Risale-i Nur okumak neyin karşılığıdır?
Levent Bilgi
MEÇHUL BİR âleme yükselmektir Risale muhatabiyeti. Meçhul ve muazzam. Engin ve parlak. Onun yıldızları kelimeler. Rakseden, alevden saçlarıyla sonsuzluk ülkesinde dolaşan kelimeler. Risale-i Nur alımlı bir sevgili gibi mûnis ve dost. Öyle seveceksin ki onun kelimelerini, cümlelerini, paragraflarını, sana ömür boyu yetecekler. Bir dilber gibi bağlanacaksın ona. Sana ebediyet âlemlerinin hakikatlerini fısıldayacak. Risale-i Nur Said Nursi’nin hayatı. Onun kelimeleri benim aynadaki aksim.
Risale-i Nur’u okurken aslında kendimi okurum. Said Nursi kendini anlatırken, aslında beni, ayetleri tefsir ederken kainatı anlatıyor. Bana insanlığımı gösteriyor. Duyduğum, yaşadığım nice halin bana özel olmadığını, insanlığa ait olduğunu anlatıyor. Her insanın bu gibi duygular içinde yaşadığını hatırlatıyor. Ardından bu duyguları nasıl kullanmam, nasıl anlamam, ne şekilde algılamam ve nasıl yaşamam gerektiği konusunda bana yardımcı oluyor. İnsanî özelliklerimin üstünü örtmeden, açıklıkla, insan gibi yaşamayı, cesaretle sormayı, içtenlikle cevap aramayı öğretiyor. Sormanın ve cevap aramanın tarzını, usulünü anlatıyor.
İman ve hakikati algılamadaki en büyük problemimiz hazır cevaplar. Çocuk büyürken sorabileceği soruların cevapları önceden hazırdır. Bu hazır klişe cevaplar bizim sorgulamamızı, bir konuyu etrafıyla kavramamızı, idrak etmemizi engeller.
Bir konunun hazır bir paket halinde tanımlanması, o konunun idrak edilmesi demek değildir. Adlandırma tanımak, bilmekle aynı anlama gelmez. Ahmet dediğimiz zaman, bu isim bir kelime olarak birine işaret eder ama onu bize tanıtmaz. Tanımak için çok daha şümullü sıfatlara ihtiyacımız vardır. Bir hakikatin, bir duygunun anlatımı o konunun adını vermekle olmaz.
“Allah sevgisi” her Müslümanın içinde olduğunu düşündüğü bir duygudur. Allah’ı sevdiklerini söyleyen Müslümanlar elbette ki yalan söylüyor değiller. Ancak Allah sevgisi, yeni bir elbiseyi, güzel bir yiyeceği sevgimizden çok öte olması gereken bir duygudur. Sevmek kelimesinin Allah ismi ile kullanılması klasik sevgiyi aşan bir kavram doğurmaktadır. Bu duygunun bilincine varmak yalnızca duygunun sevgi olduğunun değil, özel bir sevgi olduğunun bilincine varmaktır. Sevmek duygusunun Allah isminin gölgesinde bilincine varmak, onun birçok özelliklerinin bilincine varmak demektir. Bu duyguyu dile getirmek basit bir, “ben Allah’ı seviyorum” demek değil, Allah’a duyulan sevginin bir çok özelliklerini dile getirmektir. Bundan dolayı Said Nursi, duygularını ve hakikatleri genel geçer adlandırmalarla belirtmekten kaçınır. Kendi duygularını ve hakikatlerini benzeri hazırlop ifadelerden ayırarak, somutlaştıracak Kur’an’î kavramlarla dile getirir.
“Allah’ı seviyorum” demek bu duyguyu anlatmak demek değildir. Bunun için Risale-i Nur böyle havada kalan ifadelere başvurmaz. Duygunun ve hakikatin adını söyleyerek bırakmaz. Onun sıfatlarını, değişik nüanslı isimlerini, özelliklerini ortaya koyarak etrafını ihata etmeye çalışır. Onun içindir ki imanî bir hakikat bir yerde üç beş kelime ile bırakılmaz. Başka yerlerde değişik cephelerden ihata edilmeye çalışılır. Bir hakikatin anlatılması, bir duygunun dile çevrilmesi ancak süreklilik arz eden bu örgü ile mümkündür.
“Ben Allah’ı seviyorum” demek tek başına bu duygunun ifadesi olmadığı gibi “Ben Allah’a inanıyorum.” demek de yalnız başına bu imanın karşılığı değildir. Bediüzzaman Emirdağ Lahikası I’de “Herkes Allah’ı bilir Onu daha yeni ders almaya ihtiyacımız çok yok” iddiasına karşı “Allah’ı biliyorum” demenin hakikatten O’nu bilmek demek olmadığını anlatır.
“Halbuki Allah’ı bilmek, bütün kâinatı ihata eden Rubûbiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’i ve küllî her şey O’nun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kati iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve lailâheillallah kelime-i kudsiyesine, hakîkatlerine iman etmek, kalben tasdik ettirmekle olur. Yoksa ‘Bir Allah var’ deyip, bütün mülkünü esbâba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hattâ hadsiz şerikleri hükmünde esbabı mercî tanımak ve her şeyin yanında hazır irâde ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiç bir cihette Allah’a iman hakîkati onda yoktur.”
Risale-i Nur duyguların ve hakikatlerin dile, kelimeye çevrilişidir. Her Risale kelimesi gönülden gönüle kurulan bir köprüdür. Onun kelimeleri kendi kendimizi seyrettiğimiz bir aynadır. Risale-i Nur okumak o aynada kendimizi, hakikati ve kainatı okumanın, bu kavramları her yönü ile çerçevelemeye çalışmanın karşılığıdır. Bu da ancak hakikatlerin sloganlaştırılmasından kaçınmak ve cesaretle sorgulamakla mümkün olur.
Levent Bilgi
MEÇHUL BİR âleme yükselmektir Risale muhatabiyeti. Meçhul ve muazzam. Engin ve parlak. Onun yıldızları kelimeler. Rakseden, alevden saçlarıyla sonsuzluk ülkesinde dolaşan kelimeler. Risale-i Nur alımlı bir sevgili gibi mûnis ve dost. Öyle seveceksin ki onun kelimelerini, cümlelerini, paragraflarını, sana ömür boyu yetecekler. Bir dilber gibi bağlanacaksın ona. Sana ebediyet âlemlerinin hakikatlerini fısıldayacak. Risale-i Nur Said Nursi’nin hayatı. Onun kelimeleri benim aynadaki aksim.
Risale-i Nur’u okurken aslında kendimi okurum. Said Nursi kendini anlatırken, aslında beni, ayetleri tefsir ederken kainatı anlatıyor. Bana insanlığımı gösteriyor. Duyduğum, yaşadığım nice halin bana özel olmadığını, insanlığa ait olduğunu anlatıyor. Her insanın bu gibi duygular içinde yaşadığını hatırlatıyor. Ardından bu duyguları nasıl kullanmam, nasıl anlamam, ne şekilde algılamam ve nasıl yaşamam gerektiği konusunda bana yardımcı oluyor. İnsanî özelliklerimin üstünü örtmeden, açıklıkla, insan gibi yaşamayı, cesaretle sormayı, içtenlikle cevap aramayı öğretiyor. Sormanın ve cevap aramanın tarzını, usulünü anlatıyor.
İman ve hakikati algılamadaki en büyük problemimiz hazır cevaplar. Çocuk büyürken sorabileceği soruların cevapları önceden hazırdır. Bu hazır klişe cevaplar bizim sorgulamamızı, bir konuyu etrafıyla kavramamızı, idrak etmemizi engeller.
Bir konunun hazır bir paket halinde tanımlanması, o konunun idrak edilmesi demek değildir. Adlandırma tanımak, bilmekle aynı anlama gelmez. Ahmet dediğimiz zaman, bu isim bir kelime olarak birine işaret eder ama onu bize tanıtmaz. Tanımak için çok daha şümullü sıfatlara ihtiyacımız vardır. Bir hakikatin, bir duygunun anlatımı o konunun adını vermekle olmaz.
“Allah sevgisi” her Müslümanın içinde olduğunu düşündüğü bir duygudur. Allah’ı sevdiklerini söyleyen Müslümanlar elbette ki yalan söylüyor değiller. Ancak Allah sevgisi, yeni bir elbiseyi, güzel bir yiyeceği sevgimizden çok öte olması gereken bir duygudur. Sevmek kelimesinin Allah ismi ile kullanılması klasik sevgiyi aşan bir kavram doğurmaktadır. Bu duygunun bilincine varmak yalnızca duygunun sevgi olduğunun değil, özel bir sevgi olduğunun bilincine varmaktır. Sevmek duygusunun Allah isminin gölgesinde bilincine varmak, onun birçok özelliklerinin bilincine varmak demektir. Bu duyguyu dile getirmek basit bir, “ben Allah’ı seviyorum” demek değil, Allah’a duyulan sevginin bir çok özelliklerini dile getirmektir. Bundan dolayı Said Nursi, duygularını ve hakikatleri genel geçer adlandırmalarla belirtmekten kaçınır. Kendi duygularını ve hakikatlerini benzeri hazırlop ifadelerden ayırarak, somutlaştıracak Kur’an’î kavramlarla dile getirir.
“Allah’ı seviyorum” demek bu duyguyu anlatmak demek değildir. Bunun için Risale-i Nur böyle havada kalan ifadelere başvurmaz. Duygunun ve hakikatin adını söyleyerek bırakmaz. Onun sıfatlarını, değişik nüanslı isimlerini, özelliklerini ortaya koyarak etrafını ihata etmeye çalışır. Onun içindir ki imanî bir hakikat bir yerde üç beş kelime ile bırakılmaz. Başka yerlerde değişik cephelerden ihata edilmeye çalışılır. Bir hakikatin anlatılması, bir duygunun dile çevrilmesi ancak süreklilik arz eden bu örgü ile mümkündür.
“Ben Allah’ı seviyorum” demek tek başına bu duygunun ifadesi olmadığı gibi “Ben Allah’a inanıyorum.” demek de yalnız başına bu imanın karşılığı değildir. Bediüzzaman Emirdağ Lahikası I’de “Herkes Allah’ı bilir Onu daha yeni ders almaya ihtiyacımız çok yok” iddiasına karşı “Allah’ı biliyorum” demenin hakikatten O’nu bilmek demek olmadığını anlatır.
“Halbuki Allah’ı bilmek, bütün kâinatı ihata eden Rubûbiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’i ve küllî her şey O’nun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kati iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve lailâheillallah kelime-i kudsiyesine, hakîkatlerine iman etmek, kalben tasdik ettirmekle olur. Yoksa ‘Bir Allah var’ deyip, bütün mülkünü esbâba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hattâ hadsiz şerikleri hükmünde esbabı mercî tanımak ve her şeyin yanında hazır irâde ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiç bir cihette Allah’a iman hakîkati onda yoktur.”
Risale-i Nur duyguların ve hakikatlerin dile, kelimeye çevrilişidir. Her Risale kelimesi gönülden gönüle kurulan bir köprüdür. Onun kelimeleri kendi kendimizi seyrettiğimiz bir aynadır. Risale-i Nur okumak o aynada kendimizi, hakikati ve kainatı okumanın, bu kavramları her yönü ile çerçevelemeye çalışmanın karşılığıdır. Bu da ancak hakikatlerin sloganlaştırılmasından kaçınmak ve cesaretle sorgulamakla mümkün olur.