Hz. Ömer'in bu sözlerini işiten Kur'ân hocası Hz. Habbab, gizlenmiş olduğu yerden ortaya çıkıverdi ve, "Müjde ey Ömer!.." dedi, "Dilerim ki, Resûlullah'ın yaptığı dua, senin hakkında gerçekleşsin! Dün gece o, 'Allah'ım, İslâmiyeti ya Ebû'lHakem b. Hişam'la [Ebû Cehil] ya da Ömer b. Hattab'la kuvvetlendir.' diyerek dua etmişti!"
Ömer b. Hattab ve Ebû'lHakem Amr b. Hişam, yâni Ebû Cehil... Biri Serveri Kâinat Efendimizin vücudunu ortadan kaldırmakla ancak İslâm dâvasının önüne geçilebileceğini teklif eden Ebû Cehil, diğeri bu teklifi kabul edip kararı infaz etmeye kalkan Ömer!..
Artık, Ömer'in Resûlullah ve İslâmiyet aleyhindeki düşünceleri tamamıyla aksine dönmüştü. Bir an evvel Fahri Âlem Efendimizin huzuruna varıp, hidâyet nuruyla kucaklaşmak istiyordu. Hemen, "Resûlullah şimdi nerededir?" diye sordu.
Resûli Ekrem Efendimizin, ashabından bazılarıyla Safa Tepesi eteğindeki Dârû'lErkam'da bulunduğunu öğrenince, Hz. Habbab'la derhâl yola koyuldu.
Gözcü, Ömer'in silâh belde geldiğini içeriye haber verdi. Herkesi bir telâş ve heyecan havası sardı. Sâdece biri müstesna: Hz. Hamza... Bu büyük İslâm kahramanı, elini kılıcının kabzasına atarak, "Bırakın, gelsin. Korkulacak ne var? Eğer hayırlı bir maksatla gelmişse, kendisini hayırla ağırlarız; eğer kötü bir niyetle gelmişse, onu kendi kılıcıyla hallediriz!" diye konuştu.
Manzarayı seyreden Fahri Alem'in yüzünde tebessümler belirdi. Ömer'in gönlünün hidâyet nuruyla aydınlandığı haberini almıştı. Hiçbir telâşa ve endişeye kapılmadan, oturduğu yerden, "Telâş edilecek bir şey yok, bırakın gelsin! Eğer Allah, onun hayrını murad ettiyse, kendisini doğru yola iletir." diye emir buyurdu.
Bu emir üzerine kapı açıldı. Kapı önünde bekleyen Ömer, heybetli görünüşü ve silâhı ile içeri girdi. Yüzünde öfke değil, muhabbet parıltıları vardı. Gözleri, hak ve hakikati aramanın aydınlığı içindeydi. Resûli Ekrem'le bir an göz göze geldi. Kâinatın Serveri Efendimizin manevî heybeti karşısında kendinden geçer gibi oldu. Her şeyini unutmuştu. Nebîyyi Ekrem'in nurânî bakışları, kalb ve ruhunu tesiri altına almış, âdeta avuçlamıştı.
Bir müddet birbirlerine bakıştıktan sonra, Resûli Ekrem Efendimiz, sessizliği, heyecan ve telâş havasını, "Neye geldin ey Hattab'm oğlu Ömer?.." sorusuyla dağıttı; sonra da elini uzatıp, kılıcının bağından tuttu ve, "Allah'ım, bu, Hattab Oğlu Ömer'dir. Allah'ım, İslâm dinini Hattab Oğlu Ömer'le kuvvetlendir!" diye dua etti.
Hz. Ömer, ruhunu hidâyet güneşinin cazibesine kaptırmıştı artık... Resûlullah Efendimizin sorusuna, "Allah ve Resulüne ve O'nun Allah'tan getirdiklerine îman etmek için geldim."diye cevap verdi ve arkasından da, Müslüman oldu.
Nebîyyi Ekrem Efendimiz ile Ashabı Kiram'in sevinçleri son haddine varmıştı. Hep bir ağızdan yüksek sesle tekbir getirdiler: "Allahü ekber, Allahü ekber!"
Mekke sokaklarından duyulan tekbir sesleri, ufukları çınlattı, oradan göklere doğru nurânî dalgalar hâlinde yükseldi!
Artık Hz. Ömer, Müslümandı; kırkıncı Müslüman... Bundan böyle, cesaret, kuvvet ve kahramanlığını şirk için değil, İslâm dini uğrunda kullanacaktı. Kureyşlilerin verdiği karar üzerine Serveri Kâinat'ın vücudunu ortadan kaldırmaya koşan Ömer, şimdi onun etrafında pervane olmuştu. Yiğitliğine îmanın hadsiz kuvvetini de ekleyen Hz. Ömer, bundan böyle Allah için, Resûlullah için müşriklere gözdağı vermeye koşacaktı. Birdenbire parlayan bu ateşin fıtrat, Hz. Muhammed güneşinden feyz ve ışık alarak dünya tarihine adalet timsâli "Âdil Ömer" unvanıyla geçecektir.
Ömer b. Hattab ve Ebû'lHakem Amr b. Hişam, yâni Ebû Cehil... Biri Serveri Kâinat Efendimizin vücudunu ortadan kaldırmakla ancak İslâm dâvasının önüne geçilebileceğini teklif eden Ebû Cehil, diğeri bu teklifi kabul edip kararı infaz etmeye kalkan Ömer!..
Artık, Ömer'in Resûlullah ve İslâmiyet aleyhindeki düşünceleri tamamıyla aksine dönmüştü. Bir an evvel Fahri Âlem Efendimizin huzuruna varıp, hidâyet nuruyla kucaklaşmak istiyordu. Hemen, "Resûlullah şimdi nerededir?" diye sordu.
Resûli Ekrem Efendimizin, ashabından bazılarıyla Safa Tepesi eteğindeki Dârû'lErkam'da bulunduğunu öğrenince, Hz. Habbab'la derhâl yola koyuldu.
Gözcü, Ömer'in silâh belde geldiğini içeriye haber verdi. Herkesi bir telâş ve heyecan havası sardı. Sâdece biri müstesna: Hz. Hamza... Bu büyük İslâm kahramanı, elini kılıcının kabzasına atarak, "Bırakın, gelsin. Korkulacak ne var? Eğer hayırlı bir maksatla gelmişse, kendisini hayırla ağırlarız; eğer kötü bir niyetle gelmişse, onu kendi kılıcıyla hallediriz!" diye konuştu.
Manzarayı seyreden Fahri Alem'in yüzünde tebessümler belirdi. Ömer'in gönlünün hidâyet nuruyla aydınlandığı haberini almıştı. Hiçbir telâşa ve endişeye kapılmadan, oturduğu yerden, "Telâş edilecek bir şey yok, bırakın gelsin! Eğer Allah, onun hayrını murad ettiyse, kendisini doğru yola iletir." diye emir buyurdu.
Bu emir üzerine kapı açıldı. Kapı önünde bekleyen Ömer, heybetli görünüşü ve silâhı ile içeri girdi. Yüzünde öfke değil, muhabbet parıltıları vardı. Gözleri, hak ve hakikati aramanın aydınlığı içindeydi. Resûli Ekrem'le bir an göz göze geldi. Kâinatın Serveri Efendimizin manevî heybeti karşısında kendinden geçer gibi oldu. Her şeyini unutmuştu. Nebîyyi Ekrem'in nurânî bakışları, kalb ve ruhunu tesiri altına almış, âdeta avuçlamıştı.
Bir müddet birbirlerine bakıştıktan sonra, Resûli Ekrem Efendimiz, sessizliği, heyecan ve telâş havasını, "Neye geldin ey Hattab'm oğlu Ömer?.." sorusuyla dağıttı; sonra da elini uzatıp, kılıcının bağından tuttu ve, "Allah'ım, bu, Hattab Oğlu Ömer'dir. Allah'ım, İslâm dinini Hattab Oğlu Ömer'le kuvvetlendir!" diye dua etti.
Hz. Ömer, ruhunu hidâyet güneşinin cazibesine kaptırmıştı artık... Resûlullah Efendimizin sorusuna, "Allah ve Resulüne ve O'nun Allah'tan getirdiklerine îman etmek için geldim."diye cevap verdi ve arkasından da, Müslüman oldu.
Nebîyyi Ekrem Efendimiz ile Ashabı Kiram'in sevinçleri son haddine varmıştı. Hep bir ağızdan yüksek sesle tekbir getirdiler: "Allahü ekber, Allahü ekber!"
Mekke sokaklarından duyulan tekbir sesleri, ufukları çınlattı, oradan göklere doğru nurânî dalgalar hâlinde yükseldi!
Artık Hz. Ömer, Müslümandı; kırkıncı Müslüman... Bundan böyle, cesaret, kuvvet ve kahramanlığını şirk için değil, İslâm dini uğrunda kullanacaktı. Kureyşlilerin verdiği karar üzerine Serveri Kâinat'ın vücudunu ortadan kaldırmaya koşan Ömer, şimdi onun etrafında pervane olmuştu. Yiğitliğine îmanın hadsiz kuvvetini de ekleyen Hz. Ömer, bundan böyle Allah için, Resûlullah için müşriklere gözdağı vermeye koşacaktı. Birdenbire parlayan bu ateşin fıtrat, Hz. Muhammed güneşinden feyz ve ışık alarak dünya tarihine adalet timsâli "Âdil Ömer" unvanıyla geçecektir.