bu makalemizde peygamberlik ve peygamberler hakkında oluşan bazı bid’at ve bâtıl inançları irdeleyeceğiz.
1. Hz. Muhammed’e (s) iman etmeden cennete girilebileceğini iddia etmek
Bid’atçi bazı gruplar, “Şüphesiz ki iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler, bunlardan kim Allah’a ve âhiret gününe inanır iyi bir iş yaparsa elbette onlara Rabb’leri katında mükâfat vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyecekler” (Bakara, 2/62) âyetini öne sürerek, Hz. Muhammed’e iman etmeden de cennete girilebileceğini iddia ederler. Şöyle derler: “Bu âyetlerin beyanına göre ebedî kurtuluşun üç temel şartı vardır. 1-Allah’a iman, 2- Âhirete iman, 3- Barışa yönelik hizmetler sergilemek. Âyetlerin açık beyanlarına göre bu üç şartı taşıyanlar ister Müslüman olsun, ister Yahudi, ister Hıristiyan, ister Sabiî olsun ölüm sonrası kurtuluşu elde ederler.” Söz konusu bid’atçilere göre Tevrat ve İncil’den sonra Kur’ân’ın gelip gelmemesi bir şey ifade etmemektedir. Oysa, delil olarak öne sürdükler âyet, “O, sana Kitab’ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak tedricen indirmiş, daha önce de insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ve İncil’i ve Furkan’ı indirmiştir” (Âl-i İmrân, 3/3) âyetinin ifade ettiği gibi Kur’ân inmezden önceki kitapların durumundan bahsedilmektedir. Eğer önceki kitaplar değiştirilmeyip yeterli olsalardı, Rasûl-i Ekrem ile Kur’ân’ın gönderilmesine gerek kalmazdı. Bu gün bir insan, "Ben Tevrat veya İncil’e göre yaşamak istiyorum" diyebilir mi, onun tevhidi yakalama imkânı var mı? Kuşkusuz hayır. Zira mevcut Tevrat, Hz. Nuh’un içki içtiğini, kızlarıyla zina ettiğini, öz kızlarının kendisinden hamile kaldıklarını söylemekte (Tekvin, 9/20-25); Harun'un (as) tapmak için buzağı yaptığını ve Yahudiler’le ona taptığını (Tevrat, Çıkış, 32/1); İbrahim’in (as) (hâşâ) hanımını Firavun’a teklif ettiğini (Tevrat, Tekvin, 12/14); Süleyman’ın (as) ömrünün sonunda riddet ettiğini (Tevrat, İlk Krallar, 11/5); mevcut İncil ise İsrailoğulları’ndan çıkmış tüm peygamberlerin çapulcu ve hırsız olduklarını iddia etmektedir (Yuhanna, 10/80).
“Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa hiç kuşkusuz iyiyi ve güzeli bulmuş olurlar. Eğer sırt çevirirlerse mutlaka anlaşmazlık içerisindedirler…” (Bakara, 2/137) âyeti, ceza ve mükâfatın nasıl elde edilebileceğini çok güzel ve sarih olarak göstermekte, nasıl ve neye iman edilmesi gerektiğini açıklamaktadır. “Onlara, Allah’ın indirdiklerine inanın, denilirse, ‘Bize indirilene inanırız’ derler ve ötekisini inkâr ederler...” (Bakara, 2/91). “Kim Allah ve Rasûl’üne inanmazsa bilsin ki biz kâfirler için alevli bir ateş hazırlamışızdır” (Fetih, 48/3); “De ki: Ey Kitap ehli, niye Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?” (Âl-i İmrân, 3/98); “De ki: Ey insanlar, ben hepiniz için gönderilmiş elçiyim…” (A’raf, 7/158) âyetleri de gayet açık bir ifade ile mü’min olabilme veya Allah’ın rızasını veya cennetini elde etmenin Kur’ân ve Rasûl’e ittiba etmekten geçtiğini ifade etmektedir.
Hz. Peygamber’e iman etmeden kurtuluş olmayacağını ifade eden birçok sahih hadis bulunmaktadır. “Allah’a yemin olsun ki, gönderildiğim toplumda beni duyup da inanmayan Yahudi ve Hıristiyanlar cehennemliktirler” (Müslim, İman, 69); “Biriniz beni babasından, çocuğundan ve tüm insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz” (Buhari, İman, 34). Bu naslardan da anlaşılacağı gibi cennete girmek tüm semâvi kitap ve peygamberlere iman etmeye bağlıdır. Söz konusu bid’atçilerin iddiaları, Hz. Peygamber’in yirmi üç sene boyunca yapmış olduğu davet ve cihadı anlamsız bırakmaktadır. Müslüman, peygamberlerin hepsine inanır, aralarında fark gözetmez, hepsini sever, onlara tâbi olmaya çalışır, mûcizelerine inanır; tüm bunlarla beraber beşer olduklarını unutmaz.
Bid’atçi kesimin delil olarak getirdiği âyetin (2/62) tefsirine gelince; önceki âyette, İsrailoğulları’na verilen nimetlere karşılık onların nankörlükte bulunmaları nedeniyle Allah’ın onları zelil kılması ve onlara gazap etmesi ifade edildikten sonra ilgili âyette de, Allah onların bulundukları durumdan nasıl kurtulabileceklerini beyan etmiştir. Allah Teâlâ, kullarını sıkıntı ve çaresizlik içinde bırakmak istemez. Kurtuluş ve tövbe yollarının her zaman açık bulunduğunu beyan eder. Bu davetin belirli bir kesimin değil, tüm insanlık için kurtuluşun mümkün olabileceğini bildirmekte ve bunu da, Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar ve maddeye tapan müşriklerle örneklendirmektedir. Çünkü her dönemde dünyada yaşayanların büyük çoğunluğunu bunlar teşkil etmiştir. İman ve amel-i salih sahibi olduktan sonra isim ve adresin önemli olmadığı belirtiliyor. Ayrıca üç önemli amelin gerçekleştirilmesi istenmiştir: Allah’a, âhirete iman ile güzel amel.
2. Peygamberlere sevgi ve tazimde aşırıya gitmek
Hz. Peygamber’i en iyi tanıyan ve en çok seven, ashabıydı. Buna rağmen onu sevmede asla ifrat ve tefrite kaçmadılar. Bilakis bilmeden ifrat ve tefrite kaçanları ikaz ettiler. Keza, ashap ve onlardan sonra gelen tâbiun, Ebu Hanife, Malik, Şafii, Ahmed b.Hanbel, Buhari, Gazzâlî, Geylânî, vd. onu en çok bilenler ve çok sevenler oldukları halde aşırıya kaçmadılar. İmam Malik Medine’de hayvana binmekten hayâ ettiği halde, Kabr-i Şerif’i ziyaret ettiğinde tevhidi zedeler endişesiyle Kabr-i Şerif’e doğru dua etmezdi (Kârî, Şerhu’ş-Şifa, 2/153). Sünnetine ittiba eder, selam vermekle yetinirdi. Üstadını çok sevdiğini iddia eden birisi onun gıyabında emir ve tavsiyelerini tahrif etse ne olur? Hz. Peygamber’e sevgi, saygı onun gösterdiği ölçüler dâhilinde olur. Hz Peygamber sık sık şu uyarıda bulunurdu: “Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im. Allah’ın kulu ve rasulüyüm. Allah’a yemin ederim ki beni Allah Teâlâ’nın bana verdiği makamın üzerine çıkarmanızdan asla hoşlanmam” (İbn Hanbel, Müsned, hadis no: 2121).
3. Hz. Peygamber ile tevessül etmek
Konuyla ilgili olarak Ebu Hanife şunları der: “Allah’ım, falanın hakkı için, falanın câhı için beni affet” demeyi uygun görmemiş; dua ederken; “Falan zatın, peygamberlerin, Kâbe’nin, Meş’ar-i Haram’ın hakkı için beni affet” demeyi mekruh görmüştür. Ebu Yûsuf da aynı görüştedir (Zebidî, İthaf, 2/285). Hz. Ömer yağmur yağması için vefat etmiş bulunan Hz. Peygamber’e değil, hayattaki Hz. Abbas’a tevessül etmiştir. “Allah’ım Hz. Peygamber’i bana şefaatçi kıl” demede bir sakınca yoktur.
4. Hz. Peygamber’in ilk yaratılmış varlık olduğunu iddia etmek
“Allah’ın ilk yarattığı varlık kalemdir. Allah Teâlâ ona, ‘yaz’ buyurdu. –Ey Rabb’im ne yazayım, dedi. –Kıyamete kadar olacak hadiseleri yaz, buyurdu” (Ebu Davud, hadis no: 4700). Henüz doğmamış bir zatın peygamber olması sünnetullah ve hikmete uygun değildir. Bu konuyla ilgili haberler Kur’ân’la çeliştiğinden hadisçiler tarafından eleştirilmiştir (Sadık, Hasais, s.86). Hz. Âdem çamur iken kendisine peygamberlik geldiğine dair rivayetler da asılsızdır. Hz. Peygamber’in Arş’ın nûrundan, ya da Arş’ın o’nun nûrundan yaratıldığıyla ilgili inançlar bâtıldır, o’nun beşer olma vasfıyla bağdaşmamaktadır. Yer ve göklerin nûru Allah Teâlâ’dır; yani nurlandıranıdır (bkz. Nûr, 24/35). “Ben yaratılışta Peygamber’in evveli, bi’sette sonuncusuyum”; “Her nebiye kırkından sonra peygamberlik gelmiştir” mealindeki rivayetlerin aslı yoktur. Her şeyin Peygamber’in nûrundan yaratıldığıyla, ilk yaratılan varlık olduğuyla ilgili haberler sağlam değildir. Kur’ân, canlı olan her şeyin sudan yaratıldığını haber vermiştir (bkz. Enbiya, 21/30).
Hz. Peygamber’in nûrdan yaratıldığı ve ilk yaratık olma inancı Kur’ân’la da çelişmektedir; zira, Kur’ân onu beşer olarak nitelemiştir (bkz. Kehf, 18/110). O da her insan gibi spermden yaratılmıştır. Değişik vesilelerle bir kul ve elçi olduğu hatırlatılmıştır. Babası Abdullah, annesi Âmine’dir. Her ezan ve namazda isminin anılması, kâinata rahmet olarak gönderilmiş olması ve risaleti doğrulamadan Müslüman olunamaması şeref olarak yetmiyor mu ki bu tür asılsız haber ve hurafelere yeltenme ihtiyacı duyulsun? Beni Âmir heyeti Hz. Peygamber’e gelince Hz. Peygamber’e “Efendimizsin” dediler. Hz. Peygamber, “Öyle demeyin, mutlak Seyyid Allah’tır’’ buyurdu. Heyet, “Sen yücemiz ve faziletlimizsin” deyince, Hz. Peygamber, “Bunu söyleyebilirsiniz; ancak, övme konusunda dikkatli olun, şeytan sizi aldatmasın” buyurdu (İbn Hanbel, Müsned, hadis no: 1299).
Melekler nûrdan, İblis ateşten, Hz.Âdem de topraktan yaratıldı. Peygamber’in nûrdan yaratılması onun melek olması anlamına gelir. Birinin nûrdan yaratılmış olması kendisine bir meziyet getirmez. Nurdan yaratılmış olma inancı Kur’ân’ın haber vermiş olduğu topraktan yaratılma ve beşer olma vasıflarıyla da çelişmektedir. Hz. Peygamber’in Allah’ın nûrundan yaratılmış olduğu inancı, vahdet-i vücud’u çağrıştırmaktadır.
5. Hangi peygamberin üstün olduğunu tartışmak
Peygamberlerin üstünlüğünü tartışma konusu yapmak, ilk ve son biçiminde devirlere ayırmak gereksiz tartışmalardandır. Kur’ân, peygamberlere iman konusunda ayrım yapmamış ve birini inkâr etmeyi, hepsini inkâr etmek olarak kabul etmiştir:
“Onlar ki Allah’ın elçilerini inkâr ederler. Allah’a iman edip Rasûl’ü inkâr etmek suretiyle Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isterler. ‘Kimine inanırız kimini inkâr ederiz’ derler. İkisinin arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır” (Nisâ, 4/150).
6. Hz. Peygamber’i vicâhen/açıktan görmeyi iddia etmek
Bazı kişiler, Hz. Peygamber’i açıktan gördüğünü iddia etmişlerdir. Söz gelimi Havcelî, şeyhinin her gün Hz. Peygamber’i dört defa gördüğünü iddia etmiştir. Daha garibi; aynı zat, Hz. Peygamber’in Suyûtî’yi evinde diri olarak ziyaret ettiğini ve Suyûtî’den hadis dinlediğini nakleder (Sadık b. Muhammed, Hasais, s.209). Bu iddia da gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Çünkü, Hz. Peygamber vefatından sonra ashaptan kimseyi vicahen ziyaret etmedi. Suyûtî’nin bazı kitaplarında bu tür haberlere rastlanır.
Bu iddianın temeli bazı uydurma hadis ve rüyalardır. Hz. Peygamber’den hemen sonra ashap arasında önemli konularda ihtilaflar çıkmıştır. Onu vicahen görmek mümkün olsaydı Hz. Fatma ile Hz. Ebubekir arasında Fedek arazisi konusunda çıkan ihtilafı veya halifenin kim olması gerektiğini ondan soracaklardı. Bunca fırka, mezhep, kavga, ihtilafa gerek kalmazdı. Vefatından sonra Hz. Ebubekir, Hz. Fatma ile en yakın arkadaşlarına görünmeyen Hz. Peygamber sonradan gelenlerle görüşmez.
Hz. Peygamber’le bir araya gelmek mümkün olsaydı, hadisçilerin zor şartlarda hadis toplamak için binlerce km. yol kat etmelerine, hadis için kriterler ve ıstılahlar ortaya koymalarına gerek kalmazdı. Çünkü her şey vicâhen kendisinden sorulacaktı. Bu iddia, İmam Buhari, İmam Malik, İmam Şafii vs. ulemanın ortaya koymuş oldukları hadis anlayışıyla çelişmektedir.
Hz. Peygamber’i vicâhen görme iddiası beraberinde bazı sakıncaları getirir. Şöyle ki: Hz. Peygamber’le vicâhî görüşme, çarşı-pazarda yürüme, insanlarla konuşma iddiaları, ibadet, ahkâm ve hukuku temelinden sarsar (Kastalânî, el-Mevahib, 5/299). Başında bulunduğu şirketi batıran bir yöneticinin başarısızlık ve yaptığı yolsuzluğuna gösterdiği gerekçe çok ilginçtir. Güya Hz. Peygamber’i rüyada görmüş ve Hz. Peygamber kendisine zengin olmamasını tavsiye etmiştir. Bu hezeyanla Hz. Peygamber’i yolsuzluk ve başarısızlığına alet etmiştir.
Muhammed Gazzâlî şunları aktarır: Mısır kırsalında bir köy imamı ezanda Muhammed kelimesine Seyyidene ibaresini ilave etmek için şu yönteme başvurmuş: Ben Hz. Peygamber’i rüyada gördüm, bu konuda bana izin verdi (Muhammed Gazzâlî, Düstûr, s.36). Bu imam efendi, dinin şiarı olan ve Hz. Peygamber’in huzurunda yıllarca okunan ezanın rüyalara terk edilmesinin nasıl bir sonuca varacağını hiç mi tasavvur etmemiş, “…İşte bugün dininizi ikmal ettim…” (Mâide, 5/3) âyetini de hiç mi okumamış? Ezanı değiştirmeye Peygamber saygısını gerekçe olarak öne sürenler, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Bilal-i Habeşi’den daha mı fazla Hz. Peygamber’i seviyorlar?
7. Hz. Peygamber’in vefat etmediğini iddia etmek
Bid’atçi bazı gruplar, Hz. Peygamber’in vefat etmediğini iddia ederler. Bu iddiaya göre Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Aslında ben ölmedim, sadece beni anlamayanlardan gizlendim” (Şa’rânî, Tabâkât, 2/69). Hz. Peygamber, Kur’ân’ın sarih olarak belirttiği bir konuya nasıl muhalefet eder: “Ey Muhammed sen de öleceksin onlar da ölecekler” (Zümer, 39/30) âyetinin sarih olarak belirttiği gibi Hz. Peygamber vefat etmiş, yıkanmış ve defnedilmiştir. Hz. Peygamber’in vefatıyla ilgili uzunca ve abartılı rivayetlerin aslı yoktur (Şukayri, es-Sünen, 94).
8. Bazı şahsiyetleri peygamberlerin önünde tutmak
Kim olursa olsun herhangi bir insanı peygamberlerden üstün görmek... Ebu Yezid’e nispet edilen şu ifadeler bu cümledendir: “Öyle bir denize daldık ki peygamberler onun sahilinde durdular” (Abdülaziz Dabbağ, el-İbriz, s.276). “Allah’a yemin ediyorum, kıyamette sancağım Muhammed’in sancağından daha yüksek olacaktır. Sancağım nûrdandır, altında cin ve peygamberler toplanacaklardır.” Abdulaziz Debbağ, peygamberlere melek (Cibril) indiği gibi velilere de indiğini söyler (Abdulaziz Dabbağ, İbriz, s.143).
9. Peygamberleri birer postacı olarak algılamak
Bu anlayışa göre peygamberler Allah tarafından bir mesajı alıp insanlara okumuş, sonra onları kendi haline bırakmıştır. Getirdikleri mesaj nasıl algılanmış? Nasıl açıklanmış? Günlük hayatta nasıl uygulanmış? Ömürlerini nasıl geçirmişler? Neler yapmışlar? İbadeti, cihadı, insanlararası diyaloğu, uluslararası ilişkileri, antlaşmaları nasıl gerçekleştirmişlerdir? Savaş ve barış stratejileri nasıldı… gibi onlarca soru cevapsız bırakılmaktadır.
10. Peygamberler hakkında asılsız haberler kullanmak
Örneğin,“Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” (Aclûnî, Keşf, 2/191) uydurma hadisi Hz. Peygamber’e yarı tanrılık pozisyonu vermektedir. Bu ifade, “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56); “O Allah ki yedi gök ve yerden de onların bir mislini yaratmış ki Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın ilmiyle her şeyi kuşattığını bilesiniz diye…” (Talak, 65/12) âyetleriyle çelişmektedir. Kaldı ki Kur’ân, Hz. Peygamber’in bütün kâinata rahmet olması için gönderildiğini, (bkz. Enbiya, 21/107), yer ve içindekilerin de insanlar için yaratıldığını beyan etmektedir (bkz. Bakara, 2/229).
• Hz. Peygamber’in ebeveyninin yeniden dirildiğini söyleyen rivayet; gündüz gördüğü gibi gece de görürdü rivayeti; gül Hz. Peygamber’in terinden yaratılmıştır diyen haber asılsızdır (bkz. İzmirli, Siyer, s.136).
• Hz. Peygamber’in sünnet edilmiş doğduğuna dair sağlam bir şey rivayet edilmemiştir.
• Hz. Peygamber, bulutlarla gölgelenirdi, doğunca göller kurudu rivayetlerinin aslı yoktur. Göller hayat kaynağıdır, Hz. Peygamber’in doğmasıyla neden kurusunlar?
• Hz. Peygamber’in Kudüs Mescid-i Aksa’da bulunan kayanın üzerine çıktığına dair haber asılsızdır.
• Hz. Peygamber’i sosyalist, demokrat, sağcı, general, paşa, profesör, vs. sıfatlarla anmak, “Şu kılıç şu değnekten daha iyidir” yakıştırmasını hatırlatır. Bu cümleden olmak üzere çağdaş şair Ahmed Şevkî, Hz. Peygamber’i övmek gayesiyle o’nu sosyalist bir lider olarak sunar.
Netice: Peygamberlik en yüce makamdır, ilahî bir lütuf ve ihsandır, çalışmayla elde edilmez. Peygamberler de en üstün ve mübarek insanlardır. Peygamberlerde ayırıcı özellik beşer olmaları ve kendilerine vahiy gelmiş olmasıdır. Peygamberlik makamı sahibine insanüstü sıfatlar kazandırmaz, onu ilah veya yarı ilah katına yükseltmez. İnsanlar binlerce yıl önce yaşamış peygamberler hakkında merak duymuşlardır. Onlarla ilgili olayları, başarılarının sırrını, yaşadıkları yerleri, beraber bulundukları insanları tanımak istemişlerdir. Peygamberler hakkında gerekli ve en doğru bilgiyi Kur’ân ve sahih hadisler vermektedir. İnsanlar bu bilgileri az bularak ona ilaveler getirmişlerdir. Öyle ki, tek bir peygamber hakkında ciltler dolusu rivayet birikmiştir. Kur’ân ve sahih hadislerden destek bulmayan bu rivayet yığınının tarihsel ve ilmi bir değeri bulunmamakta, aksine peygamberler hakkında bâtıl inanç ve bilgilerin yayılmasına neden olmaktadır. Peygamberlerle ilgili olarak aktarılan asılsız haberlerin yayılmasında onları ilahlaştıran Hıristiyanlar’la Allah Teâlâ’yı beşer sıfatında algılayan Yahudiler’in etkisi büyük olmuştur.
KAYNAKLAR
DABBÂĞ, Abdülaziz, el-İbriz, Beyrut, 1976.
ŞUKAYRÎ, Muhammed Abdüsselam, Hıdır, es-Sünen ve’l-Mübtedaâtü’l-Müteallike bi’l-Ezkâri ve’s-Salavât: Muhammed Abdusselam, Beyrut, 1980.
GAZZÂLÎ, Muhammed, Düstûru'l-Vahdeti Beyne'l-Müslimin, Mısır, 1984.
ŞA'RÂNÎ, Abdülvehhab b. Ahmed, et-Tabâkâtu’l-Kübrâ, Mısır, 1954.
KASTALÂNÎ, Ahmed b. Muhammed Şihabüddin, el-Mevâhibu’l-Ledüniyye (Zurkânî’nin şerhiyle beraber), Beyrut, 1988.
SADIK, b. Muhammed b İbrahim, Hasâisu’l- Mustafâ, Riyâd, 2000.
İBN KESİR, Ebi Fidâ İsmail b. Ömer, Tefsiru'l-Kur’âni'l-Azim, Beyrut, 1992.
EBU DAVUD, Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistânî, Sünen, İstanbul, 1981.
İZMİRLİ, İsmail Hakkı, Siyer-i Celile-i Nebeviye, Konya. ts.
İBN HANBEL, Ahmed, el-Müsned, İstanbul,1981.
KÂRÎ, Ali b. Sultan Muhammed, Şerhu’ş-Şifâ, Beyrut, 2001.
ZEBİDÎ, Ebu'l-Feyz Seyyid Muhammed, İthâfu's-Sadeti'l-Müttakin bi Şerhi İhyai Ulumi'd-Din, Beyrut, 1987.