Okuyordum izninizle paylaşmak istedim...
Mekkelilerin inkârda inat etmeleri üzerine, belki kabul ederler umuduyla Taif’e giden Peygamber Sallalahu Aleyhi ve Sellem orada da ihanet ve zulümle karşılanır. Ruhen ve bedenen şiddetli ızdıraplar içerisinde tekrar Mekke’ye dönerken, ALLAH’ın gazabından korunmak ve rızasını kazanmak için şöyle dua eder:
أَللَّهُمَّ إِلَيْكَ أَشْكُو ضَعْفَ قُوَّتِي وَقِلَّةَ حِيلَتِي وَهَوَانِي عَلَى النَّاسِ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ أَنْتَ رَبُّ الْمُسْتَضْعَفِينَ وَأَنْتَ رَبِّي إِلَى
مَنْ تَكِلُنِي؟ إِلَى بَعِيدٍ يَتَجَهَّمُنِي؟ أَمْ إِلَى عَدُوٍّ مَلَّكْتَهُ أَمْرِي؟ إِنْ لَمْ يَكُنْ بِكَ عَلَىَّ غَضَبٌ فَلاَ أُبَالِي وَلَكِنْ عَافِيَتُكَ هِيَ أَوْسَعُ لِي أَعُوذُ بِنُورِ وَجْهِكَ الَّذِي أَشْرَقَتْ لَهُ الظُّلُمَاتُ وَصَلُحَ عَلَيْهِ أَمْرُ الدُّنْيَا وَاْلآخِرَةِ مِنْ أَنْ تُنْـزِلَ بِي غَضَبَكَ أَوْ يَحُلَّ عَلَيَّ سَخَطُكَ لَكَ الْعُتْبَى حَتَّى تَرْضَى وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِكَ"
“ALLAH’ım! Kuvvetimin zayıflığını, çıkar yol bulmadaki yetersizliğimi, insanların önünde düştüğüm durumumu sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan ALLAH’ım! Zayıfların Rabbi sensin, sen benim Rabbim iken beni kime bırakacaksın, bana yüzünü ekşiten yabancılara mı? Yoksa emrimi ellerine vereceğin düşmanlarıma mı? Senin bana gazabın olmasın başka şeyler önemli değildir. Ancak senin lütuf edeceğin afiyet benim için daha büyük bir huzur ve rahatlıktır. Gazabının bana gelmesinden veya kızgınlığını üzerime çekmekten, karanlıkların kendisiyle aydınladığı, dünya ve âhiret işlerinin onunla düzene girdiği cemalinin nuruna sığınırım. Seni razı edecek şekilde sana şikâyetimi arz ederim. Muktedir olmak ve güç yetirmek ancak senin yardımınla olur.”
(Sireti İbni Hişam, 2/33–34.)
Mekkelilerin inkârda inat etmeleri üzerine, belki kabul ederler umuduyla Taif’e giden Peygamber Sallalahu Aleyhi ve Sellem orada da ihanet ve zulümle karşılanır. Ruhen ve bedenen şiddetli ızdıraplar içerisinde tekrar Mekke’ye dönerken, ALLAH’ın gazabından korunmak ve rızasını kazanmak için şöyle dua eder:
أَللَّهُمَّ إِلَيْكَ أَشْكُو ضَعْفَ قُوَّتِي وَقِلَّةَ حِيلَتِي وَهَوَانِي عَلَى النَّاسِ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ أَنْتَ رَبُّ الْمُسْتَضْعَفِينَ وَأَنْتَ رَبِّي إِلَى
مَنْ تَكِلُنِي؟ إِلَى بَعِيدٍ يَتَجَهَّمُنِي؟ أَمْ إِلَى عَدُوٍّ مَلَّكْتَهُ أَمْرِي؟ إِنْ لَمْ يَكُنْ بِكَ عَلَىَّ غَضَبٌ فَلاَ أُبَالِي وَلَكِنْ عَافِيَتُكَ هِيَ أَوْسَعُ لِي أَعُوذُ بِنُورِ وَجْهِكَ الَّذِي أَشْرَقَتْ لَهُ الظُّلُمَاتُ وَصَلُحَ عَلَيْهِ أَمْرُ الدُّنْيَا وَاْلآخِرَةِ مِنْ أَنْ تُنْـزِلَ بِي غَضَبَكَ أَوْ يَحُلَّ عَلَيَّ سَخَطُكَ لَكَ الْعُتْبَى حَتَّى تَرْضَى وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِكَ"
“ALLAH’ım! Kuvvetimin zayıflığını, çıkar yol bulmadaki yetersizliğimi, insanların önünde düştüğüm durumumu sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan ALLAH’ım! Zayıfların Rabbi sensin, sen benim Rabbim iken beni kime bırakacaksın, bana yüzünü ekşiten yabancılara mı? Yoksa emrimi ellerine vereceğin düşmanlarıma mı? Senin bana gazabın olmasın başka şeyler önemli değildir. Ancak senin lütuf edeceğin afiyet benim için daha büyük bir huzur ve rahatlıktır. Gazabının bana gelmesinden veya kızgınlığını üzerime çekmekten, karanlıkların kendisiyle aydınladığı, dünya ve âhiret işlerinin onunla düzene girdiği cemalinin nuruna sığınırım. Seni razı edecek şekilde sana şikâyetimi arz ederim. Muktedir olmak ve güç yetirmek ancak senin yardımınla olur.”
(Sireti İbni Hişam, 2/33–34.)