26 yaşındayım ve tesettürsüzüm. Son zamanlarda tesettür için uzun uzun düşünüyorum ama hala karar veremiyorum. Biraz zor, bir yandan üniversite mezunuyum çalışıyorum. Başörtülü çalışamam. Diğer yandan annem buna karşı. Bazen kapanırsan hakkımı helal etmem dediği olmuştur. Ama ben Allahın emri olduğu için bunu istiyorum inşallah. Nasıl olacak bilemiyorum, içimde yapabilecek miyim diye dusunuyorum.
Değerli kardeşimiz;
Size Ümit Meriç Hanımın röportajını gönderiyoruz.
Türban sorununu bir sosyolog gözüyle değerlendiren Meriç, 53 yaşından
sonra nasıl kapandığını da anlatıyor. Tarihi olarak baktığımızda, bu coğrafyada kadınlar bin yıldır başını örtüyor. Başların açılması ise şunun şurasında yüz yıllık bir tarihe sahip. Demek ki, eğer bir soru sorulacaksa, bu nasıl örtündüler değil, neden bazıları açtılar sorusu olmalı.
Kamuoyu onu en çok büyük düşünür Cemil Meriç in kızı olarak tanıyor. Sadece kızı değil, 33 yıl boyunca, gözleri görmeyen babasının dikte ettiği kitapları yazan, ona kitap okuyan sekreteri, yardımcısı, gözü, eli... Ve fikirdaşı... Ama Ümit Meriç, babasının kızı olmasının dışında, kendi kimliğiyle de Türkiyenin önde gelen aydınlarından, önemli bir fikir ve bilim kadını... Prof. Dr. Ümit Meriç İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde 30 yıl doçent ve profesör olarak çalıştı. Ziya Gökalp’in kurduğu en eski sosyoloji kürsüsünde ilk kadın profesör ve kadın başkan olarak bolüm başkanlığı ve Sosyoloji Araştırma Merkezi müdürlüğü yaptı.
1999 yılında ise emekliliğini istedi. Buna mecburdu; çünkü, o yılın 19 Ağustos gecesi, bütün Marmara büyük depremin artçı sarsıntılarıyla sarsılmaya devam ederken, o başını örtmeye karar verdi. Başörtüsü ile öğretim üyeliğinin bağdaştırılmadığı bir ülkede yaşadığı için ikisinden birini seçmek zorundaydı. Başörtüsünü seçti. Ümit Meriçle örtünüşünün öyküsünü konuşmak için gittim. Ama o Allahla ilişkisini anlatmayı daha çok önemsiyordu.
Önce sizin kişisel hikâyenizden başlayalım isterseniz; 53 yaşına kadar başı açık bir kadın olarak yaşadıktan sonra nasıl örtündünüz?
Ümit Meriç: Ben dini bir terbiye almadan büyümüş, hayatının önemli bir bölümünü agnostik bir insan olarak geçirmiş biriyim. Sosyoloji profesörüyüm. Otuz yıl sosyoloji öğrettim, yani toplumu anlamaya ve anlatmaya çalıştım. Ama sonunda öyle bir noktaya geldim ki, öğrendiklerim aklımı kısmen tatmin etse de ruhumu tatmin etmedi.
Sosyolojiye otuz yılımı verdim, sonuç büyük ölçüde hayal kırıklığı oldu. Varoluşa ilişkin en temel sorularıma cevap bulamadım ve büyük bir ruhsal bunalıma girdim. İntihar etmek üzereydim, o şekilde yaşamaya devam etmem mümkün değildi.
Nasıl sorulardı bunlar?
Ümit Meriç: Bedenin ötesinde ruhun olup olmadığı, ruhun mahiyeti, ölüm fikri, ölüm korkusu, yakınlarımı kaybetme korkusu gibi varoluşa ve varoluşun anlamına ilişkin felsefi sorular... Fark ettim ki, ben, bunca yıldır bedenimi besliyor ama ruhumu beslemiyordum. Büyük bir buhranın sabahında ruhum bu açlığın çözümünü buldu:
Namaz kılmaya karar verdim. Yıl 1977 idi. Daha ilk namazımda varlığımın hikmetini anladım. Benimle her an irtibat halinde olan Allah’ı keşfettim. Bu, Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi bir şeydi.
Allah’ı keşfedince bilimle aranız açıldı mı? Sizi hayal kırıklığına uğratan bilime olan bütün güveninizi kaybettiniz mi?
Ümit Meriç: Kesinlikle hayır. İlmi çok seviyorum. Pozitivist manada tapmasam da; aczini görsem de, ona aczi içinde saygı duyuyorum. Ama ilim dünya ile ilgili bir parantez içidir. Ben aradığım soruların cevabını secdede buldum. Bu söylediğim, aklı inkâr değildir,
akıl ötesine geçmektir. Zaten din akıl üstüdür, akıl aykırısı değil.
Peki ölüm korkularınız ne oldu?
Ümit Meriç: Onu tamamen yendim. Şimdi ölümü çok merak ediyorum. Ölüm benim için yeni ve çok daha büyük bir tecrübe; meraklı bir seyahatin başlangıcı olacak. Ölüm benim için büyümek, genişlemek, ruhumun beden kafesinden kurtulup zaman ve mekan sınırlamasından kurtulması olacak.
Namaza başladınız ama başınız açıktı?
Ümit Meriç: Evet... Doğrusu ben namazı örtünmekten daha fazla önemsedim hep. Secde huzurunu çok daha vazgeçilmez buldum. O dönemlerde örtünmeyi düşünmedim. Mesela Hacca gitmeyi düşünüyordum ama başımı örtmeyi düşünmüyordum. Üniversitede öğretim üyesiydim, toplum içinde bir yerim ve sosyal bir hayatım vardı. Ayrıca kendine bakan, süslenmeyi seven bir kadındım; eşime güzel görünmek, kendimi beğendirmek istiyordum. Yani bütün bu etkenler bir araya geldiği için herhalde, örtünmeyi aklımdan geçirmiyordum. Taa ki, 1999 daki büyük depreme kadar...
Ne oldu depremde?
Ümit Meriç: Şöyle diyeyim: Namaz kılmaya başlamama ruhumdaki büyük deprem sebep oldu. Başımı örtmeme ise, tabiattaki deprem... 17Ağustos depreminin üçüncü gecesi Armutludayım. Artçı depremler devam ediyor. Biz bahçede yatıyoruz. 19 Ağustos’u 20 Ağustos’a bağlayan gece benim içime Yarın kıyamet kopacak! duygusu geldi. Yatsı namazından sonra iki rekât daha namaz kılmak geldi içimden, kıldım ve ardından Allah’a dua ettim;bu dünyayı bize bağışlaması için dua ettim. O an bir utanç duydum içimde. Ben Allah’a kâinatı bağışlaması için dua ediyorum ama Allah’ın emrini yerine getirmiyorum, başım açık. İşte o anda o geceden itibaren başımı örtmeye niyet ettim. Örtüş o örtüş. Daha hiç kimse saçımı görmedi. Bir süre boynumu açıkta bırakan bir türban taktım. O dönem geçiş dönemi gibi bir şeydi. Sonra şimdi gördüğünüz gibi başörtüsü örtmeye başladım. Şimdi en büyük kabusum, başımı açık görmek. Rüyamda sık sık başım açılmış görüyorum. Ne yapacağımı şaşırıyor, elimle, elbisemle saçlarımı örtmeye çalışıyor, kaçmak istiyor, kaçamıyorum. Nasıl çırpınarak uyanıyorum, bilemezsiniz.
Başınızı örtmek sizi psikolojik bakımdan etkiledi mi? Mesela karşı cinsin gözünde eskisi gibi cazip görünmediğinizi düşünmek ve bunun ruhsal etkileri...
Ümit Meriç: Başımı örtme kararı verdiğimde 50 yaş civarındaydım, karşı cinse mesaj verme ihtiyacı duymadığım bir dönemdi yani. Ama doğrusu başörtüsünün cinsiyeti sıfırladığını hiç düşünmüyorum. Kadınların başörtülü daha güzel olduklarını düşünüyorum. Ayrıca başım örtülü olsa da bakımlı bir kadın olarak görünmeye dikkat ediyorum. Mesela biraz önce fotoğraf çektirmeden önce gidip kendime çeki düzen verme ihtiyacı hissettim. Biraz makyaj yaptım, allık sürdüm.Özellikle de Ümit Meriç kırklara karıştı, dağıttı denmesini istemiyorum.
Siz başörtülü kadının daha güzel olduğunu düşünebilirsiniz ama tesettürün ana fikri kadının cinsel çekiciliğini gizlemek, karşı cinsi tahrik etmesini önlemek. Bu ana fikre ne diyorsunuz?
Ümit Meriç: Tesettürün öyle bir yanı olduğunu kabul ediyorum. Ama amaç bundan ibaret değil. Bir de kadınlığı arka plana atarak insani kimliği ön plana çıkarmak gibi bir işlevi var. Şöyle düşünün, amaç sadece cinsel çekiciliği maskelemek olsaydı, kadınların yetmişinden, sekseninden sonra örtünmelerine gerek kalmazdı, öyle değil mi?
Şimdi de sosyolog Ümit Meriç’e soralım: Türban olayı toplumsal açıdan ne ifade ediyor? Nasıl yorumlanması gerekiyor?
Ümit Meriç: Türbanın sosyolojik anlamından çok, bireysel anlamı ilgilendiriyor beni. Ve doğrusunu isterseniz, toplumsal değerlendirmelerin artık çok fazla yapıldığını, tek tek bireylerin kendi örtünüşlerini anlamlandırmasının daha önemli olduğunu düşünüyorum. Aslına bakarsanız çok sık sorulan şu neden örtünüyorlar? sorusunu da yanlış bir soru olarak görüyorum. Tarihi olarak baktığımızda, bu coğrafyada kadınlar bin yıldır başını örtüyor. Başların açılması ise şunun şurasında yüz yıllık bir tarihe sahip. Benim annem ilk başı açık kuşak neredeyse. Demek ki,eğer bir soru sorulacaksa, bu neden örtündüler değil, neden bazıları açtılar sorusu olmalı.
Anlıyorum, siz böyle bir norm konmuş olmasını sorguluyorsunuz. Ama yine de, başı açık olmak normal olarak tanımlanınca, normun dışına çıkanların neden çıktıkları soruluyor...
Ümit Meriç: Bir kere herkes aynı yoldan geçerek ya da aynı saiklerle ulaşmıyor başörtüsüne. Bir kesim var ki, çok da İslâmî gerekçelerle örtmüyorlar; gelenek olarak örtenler var; kırsal kesimden gelip büyük şehirde başını örtenler var; aile baskısıyla örtenler var; hiçbir zaman tam benimseyemediği modernleşme projesinin bombardımanından kurtulmak için türbanı bir kimlik siperi yapanlar ve bu siperin içine saklananlar var. Bu son grup çok heterojen. Bunların içinde namaz kılmadığı halde başını örtenlere rastlıyoruz. Oysa baş örtmek İslâmın beş şartından biri değil. Sen başını örtüyorsun da, acaba sabah namazına kalkıyor musun? Bir de benim gibi Amerika’yı yeni keşfedenler var. Ki bu son söylediğim sadece Türkiyeyle sınırlı olmayan, dünya çapında yaşanan bir fenomen.
Bu son gruptan söz edelim o zaman...
Ümit Meriç: Bu grupta yer alanlar için baş örtüsü ne gelenektir, ne simgedir, ne siperdir, ne şudur, ne budur. Allah-kul ilişkisine ait bir şeydir. Siyasetin de demokrasinin de üzerinde, çok daha üst anlamda bir meseledir. Egzistansiyel bir meseledir. Demokratlık bu dünya için gerekli ama İslamiyet öyle mi? Benim demokrat kimliğim bu dünyada kalacak. Ama İslâmî kimliğim ölümümden sonrada devam edecek olan kimliğimdir. Vücuduma sahibim ve vücudumu Allah ın istediği şekilde kullanma hakkına sahibim. Bu gruba giren insanlar farklı yaşam deneyimlerinden geçerek, farklı entelektüel serüvenler yaşayarak, ateşten gömlekler giye giye, bin bir türlü acı çeke çeke keşfediyorlar Allah’ı... Ben bu tür imana çok önem veriyorum. İmanın ve İslâm’ın bu şekli çok sağlam ve değerli.
Globalleşmeyle birlikte bütün dünyada böyle bir süreç yaşayarak Müslüman olmuş insanlar çıkıyor ortaya. Çünkü globalleşme insanların birbirini bulmasını, tanışmasını ve etkileşim içine girmesini kolaylaştırıyor.
Avrupada bazı ülkelerde meselâ Fransa da türbanın yasaklanması nereden geliyor? Yeteri kadar demokrasi olmamasından mı; yanlış laiklik kavrayışından mı?
Ümit Meriç: Çok fazla Hristiyan olmalarından... Avrupa çok fazla Hristiyan. Hâlâ
haçlı ruhu taşıyorlar. Bence Fransa nın yeni bir Fransız İhtilaline ihtiyacı var. Fransız İhtilalinin üç temel değerini, hürriyet adalet ve eşitlik umdelerini yeniden öğrenmeye ihtiyaçları var. Ben ABD’den daha çok umutluyum. Amerika’nın haçlı seferi olmadı, aristokrasisi olmadı, zenci tecrübesini yaşadı. O yüzden daha ümitliyim.
Başörtünüz yüzünden üniversiteden ayrılmak zorunda kaldınız. Çünkü kamu alanında başörtü takmak laik devletle çelişiyor, deniyor.
Ümit Meriç: Ben şahsen başımı örtmeye karar verdiğim zaman üniversiteden ayrılmayı göze almıştım zaten. Bu kayıp benim kazandıklarımın yanında o kadar küçük bir kayıptı ki üzerinde düşünmedim bile. Ama bu, bu yasağın yanlışlığını kapatmıyor. Önce şu kamu alanı-özel alan ayrımından söz edelim. Benim özel alanım devletin müdahale alanının dışında kalan alandır. Bu, somut bir mekan tarifi değil, bir kavramdır. Yani bana evimin içinde devletin müdahale etmemesi değildir sadece. Bir başkasına zarar vermeyecek şekilde dolaşma hakkımı da koruması demektir.
İnsan evvela elbisesinin içinde oturur. Sonra evinin içinde oturur. Bütün bunlar benim özel alanımdır. Vücudum dolaşıyor. Ben dolaşıyorum.
Laikliğe aykırı olduğu iddiasına gelince... Laiklik ilkokul yurttaşlık bilgisi kitaplarında devletin dine ve dindarlara müdahale etmemesi şeklinde tanımlanır. Devlet benim vücuduma devlet üstü alanda müdahale etmek hakkına sahip değildir.Bu benim yaşamamla ilgili bir hakkım, varlığımla ilgili bir hakkım. Allah’ın bana emriyle ilgili bir hakkım. Buna ne çocuğum, ne komşum, ne arkadaşım müdahale edebilir. Laik olan devletimin bana, inandığım dindarlığıma müdahale etmeye hakkı yoktur. Bu laikliğe aykırıdır.
Aynı yasak siyasette de karşınıza dikilmeseydi, siyasete atılmayı düşünür müydünüz?
Ümit Meriç: Tayyip Bey hanımı ve iki kızıyla benim evime geldi. Siyasete girmemi teklif etti. Dördüncü teklifiydi bu. Tayyip Bey, ben başımı örttüm, bir daha açmam söz konusu değil, dolayısıyla siyasete girmem de söz konusu değil dedim. Çünkü benim başörtüm bana teklif edilecek bütün makamlardan, bakanlıktan, başbakan danışmanlığından daha değerli. Ama başörtüsü engeli benim siyasete girmeyi reddedişimin tek nedeni değil. Bir başka neden, Cemil Meriç’in soyadını taşımam. Babamın soyadını siyasallaştırma hakkını kendimde görmüyorum.
İkincisi ben öğrencilerime sosyoloji öğretirken hep şunu derdim: Siz koskoca bir sarayın bütününden sorumlusunuz. Kendinizi onun odalarından birine kapatarak bütünü görmekten alıkoymamalısınız. Son olarak da ben kendimi siyasete uygun bir tip olarak görmüyorum. Parti disiplini vesaire gibi endişeler olmadan düşündüklerimi olduğu gibi ortaya koymak isterim. Bunu çok büyük bir özgürlük olarak görüyorum. Hep hakikatin sesi olmak isterim.
Ama hükümetin gidişatını çok iyi görüyorum. Çok olumlu işler yapıyorlar. Geçenlerde Tayyip Bey rüyama girip dua istedi. Tayyip Bey’i çok seviyorum. Onlar için dua ediyorum.
Prof. Nilüfer Göle’nin Modern Mahrem kitabından seçmeler ....
Kemalist reformlar, kadını, dinin etkisinden kurtarmayı hedefleyerek, toplumsal görünürlük kadar, fiziksel görünürlüğü de teşvik etmekteydi. Falih Rıfkı’nın hatıratında anlattığı şekliyle, Kadını kurtaracaktı. Kurtarmak için önce açmalı idi. Haremi yıkmalı idi. İlk yapılan işlerden biri, İstanbul tramvayları ile vapurlardaki perdelerin kaldırılması olmuştur. Halide Edip ise, Bizim peçelerimize, perdelerimize ne karışıyorsunuz? diyerek, Ankara aleyhindeki cepheye katılmıştır....
...Başörtüsü, kadını, erkek bakışlarından koruyarak ve cinsiyetler arasındaki sınırları belirleyerek, mahrem alanı, yasak koyarak çizmektedir. Zira cemaatin birliği, erkeğin şerefine bağlıdır ki, bunun da ölçüsü kadının mahrem alanda korunan namusudur. İslâmcı kadınlar, Batı uygarlığı karşısında farklılıklarının altını çizerek, gizlenen kadın cinselliğini neredeyse talepkâr bir biçimde sahiplenmektedir: Biz, süslenerek cinselliklerini dışarıya yansıtan Batı daki insanların aksine, dış planda, sokakta, genel yerlerde cinselliği mümkün olduğu kadar göz önünde bırakmamaktayız.
....Kadınlar, bir erkeğin eşi ve çocukların annesi olmaktan öte bir kadın kimliğini, birey kadını savunmakta ve kendilerine ait özel bir yaşam talep etmekte: Bizim istediğimiz nedir? Biz Müslüman kadın gün ışığına çıksın istiyoruz. Zaten toplum ve sokak kadın için, Müslüman erkek için olduğundan daha tehlikeli ve kötü değil ki. ...
Örtü, Müslüman kadının dış dünyaya çıkışını saklamaktadır; mahrem dünyaya ait olduğunu hatırlatmaktadır.Dişiliğini, bedenine ve giyimine özenerek sergileyen modern kadın silüeti karşısında, Müslüman kadın örtünerek dişiliğini gizlemekte, estetik gövdenin karşısına kutsal gövdeyi çıkararak, Batı modernizmi karşısında farklılığını pekiştirmektedir. Örtünen kadın, dişilik değil, kişilik sıfatıyla kamusal alana girmektedir.
Milliyet -Tarhan Erdemin anketi Mayıs 2003 Vatandaşların % 56 sı, resmi tören ve davetlere devlet büyüklerinin eşlerinin türbanla katılmasını doğru buluyor. % 44 ü doğru bulmuyor.
Hizmet veren memurun siyasi düşüncesini belli edecek görünümde olması sizi rahatsız ederm mi? sorusuna ise % 54.1 Rahatsız etmez , % 45.9 Rahatsız
eder cevabını veriyor.
Türkiye deki hanelerin % 77.2 sinde başını kapatan kadınvar.
Başını kapatanların sadece % 5.4 ü örtüsünü türban diye nitelendiriyor.
Türkiye deki evli kadınların % 72.7 si başını kapatırken, bu oran bekârlarda % 33.9 a düşüyor.
Başını kapatan kadınların hane halkı ortalama aylık geliri 363 milyon lira. Başını kapatmayanların ise 964 milyon lira....
Peşin hükümler ve gerçekler Yüksek öğretim öğrencisi Atatürk ilke ve inkılâplarını benimsemiş olmalıdır. Türban takmak ise bu ilke ve inkılâplara aykırıdır. Danıştay kararına kadar giren bu fikir birkaç bakımdan tutarsız. Bir kere, neden yükseköğrenim öğrencisinin öncelikle ve özellikle Atatürk inkılâplarını ve ilkelerini benimsemiş olması gerekirmiş? Kim söylemiş öyle gerektiğini? Türkiye de herkes ille de Atatürkçü olacak ya da Atatürkü Danıştay gibi yorumlayacak diye bir yasa mı var? Ya da üniversite öğrencilerine Atatürkçülük şartı getiren özel bir yasa mı çıktı?
Burada Atatürkçülüğün ne olduğunu tartışacak değiliz. Ama kimileri hâlâ, Atatürkün bazı sözlerini ve uygulamalarını öne sürerek aklımıza ipotek koymak istiyorsa, buna itiraz edilmelidir. Eğer Atatürkçülük, temel insan haklarıyla çelişiyorsa, burada yeniden tarif edilmesi gereken şey insan hakları değil Atatürkçülüktür. Ve eğer Atatürkçülük, başını örten genç kızları cahil bırakmayı emrediyorsa, Atatürkten değil, başörtülü mazlumdan yana olmak gerekir.
Selam ve dua ile...Sorularla İslamiyet
Değerli kardeşimiz;
Size Ümit Meriç Hanımın röportajını gönderiyoruz.
Türban sorununu bir sosyolog gözüyle değerlendiren Meriç, 53 yaşından
sonra nasıl kapandığını da anlatıyor. Tarihi olarak baktığımızda, bu coğrafyada kadınlar bin yıldır başını örtüyor. Başların açılması ise şunun şurasında yüz yıllık bir tarihe sahip. Demek ki, eğer bir soru sorulacaksa, bu nasıl örtündüler değil, neden bazıları açtılar sorusu olmalı.
Kamuoyu onu en çok büyük düşünür Cemil Meriç in kızı olarak tanıyor. Sadece kızı değil, 33 yıl boyunca, gözleri görmeyen babasının dikte ettiği kitapları yazan, ona kitap okuyan sekreteri, yardımcısı, gözü, eli... Ve fikirdaşı... Ama Ümit Meriç, babasının kızı olmasının dışında, kendi kimliğiyle de Türkiyenin önde gelen aydınlarından, önemli bir fikir ve bilim kadını... Prof. Dr. Ümit Meriç İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde 30 yıl doçent ve profesör olarak çalıştı. Ziya Gökalp’in kurduğu en eski sosyoloji kürsüsünde ilk kadın profesör ve kadın başkan olarak bolüm başkanlığı ve Sosyoloji Araştırma Merkezi müdürlüğü yaptı.
1999 yılında ise emekliliğini istedi. Buna mecburdu; çünkü, o yılın 19 Ağustos gecesi, bütün Marmara büyük depremin artçı sarsıntılarıyla sarsılmaya devam ederken, o başını örtmeye karar verdi. Başörtüsü ile öğretim üyeliğinin bağdaştırılmadığı bir ülkede yaşadığı için ikisinden birini seçmek zorundaydı. Başörtüsünü seçti. Ümit Meriçle örtünüşünün öyküsünü konuşmak için gittim. Ama o Allahla ilişkisini anlatmayı daha çok önemsiyordu.
Önce sizin kişisel hikâyenizden başlayalım isterseniz; 53 yaşına kadar başı açık bir kadın olarak yaşadıktan sonra nasıl örtündünüz?
Ümit Meriç: Ben dini bir terbiye almadan büyümüş, hayatının önemli bir bölümünü agnostik bir insan olarak geçirmiş biriyim. Sosyoloji profesörüyüm. Otuz yıl sosyoloji öğrettim, yani toplumu anlamaya ve anlatmaya çalıştım. Ama sonunda öyle bir noktaya geldim ki, öğrendiklerim aklımı kısmen tatmin etse de ruhumu tatmin etmedi.
Sosyolojiye otuz yılımı verdim, sonuç büyük ölçüde hayal kırıklığı oldu. Varoluşa ilişkin en temel sorularıma cevap bulamadım ve büyük bir ruhsal bunalıma girdim. İntihar etmek üzereydim, o şekilde yaşamaya devam etmem mümkün değildi.
Nasıl sorulardı bunlar?
Ümit Meriç: Bedenin ötesinde ruhun olup olmadığı, ruhun mahiyeti, ölüm fikri, ölüm korkusu, yakınlarımı kaybetme korkusu gibi varoluşa ve varoluşun anlamına ilişkin felsefi sorular... Fark ettim ki, ben, bunca yıldır bedenimi besliyor ama ruhumu beslemiyordum. Büyük bir buhranın sabahında ruhum bu açlığın çözümünü buldu:
Namaz kılmaya karar verdim. Yıl 1977 idi. Daha ilk namazımda varlığımın hikmetini anladım. Benimle her an irtibat halinde olan Allah’ı keşfettim. Bu, Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi bir şeydi.
Allah’ı keşfedince bilimle aranız açıldı mı? Sizi hayal kırıklığına uğratan bilime olan bütün güveninizi kaybettiniz mi?
Ümit Meriç: Kesinlikle hayır. İlmi çok seviyorum. Pozitivist manada tapmasam da; aczini görsem de, ona aczi içinde saygı duyuyorum. Ama ilim dünya ile ilgili bir parantez içidir. Ben aradığım soruların cevabını secdede buldum. Bu söylediğim, aklı inkâr değildir,
akıl ötesine geçmektir. Zaten din akıl üstüdür, akıl aykırısı değil.
Peki ölüm korkularınız ne oldu?
Ümit Meriç: Onu tamamen yendim. Şimdi ölümü çok merak ediyorum. Ölüm benim için yeni ve çok daha büyük bir tecrübe; meraklı bir seyahatin başlangıcı olacak. Ölüm benim için büyümek, genişlemek, ruhumun beden kafesinden kurtulup zaman ve mekan sınırlamasından kurtulması olacak.
Namaza başladınız ama başınız açıktı?
Ümit Meriç: Evet... Doğrusu ben namazı örtünmekten daha fazla önemsedim hep. Secde huzurunu çok daha vazgeçilmez buldum. O dönemlerde örtünmeyi düşünmedim. Mesela Hacca gitmeyi düşünüyordum ama başımı örtmeyi düşünmüyordum. Üniversitede öğretim üyesiydim, toplum içinde bir yerim ve sosyal bir hayatım vardı. Ayrıca kendine bakan, süslenmeyi seven bir kadındım; eşime güzel görünmek, kendimi beğendirmek istiyordum. Yani bütün bu etkenler bir araya geldiği için herhalde, örtünmeyi aklımdan geçirmiyordum. Taa ki, 1999 daki büyük depreme kadar...
Ne oldu depremde?
Ümit Meriç: Şöyle diyeyim: Namaz kılmaya başlamama ruhumdaki büyük deprem sebep oldu. Başımı örtmeme ise, tabiattaki deprem... 17Ağustos depreminin üçüncü gecesi Armutludayım. Artçı depremler devam ediyor. Biz bahçede yatıyoruz. 19 Ağustos’u 20 Ağustos’a bağlayan gece benim içime Yarın kıyamet kopacak! duygusu geldi. Yatsı namazından sonra iki rekât daha namaz kılmak geldi içimden, kıldım ve ardından Allah’a dua ettim;bu dünyayı bize bağışlaması için dua ettim. O an bir utanç duydum içimde. Ben Allah’a kâinatı bağışlaması için dua ediyorum ama Allah’ın emrini yerine getirmiyorum, başım açık. İşte o anda o geceden itibaren başımı örtmeye niyet ettim. Örtüş o örtüş. Daha hiç kimse saçımı görmedi. Bir süre boynumu açıkta bırakan bir türban taktım. O dönem geçiş dönemi gibi bir şeydi. Sonra şimdi gördüğünüz gibi başörtüsü örtmeye başladım. Şimdi en büyük kabusum, başımı açık görmek. Rüyamda sık sık başım açılmış görüyorum. Ne yapacağımı şaşırıyor, elimle, elbisemle saçlarımı örtmeye çalışıyor, kaçmak istiyor, kaçamıyorum. Nasıl çırpınarak uyanıyorum, bilemezsiniz.
Başınızı örtmek sizi psikolojik bakımdan etkiledi mi? Mesela karşı cinsin gözünde eskisi gibi cazip görünmediğinizi düşünmek ve bunun ruhsal etkileri...
Ümit Meriç: Başımı örtme kararı verdiğimde 50 yaş civarındaydım, karşı cinse mesaj verme ihtiyacı duymadığım bir dönemdi yani. Ama doğrusu başörtüsünün cinsiyeti sıfırladığını hiç düşünmüyorum. Kadınların başörtülü daha güzel olduklarını düşünüyorum. Ayrıca başım örtülü olsa da bakımlı bir kadın olarak görünmeye dikkat ediyorum. Mesela biraz önce fotoğraf çektirmeden önce gidip kendime çeki düzen verme ihtiyacı hissettim. Biraz makyaj yaptım, allık sürdüm.Özellikle de Ümit Meriç kırklara karıştı, dağıttı denmesini istemiyorum.
Siz başörtülü kadının daha güzel olduğunu düşünebilirsiniz ama tesettürün ana fikri kadının cinsel çekiciliğini gizlemek, karşı cinsi tahrik etmesini önlemek. Bu ana fikre ne diyorsunuz?
Ümit Meriç: Tesettürün öyle bir yanı olduğunu kabul ediyorum. Ama amaç bundan ibaret değil. Bir de kadınlığı arka plana atarak insani kimliği ön plana çıkarmak gibi bir işlevi var. Şöyle düşünün, amaç sadece cinsel çekiciliği maskelemek olsaydı, kadınların yetmişinden, sekseninden sonra örtünmelerine gerek kalmazdı, öyle değil mi?
Şimdi de sosyolog Ümit Meriç’e soralım: Türban olayı toplumsal açıdan ne ifade ediyor? Nasıl yorumlanması gerekiyor?
Ümit Meriç: Türbanın sosyolojik anlamından çok, bireysel anlamı ilgilendiriyor beni. Ve doğrusunu isterseniz, toplumsal değerlendirmelerin artık çok fazla yapıldığını, tek tek bireylerin kendi örtünüşlerini anlamlandırmasının daha önemli olduğunu düşünüyorum. Aslına bakarsanız çok sık sorulan şu neden örtünüyorlar? sorusunu da yanlış bir soru olarak görüyorum. Tarihi olarak baktığımızda, bu coğrafyada kadınlar bin yıldır başını örtüyor. Başların açılması ise şunun şurasında yüz yıllık bir tarihe sahip. Benim annem ilk başı açık kuşak neredeyse. Demek ki,eğer bir soru sorulacaksa, bu neden örtündüler değil, neden bazıları açtılar sorusu olmalı.
Anlıyorum, siz böyle bir norm konmuş olmasını sorguluyorsunuz. Ama yine de, başı açık olmak normal olarak tanımlanınca, normun dışına çıkanların neden çıktıkları soruluyor...
Ümit Meriç: Bir kere herkes aynı yoldan geçerek ya da aynı saiklerle ulaşmıyor başörtüsüne. Bir kesim var ki, çok da İslâmî gerekçelerle örtmüyorlar; gelenek olarak örtenler var; kırsal kesimden gelip büyük şehirde başını örtenler var; aile baskısıyla örtenler var; hiçbir zaman tam benimseyemediği modernleşme projesinin bombardımanından kurtulmak için türbanı bir kimlik siperi yapanlar ve bu siperin içine saklananlar var. Bu son grup çok heterojen. Bunların içinde namaz kılmadığı halde başını örtenlere rastlıyoruz. Oysa baş örtmek İslâmın beş şartından biri değil. Sen başını örtüyorsun da, acaba sabah namazına kalkıyor musun? Bir de benim gibi Amerika’yı yeni keşfedenler var. Ki bu son söylediğim sadece Türkiyeyle sınırlı olmayan, dünya çapında yaşanan bir fenomen.
Bu son gruptan söz edelim o zaman...
Ümit Meriç: Bu grupta yer alanlar için baş örtüsü ne gelenektir, ne simgedir, ne siperdir, ne şudur, ne budur. Allah-kul ilişkisine ait bir şeydir. Siyasetin de demokrasinin de üzerinde, çok daha üst anlamda bir meseledir. Egzistansiyel bir meseledir. Demokratlık bu dünya için gerekli ama İslamiyet öyle mi? Benim demokrat kimliğim bu dünyada kalacak. Ama İslâmî kimliğim ölümümden sonrada devam edecek olan kimliğimdir. Vücuduma sahibim ve vücudumu Allah ın istediği şekilde kullanma hakkına sahibim. Bu gruba giren insanlar farklı yaşam deneyimlerinden geçerek, farklı entelektüel serüvenler yaşayarak, ateşten gömlekler giye giye, bin bir türlü acı çeke çeke keşfediyorlar Allah’ı... Ben bu tür imana çok önem veriyorum. İmanın ve İslâm’ın bu şekli çok sağlam ve değerli.
Globalleşmeyle birlikte bütün dünyada böyle bir süreç yaşayarak Müslüman olmuş insanlar çıkıyor ortaya. Çünkü globalleşme insanların birbirini bulmasını, tanışmasını ve etkileşim içine girmesini kolaylaştırıyor.
Avrupada bazı ülkelerde meselâ Fransa da türbanın yasaklanması nereden geliyor? Yeteri kadar demokrasi olmamasından mı; yanlış laiklik kavrayışından mı?
Ümit Meriç: Çok fazla Hristiyan olmalarından... Avrupa çok fazla Hristiyan. Hâlâ
haçlı ruhu taşıyorlar. Bence Fransa nın yeni bir Fransız İhtilaline ihtiyacı var. Fransız İhtilalinin üç temel değerini, hürriyet adalet ve eşitlik umdelerini yeniden öğrenmeye ihtiyaçları var. Ben ABD’den daha çok umutluyum. Amerika’nın haçlı seferi olmadı, aristokrasisi olmadı, zenci tecrübesini yaşadı. O yüzden daha ümitliyim.
Başörtünüz yüzünden üniversiteden ayrılmak zorunda kaldınız. Çünkü kamu alanında başörtü takmak laik devletle çelişiyor, deniyor.
Ümit Meriç: Ben şahsen başımı örtmeye karar verdiğim zaman üniversiteden ayrılmayı göze almıştım zaten. Bu kayıp benim kazandıklarımın yanında o kadar küçük bir kayıptı ki üzerinde düşünmedim bile. Ama bu, bu yasağın yanlışlığını kapatmıyor. Önce şu kamu alanı-özel alan ayrımından söz edelim. Benim özel alanım devletin müdahale alanının dışında kalan alandır. Bu, somut bir mekan tarifi değil, bir kavramdır. Yani bana evimin içinde devletin müdahale etmemesi değildir sadece. Bir başkasına zarar vermeyecek şekilde dolaşma hakkımı da koruması demektir.
İnsan evvela elbisesinin içinde oturur. Sonra evinin içinde oturur. Bütün bunlar benim özel alanımdır. Vücudum dolaşıyor. Ben dolaşıyorum.
Laikliğe aykırı olduğu iddiasına gelince... Laiklik ilkokul yurttaşlık bilgisi kitaplarında devletin dine ve dindarlara müdahale etmemesi şeklinde tanımlanır. Devlet benim vücuduma devlet üstü alanda müdahale etmek hakkına sahip değildir.Bu benim yaşamamla ilgili bir hakkım, varlığımla ilgili bir hakkım. Allah’ın bana emriyle ilgili bir hakkım. Buna ne çocuğum, ne komşum, ne arkadaşım müdahale edebilir. Laik olan devletimin bana, inandığım dindarlığıma müdahale etmeye hakkı yoktur. Bu laikliğe aykırıdır.
Aynı yasak siyasette de karşınıza dikilmeseydi, siyasete atılmayı düşünür müydünüz?
Ümit Meriç: Tayyip Bey hanımı ve iki kızıyla benim evime geldi. Siyasete girmemi teklif etti. Dördüncü teklifiydi bu. Tayyip Bey, ben başımı örttüm, bir daha açmam söz konusu değil, dolayısıyla siyasete girmem de söz konusu değil dedim. Çünkü benim başörtüm bana teklif edilecek bütün makamlardan, bakanlıktan, başbakan danışmanlığından daha değerli. Ama başörtüsü engeli benim siyasete girmeyi reddedişimin tek nedeni değil. Bir başka neden, Cemil Meriç’in soyadını taşımam. Babamın soyadını siyasallaştırma hakkını kendimde görmüyorum.
İkincisi ben öğrencilerime sosyoloji öğretirken hep şunu derdim: Siz koskoca bir sarayın bütününden sorumlusunuz. Kendinizi onun odalarından birine kapatarak bütünü görmekten alıkoymamalısınız. Son olarak da ben kendimi siyasete uygun bir tip olarak görmüyorum. Parti disiplini vesaire gibi endişeler olmadan düşündüklerimi olduğu gibi ortaya koymak isterim. Bunu çok büyük bir özgürlük olarak görüyorum. Hep hakikatin sesi olmak isterim.
Ama hükümetin gidişatını çok iyi görüyorum. Çok olumlu işler yapıyorlar. Geçenlerde Tayyip Bey rüyama girip dua istedi. Tayyip Bey’i çok seviyorum. Onlar için dua ediyorum.
Prof. Nilüfer Göle’nin Modern Mahrem kitabından seçmeler ....
Kemalist reformlar, kadını, dinin etkisinden kurtarmayı hedefleyerek, toplumsal görünürlük kadar, fiziksel görünürlüğü de teşvik etmekteydi. Falih Rıfkı’nın hatıratında anlattığı şekliyle, Kadını kurtaracaktı. Kurtarmak için önce açmalı idi. Haremi yıkmalı idi. İlk yapılan işlerden biri, İstanbul tramvayları ile vapurlardaki perdelerin kaldırılması olmuştur. Halide Edip ise, Bizim peçelerimize, perdelerimize ne karışıyorsunuz? diyerek, Ankara aleyhindeki cepheye katılmıştır....
...Başörtüsü, kadını, erkek bakışlarından koruyarak ve cinsiyetler arasındaki sınırları belirleyerek, mahrem alanı, yasak koyarak çizmektedir. Zira cemaatin birliği, erkeğin şerefine bağlıdır ki, bunun da ölçüsü kadının mahrem alanda korunan namusudur. İslâmcı kadınlar, Batı uygarlığı karşısında farklılıklarının altını çizerek, gizlenen kadın cinselliğini neredeyse talepkâr bir biçimde sahiplenmektedir: Biz, süslenerek cinselliklerini dışarıya yansıtan Batı daki insanların aksine, dış planda, sokakta, genel yerlerde cinselliği mümkün olduğu kadar göz önünde bırakmamaktayız.
....Kadınlar, bir erkeğin eşi ve çocukların annesi olmaktan öte bir kadın kimliğini, birey kadını savunmakta ve kendilerine ait özel bir yaşam talep etmekte: Bizim istediğimiz nedir? Biz Müslüman kadın gün ışığına çıksın istiyoruz. Zaten toplum ve sokak kadın için, Müslüman erkek için olduğundan daha tehlikeli ve kötü değil ki. ...
Örtü, Müslüman kadının dış dünyaya çıkışını saklamaktadır; mahrem dünyaya ait olduğunu hatırlatmaktadır.Dişiliğini, bedenine ve giyimine özenerek sergileyen modern kadın silüeti karşısında, Müslüman kadın örtünerek dişiliğini gizlemekte, estetik gövdenin karşısına kutsal gövdeyi çıkararak, Batı modernizmi karşısında farklılığını pekiştirmektedir. Örtünen kadın, dişilik değil, kişilik sıfatıyla kamusal alana girmektedir.
Milliyet -Tarhan Erdemin anketi Mayıs 2003 Vatandaşların % 56 sı, resmi tören ve davetlere devlet büyüklerinin eşlerinin türbanla katılmasını doğru buluyor. % 44 ü doğru bulmuyor.
Hizmet veren memurun siyasi düşüncesini belli edecek görünümde olması sizi rahatsız ederm mi? sorusuna ise % 54.1 Rahatsız etmez , % 45.9 Rahatsız
eder cevabını veriyor.
Türkiye deki hanelerin % 77.2 sinde başını kapatan kadınvar.
Başını kapatanların sadece % 5.4 ü örtüsünü türban diye nitelendiriyor.
Türkiye deki evli kadınların % 72.7 si başını kapatırken, bu oran bekârlarda % 33.9 a düşüyor.
Başını kapatan kadınların hane halkı ortalama aylık geliri 363 milyon lira. Başını kapatmayanların ise 964 milyon lira....
Peşin hükümler ve gerçekler Yüksek öğretim öğrencisi Atatürk ilke ve inkılâplarını benimsemiş olmalıdır. Türban takmak ise bu ilke ve inkılâplara aykırıdır. Danıştay kararına kadar giren bu fikir birkaç bakımdan tutarsız. Bir kere, neden yükseköğrenim öğrencisinin öncelikle ve özellikle Atatürk inkılâplarını ve ilkelerini benimsemiş olması gerekirmiş? Kim söylemiş öyle gerektiğini? Türkiye de herkes ille de Atatürkçü olacak ya da Atatürkü Danıştay gibi yorumlayacak diye bir yasa mı var? Ya da üniversite öğrencilerine Atatürkçülük şartı getiren özel bir yasa mı çıktı?
Burada Atatürkçülüğün ne olduğunu tartışacak değiliz. Ama kimileri hâlâ, Atatürkün bazı sözlerini ve uygulamalarını öne sürerek aklımıza ipotek koymak istiyorsa, buna itiraz edilmelidir. Eğer Atatürkçülük, temel insan haklarıyla çelişiyorsa, burada yeniden tarif edilmesi gereken şey insan hakları değil Atatürkçülüktür. Ve eğer Atatürkçülük, başını örten genç kızları cahil bırakmayı emrediyorsa, Atatürkten değil, başörtülü mazlumdan yana olmak gerekir.
Selam ve dua ile...Sorularla İslamiyet
Moderatörün son düzenlenenleri: