A
AhDe_VeFaLi
Ziyaretçi
Sevenler, sevdiklerini dâimâ gönüllerinde taşırlar
Dostluk
Dostluk, müsbet veya menfî vasıflardaki müştereklikten kaynaklanır.
***
İki din kardeşi, birbirini yıkayan iki el gibidir. Tıpkı Muhâcir ve Ensar
gibi…
***
Dostluk, iki gönül arasındaki cereyan hattıdır. Bu cereyanla, yâni muhabbet
neticesinde sevilenin her hâli, sevgisi nisbetinde sevene sirâyet eder.
***
Bir kimsenin sevdiğiyle beraber olması demek; onunla sözde, özde ve
davranışta aynı duyuş, düşünüş, hissediş ve yaşayış hâlinde olması, yâni
“sevdiğini” gösterecek aynîlikler ve beraberliklerin mevcut bulunması
demektir.
***
Allâh için gerçek dostluk, bedenleri ayrı olan iki varlığın bir kalbde
yaşamasıdır.
***
Tenlerin ayrılığı, canlara ayrılık getirmez. Aksine gönülleri birbirine daha
da yakınlaştırır, bir bütün eyler.
***
İlâhî ünsiyetin yolu muhabbettir. Sevilenleri taklittir.
***
Sevenler, sevdiklerini dâimâ gönüllerinde taşırlar ve aslâ hatırlarından
çıkarmazlar.
***
Kul, ancak mâsivâ engellerini aştığı takdirde muhabbet ve dostluğun gerçek
hazzını yaşayabilir.
***
Kalblerdeki muhabbet, bütün mahlûkâtı kuşatıcı mâhiyette olursa, sahibini
kâmil bir mü’min, diğer bir tâbirle hakîkî bir âşık, yâni Hak Dostu eyler.
***
Tabiatta gizlenen dost yüzünü göremeyen gönüller âmâdır. Tabiatla
konuşamayan insanın rûhu dilsizdir.
***
Hakk’ın dostluğuna nâil olanlar, dostluğun güler yüzünü yalnız insanda
değil, dünyâya hayat hâlinde serpiştirilmiş bütün nebâtatta ve hayvânatta
bile müşâhede ederler.
Hakk’a muhabbetle dolu bir mü’min yüreğinin, Rabbin bütün mahlûkâtını şefkat
ve merhametle kucaklaması îcâb eder.
***
Dostluğun merkezine Allâh ve Rasûlü’nü yerleştirenler, bütün mahlûkât ile
dost olurlar.
***
Dostluğun kaynağına ulaşan Mevlânâ ve Yûnus gibi Hak dostları, insanların da
dostları olarak herkes tarafından, hattâ kurdu ve kuşuyla bütün bir kâinat
tarafından sevilen, nur yüzlü, mütebessim birer cennet gülleridir.
***
Tabiattaki kudret akışları ve ilâhî muhabbet tecellîleri, fânîleri Büyük
Dost’a, yâni Cenâb-ı Hakk’a ulaştıran ulvî birer basamaktır. Bu basamakları
aşanlar, gerçek dostluğun lezzetini tadarlar.
***
Kalbin mâsivâdan, -yâni Hak’tan uzaklaştırıcı her şeyden- muhâfaza edilmesi
ve dâimâ hayır telkinlerine muhâtap kılınması için, rûhâniyetlerinden feyiz
alınabilecek gönül ehli sâlih ve sâdıklarla ünsiyet zarûrîdir.
***
Muhabbeti lâyıkına, husûmeti de müstahakkına tevcih edebilmek, sahibini âbâd
ederken, aksine, muhabbeti nâ-lâyıkına, husûmeti ise gayr-i müstahakkına
tevcih, bunu yapanı, bu tevcihlerdeki şiddet nisbetinde bedbaht kılar.
***
Sevenler, sevdiklerinden geleni hoş karşılamak mecbûriyetindedirler. Gönlü
aşk ile dolu olan kul, Rabbinden gelen her şeyi sevgisi nisbetinde gönülden
kucaklar.
***
Allâh yolu, gönülleri harâb etmekten değil, ihyâ ve âbâd etmekten geçer.
***
Bakış ve görüşlerin seviye kazanması, kâinat sayfalarındaki esrar ve hikmeti
gerçek mânâsıyla telâkkî edebilmek, ancak gönül âleminde derinleşerek gerçek
dostluğu yaşayabilmeye muvaffak olabilen ilâhî aşk ve vecd kahramanlarının
işidir.
Dostluk
Dostluk, müsbet veya menfî vasıflardaki müştereklikten kaynaklanır.
***
İki din kardeşi, birbirini yıkayan iki el gibidir. Tıpkı Muhâcir ve Ensar
gibi…
***
Dostluk, iki gönül arasındaki cereyan hattıdır. Bu cereyanla, yâni muhabbet
neticesinde sevilenin her hâli, sevgisi nisbetinde sevene sirâyet eder.
***
Bir kimsenin sevdiğiyle beraber olması demek; onunla sözde, özde ve
davranışta aynı duyuş, düşünüş, hissediş ve yaşayış hâlinde olması, yâni
“sevdiğini” gösterecek aynîlikler ve beraberliklerin mevcut bulunması
demektir.
***
Allâh için gerçek dostluk, bedenleri ayrı olan iki varlığın bir kalbde
yaşamasıdır.
***
Tenlerin ayrılığı, canlara ayrılık getirmez. Aksine gönülleri birbirine daha
da yakınlaştırır, bir bütün eyler.
***
İlâhî ünsiyetin yolu muhabbettir. Sevilenleri taklittir.
***
Sevenler, sevdiklerini dâimâ gönüllerinde taşırlar ve aslâ hatırlarından
çıkarmazlar.
***
Kul, ancak mâsivâ engellerini aştığı takdirde muhabbet ve dostluğun gerçek
hazzını yaşayabilir.
***
Kalblerdeki muhabbet, bütün mahlûkâtı kuşatıcı mâhiyette olursa, sahibini
kâmil bir mü’min, diğer bir tâbirle hakîkî bir âşık, yâni Hak Dostu eyler.
***
Tabiatta gizlenen dost yüzünü göremeyen gönüller âmâdır. Tabiatla
konuşamayan insanın rûhu dilsizdir.
***
Hakk’ın dostluğuna nâil olanlar, dostluğun güler yüzünü yalnız insanda
değil, dünyâya hayat hâlinde serpiştirilmiş bütün nebâtatta ve hayvânatta
bile müşâhede ederler.
Hakk’a muhabbetle dolu bir mü’min yüreğinin, Rabbin bütün mahlûkâtını şefkat
ve merhametle kucaklaması îcâb eder.
***
Dostluğun merkezine Allâh ve Rasûlü’nü yerleştirenler, bütün mahlûkât ile
dost olurlar.
***
Dostluğun kaynağına ulaşan Mevlânâ ve Yûnus gibi Hak dostları, insanların da
dostları olarak herkes tarafından, hattâ kurdu ve kuşuyla bütün bir kâinat
tarafından sevilen, nur yüzlü, mütebessim birer cennet gülleridir.
***
Tabiattaki kudret akışları ve ilâhî muhabbet tecellîleri, fânîleri Büyük
Dost’a, yâni Cenâb-ı Hakk’a ulaştıran ulvî birer basamaktır. Bu basamakları
aşanlar, gerçek dostluğun lezzetini tadarlar.
***
Kalbin mâsivâdan, -yâni Hak’tan uzaklaştırıcı her şeyden- muhâfaza edilmesi
ve dâimâ hayır telkinlerine muhâtap kılınması için, rûhâniyetlerinden feyiz
alınabilecek gönül ehli sâlih ve sâdıklarla ünsiyet zarûrîdir.
***
Muhabbeti lâyıkına, husûmeti de müstahakkına tevcih edebilmek, sahibini âbâd
ederken, aksine, muhabbeti nâ-lâyıkına, husûmeti ise gayr-i müstahakkına
tevcih, bunu yapanı, bu tevcihlerdeki şiddet nisbetinde bedbaht kılar.
***
Sevenler, sevdiklerinden geleni hoş karşılamak mecbûriyetindedirler. Gönlü
aşk ile dolu olan kul, Rabbinden gelen her şeyi sevgisi nisbetinde gönülden
kucaklar.
***
Allâh yolu, gönülleri harâb etmekten değil, ihyâ ve âbâd etmekten geçer.
***
Bakış ve görüşlerin seviye kazanması, kâinat sayfalarındaki esrar ve hikmeti
gerçek mânâsıyla telâkkî edebilmek, ancak gönül âleminde derinleşerek gerçek
dostluğu yaşayabilmeye muvaffak olabilen ilâhî aşk ve vecd kahramanlarının
işidir.