[FONT="]SAYIN ÖZTÜRK VE ÇELİŞKİLER[/FONT]
[FONT="]Geçtiğimiz aylarda Yaşar Nuri Öztürk’ün İnkılâp Yayınevinden çıkan son kitabını okudum: “Kuran’ın Yarattığı Mucize Devrimler”. Okudukça gözlerime inanamadım. Pek çok tespit ve kabulü öncekilerinin tersineydi.[/FONT]
[FONT="]Bu tespitleri şöyle sıralayabiliriz:[/FONT]
· [FONT="]İnsan yaratılanların en üstünü değildir.[/FONT]
· [FONT="]Aşk değil, akıl ve ilim Allah’a erdiricidir.[/FONT]
· [FONT="]Ariflik değil, âlimlik daha üstündür.[/FONT]
· [FONT="]Mürşide bağlanmak ve teslim olmak “yedek ilâh - şirk” anlamına gelir. Mürşit bildiklerini etrafına anlatandır. Ona teslimiyet şirk açısından tehlike arz eder. Mürşidin hiçbir manevî etkisi yoktur.[/FONT]
· [FONT="]İlk yaratılanın Hz. Muhammed’in ruhu olduğu, âlemlerin Hz. Muhammed için yaratıldığı tezi yanlıştır.[/FONT]
[FONT="]Konuları sırayla inceleyelim.[/FONT]
· [FONT="]İnsan yaratılanların en üstünü değildir.[/FONT]
[FONT="]Sayın Öztürk, bu konuda İsra 70’teki “Ademoğullarını yarattıklarımızın bir kısmından üstün kıldık” ifadesine dayanmaktadır. Ancak bu ifade peygamberler ve insan-ı kâmiller (olgun insanlar) için değil, Tevhidi idrak etmemiş olanlar için kullanılmıştır. Aksi halde Sayın Öztürk’ün de kitaplarında yer verdiği Tevhit İlmi temelinden sarsılır, çünkü Tevhit - Hakikat İlminin temeli Allah’ın kendine halife yaratma amacıdır ve bu amaç Hz. Muhammed ile gerçekleşmiştir. Düz mantıkla ve dış görünüşte Hz. Muhammed de insandır, ama Allah’ın amacı olan kâmil insandır. O’ndan daha üstün bir varlık var diye nasıl düşünebiliriz? [/FONT]
[FONT="]Göklerdeki şuurlular her kimlerse teknolojik bakımdan veya bazı metafizik özellikler dolayısıyla üstün olabilirler. Telepati, astral seyahat, zaman içinde yolculuk gibi özellikler gösterebilirler ve bu yönlerden üstünlükleri kabul edilebilir, ama Allah’ın amacı, kendisinin tıpa tıp aynı olan “insan benim sırrım, ben de insanın sırrıyım” hitabına mazhar ve muhatap olan insanı ortaya çıkarmaktır; üstünlük ölçüsü budur. Allah’ın kendisini olduğu gibi, yani “Allah ismi” ile ortaya çıkartabildiği insan en üstün yaratıktır. Bu vasfa sahip olmayan diğer insanlar, ancak insan-ı kâmiller hariç diğer yaratılanlardan (bitki, hayvan vb. gibi) üstündürler. Aksi halde Allah isminden daha üstün bir hal ve idrakin bulunduğunu kabul etmemiz gerekir ki bu da “Kuran’dan onay almaz”; ayrıca Hz. Muhammed Makam-ı Mahmud’un da sahibidir. Sayın Öztürk aynı kitabında bir çelişki olarak şöyle söylüyor: “Tüm varlıklar insanın emrine boyun eğdirilmiştir”.[/FONT]
[FONT="]Kemâleddin Abdülrezzak Kâşâniyyus Semerkandî “Tevilât-ı Kâşâniyye”sinde İsra 70 hakkında şunları söylüyor (alıntı sadeleştirilmiştir): “Peygamberler gibi olan bazı insanların yakın ehli meleklerden daha faziletli olmaları ve akıl makamı sınırını aşmış olmaları onların Âdemoğlu olmaları nedeniyle değildir. Bakara Suresi 2/30’da ‘Şu bir gerçek ki ben sizin bilmediklerinizi bilmekteyim’ buyrulması ile işaret edilen, kendilerine verilmiş olan sır yönündendir, yani vahdet makamıdır. Bu nedenle onlar Âdemoğulları’ndan değildirler.” (s.209)[/FONT]
[FONT="]Mısrî Niyazî şöyle söylüyor:[/FONT]
[FONT="]“Tayy edip insanlık deryasını geçip ilâhi âleme gark olmuşam.[/FONT]
[FONT="]Ben makâm-ı vahdet deryasında olan bir balığım.”[/FONT] [FONT="]( Niyâzî-i Mısrî Divânı ve İlâhiyat Açıklaması. Altıntaş c. 3 / s. 11)[/FONT]
· [FONT="]Aşk değil, akıl ve ilim Allah’a erdiricidir.[/FONT][FONT="]
[/FONT]
[FONT="]Konuya Hz. Ali’nin bilinen bir sözüyle girmek istiyorum: “İlim bir noktaydı cahiller onu çoğalttılar” ve şu sözüyle devam ediyorum “Kuran’ın manası Fatiha’da, Fatiha’nın manası Bismillahirrahmanirrahim’de, Bismillahirrahmanirrahim’in manası B ( ﺒ) harfinde, B harfinin manası B harfinin altındaki noktada gizlidir; o nokta da benim”. Görüldüğü gibi Hz. Ali’ye göre ilim azaldıkça başlangıç - son noktasına yaklaşılmaktadır (Sonuçta her şey O’na dönecektir). [/FONT]
[FONT="]Hz Ali bu sözleri ilmi ve âlimi reddetmek için değil, ilmin bittiği veya nokta haline geldiği konumun Allah’a varış noktası olduğunu anlatmak için söylemiştir. Bilindiği gibi Cebrail’in geçemediği bir sınır vardır; bu da akıldır. Akıl yaratılmıştır; yaratan ise aşktır.[/FONT]
· [FONT="]Hiçbir yaratıcılık, yaratılana olan aşk olmazsa başlayamaz [/FONT]
· [FONT="]Hiçbir ana çocuğuna aşk ve sevgi duymasa onun için bin bir güçlüğe katlanamaz. Önce aşk duyar anne, sonra nasıl bakacağına ilimle, yani bilgiyle yön verir. [/FONT]
[FONT="]Her konuda önce aşk, istek, heyecan, sonra konu ile ilgili bilgiler devreye girer.[/FONT]
[FONT="]Allah insana şah damarından yakınsa ve insan bunun bilincinde değilse, bilincine varmak için bazı uygulamalar yapmak zorundadır. Önce Allah’a varmayı her şeyden, herkesten çok istemeli, Allah’a varmak onun için olmazsa olmaz olmalıdır. İşte bu istek aşktır ve erdirici yöne onu sürükler ve onu Tevhit İlmine vakıf edecek bir mürşit ile karşılaşır ve yeni bilgileri uygulayabilmek için eski bildiklerini unutmak zorundadır; bu da aşkla gerçekleşir. Şah damarından yakın olan Allah’a varmak için yeni doğruları hayata geçirmesi gerekir. Eğer aşk yoksa bu tatbikatlar yapılamaz. Gayreti aşk doğurur; aşk yoksa gayret biter.[/FONT]
[FONT="]Şimdi size Sayın Öztürk’ün önceki kitaplarında aşka verdiği önemi yansıtan bölümleri aktarıyorum. Son kitabının aksine “Kuran ve Sünnete Göre Tasavvuf” adlı kitabında “Aşk Sırrı” başlıklı bir bölüm var. Bu bölümde Sayın Öztürk’ün fikirleri şöyle:[/FONT]
· [FONT="]“Bu ayette geçen ‘her şeyden güçlü sevgi’ aşktır.”[/FONT]
· [FONT="]“Aşk ehlinden başka kim var karşılıksız seven. Mevlâna’nın deyimiyle ‘Şu cihanda aşıkların beden ve gönüllerinden başka hiçbir şey karşılıksız hareket etmez’.”[/FONT]
· [FONT="]“Aşk insanda yaratıcı iradenin hâkim olması demektir.” [/FONT][FONT="](s.333)[/FONT]
[FONT="]Çelişki apaçık ortada değil mi? Değilse Sayın Öztürk karar değiştirdi demektir.[/FONT]
· [FONT="]Ariflik değil, âlimlik daha üstündür.[/FONT][FONT="]
[/FONT]
[FONT="]Bu bahse gene Sayın Öztürk’ün “Kuran ve Sünnete Göre Tasavvuf” adlı kitabından bir alıntıyla başlayalım:“Şems şöyle diyor ‘Sen hakikati ilim yoluyla bulmak istiyorsun, halbuki bu yolda savaşmak gerekir.’” [/FONT]
[FONT="]Ariflik neyle savaşacağını keşfetmek, hedefi tam idrak etmek demektir. İlim sana genel kuralı söyler, örneğin ‘nefsinle savaşacaksın’ der. Sen ise kılıç tutmasını bilmezken savaşı nasıl becereceksin? İşte arifin kılıcı aşktır ve ancak bu aşkla sonuca varabilir. Arif olmak için önce aşık olmak gerekir. Muhiddin Arabî “Kahramanlık hikâyesi dinleyerek kahraman olunmaz” der. Arif Allah ile arasındaki perdeleri keşfeden ve onlara kılıç sallayandır ve bunun yolunu arifliği tasdik edilmiş bir mürşitten öğrenir. Son olarak bir örnekle konuyu toparlayalım. [/FONT]
[FONT="]Birisi size arabanın motorunu ve nasıl kullanıldığını anlatsa siz de bunu ezbere bilseniz bu bilgi sizi şoför yapar mı? Tabii ki hayır. Ne zaman şoför koltuğuna oturup bin bir zorluğu, sıkıntıyı, korkuyu yaşarsanız gün gelir araba sizin hâkimiyetinize girer; artık şoförsünüzdür. Motorun nasıl çalıştığını bilsen de olur, bilmesen de; hedefine varırsın.[/FONT]
[FONT="]Motorun nasıl çalıştığını ezbere bilen adam, arabanın içine girip çalışmadıkça, arabayı çarpıp sürtmedikçe asla şoför olup hedefine varamaz. Arif bizzat arenaya çıkıp savaşmayı göze alandır. Savaştıkça savaşmayı öğrenir. Bir grup insan da savaşın kurallarını bilir, tribünlerden seyreder, bu seyir onu savaşçı yapmaz.[/FONT]
· [FONT="]Mürşide bağlanmak ve teslim olmak “yedek ilâh - şirk” anlamına gelir. Mürşit bildiklerini etrafına anlatandır. Ona teslimiyet şirk açısından tehlike arz eder. Mürşidin hiçbir manevî etkisi yoktur.[/FONT][FONT="]
[/FONT]
[FONT="]Ben lise talebesiyken Kuran’ın Türkçesini okumuş ve anlamamıştım. Neden geçmiş peygamber hikâyelerinin çok sık anlatıldığına akıl erdirememiş ve içimde bir eksiklik, tatminsizlik duyarak hüsrana uğramıştım. Allah’ı bulma, anlama yönünde içimde bir ferahlama olmamıştı. Ne zaman ki yetki belgesi (icazeti) olan mürşidime kavuştum, o zaman bütün düğümler çözüldü. Tevhit İlminin aşamalarını öğrendikçe ve tatbik etme çabasına girip her zerrede Allah’ı seyredince gönlüm aşkla ve sevinçle doldu. Mürşidimin anlattıkları, Kuran dış yüzüyle okunduğunda anlaşılamazdı. Değil bir kere, yüz kere okunsa anahtar bilgiye ulaşmak olanaksızdı. Şimdi ben Efendimin bana açtığı sırları Kuran’da aramaya kalksaydım Tevhidi reddetmem gerekirdi. Ben eğer eski bildiklerimi unutmasaydım, mürşidime teslim olmasaydım Tevhidi yaşamam imkânsızdı. Nasıl ki doktorun dediklerine teslim olmak gerekiyorsa icazetli bir manevî doktora teslim olmak gerekir. Doktora teslim olunduğunda şirke mi düşüyorsunuz? Ameliyat olduğunuzda doktora teslim olmuyor musunuz? Ya teslim olup kurtulacaksın, ya da telef olup gideceksin; iki şıktan biri.[/FONT]
[FONT="]Burada tek hakkınız doktorun diplomalı olup olmadığını araştırmaktır. Diplomalı ise ona karşı fikir üretmeniz; onun dediklerinin tıp kitabına uyup uymadığını tetkik etmeniz mümkün olmaz. Doktorun sahtesi olabildiği gibi, mürşidin de sahtesi maalesef olabilmektedir. İstisnalar kaideyi bozmaz.[/FONT]
[FONT="]“İnsan konuşan Kuran’dır”[/FONT] [FONT="]sözü üzerine düşünürsek; bu her insan değil, insan-ı kâmildir. Dolayısıyla siz bir insan-ı kâmile teslim olduğunuzda Kuran’a teslim olmuş olursunuz. Aynı mantığı insan-ı kâmilin Allah’ın halifesi olması gerçeğinde de uygulamak mümkündür.[/FONT]
[FONT="]Yaşar Nuri Öztürk’ün “Kuran’ın Yarattığı Mucize Devrimler” adlı kitabından alıntılar:[/FONT]
[FONT="]“Efendinin müridi – robotu haline gelen, yani Kuran dışında bir şeye veya kişiye teslim olan nasıl oluyor da Müslüman oluyor? Hem de birinci sınıf Müslüman… Müritten özgür bireye, yani maskeli şirkten tevhide geçmedikçe ölümsüz hiçbir şey üretemeyiz.” [/FONT] [FONT="](s.161)[/FONT]
[FONT="]“Müritten insana geçmedikçe demokrasiye ulaşamayız; çünkü özgürlüğe, ‘yaratıcı ben’e ulaşamazsınız, insan suretinde robotlarla uğraşırsınız.” [/FONT] [FONT="](s.161)[/FONT]
[FONT="]“Din büyüklerini ilâhlaştırmada bir numaralı sömürü ocağı olarak tasavvuf kullanıldı.” [/FONT] [FONT="](s.108)[/FONT]
[FONT="]“Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar” [/FONT] [FONT="]kitabından alıntılar:[/FONT]
[FONT="]“Beyatla mürşide teslim olan onun kişiliğinde Peygamber’e teslim olmuştur.” [/FONT] [FONT="](s.84)[/FONT]
[FONT="]“Burada düğüm noktası mürşittir. Bizim üzerinde durduğumuz nokta mürit dediğimiz sığınan bir insanın en ileri ruhi kudretlerle dolu bir insan tarafından erdirilişinin sırrıdır.” [/FONT] [FONT="](s.84)[/FONT]
[FONT="]“İsmail Hakkı şöyle yazıyor: ‘Mürşit-i kâmil Cebrail’in nefesi mertebesindedir.’” [/FONT] [FONT="](s.86) [/FONT]
[FONT="]“Gerçek olan şu ki tasavvuf düşüncesi insanın manevî doğumunu, mürşit olmadan gerçekleştirebilecek bir olay olarak görmüyor.” [/FONT] [FONT="](s.86)[/FONT]
[FONT="]“Bütün İslâm ilimleri kitapla elde edilebildiği halde, mistik bilgi, kemâl mürşit diye andığımız tipin taklit edilmesine dayanır.” [/FONT] [FONT="](s.83)[/FONT]
[FONT="]“Mürşit Nebi’nin yerini tutan bir kıymetler taşıyıcısıdır. Mürşidi taklit de küçültücü değil, yüceltici ve erdirici olacaktır.” [/FONT] [FONT="](s.83)[/FONT]
[FONT="]“Şunu da biliyoruz ki, tasavvufa intisap etmek isteyen, hemen bütün madde imkânlarına sahip kişiler (padişahlar, vezirler, büyük zenginler) mürşitleri tarafından helâ temizliğine, sokaklarda aleni dilenciliğe, mecbur bırakıldıktan sonra kabul edilmişlerdir.” [/FONT] [FONT="](s.57)[/FONT]
[FONT="]“Aziz Mahmud Hüdaî (ölümü 1623), Osmanlı İmparatorluğunun en önemli kadılıklarından biri olan ‘Bursa Kadılığı’nı işgal etmekteydi. Buna göre o maddi imkânlar bakımından çok önemli bir mevki sahibi ve büyük itibarı olan bir kişiydi. Devrin büyük mürşitlerinden biri olan Üftade’ye gitmek istedi niyetini açtığında Üftade ona dedi ki: ‘Bana intisab etmek istiyorsan önce kadılıktan istifade edecek, sonra da nefsinin gurur ve şımarıklığını kırmak için omzuna bir sırık alıp üstüne ciğer dizerek Bursa sokaklarında bağırarak ciğer satacaksın. Hüdai bu onur kırıcı işten sıyrılmak için epey didindiyse de sonunda ciğerciliği yapmak zorunda kaldı.” [/FONT] [FONT="](s.58)[/FONT]
[FONT="]“Mevlâna Halit (ölümü 1826), mürşidine intisab için başvurduğunda devrinin nüfuzlu ve imkânları geniş bir ilim adamıydı. Mürşidi ondaki ilim ve şımarıklık putunu kırmak için ilk görev olarak tekkede helâları temizleme işini vermiştir.” [/FONT] [FONT="](s.58)[/FONT]
[FONT="]Sayın Öztürk’ün iki kitabı arasındaki büyük çelişkinin neresinden bakılsa izahı yoktur.[/FONT]
· [FONT="]İlk yaratılanın Hz. Hz.Muhammed’in ruhu olduğu, âlemlerin Hz.Muhammed için yaratıldığı tezi yanlıştır.[/FONT]
· [FONT="]“Allah ilk olarak benim nurumu yarattı.”[/FONT]
· [FONT="]“İlk yaratılan benim nurumdu.”[/FONT]
· [FONT="]“Allah’ın ilk yarattığı benim nurumdur.”[/FONT][FONT="] (Keşfü’l Hâfâ, 1/264-265)[/FONT]
· [FONT="]“Ben Allah’tan, müminler de benden.”[/FONT][FONT="] (Keşfü’l Hâfâ, 1/205)[/FONT]
· [FONT="]“Sen, sen olmasaydın bu kâinatı yaratmazdım.”[/FONT][FONT="] (Keşfü’l Hâfâ, 2/164)[/FONT]
[FONT="]Yukarıdaki hadisleri tamamladıktan sonra matematiksel bir mantıkla aklımızı kullanalım. Allah’ın şu andaki mevcut kâinatı yaratırken uyguladığı yöntem, Allah’ın suretinde yaratılmış olan bizler için de geçerlidir. Kâinat, en düşük seviyeden en gelişmiş seviyeye doğru ilerlemiş, en sonunda insan türleri gelişerek bugünkü idrakteki insana gelinmiştir. Bu insanların ruhsal gelişmesi için peygamberler de getirilerek Hz. Muhammed’de son bulmuştur. Bilindiği gibi Allah’ın yarattığı ilk cevher her şeyi içinde toplamıştır. Seviye düştükçe cevherin kalitesi azalır, en düşük seviyeye kadar iner. Seviyelerin ruhsal anlamda oluşması son bulduğunda madde âleminde ortaya çıkışlar başlar; ancak ruhsal âlemdeki sıralamanın tam tersi bir sıralamayla ortaya çıkabilirler. Önce gök cisimleri, taş, toprak, denizler sonra bitki, sonra hayvan, sonra insan, sonra insan-ı kâmillerin ortaya çıkışı, en sonunda Allah’ın ilk yarattığı cevheri taşıyan büyük ve ilk ruh Hz. Muhammed madde âlemine gelmiştir. Ruh ve madde asıl ve ayna gibidir. Asılda en üstte olan, aynada en altta görülür, yani ilk yaratılan en sonda görülür.[/FONT]
[FONT="]
[/FONT] [FONT="]
[/FONT][FONT="]Hz. Muhammed’in ruhu - ilk[/FONT][FONT="]
[/FONT][FONT="]RUH[/FONT][FONT="]
[/FONT][FONT="]-------------------------[/FONT][FONT="]
[/FONT][FONT="]MADDE[/FONT][FONT="]
[/FONT][FONT="]Hz. Muhammed’in bedeni - son[/FONT][FONT="]
[/FONT][FONT="]Allah’ın amacı olan Allah ismini kapsayan cevher, Hz. Muhammed’in ruhudur; onun için madde âlemine en son gelmiştir ve “İlk yaratılan ruhumdu” buyurmuşlardır.[/FONT][FONT="]
[/FONT][FONT="]Kâinatın Hz. Muhammed için yaratılmasına gelince[/FONT][FONT="]; Allah’ın amacı insanı, insan-ı kâmili, Hz. Muhammed’i madde âlemine göndermesi için madde âleminin önceden oluşması gerekirdi. Âlemlerin Hz. Muhammed için yaratılması bu bağlamdadır.[/FONT][FONT="]
[/FONT]
[FONT="]Geçtiğimiz aylarda Yaşar Nuri Öztürk’ün İnkılâp Yayınevinden çıkan son kitabını okudum: “Kuran’ın Yarattığı Mucize Devrimler”. Okudukça gözlerime inanamadım. Pek çok tespit ve kabulü öncekilerinin tersineydi.[/FONT]
[FONT="]Bu tespitleri şöyle sıralayabiliriz:[/FONT]
· [FONT="]İnsan yaratılanların en üstünü değildir.[/FONT]
· [FONT="]Aşk değil, akıl ve ilim Allah’a erdiricidir.[/FONT]
· [FONT="]Ariflik değil, âlimlik daha üstündür.[/FONT]
· [FONT="]Mürşide bağlanmak ve teslim olmak “yedek ilâh - şirk” anlamına gelir. Mürşit bildiklerini etrafına anlatandır. Ona teslimiyet şirk açısından tehlike arz eder. Mürşidin hiçbir manevî etkisi yoktur.[/FONT]
· [FONT="]İlk yaratılanın Hz. Muhammed’in ruhu olduğu, âlemlerin Hz. Muhammed için yaratıldığı tezi yanlıştır.[/FONT]
[FONT="]Konuları sırayla inceleyelim.[/FONT]
· [FONT="]İnsan yaratılanların en üstünü değildir.[/FONT]
[FONT="]Sayın Öztürk, bu konuda İsra 70’teki “Ademoğullarını yarattıklarımızın bir kısmından üstün kıldık” ifadesine dayanmaktadır. Ancak bu ifade peygamberler ve insan-ı kâmiller (olgun insanlar) için değil, Tevhidi idrak etmemiş olanlar için kullanılmıştır. Aksi halde Sayın Öztürk’ün de kitaplarında yer verdiği Tevhit İlmi temelinden sarsılır, çünkü Tevhit - Hakikat İlminin temeli Allah’ın kendine halife yaratma amacıdır ve bu amaç Hz. Muhammed ile gerçekleşmiştir. Düz mantıkla ve dış görünüşte Hz. Muhammed de insandır, ama Allah’ın amacı olan kâmil insandır. O’ndan daha üstün bir varlık var diye nasıl düşünebiliriz? [/FONT]
[FONT="]Göklerdeki şuurlular her kimlerse teknolojik bakımdan veya bazı metafizik özellikler dolayısıyla üstün olabilirler. Telepati, astral seyahat, zaman içinde yolculuk gibi özellikler gösterebilirler ve bu yönlerden üstünlükleri kabul edilebilir, ama Allah’ın amacı, kendisinin tıpa tıp aynı olan “insan benim sırrım, ben de insanın sırrıyım” hitabına mazhar ve muhatap olan insanı ortaya çıkarmaktır; üstünlük ölçüsü budur. Allah’ın kendisini olduğu gibi, yani “Allah ismi” ile ortaya çıkartabildiği insan en üstün yaratıktır. Bu vasfa sahip olmayan diğer insanlar, ancak insan-ı kâmiller hariç diğer yaratılanlardan (bitki, hayvan vb. gibi) üstündürler. Aksi halde Allah isminden daha üstün bir hal ve idrakin bulunduğunu kabul etmemiz gerekir ki bu da “Kuran’dan onay almaz”; ayrıca Hz. Muhammed Makam-ı Mahmud’un da sahibidir. Sayın Öztürk aynı kitabında bir çelişki olarak şöyle söylüyor: “Tüm varlıklar insanın emrine boyun eğdirilmiştir”.[/FONT]
[FONT="]Kemâleddin Abdülrezzak Kâşâniyyus Semerkandî “Tevilât-ı Kâşâniyye”sinde İsra 70 hakkında şunları söylüyor (alıntı sadeleştirilmiştir): “Peygamberler gibi olan bazı insanların yakın ehli meleklerden daha faziletli olmaları ve akıl makamı sınırını aşmış olmaları onların Âdemoğlu olmaları nedeniyle değildir. Bakara Suresi 2/30’da ‘Şu bir gerçek ki ben sizin bilmediklerinizi bilmekteyim’ buyrulması ile işaret edilen, kendilerine verilmiş olan sır yönündendir, yani vahdet makamıdır. Bu nedenle onlar Âdemoğulları’ndan değildirler.” (s.209)[/FONT]
[FONT="]Mısrî Niyazî şöyle söylüyor:[/FONT]
[FONT="]“Tayy edip insanlık deryasını geçip ilâhi âleme gark olmuşam.[/FONT]
[FONT="]Ben makâm-ı vahdet deryasında olan bir balığım.”[/FONT] [FONT="]( Niyâzî-i Mısrî Divânı ve İlâhiyat Açıklaması. Altıntaş c. 3 / s. 11)[/FONT]
· [FONT="]Aşk değil, akıl ve ilim Allah’a erdiricidir.[/FONT][FONT="]
[/FONT]
[FONT="]Konuya Hz. Ali’nin bilinen bir sözüyle girmek istiyorum: “İlim bir noktaydı cahiller onu çoğalttılar” ve şu sözüyle devam ediyorum “Kuran’ın manası Fatiha’da, Fatiha’nın manası Bismillahirrahmanirrahim’de, Bismillahirrahmanirrahim’in manası B ( ﺒ) harfinde, B harfinin manası B harfinin altındaki noktada gizlidir; o nokta da benim”. Görüldüğü gibi Hz. Ali’ye göre ilim azaldıkça başlangıç - son noktasına yaklaşılmaktadır (Sonuçta her şey O’na dönecektir). [/FONT]
[FONT="]Hz Ali bu sözleri ilmi ve âlimi reddetmek için değil, ilmin bittiği veya nokta haline geldiği konumun Allah’a varış noktası olduğunu anlatmak için söylemiştir. Bilindiği gibi Cebrail’in geçemediği bir sınır vardır; bu da akıldır. Akıl yaratılmıştır; yaratan ise aşktır.[/FONT]
· [FONT="]Hiçbir yaratıcılık, yaratılana olan aşk olmazsa başlayamaz [/FONT]
· [FONT="]Hiçbir ana çocuğuna aşk ve sevgi duymasa onun için bin bir güçlüğe katlanamaz. Önce aşk duyar anne, sonra nasıl bakacağına ilimle, yani bilgiyle yön verir. [/FONT]
[FONT="]Her konuda önce aşk, istek, heyecan, sonra konu ile ilgili bilgiler devreye girer.[/FONT]
[FONT="]Allah insana şah damarından yakınsa ve insan bunun bilincinde değilse, bilincine varmak için bazı uygulamalar yapmak zorundadır. Önce Allah’a varmayı her şeyden, herkesten çok istemeli, Allah’a varmak onun için olmazsa olmaz olmalıdır. İşte bu istek aşktır ve erdirici yöne onu sürükler ve onu Tevhit İlmine vakıf edecek bir mürşit ile karşılaşır ve yeni bilgileri uygulayabilmek için eski bildiklerini unutmak zorundadır; bu da aşkla gerçekleşir. Şah damarından yakın olan Allah’a varmak için yeni doğruları hayata geçirmesi gerekir. Eğer aşk yoksa bu tatbikatlar yapılamaz. Gayreti aşk doğurur; aşk yoksa gayret biter.[/FONT]
[FONT="]Şimdi size Sayın Öztürk’ün önceki kitaplarında aşka verdiği önemi yansıtan bölümleri aktarıyorum. Son kitabının aksine “Kuran ve Sünnete Göre Tasavvuf” adlı kitabında “Aşk Sırrı” başlıklı bir bölüm var. Bu bölümde Sayın Öztürk’ün fikirleri şöyle:[/FONT]
· [FONT="]“Bu ayette geçen ‘her şeyden güçlü sevgi’ aşktır.”[/FONT]
· [FONT="]“Aşk ehlinden başka kim var karşılıksız seven. Mevlâna’nın deyimiyle ‘Şu cihanda aşıkların beden ve gönüllerinden başka hiçbir şey karşılıksız hareket etmez’.”[/FONT]
· [FONT="]“Aşk insanda yaratıcı iradenin hâkim olması demektir.” [/FONT][FONT="](s.333)[/FONT]
[FONT="]Çelişki apaçık ortada değil mi? Değilse Sayın Öztürk karar değiştirdi demektir.[/FONT]
· [FONT="]Ariflik değil, âlimlik daha üstündür.[/FONT][FONT="]
[/FONT]
[FONT="]Bu bahse gene Sayın Öztürk’ün “Kuran ve Sünnete Göre Tasavvuf” adlı kitabından bir alıntıyla başlayalım:“Şems şöyle diyor ‘Sen hakikati ilim yoluyla bulmak istiyorsun, halbuki bu yolda savaşmak gerekir.’” [/FONT]
[FONT="]Ariflik neyle savaşacağını keşfetmek, hedefi tam idrak etmek demektir. İlim sana genel kuralı söyler, örneğin ‘nefsinle savaşacaksın’ der. Sen ise kılıç tutmasını bilmezken savaşı nasıl becereceksin? İşte arifin kılıcı aşktır ve ancak bu aşkla sonuca varabilir. Arif olmak için önce aşık olmak gerekir. Muhiddin Arabî “Kahramanlık hikâyesi dinleyerek kahraman olunmaz” der. Arif Allah ile arasındaki perdeleri keşfeden ve onlara kılıç sallayandır ve bunun yolunu arifliği tasdik edilmiş bir mürşitten öğrenir. Son olarak bir örnekle konuyu toparlayalım. [/FONT]
[FONT="]Birisi size arabanın motorunu ve nasıl kullanıldığını anlatsa siz de bunu ezbere bilseniz bu bilgi sizi şoför yapar mı? Tabii ki hayır. Ne zaman şoför koltuğuna oturup bin bir zorluğu, sıkıntıyı, korkuyu yaşarsanız gün gelir araba sizin hâkimiyetinize girer; artık şoförsünüzdür. Motorun nasıl çalıştığını bilsen de olur, bilmesen de; hedefine varırsın.[/FONT]
[FONT="]Motorun nasıl çalıştığını ezbere bilen adam, arabanın içine girip çalışmadıkça, arabayı çarpıp sürtmedikçe asla şoför olup hedefine varamaz. Arif bizzat arenaya çıkıp savaşmayı göze alandır. Savaştıkça savaşmayı öğrenir. Bir grup insan da savaşın kurallarını bilir, tribünlerden seyreder, bu seyir onu savaşçı yapmaz.[/FONT]
· [FONT="]Mürşide bağlanmak ve teslim olmak “yedek ilâh - şirk” anlamına gelir. Mürşit bildiklerini etrafına anlatandır. Ona teslimiyet şirk açısından tehlike arz eder. Mürşidin hiçbir manevî etkisi yoktur.[/FONT][FONT="]
[/FONT]
[FONT="]Ben lise talebesiyken Kuran’ın Türkçesini okumuş ve anlamamıştım. Neden geçmiş peygamber hikâyelerinin çok sık anlatıldığına akıl erdirememiş ve içimde bir eksiklik, tatminsizlik duyarak hüsrana uğramıştım. Allah’ı bulma, anlama yönünde içimde bir ferahlama olmamıştı. Ne zaman ki yetki belgesi (icazeti) olan mürşidime kavuştum, o zaman bütün düğümler çözüldü. Tevhit İlminin aşamalarını öğrendikçe ve tatbik etme çabasına girip her zerrede Allah’ı seyredince gönlüm aşkla ve sevinçle doldu. Mürşidimin anlattıkları, Kuran dış yüzüyle okunduğunda anlaşılamazdı. Değil bir kere, yüz kere okunsa anahtar bilgiye ulaşmak olanaksızdı. Şimdi ben Efendimin bana açtığı sırları Kuran’da aramaya kalksaydım Tevhidi reddetmem gerekirdi. Ben eğer eski bildiklerimi unutmasaydım, mürşidime teslim olmasaydım Tevhidi yaşamam imkânsızdı. Nasıl ki doktorun dediklerine teslim olmak gerekiyorsa icazetli bir manevî doktora teslim olmak gerekir. Doktora teslim olunduğunda şirke mi düşüyorsunuz? Ameliyat olduğunuzda doktora teslim olmuyor musunuz? Ya teslim olup kurtulacaksın, ya da telef olup gideceksin; iki şıktan biri.[/FONT]
[FONT="]Burada tek hakkınız doktorun diplomalı olup olmadığını araştırmaktır. Diplomalı ise ona karşı fikir üretmeniz; onun dediklerinin tıp kitabına uyup uymadığını tetkik etmeniz mümkün olmaz. Doktorun sahtesi olabildiği gibi, mürşidin de sahtesi maalesef olabilmektedir. İstisnalar kaideyi bozmaz.[/FONT]
[FONT="]“İnsan konuşan Kuran’dır”[/FONT] [FONT="]sözü üzerine düşünürsek; bu her insan değil, insan-ı kâmildir. Dolayısıyla siz bir insan-ı kâmile teslim olduğunuzda Kuran’a teslim olmuş olursunuz. Aynı mantığı insan-ı kâmilin Allah’ın halifesi olması gerçeğinde de uygulamak mümkündür.[/FONT]
[FONT="]Yaşar Nuri Öztürk’ün “Kuran’ın Yarattığı Mucize Devrimler” adlı kitabından alıntılar:[/FONT]
[FONT="]“Efendinin müridi – robotu haline gelen, yani Kuran dışında bir şeye veya kişiye teslim olan nasıl oluyor da Müslüman oluyor? Hem de birinci sınıf Müslüman… Müritten özgür bireye, yani maskeli şirkten tevhide geçmedikçe ölümsüz hiçbir şey üretemeyiz.” [/FONT] [FONT="](s.161)[/FONT]
[FONT="]“Müritten insana geçmedikçe demokrasiye ulaşamayız; çünkü özgürlüğe, ‘yaratıcı ben’e ulaşamazsınız, insan suretinde robotlarla uğraşırsınız.” [/FONT] [FONT="](s.161)[/FONT]
[FONT="]“Din büyüklerini ilâhlaştırmada bir numaralı sömürü ocağı olarak tasavvuf kullanıldı.” [/FONT] [FONT="](s.108)[/FONT]
[FONT="]“Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar” [/FONT] [FONT="]kitabından alıntılar:[/FONT]
[FONT="]“Beyatla mürşide teslim olan onun kişiliğinde Peygamber’e teslim olmuştur.” [/FONT] [FONT="](s.84)[/FONT]
[FONT="]“Burada düğüm noktası mürşittir. Bizim üzerinde durduğumuz nokta mürit dediğimiz sığınan bir insanın en ileri ruhi kudretlerle dolu bir insan tarafından erdirilişinin sırrıdır.” [/FONT] [FONT="](s.84)[/FONT]
[FONT="]“İsmail Hakkı şöyle yazıyor: ‘Mürşit-i kâmil Cebrail’in nefesi mertebesindedir.’” [/FONT] [FONT="](s.86) [/FONT]
[FONT="]“Gerçek olan şu ki tasavvuf düşüncesi insanın manevî doğumunu, mürşit olmadan gerçekleştirebilecek bir olay olarak görmüyor.” [/FONT] [FONT="](s.86)[/FONT]
[FONT="]“Bütün İslâm ilimleri kitapla elde edilebildiği halde, mistik bilgi, kemâl mürşit diye andığımız tipin taklit edilmesine dayanır.” [/FONT] [FONT="](s.83)[/FONT]
[FONT="]“Mürşit Nebi’nin yerini tutan bir kıymetler taşıyıcısıdır. Mürşidi taklit de küçültücü değil, yüceltici ve erdirici olacaktır.” [/FONT] [FONT="](s.83)[/FONT]
[FONT="]“Şunu da biliyoruz ki, tasavvufa intisap etmek isteyen, hemen bütün madde imkânlarına sahip kişiler (padişahlar, vezirler, büyük zenginler) mürşitleri tarafından helâ temizliğine, sokaklarda aleni dilenciliğe, mecbur bırakıldıktan sonra kabul edilmişlerdir.” [/FONT] [FONT="](s.57)[/FONT]
[FONT="]“Aziz Mahmud Hüdaî (ölümü 1623), Osmanlı İmparatorluğunun en önemli kadılıklarından biri olan ‘Bursa Kadılığı’nı işgal etmekteydi. Buna göre o maddi imkânlar bakımından çok önemli bir mevki sahibi ve büyük itibarı olan bir kişiydi. Devrin büyük mürşitlerinden biri olan Üftade’ye gitmek istedi niyetini açtığında Üftade ona dedi ki: ‘Bana intisab etmek istiyorsan önce kadılıktan istifade edecek, sonra da nefsinin gurur ve şımarıklığını kırmak için omzuna bir sırık alıp üstüne ciğer dizerek Bursa sokaklarında bağırarak ciğer satacaksın. Hüdai bu onur kırıcı işten sıyrılmak için epey didindiyse de sonunda ciğerciliği yapmak zorunda kaldı.” [/FONT] [FONT="](s.58)[/FONT]
[FONT="]“Mevlâna Halit (ölümü 1826), mürşidine intisab için başvurduğunda devrinin nüfuzlu ve imkânları geniş bir ilim adamıydı. Mürşidi ondaki ilim ve şımarıklık putunu kırmak için ilk görev olarak tekkede helâları temizleme işini vermiştir.” [/FONT] [FONT="](s.58)[/FONT]
[FONT="]Sayın Öztürk’ün iki kitabı arasındaki büyük çelişkinin neresinden bakılsa izahı yoktur.[/FONT]
· [FONT="]İlk yaratılanın Hz. Hz.Muhammed’in ruhu olduğu, âlemlerin Hz.Muhammed için yaratıldığı tezi yanlıştır.[/FONT]
· [FONT="]“Allah ilk olarak benim nurumu yarattı.”[/FONT]
· [FONT="]“İlk yaratılan benim nurumdu.”[/FONT]
· [FONT="]“Allah’ın ilk yarattığı benim nurumdur.”[/FONT][FONT="] (Keşfü’l Hâfâ, 1/264-265)[/FONT]
· [FONT="]“Ben Allah’tan, müminler de benden.”[/FONT][FONT="] (Keşfü’l Hâfâ, 1/205)[/FONT]
· [FONT="]“Sen, sen olmasaydın bu kâinatı yaratmazdım.”[/FONT][FONT="] (Keşfü’l Hâfâ, 2/164)[/FONT]
[FONT="]Yukarıdaki hadisleri tamamladıktan sonra matematiksel bir mantıkla aklımızı kullanalım. Allah’ın şu andaki mevcut kâinatı yaratırken uyguladığı yöntem, Allah’ın suretinde yaratılmış olan bizler için de geçerlidir. Kâinat, en düşük seviyeden en gelişmiş seviyeye doğru ilerlemiş, en sonunda insan türleri gelişerek bugünkü idrakteki insana gelinmiştir. Bu insanların ruhsal gelişmesi için peygamberler de getirilerek Hz. Muhammed’de son bulmuştur. Bilindiği gibi Allah’ın yarattığı ilk cevher her şeyi içinde toplamıştır. Seviye düştükçe cevherin kalitesi azalır, en düşük seviyeye kadar iner. Seviyelerin ruhsal anlamda oluşması son bulduğunda madde âleminde ortaya çıkışlar başlar; ancak ruhsal âlemdeki sıralamanın tam tersi bir sıralamayla ortaya çıkabilirler. Önce gök cisimleri, taş, toprak, denizler sonra bitki, sonra hayvan, sonra insan, sonra insan-ı kâmillerin ortaya çıkışı, en sonunda Allah’ın ilk yarattığı cevheri taşıyan büyük ve ilk ruh Hz. Muhammed madde âlemine gelmiştir. Ruh ve madde asıl ve ayna gibidir. Asılda en üstte olan, aynada en altta görülür, yani ilk yaratılan en sonda görülür.[/FONT]
[FONT="]
[/FONT] [FONT="]
[/FONT][FONT="]Hz. Muhammed’in ruhu - ilk[/FONT][FONT="]
[/FONT][FONT="]RUH[/FONT][FONT="]
[/FONT][FONT="]-------------------------[/FONT][FONT="]
[/FONT][FONT="]MADDE[/FONT][FONT="]
[/FONT][FONT="]Hz. Muhammed’in bedeni - son[/FONT][FONT="]
[/FONT][FONT="]Allah’ın amacı olan Allah ismini kapsayan cevher, Hz. Muhammed’in ruhudur; onun için madde âlemine en son gelmiştir ve “İlk yaratılan ruhumdu” buyurmuşlardır.[/FONT][FONT="]
[/FONT][FONT="]Kâinatın Hz. Muhammed için yaratılmasına gelince[/FONT][FONT="]; Allah’ın amacı insanı, insan-ı kâmili, Hz. Muhammed’i madde âlemine göndermesi için madde âleminin önceden oluşması gerekirdi. Âlemlerin Hz. Muhammed için yaratılması bu bağlamdadır.[/FONT][FONT="]
[/FONT]
[FONT="]NİYAZİ[/FONT]