Bir zamanlar bir ülkede bir hükümdar yaşarmış.
Bu hükümdar bir gün iki adamını huzuruna çağırmış.
Sonra da onların her birine emanet olarak birer çiftlik vermiş.
Bu çiftliklerde ihtiyaç duyulan her şey bulunuyormuş. Atlar, arabalar, silahlar, çeşitli tarım araçları, hatta küçük çaplı birer fabrika sayılabilecek atölyeler bile varmış.
Fakat yaşadıkları günler bir savaş ve karmaşa zamanıymış. Bunun için hiçbir şey kararında kalmıyormuş.
Sahip olunan şeyler ya elden uçup gidiyor ya da değişmelere uğruyormuş.
Her iki adam da bir süre kendilerine verilen bu çiftliklerde yaşamışlar.
Aradan bir zaman geçmiş.
Hükümdar bir gün o iki adamının yanına bir yardımcısını göndermiş.
Yardımcısı gidip adamları bulmuş. Onlara hükümdarın teklifini iletmiş:
“Siz emanet olarak verdiği her şeyi, bu defa sizden satın almak istiyor. Boşuna yok olup gitmemeleri için onları sizin için koruma altına alacak.
“Hem savaş bittikten sonra, size daha güzel bir şekilde iade edecek.
“Hem o mallar emanet değil de kendi malınızmış gibi, size onlar için çok yüksek bir fiyat verecek.
“Hem o çiftlikteki araçlar onun atölyesinde, onun adıma işlettirilecek. Fiyat ve ücretleri, bir iken bin katına yükselecek. Üstelik, elde edilen bütün karları da size verecek.
“Hem siz zayıf ve güçsüzsünüz. Çiftlikteki o büyük işlerin masraflarını karşılayamazsınız. Bütün masraf ve ihtiyaçları o karşılayacak.
“Ayrıca onlar, göreviniz bitinceye kadar sizin elinizde kalacak.
“İşte, size kar içinde beş kat kar!
“Ama eğer elinizdekileri ona satmazsanız, çok büyük bir fırsatı kaçırmış olacaksınız. Hiç kimsenin elindekini koruyamadığını görüyorsunuz. Sizinkiler de elinizden gidecek.
“Hem elinizdekileri kaybedecek, hem de bu kadar yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız.
“Hem o makineler ve araçlar, kullanılmayacakları için değerlerini kaybedecekler.
“Üstelik de onları koruma külfetini üstleneceksiniz.
“Hem onları koruyamadığınız için emanete hıyanet cezasını çekeceksiniz.
“İşte, size zarar içinde beş kat zarar!
“Hem ona satmak ise, ona asker olup onun adına çalışmak demektir.
“Bu durumda basit bir esir yerine, hükümdarımızın özel ve serbest bir yardımcısı olursunuz.” demiş.
O iki adam hükümdarın yardımcısının bütün bu söylediklerini dikkatle dinlemişler. Daha sonra birisi:
“Tamam! Ben razıyım. Memnuniyetle satıyorum. Hem hükümdarımızın bu kadar karlı bir teklifini bize getirdiğiniz için size de teşekkür ederim.” demiş.
Diğer adam aynı fikirde değilmiş:
“Yok canım! Hükümdar da kim oluyormuş! Ben elimdeki hazır malımı satıp da keyfimi bozmam!” demiş.
Üstelik bu tutumuyla emanet mala kendisininmiş gibi sahip çıkmaya kalkmış. Kakmış, ama neye yarar!
Aratan zaman geçmiş. Gün gelmiş, devran dönmüş. İşler tam da yardımcının anlattığı gibi olmuş.
Bir zaman sonra emaneti satan o birinci adam çok iyi bir duruma gelmiş. Herkes haline gıptayla bakıyormuş.
Diğer adam ise, çok kötü ve acınacak bir duruma düşmüş. Onu gören herkes haline acısa da, yaptığı nankörlüğü düşünerek:
“O bunu hak etti!” diyormuş.
***
Şimdi de sıra masalın arkasındaki gerçeği ortaya çıkarmaya geldi.
Ama bu dersi önce anlatan kişinin kendisinin alması gerekir. Biz de öyle yapalım:
Ey nefsim ve beni okuyup dinleyen sevgili dostum!
Hikayedeki o hükümdar, bizim Rabbimiz ve yaratıcımız olan Allah'tır.
O çiftlikler, makineler, araçlar ise; hayatta sahip olduğumuz beden, ruh, kalp, göz dil, akıl ve hayal gibi görünen ve görünmeyen uzuvlarımızdır.
Adamlara gönderilen o yardımcı, Peygamberimizdir.
O söylenen sözler ise, yüce kitabımız Kuran’ın uyarıcı sözleridir.
O karışık savaş meydanı ise, üzerinde yaşadığımız şu değişken dünyamızdır.
Hiç durmadan müthiş bir tempoyla işleyen kocaman bir fabrikaya benziyor. Sürekli değişiyor, başkalaşıyor
Bu hükümdar bir gün iki adamını huzuruna çağırmış.
Sonra da onların her birine emanet olarak birer çiftlik vermiş.
Bu çiftliklerde ihtiyaç duyulan her şey bulunuyormuş. Atlar, arabalar, silahlar, çeşitli tarım araçları, hatta küçük çaplı birer fabrika sayılabilecek atölyeler bile varmış.
Fakat yaşadıkları günler bir savaş ve karmaşa zamanıymış. Bunun için hiçbir şey kararında kalmıyormuş.
Sahip olunan şeyler ya elden uçup gidiyor ya da değişmelere uğruyormuş.
Her iki adam da bir süre kendilerine verilen bu çiftliklerde yaşamışlar.
Aradan bir zaman geçmiş.
Hükümdar bir gün o iki adamının yanına bir yardımcısını göndermiş.
Yardımcısı gidip adamları bulmuş. Onlara hükümdarın teklifini iletmiş:
“Siz emanet olarak verdiği her şeyi, bu defa sizden satın almak istiyor. Boşuna yok olup gitmemeleri için onları sizin için koruma altına alacak.
“Hem savaş bittikten sonra, size daha güzel bir şekilde iade edecek.
“Hem o mallar emanet değil de kendi malınızmış gibi, size onlar için çok yüksek bir fiyat verecek.
“Hem o çiftlikteki araçlar onun atölyesinde, onun adıma işlettirilecek. Fiyat ve ücretleri, bir iken bin katına yükselecek. Üstelik, elde edilen bütün karları da size verecek.
“Hem siz zayıf ve güçsüzsünüz. Çiftlikteki o büyük işlerin masraflarını karşılayamazsınız. Bütün masraf ve ihtiyaçları o karşılayacak.
“Ayrıca onlar, göreviniz bitinceye kadar sizin elinizde kalacak.
“İşte, size kar içinde beş kat kar!
“Ama eğer elinizdekileri ona satmazsanız, çok büyük bir fırsatı kaçırmış olacaksınız. Hiç kimsenin elindekini koruyamadığını görüyorsunuz. Sizinkiler de elinizden gidecek.
“Hem elinizdekileri kaybedecek, hem de bu kadar yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız.
“Hem o makineler ve araçlar, kullanılmayacakları için değerlerini kaybedecekler.
“Üstelik de onları koruma külfetini üstleneceksiniz.
“Hem onları koruyamadığınız için emanete hıyanet cezasını çekeceksiniz.
“İşte, size zarar içinde beş kat zarar!
“Hem ona satmak ise, ona asker olup onun adına çalışmak demektir.
“Bu durumda basit bir esir yerine, hükümdarımızın özel ve serbest bir yardımcısı olursunuz.” demiş.
O iki adam hükümdarın yardımcısının bütün bu söylediklerini dikkatle dinlemişler. Daha sonra birisi:
“Tamam! Ben razıyım. Memnuniyetle satıyorum. Hem hükümdarımızın bu kadar karlı bir teklifini bize getirdiğiniz için size de teşekkür ederim.” demiş.
Diğer adam aynı fikirde değilmiş:
“Yok canım! Hükümdar da kim oluyormuş! Ben elimdeki hazır malımı satıp da keyfimi bozmam!” demiş.
Üstelik bu tutumuyla emanet mala kendisininmiş gibi sahip çıkmaya kalkmış. Kakmış, ama neye yarar!
Aratan zaman geçmiş. Gün gelmiş, devran dönmüş. İşler tam da yardımcının anlattığı gibi olmuş.
Bir zaman sonra emaneti satan o birinci adam çok iyi bir duruma gelmiş. Herkes haline gıptayla bakıyormuş.
Diğer adam ise, çok kötü ve acınacak bir duruma düşmüş. Onu gören herkes haline acısa da, yaptığı nankörlüğü düşünerek:
“O bunu hak etti!” diyormuş.
***
Şimdi de sıra masalın arkasındaki gerçeği ortaya çıkarmaya geldi.
Ama bu dersi önce anlatan kişinin kendisinin alması gerekir. Biz de öyle yapalım:
Ey nefsim ve beni okuyup dinleyen sevgili dostum!
Hikayedeki o hükümdar, bizim Rabbimiz ve yaratıcımız olan Allah'tır.
O çiftlikler, makineler, araçlar ise; hayatta sahip olduğumuz beden, ruh, kalp, göz dil, akıl ve hayal gibi görünen ve görünmeyen uzuvlarımızdır.
Adamlara gönderilen o yardımcı, Peygamberimizdir.
O söylenen sözler ise, yüce kitabımız Kuran’ın uyarıcı sözleridir.
O karışık savaş meydanı ise, üzerinde yaşadığımız şu değişken dünyamızdır.
Hiç durmadan müthiş bir tempoyla işleyen kocaman bir fabrikaya benziyor. Sürekli değişiyor, başkalaşıyor