Samiri

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Kendilerini Firavun'un zulmünden kurtarıp Mısır'dan çıkaran peygamberleri Hz. Musa'dan, tapınmak için put isteyen İsrailoğullarına, Hz. Musa Allah'tan emir almaya gidip kendilerinden ayrıldığı bir sırada, fırsattan istifade ile istedikleri putu altından buzağı şeklinde yapan; bilgisiyle onun böğürmesini sağlayan ve yaptığı bu buzağının İsrailoğullarının ve Musa'nın gerçek ilahı olduğunu, Musa'nın da zaten bunu aramaya gittiği yalanını söyleyerek oradakilerin çoğunluğunun tapınmasını sağlayan; Musa'nın dönüşünden sonra ise hatalarını anlayan İsrailoğullarının kendisini yalnız bıraktığı, Musa a.s tarafından lanetlenip kovulan, ölünceye kadar da yalnız yaşamak zorunda bırakılan put yapımcısı.

Kur'an-ı Kerim'in dört ayn süresinde Samiri'den ve yaptığı "altın buzağı"dan söz edilir. Kur'an-ı Kerim'de yer alan Samiri hakkındaki söz konusu âyetler şunları ifade ederler:

İsrailoğullarını denizden geçirdik. Puta gönülden tapan bir kavme rastladılar:" Ey Musa; onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap!" dediler. Musa, "Doğrusu siz bilgisiz bir topluluksunuz" dedi ve ekledi: "Allah sizi alemlere üstün kılmışken size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım" (el-Araf 7/138, 140). Daha sonra, Allah'ın çağrısı üzerine İsrailoğullarının başında vekil olarak kardeşi Harun'u bırakarak, gerekli emirleri Rabbinden almak üzere önden giderken Harun'u uyardı: Kavmim içinde benim yerime geç; ıslah et bozgunculuk yapanların yoluna uyma" (el-A'raf, 7/142). Hz. Musa Allah tarafından tayin edilen kırk günden sonra Allah'ın çağırdığı yere (Tur-ı Sina'ya) vardı: "Seni kavminden çabucak ayrılıp gelmeye sevkeden nedir? (Niçin onları geride bırakıp geldin) ey Musa? (dedik). Onlar benim arkamdan geliyorlar; ya rab, razı olasın diye sana çabuk geldim' dedi. Allah, Biz senden sonra kavmini denedik, Samiri onları saptırdı' dedi... ' (Taha, 20/8385). Çünkü, Musa'nın ardından kavmi, süs eşyalarından, canlıymış gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak (bunu Samiri yapmıştı) onu kendilerine tanrı edindiler... Onu tanrı edinmekle kendilerine yazık ettiler" (el-A'raf 7/148): Allah'tan Tevrat'ı levhalar halinde alan Musa "Bunun üzerine çok kızgın ve üzüntülü olarak kavmine döndü. 'Ey kavmim, dedi; Rabbiniz size güzel bir vaadte bulunmamış mıydı? (Ayrılış) süre(si)mi size uzun geldi? Yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız? (Harun'a itaat etmek suretiyle beni izlemediniz).' Dediler ki: Kendi malımızı harcamak suretiyle senin sözünden çıkmadık; fakat o milletin (Mısırlıların) süs (eşyas)ından bize yükletilmişti. Onları ateşe attık. Aynı şekilde Samiri de attı ve onlara böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı (Herhalde Musa ya durumu izah edenler buzağıya tapmamış olanlardı ki, 'buzağıya tapanlardan onlar' diye sözederek kendilerini bu suçun dışında tutuyorlardı). Dediler ki, Bu sizin de tanrınız, Musa'nın da tanrısıdır. Fakat o unuttu (da gitti, Tanrıyı Tur civarında arıyor). Olayın başında Harun kendilerine, 'Ey kavmim, andolsun ki siz bununla denendiniz: Rabbimiz, o çok esirgeyen (Allah)tır. (Gelin) siz bana uyun, emrime itaat edin' demişti. '(Hayır) dediler, Musa bize dönünceye kadar buna tapmaktan vazgeçmeyeceğiz.' Durumu öğrenen Musa, kardeşine döndü: Ey Harun, onların saptıklarını gördüğün zaman sana ne oldu (da önlemedin). Neden bana uymadın, (niçin benim yolumu takip etmedin, benim kızdığım gibi onlara tepki gösterip engel olmadın)? Emrime karşı mı geldin?' dedi ve elindeki Tevrat levhalarım atarak (kardeşinin sakalından saçlarından tutup silkeledi. Harun ise kardeşini sakinleştirmek için); "Ey anamın oğlu, dedi; sakalımdan başımdan çekme. Ben senin, İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü dinlemedin diyeceğinden korktum (da onun için senin gelmeni bekledim" (Taha, 20/86-94). Üstelik kavmi top yekün Harun'un karşısına dikilmiş ve daha fazla konuşmaya devam ederse öldüreceklerini bildirmişlerdi. Harun bunu da anlattı Hz. Musa'ya: "Ey anamın oğlu, bunlar beni güçsüz bıraktılar, az kalsın öldürüyorlardı; bana düşmanları sevindirecek biçimde davranma, beni bu zalim kavimle bir tutma, dedi " (el-A'raf, 7/150). Musa, "Rabbim!Beni ve kardeşimi bağışla, bize acı; sen merhametlilerin en merhametlisisin" dedi"(el-A'raf, 7/151) ve bu kez Samiri'ye döndü: "Ey Samiri, ya senin maksadın nedir?" (Samiri), "Ben dedi, onların görmediklerini gördüm; elçinin ayak bastığı yerden bir avuç (toprak) aldım, onu (eritilmiş mücevherlerin içine) attım. Nefsim bana böyle yapmayı hoş gösterdi." (Musa), "Defol git dedi. Artık hayat boyunca sen 'bana dokunmayın' diyeceksin. (Ahirette de) sana vaadedilen bir ceza var ki, ondan asla kaçamayacaksın. Şimdi durup tanrına bak; biz onu yakacağız, sonra onu ufalayıp denize savuracağız" (Taha, 20/95-97). Altın buzağı yakılıp külleri denize savruldu. Samiri de kaçarak oradan uzaklaşınca pişman olan İsrailoğulları, "Elleri böğürlerinde çaresiz kalıp kendilerinin sapıtmış olduklarım gördüklerinde Eğer Rabbimiz, bize acımaz ve bizi bağışlamazsa muhakkak mahvoluruz' dediler" (el-A'raf, 7/149). Ancak Allah'ın vaadi vardı: "Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler, Rabbin öfkesine ve dünya hayatında da alçaltılmışlığa uğrayacaklardır. İftira edenleri böyle cezalandırırız" (el-A'raf, 7/152). Hz. Musa İsrailoğullarına tevbelerinin kabul edilmesi için ne yapmaları gerektiğini açıkladı: "Ey kavmim! Buzağıyı tanrı edinmekle kendinize yazık ettiniz. Yaratıcınıza tevbe edin, nefislerinizi öldürün; bu, Rabbiniz katında sizin için daha hayırlıdır. Tevbenizi kabul edecek ve size acıyacak O'dur" (el-Bakara, 2/54). Kur'an-ı Kerim tefsirlerinde, İsrailoğullarının Allah'ın emri gereğince birbirini öldürerek tevbe ettikleri bildiriliyor. Tevbenin kabul edilişi de haber veriliyor Kur'an'da: "Sonra bunun ardından, şükredesiniz diye sizi bağışlamıştık" (el-Bakara, 2/52). Bazı tefsirciler, tevbenin kabulünden sonra öldürülenlerin tekrar diriltildikleri görüşünü savunurken; bir kısmı ise, buzağıya tapmayan grubun tapanları öldürdüğünü, kötülüğe engel olmayarak işledikleri suçtan dolayı da affedildiklerini ve tevbelerinin kabul edildiğini bildirirler... Diğer yandan, Samiri'nin saptırdığı İsrailoğullarının da masum olmadıkları, buzağıya tapmaya ruhen hazır bir durumda oldukları da Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği haberler arasındadır: "Bir vakit, size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve dinleyin diye Tur'u üzerinize kaldırmıştık da sizden misak (söz) almıştık da "İşittik ve isyan ettik" demişlerdi. Küfürleri yüzünden kalplerine buzağı (sevgisi) yerleştirildi... " (el-Bakara, 2/93).

Samiri'nin, İsrailoğullarının Samiriler kolundan bir kuyumcu olduğunu ileri sürenler Kur'an-ı Kerim'de geçen Samiri'nin "Ben onların görmediklerini gördüm; elçinin ayak bastığı yerden bir avuç aldım, onu (eritilmiş mücevherlerin içine) attım" (Taha, 20/96) âyetini şöyle yorumlarlar: Samiri, Hz. Musa ile aynı yıl doğmuştur; onun annesi Firavun'un katliamından kurtarmak için Samiri'yi bir mağaraya bırakır ve Allah'a emanet eder. Altın buzağı yapmakla görevli olan Samiri ise o güne kadar yaşaması gerektiğinden dolayı, Allah onun bakımı için Cebrail'i görevlendirir. Mağarada kaldığı süre içinde insan suretinde gelen Cebrail'i tanıyan Samiri, Cebrail, Hz. Musa'ya vahiy getirdiği zaman da onu görmüş ve tanımıştı. Zira Cebrail at sırtında bir adam kılığında gelmekteydi. Samiri onun atının bastığı yerdeki otların yeşillendiğini ve onun bastığı toprakta hayat cevherinin oluştuğunu görür ve diğerlerine farkettirmeden o topraktan bir avuç alır ve ileride kullanmak üzere saklar. Bu görüşü kabul edenler Samiri'nin yaptığı altın buzağının, içine atılan bu toprak sayesinde canlandığını, et ve kemiğe dönüştüğünü ve hatta yürüyüp böğürdüğünü ileri sürerler. Bir kısmı ise heykelin böğürmesini teknik bilgilerle açıklar ve heykeldeki bazı deliklerden geçen rüzgarın böğürme şeklinde ses çıkardığını söylerler.

Bu yorumcular tarafından bilinmezlikten kurtarılan diğer bir olay da altın buzağının nasıl yakılabildiğidir. Normal şartlarda altın madeninin yanıcı olmadığından yola çıkan bu yorumcular onun yakılabilmesi için kimyâ otu bulurlar. Cebrail (a.s), kurutulduktan sonra kalaya katıldığında gümüş, gümüş veya bakıra katıldığında altın üretilmesini sağlayan kimya otunu Hz. Musa'ya öğretir. Bu ot, altına atıldığında onu yakıp küle çevirmektedir. Hz. Musa Cebrail'in öğrettiği şekilde otu kurutur, döver ve buzağının üzerine saçar, buzağı anında kül olur... (Zübeyr Yetik, Samiri, 66, 67).

Yüce Allah müslümanlar için ibret olsun diye anlattığı tarihte gelip geçmiş olayları gerekli olduğu kadar anlatır; bilinmesinde hiç bir yararın olmayacağı ayrıntılara ise değinmez. Bu, Kur'an'ın genel yöntemidir. Çünkü Allah müslümanlara güzel anlar geçirmeleri için masal anlatmıyor.

Samiri'nin Hz. Musa tarafından kovuluşu hakkında da değişik görüşler vardır. "Defol, doğrusu artık yaşantında 'bana dokunmayın' demenden başka yapabileceğin yoktur" (Taha, 20/97) âyetini yorumlayan müfessirlerden bazısı onun hummaya yakalandığını bildirirken diğer bir kısmı cüzzam hastalığından sözetmektedirler. Tevrat'ın Levililer bölümünde şu bilgilere rastlanır: "Ve kendisinde cüzzam hastalığı olan adamın elbiseleri yırtılacak, saçları dökülecek ve üst dudağını kapayıp murdar murdar" diye bağıracak. Hastalık kendisinde devam ettiği bütün günlerde murdar olacaktır, pistir, yalnız başına oturacaktır. Meskeni ordugahın dışında olacaktır" (13, 45-46). Bu konuyla ilgili bir diğer rivayet ise şudur: "...Samiri, hemen insanlardan kaçmaya başlar. İnsanlar da ondan uzaklaşırlar ve her türlü ilişkiyi keserler. Bunun sonucu olarak, Samiri, yaşamı boyunca dağ başlarında, yabani hayvanlar arasında yaşar. Dolaşırken de sürekli "bana kimse dokunmasın" diye bağırır. Çünkü herhangi bir kimse Samiri'ye dokunsa, onunla ilişki kursa, hemen hem Samiri hem de ona dokunan kimse "humma"ya yakalanmakta, büyük acı çekmektedirler. Bu yüzden Samiri, zorunlu olarak insanlardan kaçmakta ve ömrünü tüketinceye dek böylece yaşayıp gitmektedir.

Samiri'nin çok cömert olduğunu, işte bu cömertliği dolayısıyladır ki, öldürülmediğini; "gerçek cezası ölümken, cömertliğinden ötürü öldürülmeyip insanların dışına çıkarıldığını yine rivayetlerden öğreniyoruz..." (Zübeyir Yetik, Samiri, 29).

Fedakâr KIZMAZ
 
Üst