Kur'an-ı Kerim'in altmış birinci süresi. On dört âyet, iki yüz yirmi kelime ve dokuz yüz yirmi altı harften ibarettir. Fasılası mim, nun ve sad harfleridir. Medenî sürelerden olup Teğâbun süresinden sonra nâzil olmuştur. Adını dördüncü âyetinde geçen Saf kelimesinden almıştır.
Süre, Allah Teâlâ'nın göklerde ve yerde bulunan herşey tarafından tenzih ve tesbih edildiği, O'nun Azîz ve Hakîm olduğu gerçeğinin bildirilmesiyle başlamaktadır. Bu giriş bölümünde, iman eden kimselerin, Allah Teâlâ'nın göstermiş olduğu doğrultuda hayatlarını tamim edip ibadette hiç bir şeyi ortak koşmadan O'nu tesbih ve tenzih eden kutların, mahlukatın fıtrî olan özellikleriyle bezenmiş olacakları ve bütün iyi amellerinin başarıya ulaştırılıp mükafatlandırılacağı açıklanmaktadır. Sürenin mü'minlere hitap eden birinci bölümünde Allah Teâlâ, yapamayacakları şeyleri söyleyenlerin ve vaadlerini yerine getirmeyenlerin büyük bir gazaba uğrayacakları, müşriklerin saldırılarına karşı sebat ederek birbirine kenetlenmiş bir şekilde savaşarak karşı koyanların ise ilahî sevgiye muhatap olacakları bildirilmektedir:
"Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niye söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah nezdinde büyük bir gazaba sebeb olur. Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda birbirine kenetlenmiş gibi saf bağlayarak savaşanları sever" (2-4).
Müslümanlar, İslâm'a ve onun peygamberine karşı takınmaları gereken tavır konusunda uyarılmaktadır. İsrailoğullarının Musa (a.s)'a yaptıkları ve daha sonra İsa (a.s)'ı yalanlayarak ona düşmanlık ettikleri hatırlatılarak, samimi bir şekilde İslâm'a bağlılık işlenmektedir. İsrailoğullarının, apaçık mucizeler ile desteklenmiş bulunduğu halde İsa (a.s)'ı yalanlamalarından bahsedilirken, İsa (a.s)'ın kendisinden sonra gelecek olan peygamberi yani Muhammed (s.a.s)'ı haber vermiş olduğu kaydedilmektedir:
"Hani bir zaman Meryemoğlu İsa da: Ey İsrailoğulları Ben Allah'ın size gönderdiği, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayan ve benden sonra gelecek Âhmed" adında bir Peygamberi müjdeleyen bir peygamberim" demişti. Fakat İsa'nın müjdelediği peygamber kendilerine apaçık delillerle gelince: Bu getirdiklerin apaçık bir sihirdir" dediler" (6).
Allah Teâlâ'nın gönderdiği peygamberin yalancılıkla suçlanması ve Kur'an-ı Kerîm'i onun uydurması olarak nitelendirilmesinden daha büyük bir zulmün olmadığı zikredildikten sonra, İslâm'ı yok etmeye çalışanların böyle bir şeyi gerçekleştirmeye asla güçlerinin yetmeyeceği şu âyet-i kerime ile ortaya konulmaktadır:
"Onlar ağızlarıyla Allahın nûrunu söndürmek istiyorlar. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır" (8).
Hicrî 3. yılda yapılan Uhud savaşından sonra nâzil olduğu gözönüne alındığı zaman bu âyetin, müslümanların azınlıkta, korku ve endişe içerisinde bulundukları bir sırada inandıkları dinin gelecekteki durumu onlara bildirilerek moral verildiği sonucu çıkarılabilir. Uhud savaşında müslümanlar yenilmişlerdi. Bütün araplar, İslâm'ı yok etmek için azimli ve kararlı bir şekilde faaliyet içerisinde idiler. Öte taraftan Medine'nin etrafındaki düşman kabileler bu yenilgiden dolayı oldukça cesaretlenmişlerdi. O dönemde İslâm'ın geleceğinin ne olacağını Allah'tan başka kimse bilemezdi. Şartlar her yönüyle müslümanların aleyhine gözüküyordu. Müslümanlar böyle zor durumda bulundukları bir sırada Allah Teâlâ, kafirlerin İslâm nûrunu söndürmeye güç yettiremeyeceklerini, aksine kendi tekeffülünde olan hak dininin yeryüzüne yayılıp hakim olacağını haber vererek, imanla mutmain olmuş kalplere ferahlık vermişti. Asr-ı Saadet'te yaşanılan olaylar, sonraki nesiller için birer örnek teşkil etmektedir. Aynı şekilde o zamanki olaylar sebep kılınarak nâzil olan âyetlerdeki hitap da kıyamete kadar bütün nesillere yöneliktir. Şirkin ilk ortaya çıkışından beri kafirler, Allah'ın dinini yeryüzünden silmek için çabalamış durmuşlardır. Bu durum bugün ve gelecekte de devam edecektir. Ancak; Müşrikler istemeseler de, dinini bütün dinlerden üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak dinle gönderen O'dur" (9).
Allah Teâlâ, iman yolunda irşad ettiği mü'minlerin, cehennem azabından kurtulmaları ve hesapsız nimetleri hak edebilmeleri için sürekli olarak yollar göstermektedir. Bu sürede de mü'minler için, nefislerini can yakıcı cehennem azabından kurtarmalarını sağlayâcak bazı ameller zikredilmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve peygamberine iman edip mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır" (10-11).
Daha sonra Allah yolunda, kendilerinden istendiği gibi ibadet etmeye gayret gösteren ve dinini yaşamak için her türlü zorluğa göğüs geren müminler için şöyle buyurulmaktadır:
"Sevdiğiniz bir şey daha vardır. O da, Allah nezdinden bir yardım ve yakın bir zaferdir. Ey Muhammed! Müminlere müjdele" (13).
Sûre, iman edenlere İsa (a.s)'ın havarilerini misal göstererek, Allah'ın dininin yardımcıları olmalarını emretmekte ve müminlerin kafirlere karşı mutlaka desteklendiklerini haber vererek son bulmaktadır:
"... Biz, iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de muzaffer oldular" (14).
Ömer TELLİOĞLU
Süre, Allah Teâlâ'nın göklerde ve yerde bulunan herşey tarafından tenzih ve tesbih edildiği, O'nun Azîz ve Hakîm olduğu gerçeğinin bildirilmesiyle başlamaktadır. Bu giriş bölümünde, iman eden kimselerin, Allah Teâlâ'nın göstermiş olduğu doğrultuda hayatlarını tamim edip ibadette hiç bir şeyi ortak koşmadan O'nu tesbih ve tenzih eden kutların, mahlukatın fıtrî olan özellikleriyle bezenmiş olacakları ve bütün iyi amellerinin başarıya ulaştırılıp mükafatlandırılacağı açıklanmaktadır. Sürenin mü'minlere hitap eden birinci bölümünde Allah Teâlâ, yapamayacakları şeyleri söyleyenlerin ve vaadlerini yerine getirmeyenlerin büyük bir gazaba uğrayacakları, müşriklerin saldırılarına karşı sebat ederek birbirine kenetlenmiş bir şekilde savaşarak karşı koyanların ise ilahî sevgiye muhatap olacakları bildirilmektedir:
"Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niye söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah nezdinde büyük bir gazaba sebeb olur. Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda birbirine kenetlenmiş gibi saf bağlayarak savaşanları sever" (2-4).
Müslümanlar, İslâm'a ve onun peygamberine karşı takınmaları gereken tavır konusunda uyarılmaktadır. İsrailoğullarının Musa (a.s)'a yaptıkları ve daha sonra İsa (a.s)'ı yalanlayarak ona düşmanlık ettikleri hatırlatılarak, samimi bir şekilde İslâm'a bağlılık işlenmektedir. İsrailoğullarının, apaçık mucizeler ile desteklenmiş bulunduğu halde İsa (a.s)'ı yalanlamalarından bahsedilirken, İsa (a.s)'ın kendisinden sonra gelecek olan peygamberi yani Muhammed (s.a.s)'ı haber vermiş olduğu kaydedilmektedir:
"Hani bir zaman Meryemoğlu İsa da: Ey İsrailoğulları Ben Allah'ın size gönderdiği, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayan ve benden sonra gelecek Âhmed" adında bir Peygamberi müjdeleyen bir peygamberim" demişti. Fakat İsa'nın müjdelediği peygamber kendilerine apaçık delillerle gelince: Bu getirdiklerin apaçık bir sihirdir" dediler" (6).
Allah Teâlâ'nın gönderdiği peygamberin yalancılıkla suçlanması ve Kur'an-ı Kerîm'i onun uydurması olarak nitelendirilmesinden daha büyük bir zulmün olmadığı zikredildikten sonra, İslâm'ı yok etmeye çalışanların böyle bir şeyi gerçekleştirmeye asla güçlerinin yetmeyeceği şu âyet-i kerime ile ortaya konulmaktadır:
"Onlar ağızlarıyla Allahın nûrunu söndürmek istiyorlar. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır" (8).
Hicrî 3. yılda yapılan Uhud savaşından sonra nâzil olduğu gözönüne alındığı zaman bu âyetin, müslümanların azınlıkta, korku ve endişe içerisinde bulundukları bir sırada inandıkları dinin gelecekteki durumu onlara bildirilerek moral verildiği sonucu çıkarılabilir. Uhud savaşında müslümanlar yenilmişlerdi. Bütün araplar, İslâm'ı yok etmek için azimli ve kararlı bir şekilde faaliyet içerisinde idiler. Öte taraftan Medine'nin etrafındaki düşman kabileler bu yenilgiden dolayı oldukça cesaretlenmişlerdi. O dönemde İslâm'ın geleceğinin ne olacağını Allah'tan başka kimse bilemezdi. Şartlar her yönüyle müslümanların aleyhine gözüküyordu. Müslümanlar böyle zor durumda bulundukları bir sırada Allah Teâlâ, kafirlerin İslâm nûrunu söndürmeye güç yettiremeyeceklerini, aksine kendi tekeffülünde olan hak dininin yeryüzüne yayılıp hakim olacağını haber vererek, imanla mutmain olmuş kalplere ferahlık vermişti. Asr-ı Saadet'te yaşanılan olaylar, sonraki nesiller için birer örnek teşkil etmektedir. Aynı şekilde o zamanki olaylar sebep kılınarak nâzil olan âyetlerdeki hitap da kıyamete kadar bütün nesillere yöneliktir. Şirkin ilk ortaya çıkışından beri kafirler, Allah'ın dinini yeryüzünden silmek için çabalamış durmuşlardır. Bu durum bugün ve gelecekte de devam edecektir. Ancak; Müşrikler istemeseler de, dinini bütün dinlerden üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak dinle gönderen O'dur" (9).
Allah Teâlâ, iman yolunda irşad ettiği mü'minlerin, cehennem azabından kurtulmaları ve hesapsız nimetleri hak edebilmeleri için sürekli olarak yollar göstermektedir. Bu sürede de mü'minler için, nefislerini can yakıcı cehennem azabından kurtarmalarını sağlayâcak bazı ameller zikredilmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve peygamberine iman edip mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır" (10-11).
Daha sonra Allah yolunda, kendilerinden istendiği gibi ibadet etmeye gayret gösteren ve dinini yaşamak için her türlü zorluğa göğüs geren müminler için şöyle buyurulmaktadır:
"Sevdiğiniz bir şey daha vardır. O da, Allah nezdinden bir yardım ve yakın bir zaferdir. Ey Muhammed! Müminlere müjdele" (13).
Sûre, iman edenlere İsa (a.s)'ın havarilerini misal göstererek, Allah'ın dininin yardımcıları olmalarını emretmekte ve müminlerin kafirlere karşı mutlaka desteklendiklerini haber vererek son bulmaktadır:
"... Biz, iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de muzaffer oldular" (14).
Ömer TELLİOĞLU