Nübüvvet bahçesinde İman çiçekleri derlenir...

!!_serp!L_!!

Deneyimli Üye
Kademeli
Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamd-ü senâlar olsun, Peygamber (s.a.s.) Efendimize salât ve selâmların en güzeli ve en ekmeli olsun inşallah.

Mahdut zaman içerisinde Medine’deyiz. Medine-i Münevvere’ye geldik, hamdolsun, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) burada. Cenâb-ı Hakk’ın lütfettiği ölçüde sevgilerimizi izhar için gayret ediyoruz. Zayıfsa sevgimizi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz. Sevenler gibi olmaya çalışıyoruz. Biz de Peygamber Efendimizi sevmek ve O’nun tarafından sevilmek istiyoruz.

Cennetü’l-Baki’…

Cennetü’l-Baki’ye gittik Hz. Fatımatü’z-Zehra annemiz orada. Yaklaşamıyoruz; fakat kabirlerini görüyoruz. Üzerinde birkaç taş var. Hemen yanında Peygamber Efendimize benzeyen Hz. İmam Hasan (r.a) efendimiz var. Rasûlullah Efendimizin torunu. Yanında amcası Hz. Abbas, Cafer-i Sadık, Muhammed Bakır efendilerimiz var. Hemen yanlarında Hz. Âişe annemiz olmak üzere bütün Ezvac-ı Tâhirât orada. Rukiye ve Zeynep annemiz de orada, Hz. Osman efendimizin mübarek eşleri.

O ikisi de vefat ettiği zaman Peygamber Efendimiz (s.a.s.): “Osman’ı evlendirin. Üçüncü bir (kızım) olsaydı mutlaka onunla evlendirirdim. Ben (kızlarımı) onunla, ancak Allah Azze ve Celle’den (aldığım) vahiy dolayısıyla evlendirdim.” (Taberânî, Kebîr, c.7, s.86, h.no:13926) buyurmuştur.

Biraz ilerde Sa’d Bin Muaz var, Ensârın büyüğü Sa’d bin Muaz. “Sen emret yâ Rasûlullah, sen şu denize girsen hiç düşünmeden biz de gireriz yâ Rasûlullah!” diyen Sa’d bin Muaz var.

Cennetü’l-Bakî’ye baktığımız zaman ise kardeşlerim, bu vasıflarını saydığımız insanlar üzerlerinde birkaç taş ve rüzgâr kuvvetli estiği zaman tozu dumana katan incecik kumdan bir toprak var…

Cenâb-ı Rasûlullah Efendimizin hemen yanında ona komşu olma şerefine nail olmuş iki güzide insan var. Onlar hakkında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sema ehlinden iki veziri ve yer ehlinden de iki veziri olmayan hiçbir Nebi yoktur. Sema ehlinden iki vezirim, Cibrîl ve Mikâîl'dir. Yer ehlinden iki vezirim ise Ebû Bekir ve Ömer'dir.” (Tirmizî, Menâkıb, 17)

Kardeşlerim, bunları niçin anlattım biliyor musunuz?

Kâinatın yaratılış sebebi olan Peygamber Efendimiz burada. Onun güzide Ashabı burada ki, onların faziletine dair Peygamber (s.a.v)’den birçok hadis-i şerif rivayet edilmiştir.

Şimdi, üzerlerini örten toprağa bakın, bir de altında yatan kıymetlere bakın. Bizim nasıl bir gözümüz var ki biz şimdi onların üzerindeki toprağı mı, yoksa onları gökteki yıldızlar gibi hidayet kandilleri yapan imanlarını mı görüyoruz?

Ashâb-ı Kirâm’ın Sevgilerine Yetişilemez

Ebû Zerr-i Gıfârî gibi, Ebû Hureyre efendilerimiz gibi Sahebeyi Kiram’ın bazıları, Peygamber Efendimize şöyle hitap ediyorlar: “Dostum Rasûlullah (s.a.v) bana şöyle emretti.” Aradaki ülfete bakın, sevgiye bakın. “Dostum Rasûlullah bana şöyle emretti” buyuruyorlar. Onlar hem Rasûlullah Efendimizi çok seviyorlar hem de Rasûl-u Kibriya Efendimiz tarafından çok seviliyorlar, elhamdülillah. Sevgilerini; “Anamız babamız senin yoluna kurban olsun yâ Rasûlullah” diyerek bu veciz kelimelerle ifade ediyorlar. Bunu söylerken hep şu hatırıma gelir: Bu sözü söylemek, Sahabeyi Kiram efendilerimizin lisanlarına ne kadar yakışıyor. Çünkü onlar öyle bir hayat yaşamışlar ki, bu sözün sahibi olduklarını ortaya koymuşlar. İşte bizler, o Sahabe efendilerimizin Peygamber Efendimizle beraber yaşadıkları beldedeyiz, hamdolsun.

Ashâb-ı Kirâm’ın İman ve Tâatlerine Yetişilemez

İman, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna bir hibesidir. Biz hiç birimiz imanı elde etmek için bir çaba sarf etmedik, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanıdır, hibesidir. İman tasdiktir, kalben tasdiktir iman. Dil ile ikrar etmek de, onu söyleyenin mü’min olduğunu diğer insanlar yanında izhar içindir.

Hz. Ali efendimizin Cenâb-ı Hakk’a iman ile ilgili bir sözü var. Anlatılmıştır ki bir gün Zi’lib el-Yemânî kendisine sordu ve: “Ey Emîru’l-Mü’minîn! Rabbini gördün mü?” dedi. Bunun üzerine Ali (r.a.): “Hiç görmediğime kulluk yapar mıyım?” dedi. (Zi’lib): “Onu nasıl görüyorsun?” dedi. (Ali): “Gözler O’nu, apaçık görüşle idrak edemez; fakat kalpler O’nu iman hakikatleriyle idrak eder…” buyurdu. (Nehcü’l-Belâğa, c.1, s.178)

Evet, biz itikâden biliyoruz ki bu âlemde Cenâb-ı Hak, dünya gözüyle görülmez. Nasıl ki gece gökyüzünde ayı hepimiz rahatlıkla ve zorlanmadan görüyoruz, yarın mahşerde Rabbim lütuf ederse, inşallah Cemâlullah’ı böyle müşahede edeceğiz. Rabbimizden ümit ediyoruz. Yaratanımızı göreceğiz inşallah. Hz. Ali efendimizin söylemiş olduğu bu söz ise, imanının ne kadar berrak olduğunun bir ifadesidir.

Sahabe Kiram efendilerimiz, Rasûlullah (s.a.s.) Efendimize, getirdiği iman ve itaat düsturlarına öyle bir teslimiyetle bağlanmışlardı ki, Allah Azîmüşşân (c.c.) kalplerine emsalsiz bir basiret nuru, kuvveti lütfetti de içinde yaşadıkları şu kurak ortamda, altından ırmaklar akan cennetleri görür gibi iman ettiler.

Nasıl bir iman anlayışları var ki, Allah’ın Peygamberi onları sıkıntıya, cihada çağırıyor; sonunda ölüm var, hayatını, ailesini, çoluk çocuğunu yetim bırakma var ama o güzide insanlar koşarak gidiyor. Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) Uhud günü bir kılıç aldı ve: “Bunu benden kim alır?” buyurdu. (Sahâbîler) hemen ellerini açtılar. Onlardan her bir insan: “Ben! Ben!” diyordu. (Rasûlullah): “Onu hakkıyla kim alır?” buyurdu. Bunun üzerine topluluk vazgeçti. Derken Ebû Dücâne Simâk b. Haraşe: “Onu hakkıyla ben alırım!” dedi. (Enes devamla) şöyle dedi: “Onu aldı ve onunla müşriklerin başlarını yardı.” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 25)

Diğer bir rivayette kılıcı Rasûlullah’tan alan Ebû Dücâne, şöyle dedi: “Onun hakkı nedir yâ Rasûlallah!” dedi. (Rasûlallah): “Eğilip bükülünceye kadar, düşmana onunla vurmandır.” buyurdu. (İbn-i Hişâm, es-Sîratu’n-Nebeviyye, c.2, s66)

İşte onlar (r.anhüm) Allah’a böyle iman ettiler. “Lâ ilâhe illallah” derken, bir olan Hakk’ın dışındaki her şeyi ellerinin tersiyle ittiler. Bu nasıl bir iman ki, şuan sizin beni, benim de sizleri gördüğümden daha berrak bir şekilde görmüşler. O yüzden sahabenin imanına yetişmenin mümkünü yoktur kardeşlerim. Ancak bilmek gerekir ki Ashâb-ı Güzin efendilerimiz bu nimetlere kolay kavuşmadılar. Bazen dua ederken Rabbimize şöyle niyaz ediyoruz: “Yâ Rabbi, Sahabe efendilerimizin imanlarını imtihan ettiğin hâl üzere bizlerin imanını imtihan etme!..” Zannediliyor ki tevazu ile bunlar söyleniyor. Hayır tevazu ile değil kardeşlerim. Allah vermesin, biz o ağır imtihanlarla karşılaşsak belki de şu an var olduğunu ikrar ettiğimiz imanlarımızı bir bir elimizden kaybederiz. Biz umreye, hacca geldiğimizde yürüdüğümüz mesafeyi konuşuyoruz, yediğimiz yemeğin cinsini vb. şeyleri konuşuyoruz, birçok konuda tahammülsüzlük gösterebiliyoruz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Mekke’yi fethettiği zaman ne yedi biliyor musunuz?

Mekke’yi fethetmiş bir komutan! Herkes evine gitti, herkes akrabasına gitti; ama Rasûlullah Efendimizin gidecek bir yeri yoktu. Usâme b. Zeyd (r.anhümâ) “Yâ Rasûlallah! Mekke'de nereye konaklayacaksın, evinde mi?” dedi. Bunun üzerine (Rasûlullah): “Akîl meskenlerden veya evlerden birşey bıraktı mı ki?” buyurdu. (Buhârî, Hac, 44). Yani amcasının oğlu Âkil Rasûlullah’ın evini sattığı için Efendimizin gidecek bir evi yoktu ve Ümmü Hâni’nin evine misafir oldu.

Bu ziyareti Ümmü Hanî şöyle anlatmıştır: Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hanî (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), yanıma (yani evime) geldi ve: “Yanınızda (yiyecek) bir şey var mı?” buyurdu. “Hayır (hiçbir şey yok), ancak kurumuş (ekmek) parçaları ve sirke var.”dedim. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): “Onu bana getir. İçerisinde sirke bulunan bir ev katıktan yoksun değildir.” buyurdu. (Tirmizî, Et’ıme, 35)

Mekke’yi fetheden komutan, Mekke’yi fethettiği gün sirkeye batırılmış yufka ekmeği yedi.

Sahabeyi Kiram Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin nazarının üzerlerine indiği insanlardır. Bu insanların yaşadığı bir iman var. İşte Uhud’a gittik, şehitler efendisi Hz. Hamza (r.a.) Uhud’un bağrında yatıyor. Karşıda Uhud dağları.

Cenâb-ı Rasûlullah Efendimiz buyuruyor: “Uhud öyle bir dağdır ki, (o) bizi sever, biz de onu severiz.” (Buhârî, Hac, 54) Uhud ki Rasûlullah Efendimizin arkasından yürüdü. Bu hadiseler burada cereyan etti ve Sahabe efendilerimiz de bu imanı burada yaşadılar.
 
Üst