Yazar: Yakup Yasir
FUTBOLU SEVSENİZ DE sevmeseniz de futbolun oynandığı stadyumları bilirsiniz. Önemli müsabakalar TV’de naklen yayınlandığından, futbolu sevmeseniz de futbolun nasıl oynandığını bilirsiniz.
On birer kişiden oluşan iki takım, sahada oyun için seçilen topa hâkim olma ve topu karşı takımın kalesinden içeriye atmak için mücadele ederler. Bu mücadelenin kurallara uygunluğunu gözleyen üç hakem bulunur. Sahanın etrafı, müsabakayı seyreden seyircilerin oturmaları için tribünlerle donatılmıştır. Bu tribünlerdeki seyircilerin çoğunluğu sahadaki iki takımın taraftarlarıdır. Her iki takımın taraftarları, takımlarını coşturmak, moral vermek için çeşitli gösteriler yaparlar. Davul, zurna, havaî fişekler, değişik müzik enstrümanları, bayraklar, flâmalar, amigolar...
Böyle bir ortamda oynanan maçta akla hayale gelmeyen sahnelere tanık olursunuz. Maçın oynama süresi olan 90 dakika içinde bir kişiyi hem ağlarken hem de gülerken görebilirsiniz. Seyirci, takımının oyununa göre hem coşar, hem coşturur.
Takımı gol atarsa istisnasız herkes ayaktadır. Islıklar, şakşaklar, havaya fırlatılan şapkalar, sarılıp öpüşmeler... Saha içinde, gol atan takımın oyuncuları sevgi yumağı oluşturur. Golü atan futbolcu sevincinden koşmaya başlar, takım arkadaşları onu yakalayıp tebrik etmek için peşi sıra koşarlar. Sevinçten formalar çıkarılır. Golü yiyen takım oyuncuları sahada heykel gibi kalırlar.
Bu sahneleri, hiç stadyuma gitmeyen yaşlı ninelerimiz bile evlerdeki TV’lerde görmüşlerdir.
Yakın bir arkadaşınız, sizi çok önemli ve iddialı bir maça götürmek istedi. Arkadaşınızın teklifini kabul ettiniz ve maça gittiniz. Stadyum dışında uzun bir kuyruk olduğundan maça 10 dk geç girebildiniz. Stadyumda 40 bine yakın seyirci vardı. Stadyuma girince önce sahaya baktınız. İki takımın futbolcuları kalenin önüne doğru koşuyordu. O anda topun kimin ayağında olduğunu göremediniz. Çünkü hem sahaya bakıyor, hem de maçı rahatça izleyebileceğiniz rahat bir mekân arıyordunuz. Biriki dk içinde, sahanın her tarafını görebilen uygun bir yer buldunuz. Şimdi arkadaşlarınızla birlikte maçı izlemeye koyuldunuz.
Futbolcular bildik hareketleri yapıyorlardı. Koşmalar, çalımlar, itmeler vs. bazı durumlarda tribünlerde "yuuh" sesleri geliyor, kimi fanatik taraftarlar da hakeme hakaret ediyorlardı. Tribünler bayraklarla süslenmiş, gerçekten mükemmel bir görüntü meydana gelmişti. Ancak siz zaman ilerledikçe rahatsız olmaya başlamıştınız. Rahatsızlığınızı önceleri arkadaşınızdan gizlediniz. Stadyuma gireli altıyedi dk olmuştu. Artık kendinizi içten içe yiyip bitiriyordunuz. Bir an önce bu sıkıntıdan kurtulmak için, mahcup bir tavırla arkadaşınızın kulağına eğildiniz. Taraftarların çıkardığı gürültüden olacak, arkadaşınız ne söylediğinizi anlayamamıştı. Arkadaşınız, konuşmakla bağırmak arasında bir ses tonuyla size sormuştu:
- "Ne dedin anlayamadım!"
Neredeyse ağlayacaktınız. Kendinize hâkim olmaya gayret ettiniz. Dişlerinizi sıktınız... İçinizden Ayetü’l Kürsî’yi okumaya başlamıştınız. Arkadaşınızı yere çektiniz. Duanızı bitirdiniz ve yarı ağlar bir şekilde arkadaşınıza sahayı göstererek,
- "Bu top nerede Allah aşkına!" dediniz.
Arkadaşınız gayet sakin bir şekilde kulağınıza eğildi ve size:
- "Maç topsuz oynanıyor." dedi.
Arkadaşınızın sizinle kafa bulduğunu düşündünüz ve ona:
- "Bırak benimle dalga geçmeyi! Gerçekten soruyorum. Burada her şeyi görüyorum, en küçük yazıları bile okuyorum, ama topu altıyedi dakikadır göremiyorum. Kaleciler avut atışını yaparken topun konulduğu yeri biliyorum. Kaleciler avut atışını kullanırken ayaklarını topun olması gereken yere doğru hızla vuruyorlar. Ama ben ortada topu göremiyorum. Az önce hakem serbest vuruş verdi. Çok dikkat ettim, yine topu göremedim..."
Arkadaşınız, sizin daha fazla konuşmanıza engel olmak için önce eliyle ağzınızı kapadı, sonra daha ciddî bir tavırla:
- "Dedim ya, maç topsuz oynanıyor. Lütfen inan, doğru söylüyorum: Maç topsuz oynanıyor..."
Siz, arkadaşınızın duruşundan ciddî olduğunu anlamıştınız. Ama buna inanmanız mümkün değildi:
- "Bu nasıl olur, topsuz maç olur mu! Stadyumda 40 bin civarında seyirci var; kimi ağlıyor, kimi gülüyor... Oyuncular birbirine üstün gelmek için ne hareketler yapıyorlar... Kaleciler her zamanki gibi kâh yere, kâh kalenin köşelerine koşuyorlar. Hakem iki tane sarı kart gösterdi. Yan hakem, bayrağıyla dört kere korner köşesini, yedi kere taçı gösterdi. Sen de 'Maç topsuz oynanıyor.' diyorsun. Git Allah aşkına, senin nerene inanacağım!"
Tansiyonunun fırladığını hissettin. Sucudan su almak istedin. Bu arada sucuya, hissettirmeden:
- "Yahu top nerede, göremiyorum!" dediniz.
Sucu da size aynı cevabı verdi:
- "Birader, bu maç topsuz oynanıyor."
- "Allah Allah... Acaba arkadaşım mı sucuya işaret etti!" diye düşündünüz. Sucuya bir şey demediniz. Aldığınız pet şişedeki suyu iki yudumda içtiniz, içiniz az da olsa serinledi; ama aklınızı oynatmaktan korkmaya başladınız. Yine dua etmeye koyuldunuz. Bir türlü inanmak istemiyordunuz. Kırk bine yakın seyircinin tamamı da deli olsa bile bağırıp duruyorlar. 'Kaleciler neyi yakalamak için uçuyorlar? Hakem faul kararını nasıl veriyor? Topsuz maç nasıl olurmuş, buna inanmam...'
En son, tel örgülerin yanındaki polise sormaya karar verdiniz. Dörtbeş polis, birlikte maçı seyrediyorlardı. Siz, rütbesi en yüksek olana sormayı tercih ettiniz:
- "Sayın komiserim, kusura bakmayın, ama ben topu göremiyorum; acaba top..." dediniz, devam edemediniz. Çünkü cevabını anlamış gibiydiniz ve korktuğunuz cevap geldi:
- "Arkadaş, bu maç topsuz oynanıyor!"
O esnada ensenizden sıcak bir su akıyor gibi hissettiniz. Bir an ayakta duramayacağınızı anlayınca yere çömeldiniz. Allah’a daha çok, daha istekli, daha ısrarlı dua etmeye başladınız. Beş-on dk. çömeldiğiniz yerde kendinizi toparlamaya çalıştınız. Bu arada bir pet şişe suyu daha içtiniz. Başınızdan yumruk yemiş gibi kendinizi hissediyordunuz. Çok az bir gücünüz kalmıştı. Onunla da arkadaşınızın yanına gitmeden stadyumdan çıkmaya karar verdiniz. Ve öyle yaptınız. Dışarı çıktığınızda bunun bir rüya olmasını çok arzu ettiniz. Ama caddedeki trafik, uykuda ve rüyada olmadığınızı söylüyordu. Yavaş adımlarla evinize doğru yol almaya başladınız.
Evet sayın okuyucu, topsuz maç oynanır mı?
Maçı topsuz oynatırsanız, seyircileri ve futbolcuları nasıl harekete getirebilirsiniz?
Böyle bir şeyin şakası bile olmaz, değil mi?
Ama ne kadar acıdır ki insanların büyük çoğunluğu gerçek hayatlarını böyle yaşıyorlar... Nasıl mı?
Doğumdan ölüme kadar, ilkokuldan son okula kadar, kışından baharına kadar, çocukluktan ihtiyarlığa kadar bir hayat serüvenimiz var. Bu hayatın bir amacı, bir gayesi, bir maksadı, bir hikmeti, bir hedefi yoksa, hayat maçını topsuz oynuyoruz demektir. Hayat maçının bitiş düdüğünden sonra galiplerin bir kupa alma heyecanı yoksa, sürekli faul yapanların sevk edileceği bir disiplin kurulu yoksa, hayat maçında iyi oyun çıkaranların daha iyi bir hayata transferleri olmayacaksa, biz topsuz oynuyoruz demektir.
Allah’ım, sen bizi topsuz oynatma, hedefsiz ve gayesiz yaşatma... (Âmin, âmin, âmin...)
FUTBOLU SEVSENİZ DE sevmeseniz de futbolun oynandığı stadyumları bilirsiniz. Önemli müsabakalar TV’de naklen yayınlandığından, futbolu sevmeseniz de futbolun nasıl oynandığını bilirsiniz.
On birer kişiden oluşan iki takım, sahada oyun için seçilen topa hâkim olma ve topu karşı takımın kalesinden içeriye atmak için mücadele ederler. Bu mücadelenin kurallara uygunluğunu gözleyen üç hakem bulunur. Sahanın etrafı, müsabakayı seyreden seyircilerin oturmaları için tribünlerle donatılmıştır. Bu tribünlerdeki seyircilerin çoğunluğu sahadaki iki takımın taraftarlarıdır. Her iki takımın taraftarları, takımlarını coşturmak, moral vermek için çeşitli gösteriler yaparlar. Davul, zurna, havaî fişekler, değişik müzik enstrümanları, bayraklar, flâmalar, amigolar...
Böyle bir ortamda oynanan maçta akla hayale gelmeyen sahnelere tanık olursunuz. Maçın oynama süresi olan 90 dakika içinde bir kişiyi hem ağlarken hem de gülerken görebilirsiniz. Seyirci, takımının oyununa göre hem coşar, hem coşturur.
Takımı gol atarsa istisnasız herkes ayaktadır. Islıklar, şakşaklar, havaya fırlatılan şapkalar, sarılıp öpüşmeler... Saha içinde, gol atan takımın oyuncuları sevgi yumağı oluşturur. Golü atan futbolcu sevincinden koşmaya başlar, takım arkadaşları onu yakalayıp tebrik etmek için peşi sıra koşarlar. Sevinçten formalar çıkarılır. Golü yiyen takım oyuncuları sahada heykel gibi kalırlar.
Bu sahneleri, hiç stadyuma gitmeyen yaşlı ninelerimiz bile evlerdeki TV’lerde görmüşlerdir.
Yakın bir arkadaşınız, sizi çok önemli ve iddialı bir maça götürmek istedi. Arkadaşınızın teklifini kabul ettiniz ve maça gittiniz. Stadyum dışında uzun bir kuyruk olduğundan maça 10 dk geç girebildiniz. Stadyumda 40 bine yakın seyirci vardı. Stadyuma girince önce sahaya baktınız. İki takımın futbolcuları kalenin önüne doğru koşuyordu. O anda topun kimin ayağında olduğunu göremediniz. Çünkü hem sahaya bakıyor, hem de maçı rahatça izleyebileceğiniz rahat bir mekân arıyordunuz. Biriki dk içinde, sahanın her tarafını görebilen uygun bir yer buldunuz. Şimdi arkadaşlarınızla birlikte maçı izlemeye koyuldunuz.
Futbolcular bildik hareketleri yapıyorlardı. Koşmalar, çalımlar, itmeler vs. bazı durumlarda tribünlerde "yuuh" sesleri geliyor, kimi fanatik taraftarlar da hakeme hakaret ediyorlardı. Tribünler bayraklarla süslenmiş, gerçekten mükemmel bir görüntü meydana gelmişti. Ancak siz zaman ilerledikçe rahatsız olmaya başlamıştınız. Rahatsızlığınızı önceleri arkadaşınızdan gizlediniz. Stadyuma gireli altıyedi dk olmuştu. Artık kendinizi içten içe yiyip bitiriyordunuz. Bir an önce bu sıkıntıdan kurtulmak için, mahcup bir tavırla arkadaşınızın kulağına eğildiniz. Taraftarların çıkardığı gürültüden olacak, arkadaşınız ne söylediğinizi anlayamamıştı. Arkadaşınız, konuşmakla bağırmak arasında bir ses tonuyla size sormuştu:
- "Ne dedin anlayamadım!"
Neredeyse ağlayacaktınız. Kendinize hâkim olmaya gayret ettiniz. Dişlerinizi sıktınız... İçinizden Ayetü’l Kürsî’yi okumaya başlamıştınız. Arkadaşınızı yere çektiniz. Duanızı bitirdiniz ve yarı ağlar bir şekilde arkadaşınıza sahayı göstererek,
- "Bu top nerede Allah aşkına!" dediniz.
Arkadaşınız gayet sakin bir şekilde kulağınıza eğildi ve size:
- "Maç topsuz oynanıyor." dedi.
Arkadaşınızın sizinle kafa bulduğunu düşündünüz ve ona:
- "Bırak benimle dalga geçmeyi! Gerçekten soruyorum. Burada her şeyi görüyorum, en küçük yazıları bile okuyorum, ama topu altıyedi dakikadır göremiyorum. Kaleciler avut atışını yaparken topun konulduğu yeri biliyorum. Kaleciler avut atışını kullanırken ayaklarını topun olması gereken yere doğru hızla vuruyorlar. Ama ben ortada topu göremiyorum. Az önce hakem serbest vuruş verdi. Çok dikkat ettim, yine topu göremedim..."
Arkadaşınız, sizin daha fazla konuşmanıza engel olmak için önce eliyle ağzınızı kapadı, sonra daha ciddî bir tavırla:
- "Dedim ya, maç topsuz oynanıyor. Lütfen inan, doğru söylüyorum: Maç topsuz oynanıyor..."
Siz, arkadaşınızın duruşundan ciddî olduğunu anlamıştınız. Ama buna inanmanız mümkün değildi:
- "Bu nasıl olur, topsuz maç olur mu! Stadyumda 40 bin civarında seyirci var; kimi ağlıyor, kimi gülüyor... Oyuncular birbirine üstün gelmek için ne hareketler yapıyorlar... Kaleciler her zamanki gibi kâh yere, kâh kalenin köşelerine koşuyorlar. Hakem iki tane sarı kart gösterdi. Yan hakem, bayrağıyla dört kere korner köşesini, yedi kere taçı gösterdi. Sen de 'Maç topsuz oynanıyor.' diyorsun. Git Allah aşkına, senin nerene inanacağım!"
Tansiyonunun fırladığını hissettin. Sucudan su almak istedin. Bu arada sucuya, hissettirmeden:
- "Yahu top nerede, göremiyorum!" dediniz.
Sucu da size aynı cevabı verdi:
- "Birader, bu maç topsuz oynanıyor."
- "Allah Allah... Acaba arkadaşım mı sucuya işaret etti!" diye düşündünüz. Sucuya bir şey demediniz. Aldığınız pet şişedeki suyu iki yudumda içtiniz, içiniz az da olsa serinledi; ama aklınızı oynatmaktan korkmaya başladınız. Yine dua etmeye koyuldunuz. Bir türlü inanmak istemiyordunuz. Kırk bine yakın seyircinin tamamı da deli olsa bile bağırıp duruyorlar. 'Kaleciler neyi yakalamak için uçuyorlar? Hakem faul kararını nasıl veriyor? Topsuz maç nasıl olurmuş, buna inanmam...'
En son, tel örgülerin yanındaki polise sormaya karar verdiniz. Dörtbeş polis, birlikte maçı seyrediyorlardı. Siz, rütbesi en yüksek olana sormayı tercih ettiniz:
- "Sayın komiserim, kusura bakmayın, ama ben topu göremiyorum; acaba top..." dediniz, devam edemediniz. Çünkü cevabını anlamış gibiydiniz ve korktuğunuz cevap geldi:
- "Arkadaş, bu maç topsuz oynanıyor!"
O esnada ensenizden sıcak bir su akıyor gibi hissettiniz. Bir an ayakta duramayacağınızı anlayınca yere çömeldiniz. Allah’a daha çok, daha istekli, daha ısrarlı dua etmeye başladınız. Beş-on dk. çömeldiğiniz yerde kendinizi toparlamaya çalıştınız. Bu arada bir pet şişe suyu daha içtiniz. Başınızdan yumruk yemiş gibi kendinizi hissediyordunuz. Çok az bir gücünüz kalmıştı. Onunla da arkadaşınızın yanına gitmeden stadyumdan çıkmaya karar verdiniz. Ve öyle yaptınız. Dışarı çıktığınızda bunun bir rüya olmasını çok arzu ettiniz. Ama caddedeki trafik, uykuda ve rüyada olmadığınızı söylüyordu. Yavaş adımlarla evinize doğru yol almaya başladınız.
Evet sayın okuyucu, topsuz maç oynanır mı?
Maçı topsuz oynatırsanız, seyircileri ve futbolcuları nasıl harekete getirebilirsiniz?
Böyle bir şeyin şakası bile olmaz, değil mi?
Ama ne kadar acıdır ki insanların büyük çoğunluğu gerçek hayatlarını böyle yaşıyorlar... Nasıl mı?
Doğumdan ölüme kadar, ilkokuldan son okula kadar, kışından baharına kadar, çocukluktan ihtiyarlığa kadar bir hayat serüvenimiz var. Bu hayatın bir amacı, bir gayesi, bir maksadı, bir hikmeti, bir hedefi yoksa, hayat maçını topsuz oynuyoruz demektir. Hayat maçının bitiş düdüğünden sonra galiplerin bir kupa alma heyecanı yoksa, sürekli faul yapanların sevk edileceği bir disiplin kurulu yoksa, hayat maçında iyi oyun çıkaranların daha iyi bir hayata transferleri olmayacaksa, biz topsuz oynuyoruz demektir.
Allah’ım, sen bizi topsuz oynatma, hedefsiz ve gayesiz yaşatma... (Âmin, âmin, âmin...)