Tarihin tekrarlanmaması için (2)
18 Temmuz 2011 Pazartesi 06:18
Geçen haftaki yazımızda Cahiliyye devrindeki ırkçılık üzerinde durmuştuk. Bu haftaki yazımızda da Emevîler devrindeki ırkçılıktan bahsedeceğiz.
Fakat önce Arapların içinden çıkan ırkçılığı gösteren bir anekdota yer vermek istiyoruz:
Peygamber Efendimizin vefatının hemen sonrasında Esvedül Ansî, Tüleyha bin Hüveylid, Secah bint-i Haris ve Müseylimetü’l-Kezzap gibi peygamberlik iddiasında bulunan yalancılar çıkmıştı. Bu yalancılardan Müseylime’ye tabi olan Talha isimli birinin onun için “Senin yalancı olduğunu biliyorum. Fakat Rebia oğullarından bir yalancı, bizim için Mudarların doğru olan peygamberlerinden daha iyidir” demişti.
Bu anekdottan sonra Emevî ırkçılığa geçebiliriz:
Emeviler devrinde, 1400 yıl geçmiş olmasına rağmen açtığı yara hala sarılamayan ve Kerbela ismiyle “kara bir leke” olarak tarihe geçen bir olay yaşandı. Kerbela olayının arka planında da kavmiyetçilik hastalığı vardı. Ümeyyeoğullarına mensup Yezid; Haşimoğullarına mensup Hz. Hüseyin gibi bir “Peygamber torununu” Kerbela’da hunharca şehid ettirdi. Hatta Yezid’in gözü dönmüş ordusu, sadece onu değil, kadınları; süt emen çocukları dahi hunharca öldürebilmişlerdi. Aslında bu vahşet, geçici olarak üzeri küllenen Haşimoğulları-Ümeyyeoğulları çekişmesinden; kökü geçmişe giden bir hesaplaşmadan başka bir şey değildi.
Gerek Meşrutiyet, gerekse Cumhuriyet devrinde ırkçılıkla mücadele eden Bediüzzaman, “Irkçılığın tarihte pek çok zararları görülmüş” der. Bu genel hükmü, Emevîlerle delillendirir. Emevilerin, ırkçılık fikrini siyasetlerine karıştırdıkları için İslam dünyasını küstürdüklerini; kendilerinin de pek çok felaket çektiklerini yazar. Yine Emevîlerin İslam devletini İslam bağı yerine Arap milliyetçiliği üzerine dayandırdıklarına; böylece diğer milletten olan Müslümanları rencide ettiklerine; ırkçılık sebebiyle ırktaşlarını kayırarak zulmettiklerini ifade eder.
Gerçekten de Ömer bin Abdülaziz gibi bir-iki halife istisna tutulursa, Emevîler devrinde Müslümanların kardeş; insanların eşit olduğu prensibi unutulmuştu. Arapların, Arap olmayanlara karşı uyguladığı siyasî ve hukukî baskı son haddine varmıştı. Emevîler, Arapların dışındaki Müslümanları kendilerine eşit görmüyorlar, onlardan üstün olduklarını iddia ediyorlar. Türk veya İranlı bir Müslümanın arkasında namaz kılmıyorlar; onlardan bir kadınla evlenmiyorlar ve onlara kız vermiyorlardı. Memur tayin ederken özellikle üst düzey memurluklara sadece Arapları atıyorlardı.
Onların bu ırkçı tutumları; başka milletlerden olan Müslümanların da ırkçılık damarlarını depreştirdi. Böylece “Müslümanlar ancak kardeştir” kudsi fermanına muhatap olan Müslümanlar arasında “Şuubiye” ismiyle tarihe geçen bir hareket ortaya çıktı. Çok geçmeden de ırkçılıkta çok ileri giden Emevî devleti tarumar oldu.
Ne yazık ki, Emevî devleti, ırkçılık yüzünden yıkılan ne ilk devletti, ne de son devlet oldu. İbret alınmadığı için tarih defalarca tekerrür etti ve bir çok devlet, ırkçılık mikrobuyla “yere serildi.”
Irkçılık mikrobuna mağlup olan büyük devletlerden birisi de Osmanlı devleti oldu.
Eğer tarihten, ırkçılığın yerle bir ettiği devletlerden ibret alınmazsa, Allah korusun bugün veya yarın aynı sonuçla karşılaşmak kaçınılmaz olabilir.
18 Temmuz 2011 Pazartesi 06:18
Geçen haftaki yazımızda Cahiliyye devrindeki ırkçılık üzerinde durmuştuk. Bu haftaki yazımızda da Emevîler devrindeki ırkçılıktan bahsedeceğiz.
Fakat önce Arapların içinden çıkan ırkçılığı gösteren bir anekdota yer vermek istiyoruz:
Peygamber Efendimizin vefatının hemen sonrasında Esvedül Ansî, Tüleyha bin Hüveylid, Secah bint-i Haris ve Müseylimetü’l-Kezzap gibi peygamberlik iddiasında bulunan yalancılar çıkmıştı. Bu yalancılardan Müseylime’ye tabi olan Talha isimli birinin onun için “Senin yalancı olduğunu biliyorum. Fakat Rebia oğullarından bir yalancı, bizim için Mudarların doğru olan peygamberlerinden daha iyidir” demişti.
Bu anekdottan sonra Emevî ırkçılığa geçebiliriz:
Emeviler devrinde, 1400 yıl geçmiş olmasına rağmen açtığı yara hala sarılamayan ve Kerbela ismiyle “kara bir leke” olarak tarihe geçen bir olay yaşandı. Kerbela olayının arka planında da kavmiyetçilik hastalığı vardı. Ümeyyeoğullarına mensup Yezid; Haşimoğullarına mensup Hz. Hüseyin gibi bir “Peygamber torununu” Kerbela’da hunharca şehid ettirdi. Hatta Yezid’in gözü dönmüş ordusu, sadece onu değil, kadınları; süt emen çocukları dahi hunharca öldürebilmişlerdi. Aslında bu vahşet, geçici olarak üzeri küllenen Haşimoğulları-Ümeyyeoğulları çekişmesinden; kökü geçmişe giden bir hesaplaşmadan başka bir şey değildi.
Gerek Meşrutiyet, gerekse Cumhuriyet devrinde ırkçılıkla mücadele eden Bediüzzaman, “Irkçılığın tarihte pek çok zararları görülmüş” der. Bu genel hükmü, Emevîlerle delillendirir. Emevilerin, ırkçılık fikrini siyasetlerine karıştırdıkları için İslam dünyasını küstürdüklerini; kendilerinin de pek çok felaket çektiklerini yazar. Yine Emevîlerin İslam devletini İslam bağı yerine Arap milliyetçiliği üzerine dayandırdıklarına; böylece diğer milletten olan Müslümanları rencide ettiklerine; ırkçılık sebebiyle ırktaşlarını kayırarak zulmettiklerini ifade eder.
Gerçekten de Ömer bin Abdülaziz gibi bir-iki halife istisna tutulursa, Emevîler devrinde Müslümanların kardeş; insanların eşit olduğu prensibi unutulmuştu. Arapların, Arap olmayanlara karşı uyguladığı siyasî ve hukukî baskı son haddine varmıştı. Emevîler, Arapların dışındaki Müslümanları kendilerine eşit görmüyorlar, onlardan üstün olduklarını iddia ediyorlar. Türk veya İranlı bir Müslümanın arkasında namaz kılmıyorlar; onlardan bir kadınla evlenmiyorlar ve onlara kız vermiyorlardı. Memur tayin ederken özellikle üst düzey memurluklara sadece Arapları atıyorlardı.
Onların bu ırkçı tutumları; başka milletlerden olan Müslümanların da ırkçılık damarlarını depreştirdi. Böylece “Müslümanlar ancak kardeştir” kudsi fermanına muhatap olan Müslümanlar arasında “Şuubiye” ismiyle tarihe geçen bir hareket ortaya çıktı. Çok geçmeden de ırkçılıkta çok ileri giden Emevî devleti tarumar oldu.
Ne yazık ki, Emevî devleti, ırkçılık yüzünden yıkılan ne ilk devletti, ne de son devlet oldu. İbret alınmadığı için tarih defalarca tekerrür etti ve bir çok devlet, ırkçılık mikrobuyla “yere serildi.”
Irkçılık mikrobuna mağlup olan büyük devletlerden birisi de Osmanlı devleti oldu.
Eğer tarihten, ırkçılığın yerle bir ettiği devletlerden ibret alınmazsa, Allah korusun bugün veya yarın aynı sonuçla karşılaşmak kaçınılmaz olabilir.