Elime küçük bir kitabınız geçti: Din ve Devlet İlişkileri. Burada 115. sayfada “Türkiye Cumhuriyetinin bir başka özelliği de insan haklarına saygılı olmasıdır. Anayasa’nın 24. maddesi her vatandaşa vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyeti tanımıştır. 26.maddeyle de düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti verilmiştir.” şeklinde bir ifadeniz var. Ben bunu görünce çok şaşırdım. Sadece ve sadece 28 Şubat süreci ile birlikte Müslümanlara yapılanlar, Kur’an eğitiminin belli bir yaşa kadar yasaklanması, Müslüman kimliğini yansıtanlara siyaset hayatı olsun, toplumsal hayatın içerisinde olsun yapılanlar... Bunları görmüyor olamayacağınıza göre bu ifadeler ne anlama geliyor? İnanın çok üzüldüm bu ifadelerinizi okuyunca. Ben sizi samimi olarak seven birisiyim. Lütfen bu konuda hakkım olan cevabı veriniz.
Cevap:
Yaptığınız uyarılar ve samimi tenkitler için teşekkür ederiz.
Kitaba bir bütünlük içinde bakarsanız endişesini duyduğunuz hususların açıkça ifade edildiğini görürsünüz. Kitabın 52 ve 53. paragrafları şöyledir:
“52. Din hürriyeti önemlidir. İnanç bir kalp işi olduğu için inanç hürriyetini tanımak veya tanımamak fazla bir anlam taşımaz. Ama din hürriyeti çok önemlidir. Din deyince, o dinin bütün emir ve yasakları anlaşılır. Bunun daha açık ifadesi, inandığı gibi yaşama hürriyetidir.
İslam, insana inandığı gibi yaşama imkânı sağlar ve inançlara baskı ve hakareti yasaklar. Osmanlının, meyhane açmayı ve domuz yetiştirmeyi Müslüman kesime yasaklayıp gayrimüslimlere serbest bırakması bu yüzdendir.
Bu anlayış, İspanya’dan kaçan Yahudilere kucak açmamıza ve onlara tarihlerinin en mutlu dönemini yaşatmamıza sebep olmuştur. Yahudiler bunun hatırasına 500. Yıl Vakfı’nı kurmuşlardır.
53. Ama artık eski hoşgörü ortamı yoktur. Çünkü etkili mevkilerde bulunan ateistler ve dine uzak kimseler, hoşgörülü olamamaktadırlar. Bunlar, çeşitli sebeplerle Müslüman görünme ihtiyacı da duydukları için problem karmaşık hale gelmektedir. 1946’dan beri kurulan siyasi partiler, daha çok oy alabilmek için halkın dinî duygularına hitap etme konusunda adeta yarışmışlardır. Bunların içinde samimi olanlar olduğu gibi dinî duyguları istismar edenler de olmuştur.
Anayasanın 24. maddesine göre “Kimse .. her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”
Din istismarının adı ikiyüzlülük ve münafıklıktır. İkiyüzlü ile gerçek dindarı ayırmak zordur. Hele insanlara dinleri konusunda problem çıkarılırsa ikiyüzlüler için bulunmaz bir fırsat doğar. Bu defa gerçek dindarlar din istismarcılığı ile suçlanırlar. Bu da her şeyi alt üst eder. Türkiye’de yaşanan budur. Bir de her türlü dinî görüntüye, laiklik adına karşı çıkan, dinî eğitime darbe vurup insanları dinlerinden uzaklaştırmayı çağdaşlık sayanların, kendilerine duyulan tepkileri azaltmak için zaman zaman çıkıp dine saygılı olduklarını, fakat din istismarına karşı olduklarını söylemeleri yok mu, işte bu tavır, daha büyük tepki toplamakta ve dindarlara, alaya alındıkları duygusunu vermektedir.”
Cevap:
Yaptığınız uyarılar ve samimi tenkitler için teşekkür ederiz.
Kitaba bir bütünlük içinde bakarsanız endişesini duyduğunuz hususların açıkça ifade edildiğini görürsünüz. Kitabın 52 ve 53. paragrafları şöyledir:
“52. Din hürriyeti önemlidir. İnanç bir kalp işi olduğu için inanç hürriyetini tanımak veya tanımamak fazla bir anlam taşımaz. Ama din hürriyeti çok önemlidir. Din deyince, o dinin bütün emir ve yasakları anlaşılır. Bunun daha açık ifadesi, inandığı gibi yaşama hürriyetidir.
İslam, insana inandığı gibi yaşama imkânı sağlar ve inançlara baskı ve hakareti yasaklar. Osmanlının, meyhane açmayı ve domuz yetiştirmeyi Müslüman kesime yasaklayıp gayrimüslimlere serbest bırakması bu yüzdendir.
Bu anlayış, İspanya’dan kaçan Yahudilere kucak açmamıza ve onlara tarihlerinin en mutlu dönemini yaşatmamıza sebep olmuştur. Yahudiler bunun hatırasına 500. Yıl Vakfı’nı kurmuşlardır.
53. Ama artık eski hoşgörü ortamı yoktur. Çünkü etkili mevkilerde bulunan ateistler ve dine uzak kimseler, hoşgörülü olamamaktadırlar. Bunlar, çeşitli sebeplerle Müslüman görünme ihtiyacı da duydukları için problem karmaşık hale gelmektedir. 1946’dan beri kurulan siyasi partiler, daha çok oy alabilmek için halkın dinî duygularına hitap etme konusunda adeta yarışmışlardır. Bunların içinde samimi olanlar olduğu gibi dinî duyguları istismar edenler de olmuştur.
Anayasanın 24. maddesine göre “Kimse .. her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”
Din istismarının adı ikiyüzlülük ve münafıklıktır. İkiyüzlü ile gerçek dindarı ayırmak zordur. Hele insanlara dinleri konusunda problem çıkarılırsa ikiyüzlüler için bulunmaz bir fırsat doğar. Bu defa gerçek dindarlar din istismarcılığı ile suçlanırlar. Bu da her şeyi alt üst eder. Türkiye’de yaşanan budur. Bir de her türlü dinî görüntüye, laiklik adına karşı çıkan, dinî eğitime darbe vurup insanları dinlerinden uzaklaştırmayı çağdaşlık sayanların, kendilerine duyulan tepkileri azaltmak için zaman zaman çıkıp dine saygılı olduklarını, fakat din istismarına karşı olduklarını söylemeleri yok mu, işte bu tavır, daha büyük tepki toplamakta ve dindarlara, alaya alındıkları duygusunu vermektedir.”