SELEF-İ SALİHİNİN SÜNNETİN KORUNMASINDAKİ GAYRETİ
Sünnet düşmanları tarafından, müslümanların zihinlerini karıştırmak için ortaya atılmış kuru bir iddia vardır: “Peygamber Efendimiz söylemişse, doğrudur. Ama bu sözlerin Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) ait olduğunu nereden bilelim?”
Bu suale doğru cevap verebilmek, selef-i salihinin, sünnetin muhafazası için yaptığı çalışmayı ve dolayısıyla bundan bahseden usul-i hadis ilmini iyi bilmeye bağlıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’le beraber vahye şahit olmuş ve “Size iki şey bıraktım. Onlara uyduğunuz müddetçe dalalete düşmezsiniz, onlar: Kitabullah (Kur’an-ı Kerim) ve benim sünnetimdir” sözünü düstur edinmiş olan sahabe-i kiramın, sünneti muhafaza için nasıl hareket ettiklerini, hep beraber, tarih sayfalarını çevirerek görmeye çalışalım.
Hulefa-i Raşid devrinde Kur’an-ı Kerim henüz cem’ olunmadan evvel. Ayet-i celileler ile hadis-i şerif lerin, bilmeyenler tarafından karıştırılma ihtimali sebebiyle Hulefa-i Raşidin ve bilhassa Hz. Ömer (r.a.) Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) işitildiği kat’i olarak bilinenler hariç, hadis-i şeriflerin, rastgele çoğaltılmasına şiddetle karşı çıkıyorlardı. Hal böyle olunca, sahabe-i kiram çok şey duydukları halde, çok az rivayet ediyordu. Aşere-i Mübeşşere’den olan Said bin Zeyd (r.a.) gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den hiçbir hadis-i şerif rivayet etmeyen sahabiler de mevcuttu.
Hatta sahabe-i kiram Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den hadis rivayet etmeyi, tehlike yönünden yıldırım çarpmasının insana vereceği zarara benzetiyor, “Benim üzerime kasden yalan isnad eden, cehennemdeki yerini hazırlasın” tehdidinin ağırlığıyla, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sözlerini söylerken “Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu” demekten son derece kaçınıyorlardı.
Amr bin Meymun (r.a.) rivayet etti: “İbn-i Mes’ud (r.a.) Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sözlerine son derece hürmet eder, bir hata yaparım diye hiçbir zaman “Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu” demezdi. Günlerden birgün, kendisini ziyarete gitmiştim. Sözünün bir yerinde bu ifadeyi kullandığını fark ettim. Ne zaman ki (Kale Resulüllah-Resulüllah (s.a.v.) buyurdu) dedi, yaptığı rivayetin ağırlığından başını aşağıya doğru eğdi. Damarları şişti, gözleri yerinden fırlayacak gibi oldu.
Elbisesinin düğmelerini kopartacak kadar aklı başından gitmiş bir vaziyette ayakta dona kaldı.” İşte sahabe-i kiramın hassasiyeti…
Bir de çokça hadis-i şerif rivayet etmiş olan ashabın dikkatlerini inceleyelim. Acaba onlar, her duyduğunu rivayet ettikleri için mi çok hadis rivayet etmiş olarak bilinmektedir. Bu zatlardan üçüncü sırada bulunan Enes bin Malik (r.a.)ın sözlerine kulak verelim: “Eğer hata yapmaktan korkmasaydım, size Resulüllah (s.a.v.)’den duyduğum daha birçok hadis-i şerifi rivayet ederdim.”
En çok hadis-i şerif rivayet etmiş olan Ebu Hüreyrenin (r.a.) ölçüsü de şu mübarek hadis-i şerifti: “Kişiye yalan olarak, her duyduğunu söylemesi yeter.”
İşte, dört büyük halife devrinde bu hassasiyetten asla uzaklaşılmamış, uydurma hadislerin önüne geçmek için büyük gayret sarf edilmişti. Bu hususta Hz. Osman (r.a.)’ın halifeliği sırasında minbere çıkarak, halkına yaptığı hitabet, numune teşkil eder: “Ey insanlar! Hz. Ebu Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) zamanında benim duymadığım bir hadis-i şerifi rivayet etmeyi hiç kimseye helal görmem.”
Hulefa-i Raşidin devrinden sonra, iyice genişleyen İslam toprakları ve İslama giren farklı kültürde yetişmiş insanlar, Kitabullah’tan sonra birinci mertebede bulunan sünnet-i seniyyenin tedvinini zaruri hale getirmişti.
Kaynak: Fazilet Takvimi – 26 – 27 Mart 2005
Sünnet düşmanları tarafından, müslümanların zihinlerini karıştırmak için ortaya atılmış kuru bir iddia vardır: “Peygamber Efendimiz söylemişse, doğrudur. Ama bu sözlerin Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) ait olduğunu nereden bilelim?”
Bu suale doğru cevap verebilmek, selef-i salihinin, sünnetin muhafazası için yaptığı çalışmayı ve dolayısıyla bundan bahseden usul-i hadis ilmini iyi bilmeye bağlıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’le beraber vahye şahit olmuş ve “Size iki şey bıraktım. Onlara uyduğunuz müddetçe dalalete düşmezsiniz, onlar: Kitabullah (Kur’an-ı Kerim) ve benim sünnetimdir” sözünü düstur edinmiş olan sahabe-i kiramın, sünneti muhafaza için nasıl hareket ettiklerini, hep beraber, tarih sayfalarını çevirerek görmeye çalışalım.
Hulefa-i Raşid devrinde Kur’an-ı Kerim henüz cem’ olunmadan evvel. Ayet-i celileler ile hadis-i şerif lerin, bilmeyenler tarafından karıştırılma ihtimali sebebiyle Hulefa-i Raşidin ve bilhassa Hz. Ömer (r.a.) Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) işitildiği kat’i olarak bilinenler hariç, hadis-i şeriflerin, rastgele çoğaltılmasına şiddetle karşı çıkıyorlardı. Hal böyle olunca, sahabe-i kiram çok şey duydukları halde, çok az rivayet ediyordu. Aşere-i Mübeşşere’den olan Said bin Zeyd (r.a.) gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den hiçbir hadis-i şerif rivayet etmeyen sahabiler de mevcuttu.
Hatta sahabe-i kiram Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den hadis rivayet etmeyi, tehlike yönünden yıldırım çarpmasının insana vereceği zarara benzetiyor, “Benim üzerime kasden yalan isnad eden, cehennemdeki yerini hazırlasın” tehdidinin ağırlığıyla, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sözlerini söylerken “Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu” demekten son derece kaçınıyorlardı.
Amr bin Meymun (r.a.) rivayet etti: “İbn-i Mes’ud (r.a.) Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sözlerine son derece hürmet eder, bir hata yaparım diye hiçbir zaman “Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu” demezdi. Günlerden birgün, kendisini ziyarete gitmiştim. Sözünün bir yerinde bu ifadeyi kullandığını fark ettim. Ne zaman ki (Kale Resulüllah-Resulüllah (s.a.v.) buyurdu) dedi, yaptığı rivayetin ağırlığından başını aşağıya doğru eğdi. Damarları şişti, gözleri yerinden fırlayacak gibi oldu.
Elbisesinin düğmelerini kopartacak kadar aklı başından gitmiş bir vaziyette ayakta dona kaldı.” İşte sahabe-i kiramın hassasiyeti…
Bir de çokça hadis-i şerif rivayet etmiş olan ashabın dikkatlerini inceleyelim. Acaba onlar, her duyduğunu rivayet ettikleri için mi çok hadis rivayet etmiş olarak bilinmektedir. Bu zatlardan üçüncü sırada bulunan Enes bin Malik (r.a.)ın sözlerine kulak verelim: “Eğer hata yapmaktan korkmasaydım, size Resulüllah (s.a.v.)’den duyduğum daha birçok hadis-i şerifi rivayet ederdim.”
En çok hadis-i şerif rivayet etmiş olan Ebu Hüreyrenin (r.a.) ölçüsü de şu mübarek hadis-i şerifti: “Kişiye yalan olarak, her duyduğunu söylemesi yeter.”
İşte, dört büyük halife devrinde bu hassasiyetten asla uzaklaşılmamış, uydurma hadislerin önüne geçmek için büyük gayret sarf edilmişti. Bu hususta Hz. Osman (r.a.)’ın halifeliği sırasında minbere çıkarak, halkına yaptığı hitabet, numune teşkil eder: “Ey insanlar! Hz. Ebu Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) zamanında benim duymadığım bir hadis-i şerifi rivayet etmeyi hiç kimseye helal görmem.”
Hulefa-i Raşidin devrinden sonra, iyice genişleyen İslam toprakları ve İslama giren farklı kültürde yetişmiş insanlar, Kitabullah’tan sonra birinci mertebede bulunan sünnet-i seniyyenin tedvinini zaruri hale getirmişti.
Kaynak: Fazilet Takvimi – 26 – 27 Mart 2005