Tebrik, tezkiye, duâ, Peygamberimiz (s.a.s)'e yapılan duâ, istiğfar, rahmet gibi anlamlara gelen bir terim, salavât. "Belirli vakitlerde, Kur'an'da emredildiği tarzda ve Hz. Peygamberin tarif ettiği şekilde yapılan ibadettir. Salât'ın çoğulu salavât gelir. Türkçede daha çok Hz. Peygamber'e yapılan duâ mânâsında kullanılır.
Kur'ân-ı Kerim'de bu anlamda şöyle buyurulur: Âllâh ve O'nun melekleri Peygamber'e hep salât ederler. Ey mü'minler, siz de Ona salât (ve dua) ediniz ve samimiyetle selam veriniz" (el-Ahzab, 33/56).
Bu âyeti kerimeyle, Peygamberimize salât ve selamlarımızla hürmetlerimizi sunmak farzdır; her müslüman için yerine getirilmesi gerekli bir görevdir. Her müslüman en kısa şekilde: Âllâhümme salli alâ Muhammed Allâhım Muhammedi rahmetinle tebrik et ve esen kıl" diye salât getirir.
Rasûlü Ekrem Efendimiz de, "Yanında benim adım anılıp da bana salât getirmeyen kişinin burnu sürtünsün, hakarete uğrasın " buyurmuştur (et-Tâc, V, 145).
Namazlarda oturduğumuz zaman tahiyyât * tan sonra okuduğumuz "Allahumma Salli, Bârik..." duâları da, Hz. Peygambere salât getirmeyi ifâde eder. Hz. Peygambere salât getirmenin fazileti hakkında Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: Kim bana bir salât getirirse, Allah ona on salât (mağfiret) eder" (et-Tâc, Vı 145).
Hz. Peygamber'in ismi her işitildiğinde veya anıldığında salat getirilip getirilemeyeceği hususunda bazı alimler; bir yerde, Hz. Peygamber'in adı ne kadar anılırsa anılsın bir defa salât edilmesi yeterlidir derken, bilginlerin çoğunluğu ise, Hz. Peygamber'in adı her anıldığında salât getirilmesi gereklidir demiştir. Nitekim hadis ilmiyle uğraşanlar, Hz. Peygamberin hadislerini rivayet ederken, sözleriyle, halleriyle en büyük saygıyı göstermişler; öğretimi sırasında da Hz. Peygamber'in adı ne kadar çok anılırsa anılsın, her anıldıkça, "Sallallahü aleyhi ve sellem" diyerek saygılarını göstermişlerdir (Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI,164; Geniş bilgi için bk. Salvale).
İA.
Peygamberimize (a.s.) niçin salavat getiriyoruz?
Bilindiği üzere Efendimiz (sas) Hazretleri’nin adı anıldığında duyan her Müslüman’ın salavat getirmesi ihmal edilmez bir görevi, unutulmaz bir vefa borcudur.
O kadar ki, O’nun irşadıyla var oluş hikmetini anlayan her Müslüman’ın üzerine bu salavatın ömründe bir keresi farz, sonrakileri vacip, tekrarlarda ise sünnet olduğu bildirilmiş, salavatın terki ise şefaatten mahrumiyete sebeptir, denmiştir.
İyilik gördüğü kimselere iyilik etme minnettarlığı duyan, hatta bir kahvenin kırk yıl hatırını sayan insanlar, ebedi hayatını kurtarmaya vesile olan Resulüllah’a da (sas) elbette minnettarlık duyacak, adını duyunca büyük bir hürmet ve sevgiyle salavat getirecek, böylece gösterdiği bu bağlılıkla da şefaatine nail olacaktır.
Nitekim Ahzab Suresi ayet 56’da Rabbimiz de salavat getirmeyi emretmektedir:
–Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler! Siz de O’na tam bir teslimiyetle salat ve selam edin!.
Bu ayetin emri gereği olarak ömürde bir defa salavat getirmek farz, sonraları her ilk duyuşta vacip, aynı yerde tekrarlanmalarda ise sünnet olduğu ifade edilmiştir. Anlaşılan odur ki, getirilen salat–ü selamdan hem Rabbimiz, hem de melekleri razı olmakta, ayrıca melekler salavat getirenlere de dua etmekteler. Hadis kitaplarında görüyoruz ki, Efendimizin (sas) Cennet’teki makamının yükselmesine sebep olan salavatı okuyan insana melekler, “Allah da senin makamını yükseltsin!” diye dua etmekte, öteki melekler de bu duaya amin demekteler. Salavat getiremeyene ise, “Allah da senin makamını yükseltmesin!” diye tepki göstermekte, öteki melekler de bu tepkiye amin diyerek iştirak etmekteler. Demek ki, Efendimizin (sas) adını duyunca salavat getirenler meleklerin hayır duasını alır, getirmeyenler ise bedduasına maruz kalırlar. Ayrıca, Peygamberimiz (sas) de, adını duyduğu halde salavat getirmeyen vefasız ümmetine kırılmakta, bunu da “burnu sürtülsün!” sitemiyle dile getirmektedir.
Salavatın çeşidi sayılamayacak kadar çoktur. Bunların en meşhurları da namazlarda tahiyyattan sonra okuduğumuz, “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” ile “Sallallahü aleyhi vesellem” salavatlarıdır. Manaları şöyle özetlenebilir:
–Rabbimizin rahmeti, meleklerinin istiğfarı ve bizim de selamımız Efendimiz Hazreti Muhammed ve ailesi üzerine olsun.
Bu gibi salavatlar Efendimize has bir dua olduğundan O’na mahsus duayı Rabbimiz reddetmez.
Bu niyetle bizler de özel dualarımıza redde uğramayan salavatla başlar, salavatla bitirirsek iki makbul dua arasına aldığımız duamızın kabul olacağını ümit ederiz.
Okuma ve yazmalarda ise Efendimizin (sas) adı geçince açıkça:
–“Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” yahut da “Sallallahü aleyhi ve sellem” demek en güzeli olduğu gibi, yazanların salavatın baş harfleriyle (asm) yahut da (sas) şeklinde işaretlemeleri de salavatı hatırlatmak demektir. Ancak yazıda bu gibi salavat getirme işaretleri çoğalınca okuyanlar bazen zorlanmakta ve maksadının aksine, hürmet için konan işaretler bazen hürmet zedelenmesine de sebep olmaktadır. Böyle bir hürmet eksilmesine sebep olmaktansa işaretleri azaltıp okuyanın irfanına bırakmakta isabet olsa gerektir.
Efendimize getirilen salavat, günahının affına sebep denemez. Çünkü O’nun böyle bir durumu söz konusu değildir. Makamının yükselmesine vesiledir. O yüzden Efendimizin makamını kimse tahmin ve tespit edememektedir. Çünkü her saniye, iyiliğine sebep olduğu ümmetinden nehirler gibi salavat duaları akmakta, böylece yükselmenin hiç durmayıp kıyamete kadar da devam edeceği anlaşılmaktadır.
Ahmed Şahin
Kur'ân-ı Kerim'de bu anlamda şöyle buyurulur: Âllâh ve O'nun melekleri Peygamber'e hep salât ederler. Ey mü'minler, siz de Ona salât (ve dua) ediniz ve samimiyetle selam veriniz" (el-Ahzab, 33/56).
Bu âyeti kerimeyle, Peygamberimize salât ve selamlarımızla hürmetlerimizi sunmak farzdır; her müslüman için yerine getirilmesi gerekli bir görevdir. Her müslüman en kısa şekilde: Âllâhümme salli alâ Muhammed Allâhım Muhammedi rahmetinle tebrik et ve esen kıl" diye salât getirir.
Rasûlü Ekrem Efendimiz de, "Yanında benim adım anılıp da bana salât getirmeyen kişinin burnu sürtünsün, hakarete uğrasın " buyurmuştur (et-Tâc, V, 145).
Namazlarda oturduğumuz zaman tahiyyât * tan sonra okuduğumuz "Allahumma Salli, Bârik..." duâları da, Hz. Peygambere salât getirmeyi ifâde eder. Hz. Peygambere salât getirmenin fazileti hakkında Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: Kim bana bir salât getirirse, Allah ona on salât (mağfiret) eder" (et-Tâc, Vı 145).
Hz. Peygamber'in ismi her işitildiğinde veya anıldığında salat getirilip getirilemeyeceği hususunda bazı alimler; bir yerde, Hz. Peygamber'in adı ne kadar anılırsa anılsın bir defa salât edilmesi yeterlidir derken, bilginlerin çoğunluğu ise, Hz. Peygamber'in adı her anıldığında salât getirilmesi gereklidir demiştir. Nitekim hadis ilmiyle uğraşanlar, Hz. Peygamberin hadislerini rivayet ederken, sözleriyle, halleriyle en büyük saygıyı göstermişler; öğretimi sırasında da Hz. Peygamber'in adı ne kadar çok anılırsa anılsın, her anıldıkça, "Sallallahü aleyhi ve sellem" diyerek saygılarını göstermişlerdir (Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI,164; Geniş bilgi için bk. Salvale).
İA.
Peygamberimize (a.s.) niçin salavat getiriyoruz?
Bilindiği üzere Efendimiz (sas) Hazretleri’nin adı anıldığında duyan her Müslüman’ın salavat getirmesi ihmal edilmez bir görevi, unutulmaz bir vefa borcudur.
O kadar ki, O’nun irşadıyla var oluş hikmetini anlayan her Müslüman’ın üzerine bu salavatın ömründe bir keresi farz, sonrakileri vacip, tekrarlarda ise sünnet olduğu bildirilmiş, salavatın terki ise şefaatten mahrumiyete sebeptir, denmiştir.
İyilik gördüğü kimselere iyilik etme minnettarlığı duyan, hatta bir kahvenin kırk yıl hatırını sayan insanlar, ebedi hayatını kurtarmaya vesile olan Resulüllah’a da (sas) elbette minnettarlık duyacak, adını duyunca büyük bir hürmet ve sevgiyle salavat getirecek, böylece gösterdiği bu bağlılıkla da şefaatine nail olacaktır.
Nitekim Ahzab Suresi ayet 56’da Rabbimiz de salavat getirmeyi emretmektedir:
–Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler! Siz de O’na tam bir teslimiyetle salat ve selam edin!.
Bu ayetin emri gereği olarak ömürde bir defa salavat getirmek farz, sonraları her ilk duyuşta vacip, aynı yerde tekrarlanmalarda ise sünnet olduğu ifade edilmiştir. Anlaşılan odur ki, getirilen salat–ü selamdan hem Rabbimiz, hem de melekleri razı olmakta, ayrıca melekler salavat getirenlere de dua etmekteler. Hadis kitaplarında görüyoruz ki, Efendimizin (sas) Cennet’teki makamının yükselmesine sebep olan salavatı okuyan insana melekler, “Allah da senin makamını yükseltsin!” diye dua etmekte, öteki melekler de bu duaya amin demekteler. Salavat getiremeyene ise, “Allah da senin makamını yükseltmesin!” diye tepki göstermekte, öteki melekler de bu tepkiye amin diyerek iştirak etmekteler. Demek ki, Efendimizin (sas) adını duyunca salavat getirenler meleklerin hayır duasını alır, getirmeyenler ise bedduasına maruz kalırlar. Ayrıca, Peygamberimiz (sas) de, adını duyduğu halde salavat getirmeyen vefasız ümmetine kırılmakta, bunu da “burnu sürtülsün!” sitemiyle dile getirmektedir.
Salavatın çeşidi sayılamayacak kadar çoktur. Bunların en meşhurları da namazlarda tahiyyattan sonra okuduğumuz, “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” ile “Sallallahü aleyhi vesellem” salavatlarıdır. Manaları şöyle özetlenebilir:
–Rabbimizin rahmeti, meleklerinin istiğfarı ve bizim de selamımız Efendimiz Hazreti Muhammed ve ailesi üzerine olsun.
Bu gibi salavatlar Efendimize has bir dua olduğundan O’na mahsus duayı Rabbimiz reddetmez.
Bu niyetle bizler de özel dualarımıza redde uğramayan salavatla başlar, salavatla bitirirsek iki makbul dua arasına aldığımız duamızın kabul olacağını ümit ederiz.
Okuma ve yazmalarda ise Efendimizin (sas) adı geçince açıkça:
–“Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” yahut da “Sallallahü aleyhi ve sellem” demek en güzeli olduğu gibi, yazanların salavatın baş harfleriyle (asm) yahut da (sas) şeklinde işaretlemeleri de salavatı hatırlatmak demektir. Ancak yazıda bu gibi salavat getirme işaretleri çoğalınca okuyanlar bazen zorlanmakta ve maksadının aksine, hürmet için konan işaretler bazen hürmet zedelenmesine de sebep olmaktadır. Böyle bir hürmet eksilmesine sebep olmaktansa işaretleri azaltıp okuyanın irfanına bırakmakta isabet olsa gerektir.
Efendimize getirilen salavat, günahının affına sebep denemez. Çünkü O’nun böyle bir durumu söz konusu değildir. Makamının yükselmesine vesiledir. O yüzden Efendimizin makamını kimse tahmin ve tespit edememektedir. Çünkü her saniye, iyiliğine sebep olduğu ümmetinden nehirler gibi salavat duaları akmakta, böylece yükselmenin hiç durmayıp kıyamete kadar da devam edeceği anlaşılmaktadır.
Ahmed Şahin