Ayet Kütüphanesi Konularına Göre

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
FİDYE

Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. (2/48)

Sonra (yine) siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüp-çıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde onlarla fidyeleşiyordunuz. Oysa onları çıkarmanız, size haram kılınmıştı. Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. (2/85)

Ve hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı ve hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. (2/123)

(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. (2/184)

Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve buna benzer nedenlerle) kuşatılırsanız, artık size kolay gelen kurban(ı gönderin). Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı traş etmeyin. Kim sizden hasta ise veya başından şikayeti varsa, onun ya oruç ya sadaka veya kurban olarak fidye (vermesi gerekir). Güvenliğe kavuşursanız, hacca kadar umre ile yararlanmak isteyene, kolayına gelen bir kurban(ı kesmek gerekir). Bulamayana da, hacc´da üç gün, döndüğünüzde yedi (gün) olmak üzere, bunlar, tamı tamına on (gün) oruç vardır. Bu, ailesi Mescid-i Haram´da olmayanlar içindir. Allah´tan korkun ve bilin ki Allah, muhakkak cezası pek çetin olandır. (2/196)

Boşanma iki defadır. (Sonra) Ya iyilikle tutmak veya güzellikle bırakmak (gerekir). Onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi geri almanız size helal değildir; ancak ikisinin Allah´ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkmuş olmaları (durumu başka). Eğer ikisinin Allah´ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkarsanız, bu durumda (kadının) fidye vermesinde ikisi için de günah yoktur. İşte bunlar, Allah´ın sınırlarıdır; onlara tecavüz etmeyin. Kim Allah´ın sınırlarına tecavüz ederse, onlar zalimlerin ta kendileridir. (2/229)

Şüphesiz küfredip kafir olarak ölenler, bunların hiçbirisinden, yeryüzü dolusu altını olsa -bunu fidye olarak verse de- kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acı bir azab vardır ve onların yardımcıları yoktur. (3/91)

Gerçek şu ki, inkâr edenler, yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa, bununla da kıyamet gününün azabından (kurtulmak için) fidye vermeye kalkışsalar, yine onlardan kabul edilmez. Onlar için acı bir azab vardır. (5/36)

Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur´an´la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah´tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azab vardır. (6/70)

Zulmeden her nefis, yeryüzündekilerin tümüne sahip olsa bunu (azaba karşılık) mutlaka fidye olarak verirdi. Onlar azabı görünce pişmanlıklarını gizlerler, oysa onlar haksızlığa uğratılmadan aralarında adaletle hükmedilmiştir. (10/54)

Rablerine icabet edenlere daha güzeli vardır. O´na icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka (kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar içindir. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yaratıktır o!.. (13/18)

Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik. (37/107)

Eğer yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha zalimlerin olmuş olsaydı, kıyamet günü o kötü azabtan (kurtulmak amacıyla) gerçekten bunları fidye olarak verirlerdi. Oysa, onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah´tan kendileri için açığa çıkmıştır. (39/47)

Öyleyse, inkâr edenlerle (savaş sırasında) karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda onları ´iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da´ artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) veya bir fidye (karşılığı salıverin). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin). İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah,) amellerini giderip-boşa çıkarmaz. (47/4)

Artık bugün sizden herhangi bir fidye alınmaz ve inkâr edenlerden de.. Barınma yeriniz ateştir, sizin veliniz (size yaraşan dost) odur; o ne kötü bir gidiş yeridir. (57/15)

Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; (70/11)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
FİL SAHİPLERİ

Rabbinin fil sahiplerine neler yaptığını görmedin mi (105/1)

Onların ´tasarladıkları planlarını´ boşa çıkarmadı mı (105/2)

Onların üzerine ebabil (sürü sürü) kuşlarını gönderdi. (105/3)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
FİRAVUN

Sizi dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar, kadınlarınızı diri bırakıp erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için, Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. (2/49)

Ve sizin için denizi ikiye yarıp sizi kurtardığımızı ve Firavun´un adamlarını -gözlerinizin önünde- boğduğumuzu hatırlayın. (2/50)

Tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Ayetlerimizi yalanladılar böylece Allah, günahları nedeniyle onları yakalayıverdi. Allah, (cezayla) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (3/11)

Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa´yı ayetlerimizle Firavun´a ve önde gelen çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak. (7/103)

Musa dedi ki: "Ey Firavun gerçekten ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim." (7/104)

(Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen bu durumda onu getir (bakalım)." (7/106)

Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: "Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür."; (7/109)

"Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz " (7/110)

Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele) şehirlere de toplayıcılar yolla"; (7/111)

"Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler." (7/112)

Sihirbazlar Firavun´a gelip dediler ki: "Eğer biz galip olursak herhalde bize bir karşılık (armağan) var değil mi " (7/113)

"Evet" dedi. "(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız." (7/114)

Dediler ki: "Ey Musa, (ilkin) sen mi atmak istersin yoksa biz mi atalım " (7/115)

(Musa:) "Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. (7/116)

Biz de Musa´ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. (7/117)

Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. (7/118)

Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (7/119)

Ve sihirbazlar secdeye kapandılar. (7/120)

"Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler. (7/121)

"Musa´nın ve Harun´un Rabbine�" (7/122)

Firavun: "Ben size izin vermeden önce O´na iman ettiniz öyle mi Mutlaka bu, halkı burdan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz." (7/123)

"Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim." (7/124)

(Onlar da:) "Biz de şüphesiz Rabbimize döneceğiz" dediler. (7/125)

"Oysa sen yalnızca bize geldiğinde Rabbimizin ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür." (7/126)

Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: "Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır´da) bozgunculuk çıkarmaları seni ve ilahlarını terketmeleri için mi (serbest) bırakacaksın " (Firavun) Dedi ki: "Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz." (7/127)

Musa kavmine: "Allah´tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki arz Allah´ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir." dedi. (7/128)

Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık." (Musa:) "Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek" dedi. (7/129)

Andolsun biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık. (7/130)

"Onlara bir iyilik geldiği zaman "Bu bizim için" dediler; onlara bir kötülük isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun Allah katında, asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler. (7/131)

Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir yine de biz sana inanacak değiliz" dediler. (7/132)

Bunun üzerine biz de ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak, üzerlerine tufan çekirge buğday güvesi kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular. (7/133)

Başlarına iğrenç bir azab çökünce dediler ki: "Ey Musa Rabbine -sana verdiği ahid adına- bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip-giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını seninle göndereceğiz." (7/134)

Ne zaman ki onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-giderdik onlar yine andlarını bozdular. (7/135)

Biz de onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk. (7/136)

Kendisine bereketler kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da, o hor kılınıp-zayıf bırakılanları (müstaz´afları) mirasçılar kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına olan o güzel sözü (vaadi) sabretmeleri dolayısıyla tamamlandı (yerine geldi). Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttiklerini (köşklerini saraylarını) da yerle bir ettik. (7/137)

Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi, Allah´ın ayetlerini inkâr ettiler de, Allah da onları günahlarından dolayı yakalayıverdi. Şüphesiz Allah, en büyük kuvvet sahibidir sonuçlandırması pek şiddetlidir. (8/52)

Nedeni şu: Bir kavim (toplum) kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah, şüphesiz işitendir bilendir. (8/53)

Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar Rablerinin ayetlerini yalanladılar; biz de günahları dolayısıyla onları yıkıma uğrattık. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi. (8/54)

Sonra bunların ardından Firavun´a ve onun önde gelen çevresine Musa´yı ve Harun´u ayetlerimizle gönderdik. Fakat onlar, büyüklendiler. Onlar suçlu-günahkar bir kavimdi. (10/75)

Onlara katımızdan hak geldiği zaman, dediler ki: "Bu, kuşkusuz apaçık bir büyüdür." (10/76)

Musa: "Size hak geldiğinde (böyle) mi söylersiniz Bu bir büyü müdür Oysa büyücüler kurtuluşa ermezler" dedi. (10/77)

Onlar: "Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz Biz, sizin ikinize inanacak değiliz" dediler. (10/78)

Firavun: "Bana bütün bilgin büyücüleri getirin" dedi. (10/79)

Büyücüler geldiğinde Musa: "Atacağınız şeyleri atın" dedi. (10/80)

Onlar atınca Musa dedi ki: "Sizlerin (ortaya) getirdiğiniz büyüdür. Şüphesiz Allah onu geçersiz kılacaktır. Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaranların işini düzeltmez." (10/81)

Allah, suçlu-günahkarlar istemese de hakkı (hak olarak) kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir. (10/82)

Sonunda Musa´ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü, Firavun gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (10/83)

Musa dedi ki: "Ey kavmim eğer siz, Allah´a iman edip Müslüman olmuşsanız artık yalnızca O´na tevekkül edin." (10/84)

Dediler ki: "Biz, Allah´a tevekkül ettik; Rabbimiz, bizi zulmeden bir kavim için bir fitne (konusu) kılma." (10/85)

"Ve bizi kâfirler topluluğundan rahmetinle kurtar." (10/86)

Musa ve kardeşine (şöyle) vahyettik: "Mısır´da kavminiz için evler hazırlayın, evlerinizi namaz kılınan (ve kıbleye dönük) yerler yapın ve namazı dosdoğru kılın. Mü´minleri de müjdele." (10/87)

Musa dedi ki: "Rabbimiz, şüphesiz Sen Firavun´a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi ) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalblerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler." (10/88)

(Allah) Dedi ki: "İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse, dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın." (10/89)

Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular, onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. (10/90)

Şimdi öyle mi Oysa sen, önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. (10/91)

Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, bizim ayetlerimizden habersizdirler. (10/92)

Andolsun, Musa´yı ayetlerimizle ve apaçık olan bir delille gönderdik. (11/96)

Firavun´a ve onun önde gelen çevresine. Onlar, Firavun´un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun´un emri doğruya-götürücü (irşad edici) değildi. (11/97)

O kıyamet günü kavminin önderliğine geçer böylece onları ateşe götürmüş olur. Sonunda vardıkları yer ne kötü bir yerdir.. (11/98)

Onlar, burda da kıyamet gününde de lanete tabi tutuldular. (Bu) Verilen bağış ne kötü bir bağıştır. (11/99)

Andolsun biz, Musa´ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğullarına sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: "Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum" demişti. (17/101)

O da: "Andolsun bunları görülecek belgeler olarak göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini sen de bilmişsin; gerçekten, ben de seni yıkılmış-harab olmuş sanıyorum" demişti. (17/102)

Böylelikle onları o yerden sürüp-sarsıntıya uğratmayı istedi biz de onu ve beraberindekileri hep- birlikte boğuverdik. (17/103)

Firavun´a git çünkü o azmış bulunuyor. (20/24)

Hani senin Rabbin Musa´ya seslenmişti: "Zulmetmekte olan kavme git;" (26/10)

"Firavun´un kavmine hâlâ sakınmıyorlar mı " (26/11)

(Gittiler ve Firavun:) Dedi ki: "Biz seni içimizde daha çocukken yetiştirip büyütmedik mi Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi " (26/18)

"Ve sen yapacağın işi (cinayeti) de işledin; sen nankörlerdensin." (26/19)

Böylece onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş). (20/20)

Dedi ki: "Onu al ve korkma biz onu ilk durumuna çevireceğiz." (20/21)

Elini koltuğuna sok, bir hastalık olmadan başka bir mucize (ayet) olarak bembeyaz bir durumda çıksın. (20/22)

Öyle ki, sana büyük mucizelerimizden (birini) göstermiş olalım. (20/23)

Firavun´a git çünkü o azmış bulunuyor. (20/24)

(Firavun) Çevresindeki önde gelenlere: "Bu" dedi "Doğrusu bilgin bir büyücüdür." (26/34)

"Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz " (26/35)

Dediler ki: "Bunu ve kardeşini oyala, şehirlere de toplayıcılar gönder" (26/36)

"Bütün uzman-bilgin büyücüleri sana getirsinler." (26/37)

Böylelikle büyücüler, bilinen bir günün belli vaktinde bir araya getirildi. (26/38)

Ve insanlara da: "Siz de toplanıyor musunuz dendi." (26/39)

"Umarız ki, eğer galip gelirse biz de büyücülere uyarız." (26/40)

Büyücüler geldiklerinde, Firavun´a: "Şayet biz galip gelirsek bize bir ücret var gerçekten değil mi " dediler. (26/41)

"Evet" dedi. "Üstelik şüphesiz siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız." (26/42)

(Firavun) Dedi ki: "Ona ben size izin vermeden önce mi inandınız Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asıp-sallandıracağım." (26/49)

Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi. (26/53)

"Gerçek şu ki bunlar, azınlık olan bir topluluktur;" (26/54)

"Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler." (26/55)

"´Biz ise uyanık bir toplumuz" (dedi). (26/56)

Böylelikle biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık; (26/57)

Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da. (26/58)

Ve elini koynuna sok kusursuz olarak bembeyaz çıkıversin (bu) Firavun ve kavmine olan dokuz ayet (mucize) içinde(n biri)dir. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdir. (27/12)

Mü´min olan bir kavim için hak olmak üzere, Musa ve Firavun´un haberinden (bir bölümünü) sana okuyacağız. (28/3)

Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır´da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp, kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı. (28/4)

Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. (28/5)

Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde ´iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım´ Firavun´a Haman´a ve askerlerine onlardan sakındıkları şeyi gösterelim. (28/6)

Nihayet Firavun´un ailesi onu (ileride bilmeksizin) kendileri için bir düşman ve üzüntü konusu olsun diye, sahipsiz görüp aldılar. Gerçekte Firavun, Haman ve askerleri bir yanılgı içindeydi. (28/8)

Firavun´un karısı dedi ki: "Benim için de, senin için de bir göz bebeği; onu öldürmeyin; umulur ki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz." Oysa onlar, (başlarına geleceklerin) şuurunda değillerdi. (28/9)

Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Ve (her türlü) dehşetten yana kanatlarını kendine doğru çek. İşte bunlar, senin Rabbinden Firavun ve önde gelen adamlarına iki kesin-kanıt (mucize)dır. Gerçekten onlar, fasık bir topluluktur. (28/32)

Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa´nın ilahına çıkarım, çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum." (28/38)

O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. (28/39)

Bunun üzerine, onu ve askerlerini tutup suya attık. Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak. (28/40)

Karun´u, Firavun´u ve Haman´ı da (yıkıma uğrattık). Andolsun Musa, onlara apaçık delillerle gelmişti, ancak yeryüzünde büyüklendiler. Oysa onlar, (azabtan kurtulup) geçecek değillerdi. (29/39)

Onlardan önce Nuh kavmi, Ad ve kazıklar sahibi Firavun´da yalanlamıştı. (38/12)

Andolsun biz, Musa´yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; (40/23)

Firavun´a, Haman´a ve Karun´a. Ama onlar: "(Bu) Yalan söyleyen bir büyücüdür" dediler. (40/24)

Böylece o, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman dediler ki: "Onunla birlikte iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün; kadınlarını ise sağ bırakın." Ancak kafirlerin hileli-düzeni boşa çıkmakta olandan başkası değildir. (40/25)

Firavun dedi ki: "Bırakın beni Musa´yı öldüreyim de, o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum." (40/26)

Musa dedi ki: "Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım." (40/27)

Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü´min bir adam dedi ki: "Siz benim Rabbim Allah´tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor. Buna rağmen o, eğer bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir; ve eğer doğru sözlü ise (o zaman da) size va´dettiklerinin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran çok yalan söyleyen kimseyi hidayete erdirmez." (40/28)

"Ey Kavmim, bugün mülk sizindir yeryüzünde hüküm sahibi kimselersiniz. Fakat bize, Allah´tan dayanılmaz bir azab gelecek olursa bize kim yardımcı olabilecek " Firavun dedi ki: "Ben size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum." (40/29)

İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum." (40/30)

"Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez." (40/31)

""Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz kıyamet) gününden korkuyorum." (40/32)

""Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah´tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz." (40/33)

"Firavun (alayla) dedi ki: "Ey Haman bana yüksek bir kule bina et; belki o yollara ulaşabilirim" (40/36)

""Göklerin yollarına. Böylelikle Musa´nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben onun yalancı olduğunu sanıyorum." İşte Firavun´a kötü ameli böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun´un hileli-düzeni ´yıkım ve kayıpta´ olmaktan başka (bir şey) olmadı. (40/37)

"Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun´un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi. (40/45)

"Ateş; sabah akşam ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: "Firavun çevresini azabın en şiddetli olanına sokun" (denecek). (40/46)

"Andolsun Biz Musa´yı Firavun´a ve onun ´önde gelen çevresine´ ayetlerimizle gönderdik. O da dedi ki: "Gerçekten ben, alemlerin Rabbinin elçisiyim." (43/46)

"Fakat onlara ayetlerimizle geldiği zaman bir de ne görsün onlar bunlara (alay edip) gülüyorlar. (43/47)

"Biz onlara biri ötekinden daha büyük olmayan hiçbir ayet göstermedik. Belki dönerler diye onları azabla yakalayıverdik. (43/48)

"Ve onlar dediler ki: "Ey büyücü sende olan ahdi (sana verdiği sözü) adına bizim için Rabbine dua et; gerçekten biz hidayete gelmiş olacağız." (43/49)

"Fakat onlardan azabı çekip-giderince bir de görürsün ki onlar andlarını bozuyorlar. (43/50)

"Firavun kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: "Ey kavmim, Mısır´ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi Yine de görmeyecek misiniz " (43/51)

""Yoksa ben, şundan daha hayırlı değil miyim ki o aşağı (sınıftan) bir zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamadan yoksun olan (biri)dir." (43/52)

""Bu durumda (eğer doğruysa), üzerine altından bilezikler atılmalı ya da yakınında yer almış vaziyette onunla birlikte melekler gelmeli değil miydi " (43/53)

"Böylelikle, kendi kavmini küçümsedi onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar fasık olan bir kavimdi. (43/54)

"Sonunda bizi öfkelendirince, biz de onlardan intikam aldık böylece onları toplu olarak suda boğduk. (43/55)

"Andolsun biz, kendilerinden önce Firavun´un kavmini de denedik. Onlara kerim bir elçi gelmişti; (44/17)

"Onlar, nice bahçeler ve pınarlar terketmişlerdi; (44/25)

"(Nice) Ekinler, güzel konaklar (44/26)

"Ve içlerinde ´sevinç ve mutluluk içinde´ yaşadıkları nimetler (44/27)

"İşte böyle; Biz bunları başka bir kavime miras olarak verdik. (44/28)

"Onlar için ne gök ne yer ağlamadı ve onlar (ın azabı) ertelenmedi. (44/29)

Andolsun, biz İsrailoğullarını o alçaltıcı azabtan kurtardık. (44/30)

"Firavun´dan. Çünkü o, ölçüyü taşıran bir mütekebbirdi. (44/31)

"Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud (kavmi) de yalanladı. (50/12)

"Fakat o ´bütün kişisel ve askeri gücüyle´ yüz çevirdi ve: "(Bu) Ya bir büyücü veya bir delidir" dedi. (51/39)

"Bunun üzerine Biz, onu ve ordularını yakalayıp denize attık; (ki o) ´kınanacak işler yapıyordu.´ (51/40)

"Firavun (kavmi), ondan öncekiler ve yerle bir olan şehirler (halkı da hep) o hata ile (tarih sahnesine) geldiler. (69/9)

"Şüphesiz size, üzerinize şahid olacak bir elçi gönderdik; Firavun´a bir elçi gönderdiğimiz gibi. (73/15)

"Fakat Firavun, elçiye isyan etti Biz de onu pek vahim bir tarzda (azabla) yakalayıverdik. (73/16)

""Firavun´a git; çünkü o azdı." (79/17)

"Böylelikle Allah onu ahiret ve dünya azabıyla yakaladı. (79/25)

"Ve kazıklar (ehramlar) sahibi Firavun´a (89/10)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
FİTNE

Ve onlar, Süleyman´ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil´deki iki meleğe Harut´a ve Marut´a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: "Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkâr etme" demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah´ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi. (2/102)

Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. (2/191)

(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur. (2/193)

Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: "Onda savaşmak büyük (bir günahtır). Ancak Allah katında, Allah´ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram´a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir günahtır). Fitne, katilden beterdir. Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler; sizden kim dininden geri döner ve kafir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır. (2/217)

Sana Kitabı indiren O´dur. O´ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem´dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah´tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (3/7)

Diğerlerini de sizden ve kendi kavimlerinden güvende olmayı istiyor bulacaksınız. (Ama) Fitneye her geri çağrılışlarında içine başaşağı (balıklama) dalarlar. Şayet sizden uzak durmaz, barış (şartların)ı size bırakmaz ve ellerini çekmezlerse, artık onları her nerede bulursanız tutun ve onları öldürün. İşte size, onların aleyhinde apaçık olan ´destekleyici bir delil´ kıldık. (4/91)

Ey Peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "İnandık" diyenlerle Yahudiler´den küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, "Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler. Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah´tan hiçbir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah´ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azab vardır. (5/41)

Bir fitne olmayacak sandılar, körleştiler, sağırlaştılar. Sonra Allah, tevbelerini kabul etti, (yine) onlardan çoğunluğu körleştiler, sağırlaştılar. Allah yapmakta olduklarını görendir. (5/71)

(Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah´a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.) (6/23)

Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının. Bilin ki, gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (8/25)

Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır. (8/28)

Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah´ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir. (8/39)

İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (8/73)

Sizinle birlikte çıksalardı, size ´kötülük ve zarardan´ başka bir şey ilave etmez ve aranıza mutlaka fitne sokmak üzere içinizde çaba yürütürlerdi. İçinizde onlara ´haber taşıyanlar´ vardır. Allah, zulmedenleri bilir. (9/47)

Andolsun, daha önce onlar fitne aramışlardı. Ve sana karşı birtakım işler çevirmişlerdi. Sonunda onlar, istemedikleri halde hak geldi ve Allah´ın emri ortaya çıkıp-üstünlük sağladı. (9/48)

Onlardan bir kısmı: "Bana izin ver ve beni fitneye katma" der. Haberin olsun, onlar fitnenin (ta) içine düşmüşlerdir. Hiç şüphesiz cehennem, o inkâr edenleri mutlaka çepeçevre kuşatıcıdır. (9/49)

Onlardan bir kısmı: "Bana izin ver ve beni fitneye katma" der. Haberin olsun, onlar fitnenin (ta) içine düşmüşlerdir. Hiç şüphesiz cehennem, o inkâr edenleri mutlaka çepeçevre kuşatıcıdır. (9/49)

Dediler ki: "Biz Allah´a tevekkül ettik; Rabbimiz, bizi zulmeden bir kavim için bir fitne (konusu) kılma." (10/85)

Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi. (17/73)

Andolsun, Harun bundan önce onlara: "Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman´dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin" demişti. (20/90)

İnsanlardan kimi, Allah´a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (22/11)

Elçinin çağırmasını, kendi aranızda kiminizin kimini çağırması gibi saymayın. Allah, sizden bir diğerinizi siper ederek kaçanları gerçekten bilir. Böylece onun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya onlara acı bir azabın çarpmasından sakınsınlar. (24/63)

İnsanlardan öylesi vardır ki, "Allah´a iman ettik" der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini Allah´ın azabıymış gibi sayar; ama Rabbinden ´bir yardım ve zafer´ gelirse, andolsun: "Biz gerçekten sizlerle birlikteydik" demektedirler. Oysa Allah, alemlerin sinelerinde olanı daha iyi bilen değil midir (29/10)

Eğer onlara (şehrin her) yanından girilseydi sonra da kendilerinden fitne (karışıklık çıkarmaları) istenmiş olsaydı, hiç şüphesiz buna yanaşır ve bunda pek az (zaman) dışında (kararsız) kalmazlardı. (33/14)

Doğrusu biz, onu kâfirler için bir fitne (bir imtihan konusu) kıldık. (37/63)

O´na karşı kimseyi fitneye sürükleyecek değilsiniz. (37/162)

İnsana bir zarar dokunduğu zaman, bize dua eder; sonra tarafımızdan ona bir nimet ihsan ettiğimizde, der ki: "Bu, bana ancak bir bilgi(m) dolayısıyla verildi." Hayır; bu bir fitne (kendisini bir deneme)dir. Ancak çoğu bilmiyorlar. (39/49)

Tadın fitnenizi. Bu, sizin pek acele isteyip durduğunuz şeydir." (51/14)

Gerçek şu ki Biz, bir fitne (imtihan ve deneme konusu) olarak o dişi deveyi kendilerine göndereniz. Şu halde sen onları gözleyip-bekle ve sabret. (54/27)

(Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik " Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah´a ve İslam´a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda Allah´ın emri (olan ölüm) geliverdi; ve o aldaltıcı da sizi Allah ile (Allah´ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmış oldu." (57/14)

Rabbimiz, bizi inkâr edenler için bizi fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz Sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin." (60/5)

Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir deneme)dir. Allah ise, büyük ecir (en güzel karşılık) O´nun katında olandır. (64/15)

Sizden, hanginizin ´fitneye tutulup-çıldırdığını.´ (68/6)

Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkâr edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin: "Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi " İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını kendisinden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür. (74/31)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
FUHUŞ

Kadınlarınızdan fuhuş yapanların aleyhinde olmak üzere içinizden dört şahid tutun. Eğer şehadet ederlerse, onları, ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol kılıncaya kadar evlerde alıkoyun. (4/15)

Sizlerden fuhuş yapanların, her ikisine eziyet edin. Eğer tevbe ederler de ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (4/16)

Sağ ellerinizin malik olduğu (cariyeler) dışındaki kadınlardan ´evli ve özgür´ olanlarla da (evlenmeniz haramdır.) Bunlar, Allah´ın üzerinize yazdığıdır. Bunların dışında kalanı iffetlerini koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla (mehir vererek) evlenecek kadın aramanız size helal kılındı. Öyleyse onlardan hangi şeyle (veya ne kadar) yararlandıysanız, onlara ücret (mehir)lerini tesbit edildiği miktarıyla ödeyin. Miktarın tesbitinden sonra, karşılıklı hoşnud olduğunuz bir şey konusunda üstünüze bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. (4/24)

İçinizden özgür mü´min kadınları nikahlamaya güç yetiremeyenler, o zaman sağ ellerinizin malik olduğu inanmış cariyelerinizden (alsın.) Allah sizin imanınızı en iyi bilendir. Öyleyse onları, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice dostlar edinmemişler olarak velilerinin izniyle nikahlayın. Onlara ücretlerini (mehirlerini) maruf (güzel ve örfe uygun) bir şekilde verin. Evlendikten sonra, fuhuş yapacak olurlarsa, özgür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı(nı uygulayın.) Bu, sizden günaha sapmaktan endişe edip korkanlar içindir. Sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (4/25)

Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü´minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.) Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır. (5/5)

Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi- o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı. (12/24)

Nikah (imkanı) bulamayanlar, Allah onları kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar. Sağ ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden) mükatebe isteyenlere -eğer onlarda bir hayır görüyorsanız- mükatebe yapın. Ve Allah´ın size verdiği malından onlara verin. Dünya hayatının geçici metaını elde etmek için -ırzlarını korumak istiyorlarsa- cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları (fuhşa) zorlarsa, şüphesiz, onların (fuhşa) zorlanmalarından sonra Allah (onları) bağışlayandır, esirgeyendir. (24/33)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
FURKAN

Ve hidayete eresiniz diye Musa´ya Kitab´ı ve Furkan´ı verdik. (2/53)

Bundan (Kur´an´dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler. Doğruyu yanlıştan ayıran (Furkan)ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah´ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli bir azab vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır. (3/4)

Ey iman edenler, Allah´tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (8/29)

Andolsun, biz Musa´ya ve Harun´a, takva sahipleri için bir aydınlık ve bir öğüt (zikir) olarak, hak ile batılı birbirinden ayıran (furkan)ı verdik. (21/48)

Alemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan´ı indiren (Allah) ne yücedir. (25/1)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
G
GAFLET

Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah´ın ayetlerine karşı inkara sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: "Kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkarları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. (4/155)

Biz Kitabı üzerine yazılı bir kağıtta göndersek ve onlar elleriyle dokunsalar bile, inkar edenler, tartışmasız: "Bu apaçık bir büyüden başkası değildir" derler. (6/7)

Onlar: "Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir" demekle Allah´ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa´nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdiği Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra Onları bırak, içine ´daldıkları saçma uğraşılarında´ oyalanıp-dursunlar. (6/91)

Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" dediler. (7/132)

Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (7/146)

Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (7/179)

Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (7/205)

Sonra onun ardından kendi kavimlerine (başka) elçiler gönderdik; onlara apaçık belgeler getirmişlerdi. Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar. İşte biz, haddi aşanların kalblerini böyle mühürleriz. (10/74)

Onlar, Allah´ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların ta kendileridir. (16/108)

"Kur´an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık." (17/45)

"Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur´an´da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, ´nefretle kaçar vaziyette´ gerisin geriye giderler." (17/46)

"Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar." (18/57)

"Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (50/22)

"Sen de sabah akşam O´nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi ´istek ve tutkularına (hevasına)´ uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme." (18/28)

"İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar." (19/39)

"İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar." (21/1)

"Gerçek olan va´d yaklaşmıştır, işte o zaman, inkar edenlerin gözleri yuvalarından fırlayacak: "Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik, hayır, bizler zalim kimselerdik" (diyecekler)"(21/97)

"Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak (23/54)

"Hayır, onların kalpleri bundan dolayı bir gaflet içindedir. Üstelik onların, bunun dışında yapmakta oldukları (birtakım şeyler) vardır; onlar bunun için çalışmaktadırlar." (23/63)

"Andolsun onlara; "Gökleri ve yeri kim yarattı " diye soracak olsan, tartışmasız; "Allah" diyecekler. De ki; "Hamd Allah´ındır." Hayır, onların çoğu bilmezler." (31/25)

"Dediler ki: "Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalblerimiz bir örtü içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda bir perde vardır. Artık sen, (yapabileceğini) yap, biz de gerçekten yapıyoruz." (41/5)

"Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah´ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü Artık Allah´tan sonra ona kim hidayet verecektir Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz " (45/23)

"Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (50/22)

"Bu, onların iman etmeleri sonra inkar etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalplerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar." (63/3)

"De ki: "Allah sizi diriltiyor, sonra sizi öldürüyor, sonra kendisinde hiç bir kuşku olmayan kıyamet günü O sizi bir araya getirip-toplayacaktır. Ancak insanların çoğu bilmezler." (45/26)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
GALİP

Talut, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariç- onu tadmazsa bendendir. Küçük bir kısmı hariç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): "Bugün bizim Calut´a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok" dediler. (O zaman) Muhakkak Allah´a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah´ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (2/249)

Öyleyse, dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar; kim Allah yolunda savaşırken, öldürülür ya da galip gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz. (4/74)

Korkanlar arasında olup da Allah´ın kendilerine nimet verdiği iki kişi: "Onların üzerine kapıdan girin. Girerseniz, şüphesiz sizler galibsiniz. Eğer mü´minlerdenseniz, yalnızca Allah´a tevekkül edin." dedi. (5/23)

Kim Allah´ı, Resûlü´nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah´ın taraftarlarıdır. (5/56)

Sihirbazlar Firavun´a gelip dediler ki: "Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi " (7/113)

Nasıl olabilir ki!.. Eğer size karşı galip gelirlerse size karşı ne ´akrabalık bağlarını´, ne de ´sözleşme hükümlerini´ gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalbleri ise karşı koyar. Onların çoğu fasık kimselerdir. (9/8)

Onu satın alan bir Mısır´lı (aziz,) karısına: "Onun yerini üstün tut (ona güzel bak), umulur ki bize bir yararı dokunur ya da onu evlat ediniriz" dedi. Böylelikle biz, Yusuf´u yeryüzünde (Mısır´da) yerleşik kıldık. Ona sözlerin yorumundan (olan bir bilgiyi) öğrettik. Allah, emrinde galib olandır, ancak insanların çoğu bilmezler. (12/21)

Böylece, Allah´ın va´dinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için (şehir halkına ve sonraki insan kuşaklarına) onları buldurmuş olduk. (Onları görenler) Kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı, (bir kısmı) dedi ki: "Onların üstüne bir bina inşa edin, Rableri onları daha iyi bilir." Onların işine galip gelen (sözleri geçen)ler ise: "Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız" dediler. (18/21)

"Umarız ki, eğer galip gelirse biz de büyücülere uyarız." (26/40)

Büyücüler geldiklerinde, Firavun´a: "Şayet biz galip gelirsek, bize bir ücret var gerçekten, değil mi " dediler. (26/41)

(Allah) Dedi ki: "Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir ´güç ve yetki´ vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar galip olanlarsınız." (28/35)

Allah, inkar edenleri kin ve öfkeleriyle geri çevirdi, onlar hiç bir hayra varamadılar. Savaşta Allah (yardımcı ve zafer nasib edici olarak) mü´minlere yetti. Allah çok güçlüdür, üstün ve galib olandır. (33/25)

Allah, yazmıştır: "Andolsun, ben galip geleceğim ve elçilerim de." Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (58/21)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
GANİMETLER

Bilin ki, ´ganimet olarak ele geçirdiğiniz´ şeylerin beşte biri muhakkak Allah´ın, Resûlün, yakınların, yetimlerin, yoksulların ve yolcunundur. Eğer, Allah´a, hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, iki ordunun karşı karşıya geldiği günde (Bedir´de) kulumuza indirdiğimize iman ediyorsanız (ganimeti böyle bölüşün). Allah, herşeye güç yetirendir. (8/41)

Ve eğer eşlerinizden (kafirlere kaçmalarından dolayı) herhangi bir şey kafirlere geçer, böylece siz de (savaşta onları yenip) ganimete kavuşursanız, eşleri (kaçıp) gidenlere, (mehir olarak) harcama yaptıklarının bir mislini verin. Kendisine iman ettiğiniz Allah´tan sakının. (60/11)

Artık ganimet olarak elde ettiklerinizden helal ve temiz olarak yiyin ve Allah´tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (8/69)

Ve alacakları birçok ganimetleri de. Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (48/19)

Ve (daha) başka (nice nimetler de ki) siz henüz onlara güç yetirmiş değilsiniz; (ama) gerçekten Allah, onları kuşatmıştır. Allah, herşeye güç yetirendir. (48/21)

Onlardan Allah´ın elçisine verdiği "fey´e" gelince ki siz buna karşı (bunu elde etmek için) ne at ne deve sürdünüz. Ancak Allah, elçilerini dilediklerinin üstüne musallat kılar. Allah, herşeye güç yetirendir. (59/6)

Allah´ın o (fethedilen) şehir halkından, Resûlü´ne verdiği fey, Allah´a, Resûl´e, (ve Resûl´e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki, (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet olmasın. Resûl, size ne verirse artık onu alın sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah´tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır. (59/7)

(Bundan başka bu mallar) Hicret eden fakirleredir ki, onlar Allah´tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp Allah´a ve O´nun Resûlü´ne yardım ederlerken, yurtlarından ve mallarından sürülüp-çıkarılmışlardır. İşte bunlar, sadık olanlar bunlardır. (59/8)

Sana savaş-ganimetlerini sorarlar. De ki: "Ganimetler, Allah´ın ve Resûlündür. Buna göre eğer, mü´min iseniz Allah´tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah´a ve Resûlü´ne itaat edin." (8/1)

Artık ganimet olarak, elde ettiklerinizden helal ve temiz olarak yiyin ve Allah´tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (8/69)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
GAYB

Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. (2/3)

(Allah:) "Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da ben bilirim." (2/33)

Bunlar gayb haberlerindendir; bunları sana vahyediyoruz. Onlardan hangisi Meryem´i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur´a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin. (3/44)

Allah murdar olanı, temiz olandan ayırd edinceye kadar mü´minleri sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah, sizi gayb üzerine muttali kılacak değildir. Ama Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de Allah´a ve elçisine iman edin. Eğer, iman eder ve sakınırsanız sizin için büyük bir ecir vardır. (3/179)

De ki: "Size Allah´ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu Yine de düşünmeyecek misiniz " (6/50)

Gaybın anahtarları O´nun katındadır. O´ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (6/59)

O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O´nun "ol" dediği gün (herşey) oluverir, O´nun sözü haktır. Sur´a üfürüldüğü gün, mülk O´nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır haberdar olandır. (6/73)

De ki: Allah´ın dilemesi dışında, kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim. (7/188)

"Onlara geri döndüğünüzde size özür belirttiler. De ki: Özür belirtmeyiniz, size kesin olarak inanmıyoruz. Allah, bize durumunuzu haber vermiştir. Yaptıklarınızı Allah, görecektir O´nun elçisi de. Sonra gaybı da müşahede edilebileni de bilen´e döndürüleceksiniz ve O, yaptıklarınızı size haber verecektir. (9/94)

"Bir de derler ki: Rabbinden üzerine bir ayet (mucize) indirilse ya!.. De ki: Gayb yalnızca Allah´ındır siz bekleyedurun; ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim. (10/20)

"Ben, size Allah´ın hazineleri yanımdadır, demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu, söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah, daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)dir. (11/31)

Göklerin ve yerin gaybı Allah´ındır bütün işler O´na döndürülür; öyleyse O´na kulluk edin ve O´na tevekkül edin. Senin Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir. (11/123)

Bu sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar ,(Yusuf´un kardeşleri) o hileli-düzeni kurarlarken yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin. (12/102)

O, gaybı da müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür, yücedir. (13/9)

Göklerin ve yerin gaybı Allah´a aittir. (Kıyamet) Saatin(in) emri de yalnızca (süratli) göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (16/77)

De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O´nundur. O ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O´nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz." (18/26)

Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah onu) kendi kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz O´nun va´di yerine gelecektir. (19/61)

Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O´nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve onlar kıyamet saatinden ´içleri titremekte olanlardır.´ (21/49)

Gaybı ve müşahede edilebileni bilendir; onların ortak koştuklarından yücedir. (23/92)

De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah´tan başka kimse bilmez. Onlar, ne zaman dirileceklerinin şuuruna varmıyorlar." (27/65)

İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan esirgeyen O´dur. (32/6)

İnkâr edenler dediler ki: "Kıyamet-saati bize gelmez." De ki: "Hayır, gaybı bilen Rabbime andolsun o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O´ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da daha büyük olanıda istisnasız mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır." (34/3)

Oysa daha önce onu inkar etmişlerdi; onlar, uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlardı (dil uzatıyorlardı). (34/53)

hiçbir günahkar, bir başka günahkarın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa -bu yakın-akrabası da olsa- kendisine ondan hiçbir şey yükletilmez. Sen yalnızca gayb ile Rablerinden ´içleri titreyerek-korkmakta´ olanları ve dosdoğru namazı kılanları uyarırsın. Kim temizlenip-arınırsa artık o kendi nefsi için temizlenip-arınmıştır. Sonunda dönüş Allah´adır. (35/18)

Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Gerçek şu ki, O sinelerin özünde (saklı) olanı bilir. (35/38)

Sen ancak zikre (Kur´an´a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah´)a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele. (36/11)

De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan gaybı ve müşahede edilebileni bilen Allah´ım. Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde kullarının arasında sen hüküm vereceksin." (39/46)

Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı görendir. (49/18)

Görmediği halde Rahman´a karşı ´içi titreyerek korku duyan´ ve ´içten Allah´a yönelmiş´ bir kalb ile gelen içindir. (50/33)

Yoksa gayb (bilgisi) onların katında mıdır böylece yazıp-duruyorlar (52/41)

Gaybın ilmi onun yanında da o mu görüyor (53/35)

Andolsun Biz, elçilerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; öyle ki Allah, kendisine ve elçilerine gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın). Şüphesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir üstün olandır. (57/25)

O Allah ki, O´ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman Rahim olan O´dur. (59/22)

De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da, size yaptıklarınızı haber verecektir." (62/8)

Gaybı da müşahede edilebileni de bilen, Aziz (üstün ve güçlü), Hakim (hüküm ve hikmet sahibi)dir. (64/18)

Gerçek şu ki, Rablerinden gayb ile (O´nu görmedikleri halde) içleri titreyerek-korkanlara gelince; onlar için bir mağfiret (bağışlanma) ve büyük bir ecir vardır. (67/12)

Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında mıdır ki kendileri yazıp duruyorlar (68/47)

O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.) (72/26)

O, gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz.) (81/24)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
GAZAP

Gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil. (1/7)

Siz (ise şöyle) demiştiniz: "Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarmısak, mercimek ve soğan çıkarsın." (O zaman Musa:) "Hayırlı olanı, şu değersiz, şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz (Öyleyse) Mısır´a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır" demişti. Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allah´tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah´ın ayetlerini tanımazlıkları ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi. (Yine) bu, isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi. (2/61)

Allah´ın kullarından, dilediğine kendi fazlından (peygamberliği) indirmesini ´kıskanarak ve hakka baş kaldırarak´ Allah´ın indirdiklerini tanımamakla, nefislerini ne kötü şeye karşılık sattılar. Böylelikle gazab üstüne gazaba uğradılar. Kafirler için alçaltıcı bir azab vardır. (2/90)

Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar -Allah´ın ipine ve insanların ipine (ahdine) sığınanlar başka- onlara zillet (zorluk damgası) vurulmuştur. Onlar, Allah´tan bir gazaba uğradılar da üzerlerine aşağılanma (damgası) vuruldu. Bu, Allah´ın ayetlerini inkar etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir. (Yine) Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır. (3/112)

Allah´ın rızasına uyan kişi, Allah´tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi midir Ne kötü barınaktır o. (3/162)

De ki: "Allah katında, ´kesinleşmiş bir ceza olarak´ bundan daha kötüsünü haber vereyim mi Allah´ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tağuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır." (5/60)

Onlardan çoğunun inkâra sapanlarla dostluklar kurduklarını görürsün. Kendileri için nefislerinin takdim ettiği şey ne kötüdür. Allah onlara gazablandı ve onlar azabda ebedi kalacaklardır. (5/80)

Andolsun" dedi. "Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azab ve gazab gerekli kılındı. Allah´ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim." (7/71)

Şüphesiz, buzağıyı (tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir zillet yetişecektir. İşte biz, ´yalan düzüp-uyduranları´ böyle cezalandırırız. (7/152)

Kim onlara böyle bir günde -yine savaşmak için bir yana çekilen ya da bir başka bölüğe katılmak için yer tutanın dışında- arkasını çevirirse, gerçekten o, Allah´tan bir gazaba uğramıştır ve onun barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o. (8/16)

Onlardan sadakalar konusunda seni yadırgayacaklar vardır. Ondan kendilerine verilirse hoşlanırlar, kendilerine verilmediği zaman bu sefer gazablanırlar. (9/58)

Kim imanından sonra Allah´a (karşı) inkâra sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkâra göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah´tan bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır. (16/106)

Size, rızık olarak verdiklerimizden temiz olanlarından yiyin, bu konuda azgınlık yapmayın, yoksa gazabım üzerinize kaçınılmaz olarak iner: benim gazabım, kimin üzerine inerse, muhakkak o, tepetaklak düşmüştür. (20/81)

Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: "Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız " (20/86)

Beşinci (yemini) ise, eğer o (kocası) doğru söylüyor ise, Allah´ın gazabının muhakkak kendi üzerinde olması(nı kabul etmesi)dır. (24/9)

(Ateş,) Onları uzak bir yerden gördüğünde, onlar bunun gazablı öfkesini ve uğultusunu işitirler. (25/12)

Yeryüzünde sizi halifeler kılan O´dur. Öyleyse kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Rableri katında kafir olanlara kendi inkârları gazabtan başkasını arttırmaz ve kafir olanlara kendi inkârları kayıptan başkasını arttırmaz. (35/39)

Şüphesiz küfredenlere de (şöyle) seslenilir: "Allah´ın gazablanması, elbette sizin kendi nefislerinize gazablanmanızdan daha büyüktür. Çünkü siz, imana çağrıldığınız zaman inkâr ediyordunuz. (40/10)

O´na icabet olunduktan sonra, Allah hakkında (sözde) ´deliller öne sürüp tartışanların´ delilleri, Rableri katında geçersizdir. Onların üzerinde bir gazab vardır ve şiddetli azab onlaradır. (42/16)

(Bunlar,) Büyük günahlardan ve çirkin -utanmazlıklardan kaçınanlar ve gazablandıkları zaman bağışlayanlar, (42/37)

İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah´ı gazablandıran şeye uydular ve O´nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı. (47/28)

Bir de; kötü bir zan ile zanda bulunan münafık erkeklerle münafık kadınları ve müşrik erkeklerle müşrik kadınları azablandırması için. O kötülük çemberi, tepelerine insin. Allah, onlara karşı gazablanmış, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Varacakları yer ne kötüdür. (48/6)

Allah´ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinenleri görmedin mi Onlar, ne sizdendirler, ne onlardan. Kendileri de (açıkça gerçeği) bildikleri halde, yalan üzere yemin ediyorlar. (58/14)

Ey iman edenler, Allah´ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinmeyin; ki onlar, kafirlerin mezar halkından umut kesmeleri gibi ahiretten umut kesmişlerdir. (60/13)

Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti). (61/3)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
GEBELİK

O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah´a dua ettiler: "Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız." (7/189)

Allah, her dişinin neyi yüklendiğini (neye hamile kaldığını) ve döl yataklarının neyi eksiltip neyi eklediğini bilir. O´nun katında herşey bir miktar (ölçü) iledir. (13/8)

Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi. (19/22)

Onu gördüğünüz gün, her emzikli kendi emzirdiğini unutup geçecek ve her gebe kendi yükünü düşürecektir. İnsanları da sarhoş olmuş görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir. Ancak Allah´ın azabı pek şiddetlidir. (22/2)

Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. "Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır." (31/14)

Allah sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı. O´nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu, Allah´a göre kolaydır. (35/11)

Kıyamet-saatinin ilmi O´na döndürülür. O´nun ilmi olmaksızın, hiçbir meyve tomurcuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Onlara: "Benim ortaklarım nerede" diye sesleneceği gün, dediler ki: "Sana arzettik ki, bizden hiçbir şahid yok." (41/47)

46/15- Biz insana, ´anne ve babasına´ iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım."

Kadınlarınızdan artık adetten kesilmiş olanlarla henüz adet görmemiş bulunanların iddet (bekleme süre)leri, -eğer şüpheye düşecek olursanız (bilin ki)- üç aydır. Hamile kadınların bekleme-süresi ise, yüklerini bırakmaları (ile biter). Kim Allah´tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. (65/4)

(Boşadığınız) Kadınları, gücünüz oranında oturmakta olduğunuz yerin bir yanında oturtun, onlara ´darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla´ zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler, yüklerini bırakıncaya (doğumlarını yapıncaya) kadar onlara nafaka verin. Şayet sizler için (çocuğu) emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin. (Durum ve ilişkilerinizi) Kendi aranızda maruf (güzellikle ve İslam´a uygun bir tarz) üzere görüşüp-konuşun. Eğer güçlük içine girerseniz, bu durumda (çocuğu) onun (babası) için bir başkası emzirebilir. (65/6)

Gebe develer, kendi başına terkedildiği zaman, (81/4)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
GECE

Hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Ama sonra siz, onun arkasından buzağıyı (tanrı) edinmiş ve (böylece) zalimler olmuştunuz. (2/51)

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah´ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (2/164)

Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah´ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah´ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar. (2/187)

Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (2/274)

Geceyi gündüze bağlayıp-katarsın, gündüzü de geceye bağlayıp-katarsın; diriyi ölüden çıkarırsın, ölüyü de diriden çıkarırsın. Sen, dilediğine hesapsız rızık verirsin." (3/27)

Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli´nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah´ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. (3/113)

Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. (3/190)

Onlar, insanlardan gizlerler de Allah´tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi ´geceleri düzenleyip kurarlarken,´ onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır. (4/108)

Geceleyin ve gündüzün barınan herşey O´nundur. O, işitendir, bilendir. (6/13)

Sizi geceleyin öldüren (uyutan) ve gündüzün ´güç yetirip etkilemekte (yapıp kazanmakta) olduklarınızı´ bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten (uyandıran) O´dur. Sonra ´en son dönüşünüz´ O´nadır. Sonra yapmakta olduklarınızı size O haber verecektir. (6/60)

Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim rabbimdir." Fakat (yıldız) kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti. (6/76)

O sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun (dinlenme), güneş ve ay´ı bir hesap (ile) kıldı. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen Allah´ın takdiridir. (6/96)

Biz nice ülkeleri yıkıma uğrattık. Geceleri uyurlarken ya da gündüzün dinlenirlerken bizim zorlu azabımız onlara geliverdi. (7/4)

Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah´tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O´nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. (7/54)

O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler (7/97)

Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun´a "Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma" dedi. (7/142)

Gerçekten, gece ile gündüzün ardarda gelişinde ve Allah´ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır. (10/6)

Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (10/24)

Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah´tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (10/27)

De ki: "Düşündünüz mü hiç, eğer O´nun azabı size gece veya gündüz geliverirse, suçlu-günahkarlar, bunu ne diye erkene almak istiyorlar " (10/50)

O, dinlenmeniz için geceyi, gündüzü de aydınlatıcı (mubsir) olarak sizin için yaratmıştır. Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (10/67)

(Elçiler) Dediler ki: "Ey Lut, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü (yola çık). Sakın, hiçbiriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat senin karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan, ona da isabet edecektir. Onlara va´dolunan (azab) sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi " (11/81)

Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür. (11/114)

Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (13/3)

Sizden sözü saklı tutan da, onu açığa vuran da, geceleyin gizlenen de ve gündüzün ortaklıkta gezen de (O´nun katında bilme bakımından) birdir. (13/10)

Güneşi ve ayı hareketlerinde sürekli emrinize amade kılan, geceyi ve gündüzü de emrinize amade kılandır. (14/33)

Hemen aileni gecenin bir bölümünde yola çıkar, sen de onların ardından git ve sizden hiç kimse arkasına bakmasın; emrolunduğunuz yere gidin." (15/65)

Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O´nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. (16/12)

Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram´dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa´ya götüren O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir. (17/1)

Biz geceyi ve gündüzü iki ayet kıldık; gece ayetini sildik de Rabbinizden bir fazl aramanız, yılların sayısını ve hesabı öğrenmeniz için gündüzün ayetini aydınlatıcı kıldık. Biz, herşeyi yeterince açıkladık. (17/12)

Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı kıl, fecir vakti (namazda okunan) Kur´an´ı, işte o, şahid olunandır. (17/78)

Gecenin bir kısmında kalk, sana aid nafile olarak onunla (Kur´an´la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır. (17/79)

Dedi ki: "Rabbim, bana bir alamet (ayet) ver." Dedi ki: "Senin alametin, sapasağlam iken, üç tam gece insanlarla konuşmamandır." (19/10)

Andolsun, biz Musa´ya vahyetmiştik: "Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, onlara denizde kuru bir yol aç, yetişilmekten korkmadan ve endişeye kapılmadan." (20/77)

Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin. (20/130)

Gece ve gündüz, hiç durmaksızın tesbih ederler. (21/20)

Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O´dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor. (21/33)

De ki: "Gece ve gündüz sizi Rahman´dan kim koruyabilir " Hayır, onlar Rablerini zikirden yüz çevirenlerdir. (21/42)

İşte böyle; çünkü Allah, geceyi gündüze bağlayıp katar ve gündüzü geceye bağlayıp-katar. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir. (22/61)

Buna (ayetlerime) karşı büyüklük taslayarak; gece vakti de hezeyanlar sergiliyordunuz. (23/67)

O, yaşatan ve öldürendir; gece ile gündüzün aykırılığı (veya ardarda gelişi) da O´nun (kanunu)dur. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız (23/80)

Allah, gece ile gündüzü evirip çevirir. Gerçekten bunda basiret sahipleri için birer ibret vardır. (24/44)

O, geceyi sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp-çalışma (zamanı) kılandır. (25/47)

O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için. (25/62)

Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyama durarak gecelerler. (25/64)

Musa´ya: "Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz" diye vahyettik. (26/52)

Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: "Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim, sonra velisine: Ailesinin yok oluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim." (27/49)

Görmediler mi, biz geceyi onda sükun bulmaları için, gündüzü de aydınlık(la görsünler) diye yarattık. Şüphesiz, iman eden bir kavim için bunda ayetler vardır. (27/86)

De ki: "Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah´ın dışında size aydınlık verecek ilah kimdir Yine de dinlemeyecek misiniz " (28/71)

De ki: "Gördünüz mü söyleyin, Allah kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa Allah´ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir Yine de görmeyecek misiniz (28/72)

Kendi rahmetinden olmak üzere O, sizin için, dinlenmeniz ve O´nun fazlından (geçiminizi) aramanız için geceyi ve gündüzü var etti. Umulur ki şükredersiniz. (28/73)

Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile O´nun fazlından (geçiminizi temin için rızkınızı) aramanız, O´nun ayetlerindendir. Şüphesiz işitebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (30/23)

Görmüyor musun ki, gerçekten Allah, geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar. Güneş ile ayı emre amade kılmıştır. Her biri, adı konulmuş bir süreye kadar akıp gider. Allah yaptıklarınızdan haberdârdır. (31/29)

Kendileriyle, içlerinde bereketler kıldığımız memleketler arasında (biri diğerinden) görünebilen şehirler var ettik ve orada yürüme (imkanlarını) takdir ettik: "Oralarda geceleri ve gündüzleri güvenlik içinde gezip dolaşın" (dedik). (34/18)

Za´fa uğratılanlar da büyüklük taslayanlara: "Hayır, siz gece ve gündüz hileli düzenler (kurup) bizim Allah´ı inkar etmemizi ve O´na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz" dediler. Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını saklarlar; biz de inkâr edenlerin boyunlarına halkalar geçirdik. Onlar, yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı (34/33)

(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O´nundur. O´ndan başka taptıklarınız ise, ´bir çekirdeğin incecik zarına´ bile malik olamazlar. (35/13)

Gece de kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp yüzeriz, hemen artık karanlıkta kalıvermişlerdir. (36/37)

Ne güneşin aya erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler. (36/40)

Ve geceleyin. Yine de akıllanmayacak mısınız (37/138)

Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneşe ve aya boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O´dur. (39/5)

Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler." (39/9)

Allah, kendisinde sükun bulmanız için geceyi, aydınlık olarak da gündüzü sizin için var etti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı (sınırsız) bir fazl sahibidir. Ancak insanların çoğu şükretmiyorlar. (40/61)

Gece, gündüz, güneş ve ay O´nun ayetlerindendir. Siz güneşe de, aya da secde etmeyin. Allah´a secde edin, ki bunları kendisi yaratmıştır. Eğer O´na ibadet edecekseniz. (41/37)

Şayet onlar büyüklenecek olurlarsa, Rabbinin katında bulunanlar, O´nu gece ve gündüz tesbih ederler ve (bundan) bıkkınlık duymazlar. (41/38)

Gerçekten Biz onu mübarek bir gecede indirdik, gerçekten biz uyaranlarız. (44/3)

Ki onda (o gecede) her hikmetli iş ayrılır. (44/4)

(Allah da:) "Öyleyse, kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, muhakkak takip edileceksiniz." (diye duasını kabul edip cevap verdi). (44/23)

Gece ile gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah´ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır. (45/5)

Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O´nu tesbih et. (50/40)

Gece-boyunca da pek az uyurlardı. (51/17)

Gecenin bir bölümünde ve yıldızların batışının ardında da O´nu tesbih et. (52/49)

Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar. O, göğüslerin özünde (saklı) olanı bilendir. (57/6)

(Allah) Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralık vermeksizin üzerlerine musallat etti. Öyle ki, o kavmin, orada sanki içi kof hurma kütükleriymiş gibi çarpılıp yere yıkıldığını görürsün. (69/7)

Dedi ki: "Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum." (71/5)

Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk: (73/2)

Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. (73/6)

Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamıyacağınızı bildi, böylece tevbenizi (O´na dönüşünüzü) kabul etti. Şu halde Kur´an´dan kolay geleni okuyun. Allah sizden hastalar olduğunu, başkalarının Allah´ın fazlından aramak için yeryüzünde gezip-dolaşacaklarını ve diğerlerinin Allah yolunda çarpışacaklarını bilmiştir. Öyleyse ondan (Kur´an´dan) kolay geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah´a güzel bir borç verin. Hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulursunuz. Allah´tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (73/20)

Dönüp gittiği zaman geceye, (74/33)

Gecenin bir bölümünde O´na secde et ve geceleyin uzun uzadıya O´nu tesbih et. (76/26)

Geceyi bir örtü yaptık. (78/10)

Gecesini kararttı, kuşluğunu açığa-çıkardı. (79/29)

Kararmaya ilk başladığı zaman, geceye andolsun, (81/17)

Geceye ve toplayıp-taşıdığı şeylere, (84/17)

On geceye, (89/2)

Akıp-gittiği zaman geceye, (89/4)

Onu sarıp-örttüğü zaman geceye, (91/4)

Sarıp-örttüğü zaman geceye andolsun, (92/1)

´Karanlığı iyice çöktüğü´ zaman geceye, (93/2)

Gerçek şu ki, Biz onu kadir gecesinde indirdik. (97/1)

Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir (97/2)

Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. (97/3)

Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, (113/3)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
GEÇİM

(Kocası tarafından) Boşanan (kadın)ların maruf (meşru) bir tarzda yararlanma (ve geçim pay)ları vardır. Bu, sakınanlar üzerinde bir hak (borç) tır. (2/241)

Andolsun, sizi yeryüzünde yerleşik kıldık ve orda size geçimlikler yarattık. Ne az şükrediyorsunuz (7/10)

Ve orda sizler için ve kendisine rızık vericiler olmadığınız kimseler (varlıklar ve canlılar) için geçimlikler kıldık. (15/20)

Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz." (20/124)

Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu Hamd, Allah´ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. (39/29)

Gündüzü bir geçim-vakti kıldık. (78/11)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
GEMİ

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah´ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (2/164)

Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi. (7/64)

Karada ve denizde sizi gezdiren O´dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O´na ´gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)´ olarak Allah´a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız." (10/22)

Fakat onu yalanladılar; biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık ve onları halifeler kıldık. Ayetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Uyarılanların nasıl bir sonuca uğratıldıklarına bir bak. (10/73)

Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulmedenler konusunda bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda- boğulacaklardır." (11/37)

Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında O´nunla alay ediyordu. O: "Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz" dedi. (11/38)

Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır. Ve onun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için size, emre amade kılandır. Irmakları da sizin için emre amade kılandır. (14/32)

Denizi de sizin emrinize veren O´dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O´nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. (16/14)

Sizin Rabbiniz, fazlından aramanız için denizde gemileri sizin için yürütür. Gerçekten O, size karşı merhametli olandır. (17/66)

Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: "İçindekilerini batırmak için mi onu deldin Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın." (18/71)

Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı." (18/79)

Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde onun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir. (22/65)

Onların üzerinde ve gemilerde taşınmaktasınız. (23/22)

Böylelikle biz ona: "Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Nitekim bizim emrimiz gelip de tandır kızışınca, onun içine her (tür hayvandan) ikişer çift ile, içlerinden aleyhlerine söz geçmiş (azab gerekmiş) onlar dışında olan aileni de alıp koy; zulmedenler konusunda bana muhatap olma, çünkü onlar boğulacaklardır" diye vahyettik. (23/27)

Böylece sen, beraberinde olanlarla gemiye bindiğinde o zaman de ki: "Bizi o zulmeden kavimden kurtaran Allah´a hamdolsun." (23/28)

Bunun üzerine, onu ve onunla birlikte olanları (insan ve hayvanlarla) yüklü gemi içinde kurtardık. (26/119)

Böylece biz onu ve gemi halkını kurtardık ve bunu alemlere bir ayet (kendisinden ders çıkarılacak bir olay) kılmış olduk. (29/15)

Onlar gemiye bindikleri zaman, dini yalnızca O´na ´halis kılan gönülden bağlılar´ olarak, Allah´a yalvarıp yakarırlar. Ama onları karaya çıkarıp kurtarınca, hemen şirk koşarlar. (29/65)

Size kendi rahmetinden taddırması, emriyle gemileri yürütmesi ve O´nun fazlından (rızkınızı) aramanız ile umulur ki şükretmeniz için, rüzgarları müjde vericiler olarak göndermesi, O´nun ayetlerindendir. (30/46)

Görmüyor musun ki, size ayetlerinden (bazılarını) göstermesi için, gemiler Allah´ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir! Hiç şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden için gerçekten ayetler vardır. (31/31)

İki deniz bir değildir. Şu, tatlı, susuzluğu keser ve içimi kolay; şu da, tuzlu ve acıdır. Ancak her birinden taze et yersiniz ve takınmakta olduğunuz süs eşyalarını çıkarırsınız. O´nun fazlından aramanız ve umulur ki şükretmeniz için gemilerin onda (denizde) suları yara yara akıp gittiğini görürsün. (35/12)

Onların soylarını dolu gemilerde taşımamız da kendileri için bir ayettir. (36/41)

Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. (37/140)

Onlarda sizin için yararlar vardır. Onların üstünde göğüslerinizde olan bir hacete (ihtiyaca ve arzuya) ulaşırsınız; onların ve gemilerin üstünde taşınırsınız. (40/80)

Denizde yüksek dağlar gibi seyreden gemiler O´nun ayetlerindendir. (42/32)

Ki O, bütün çiftleri yarattı ve sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri var etti. (43/12)

Allah; kendi emriyle gemiler akıp gitsin ve O´nun fazlından ararsınız diye, sizin için denize boyun eğdirdi. Umulur ki şükredersiniz. (45/12)

Ve onu da tahtalar ve çiviler(le inşa edilmiş gemi) üzerinde taşıdık; (54/13)

Denizde koca dağlar gibi yükselen gemiler O´nundur. (55/24)

Gerçek şu ki, su taştığı zaman, o gemide biz sizi taşıdık; (69/11)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
GENÇ

Onunla birlikte iki genç de zindana girmişti. Biri: "Ben (rüyamda) kendimi şarap sıkıyorken gördüm." dedi. Öbürü: "Ben de kendimi başımın üstünde ekmek taşıyorken gördüm; kuş da ondan yemekteydi" dedi. "Bunun yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz seni, iyilik yapanlardan görmekteyiz." (12/36)

O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: "Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl). (18/10)

Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarıyoruz. Gerçekten onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi ve biz de onların hidayetlerini arttırmıştık. (18/13)

Hani Musa genç yardımcısına demişti: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim." (18/60)

(Varmaları gereken yere gelip) Geçtiklerinde (Musa) genç-yardımcısına dedi ki: "Yemeğimizi getir bize, andolsun, bu yaptığımız-yolculuktan gerçekten yorulduk." (18/62)

Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır; (56/17)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
GIRTLAK

Onları, yaklaşmakta olan güne karşı uyar; o zaman yürekler gırtlaklara dayanır, yutkunur dururlar. Zalimler için ne koruyucu bir dost, ne sözü yerine getirebilir bir şefaatçi yoktur. (40/18
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
GİYİM

Ve sizin için ona, zorlu-savaşınızda sizi korusun diye, ´(madeni) giyim-sanatını´ öğrettik. Buna rağmen siz şükredenler misiniz (21/80)

Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateş bürümektedir. (14/50)

Denizi de sizin emrinize veren O´dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O´nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. (16/14)
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
GÖKLER

Ya da (bunlar) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler)le yüklü, ´gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle´; ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Oysa Allah kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır. (2/19)

O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah´a eşler koşmayın. (2/22)

Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O´dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O´dur. Ve O, herşeyi bilendir. (2/29)

(Allah:) "Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da ben bilirim." (2/33)

Ama zulmedenler, kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler. Biz de o zalimlerin yaptıkları bozgunculuğa karşılık, üzerlerine gökten iğrenç bir azab indirdik. (2/59)

(Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah´ındır. Sizin Allah´tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (2/107)

Dediler ki: "Allah oğul edindi." O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O´nundur, tümü O´na gönülden boyun eğmişlerdir. (2/116)

Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir. (2/117)

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah´ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (2/164)

Allah... O´ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O´nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O´nundur. İzni olmaksızın O´nun katında şefaatte bulunacak kimdir O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O´nun ilminden hiçbirşeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O´nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O´na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (2/255)

Göklerde ve yerde ne varsa Allah´ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azablandırır. Allah, herşeye güç yetirendir. (2/284)

Şüphesiz, yerde ve gökte Allah´a hiçbir şey gizli kalmaz. (3/5)

De ki: "Sinelerinizde olanı -gizleseniz de, açığa vursanız da- Allah bilir. Ve göklerde olanı da, yerde olanı da bilir. Allah, herşeye güç yetirendir." (3/29)

Peki onlar, Allah´ın dininden başka bir din mi arıyorlar Oysa göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O´na teslim olmuştur ve O´na döndürülmektedirler. (3/83)

Göklerde ve yerde olanlar Allah´ındır ve (bütün) işler Allah´a döndürülür. (3/109)

Göklerde ve yerde olanların tümü Allah´ındır. Kimi dilerse bağışlar, kimi dilerse azablandırır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (3/129)

Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (3/133)

Allah´ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah´ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. (3/180)

Göklerin ve yerin mülkü Allah´ındır. Allah, herşeye güç yetirendir. (3/189)

Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. (3/190)

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah´ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (3/191)

Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah´ındır. Allah, herşeyi kuşatandır. (4/126)

Göklerde ve yerde ne varsa Allah´ındır. Andolsun, biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere: "Allah´tan korkup-sakının" diye tavsiye ettik. Eğer inkâra saparsanız, şüphesiz, göklerde ve yerde ne varsa Allah´ındır. Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hamd´e layık olandır. (4/131)

Göklerde ve yerde ne varsa Allah´ındır. Vekil olarak Allah yeter. (4/132)

Kitap Ehli, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Musa´dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi. Demişlerdi ki: "Bize Allah´ı açıkça göster." Böylece zulümlerinden dolayı onlara yıldırım çarpmıştı. Ardından kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, buzağıyı (ilah) edinmişlerdi. Yine bundan dolayı onları affettik ve Musa´ya apaçık olan ispatlayıcı bir delil verdik. (4/153)

Ey insanlar, şüphesiz elçi size Rabbinizden hakla geldi. Öyleyse iman edin, sizin için hayırlıdır. Eğer inkâra saparsanız, şüphesiz göklerde olanların ve yerde olanların tümü Allah´ındır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (4/170)

Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah´a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah´ın elçisi ve kelimesidir. Onu (´OL´ kelimesini) Meryem´e yöneltmiştir ve O´ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah´a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek ilahtır. O, çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O´nundur. Vekil olarak Allah yeter. (4/171)

Andolsun, "Şüphesiz, Allah Meryem oğlu Mesih´tir." diyenler küfre düşmüştür. De ki: "O, eğer Meryem oğlu Mesih´i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak (yok) etmek isterse, Allah´tan (bunu önlemeye) kim birşeye malik olabilir Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah´ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir. (5/17)

Yahudi ve Hıristiyanlar: "Biz Allah´ın çocuklarıyız ve sevdikleriyiz" dedi. De ki: "Peki, ne diye sizi günahlarınızdan dolayı azablandırıyor Hayır, siz O´nun yarattığından birer beşersiniz. O, dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Göklerin, yerin ve bunların arasındakilerin tümünün mülkü Allah´ındır. Son varış O´nadır." (5/18)

Göklerin ve yerin mülkünün Allah´a ait olduğunu bilmiyor musun O, kimi dilerse azablandırır, kimi dilerse bağışlar. Allah, herşeye güç yetirendir. (5/40)

Allah, Beyt-i Haram (olan) Kabe´yi insanlar için bir ayaklanma (kıyam evi) kıldı; Haram Ay´ı, kurbanı ve boyunlardaki gerdanlıkları da. Bu, Allah´ın göklerde ve yerde ne varsa tümünü bildiğini ve Allah´ın gerçekten herşeyi bilen olduğunu bilmeniz içindir. (5/97)

Havariler: "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi " demişlerdi. O da: "Eğer inanmışlarsanız Allah´tan korkup-sakının" demişti. (5/112)

Meryem oğlu İsa: "Allah´ım, Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram ve Sen´den de bir belge olsun. Bizi rızıklandır, Sen rızık vericilerin en hayırlısısın" demişti. (5/114)

Göklerin, yerin ve içlerinde olanların tümünün mülkü Allah´ındır. O, herşeye güç yetirendir. (5/120)

Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan Allah´adır. (Bundan) Sonra bile, inkâr edenler, Rablerine (birtakım varlıkları ve güçleri) denk tutuyorlar. (6/1)

Göklerde ve yerde Allah O´dur. Gizlinizi ve açığınızı bilir; kazandıklarınızı da bilir. (6/3)

Kendilerinden önce nice nesilleri yıkıma uğrattığımızı görmüyorlar mı Biz, sizi yerleşik kılmadığımız bir biçimde onları yeryüzünde (büyük bir güç ve servetle) yerleşik kıldık; gökten üzerlerine sağanak (bol yağmurlar) yağdırdık, nehirleri de altlarından akar yaptık. Ama günahları nedeniyle biz onları yıkıma uğrattık ve arkalarından başka nesiller (inşa edip) var ettik. (6/6)

De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir " De ki: "Allah´ındır." O, rahmeti kendi üzerine yazdı. Sizi kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Nefislerini hüsrana uğratanlar, işte onlar inanmayanlardır. (6/12)

De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah´tan başkasını mı veli edineceğim " De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.) (6/14)

O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O´nun "ol" dediği gün (herşey) oluverir, O´nun sözü haktır. Sur´a üfürüldüğü gün, mülk O´nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır. (6/73)

Böylece İbrahim´e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu10 gösteriyorduk. (6/75)

Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim." (6/79)

O, gökten su indirendir. Bununla herşeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (6/99)

Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O´nun nasıl bir çocuğu olabilir O´nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, herşeyi yaratmıştır. O, herşeyi bilendir. (6/101)

Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah´tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O´nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. (7/54)

Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. (7/96)

De ki: "Ey insanlar, ben Allah´ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O´nundur. O´ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah´a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah´a ve O´nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz. (7/158)

Onlardan zulmedenler, sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle değiştirdiler. Biz de bunun üzerine zulmetmeleri dolayısıyla gökten ´iğrenç bir azab´ indirdik. (7/162)

Onlar, göklerin ve yerin ´bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete´ (melekût) Allah´ın yarattığı şeylere ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı Bundan sonra onlar artık hangi söze inanacaklar (7/185)

Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki: "Onun ilmi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun süresini O´ndan başkası açıklayamaz. O, göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten başkası değildir." Sanki sen, ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: "Onun ilmi yalnızca Allah´ın katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler." (7/187)

Hani kendisinden bir güvenlik olarak sizi bir uyuklama bürüyordu. Sizi kendisiyle tertemiz kılmak, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalblerinizin üstünde (güven ve kararlılık duygusunu) pekiştirmek ve bununla ayaklarınızı (arz üzerinde) sağlamlaştırmak için size gökten su indiriyordu. (8/11)

Bir de: "Ey Allah´ımız, eğer bu (Kur´an) bir gerçek olarak Senin katından ise, gökyüzünden üstümüze taş yağdır veya acı bir azab getir (bakalım)." demişlerdi. (8/32)

Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah´ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesab (din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin ve onların sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşın. Ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir. (9/36)

Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah´ındır; diriltir ve öldürür. Sizin Allah´tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (9/116)

Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah´tır. Onun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O´na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz (10/3)

Gerçekten, gece ile gündüzün ardarda gelişinde ve Allah´ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır. (10/6)

Allah´ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: "Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" derler. De ki: "Siz, Allah´a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve yücedir." (10/18)

Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (10/24)

De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir Ve işleri evirip-çeviren kimdir Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız (10/31)

Haberin olsun, göktekilerin ve yerdekilerin tümü gerçekten Allah´ındır. Haberin olsun; şüphesiz Allah´ın va´di haktır; ancak onların çoğu bilmezler. (10/55)

Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur´an´dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (10/61)

Haberiniz olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah´ındır. Allah´tan başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak ´zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler.´ (10/66)

Allah çocuk edindi" dediler. O, (bundan) yücedir; O, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. Göklerde ve yerde ne varsa O´nundur. Kendinizde buna ilişkin bir delil de yoktur. Allah´a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz (10/68)

De ki: "Göklerde ve yerde ne var Bir bakıverin." İman etmeyen bir topluluğa apaçık ayetler ve uyarmalar bir şey sağlamaz. (10/101)

O´nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O´dur. Andolsun onlara: "Gerçekten siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz" dersen, inkâr edenler mutlaka: "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" derler. (11/7)

Denildi ki: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: "Uzak olsunlar" denildi. (11/44)

Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O´na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkarlar olarak yüz çevirmeyin." (11/52)

Onlar, Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. Çünkü Rabbin, gerçekten dilediğini yapandır. (11/107)

Mutlu olanlar da, artık onlar cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. (Bu) kesintisi olmayan bir ihsandır. (11/108)

Göklerin ve yerin gaybı Allah´ındır, bütün işler O´na döndürülür; öyleyse O´na kulluk edin ve O´na tevekkül edin. Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir. (11/123)

Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat." (12/101)

Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. (12/105)

Allah O´dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız. (13/2)

Gök gürültüsü O´nu hamd ile, melekler de O´na olan korkularından tesbih ederler.. O, yıldırımları gönderip bununla dilediğine çarpar; onlar ise Allah hakkında çekişip-tartışırlar. O, gücü (ve cezası) pek çetin olandır. (13/13)

Göklerde ve yerde her ne varsa -isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa- Allah´a secde eder. Sabah akşam gölgeleri de (O´na secde eder). (13/15)

De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir " De ki: "Allah´tır." De ki: "Öyleyse, O´nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz " De ki: "Hiç görmeyen (a´ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi " Yoksa Allah´a, O´nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti De ki: "Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır." (13/16)

(Allah) Gökten bir su indirdi de dereler kendi miktarınca çağlayıp aktı. Sel de yüze vuran bir köpük yüklendi. Bir süs veya bir meta sağlamak için ateşte üzerine yakıp-erittikleri şeyler (madenler)de de bunun gibi bir köpük (artık) vardır. İşte Allah, hak ile batıla böyle örnekler verir. Köpüğe gelince, o atılır gider, insanlara yarar sağlayacak şey ise, yeryüzünde kalır. İşte Allah örnekleri böyle vermektedir. (13/17)

O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa O´nundur. Şiddetli azab dolayısıyla vay inkâr edenlere. (14/2)

Resulleri dedi ki: "Allah hakkında mı şüphe (ediyorsunuz) O, gökleri ve yeri yaratandır; O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için davet etmekte ve sizi adı konulmuş bir süreye kadar erteliyor." Dediler ki: "Siz, bizim benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz. Siz bizi, babalarımızın taptıklarından çevirip-engellemek istiyorsunuz, öyleyse bize apaçık bir delil getirin." (14/10)

Allah´ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmüyor musunuz Dilerse sizi giderir-yok eder ve yeni bir halk getirir. (14/19)

Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. (14/24)

Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır. Ve onun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için size, emre amade kılandır. Irmakları da sizin için emre amade kılandır. (14/32)

Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah´a gizli kalmaz." (14/38)

Yerin başka bir yere, göklerin de (başka göklere) dönüştürüldüğü gün, onlar tek olan, kahhar olan Allah´ın huzuruna çıka(rıla)caklardır. (14/48)

Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, (15/14)

Andolsun, gökte burçlar kıldık ve onu gözleyenler için süsledik. (15/16)

Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık. Oysa siz onun hazine-koruyucuları değilsiniz. (15/22)

Biz, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakilerini hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla davran. (15/85)

Gökleri ve yeri hak ile yarattı: O, şirk koştukları şeylerden yücedir. (16/3)

Sizin için gökten su indiren O´dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. (16/10)

Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah´a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar. (16/49)

Göklerde ve yerde ne varsa O´nundur, itaat-kulluk da (din de) sürekli olarak O´nundur. Böyleyken Allah´tan başkasından mı korkup-sakınıyorsunuz (16/52)

Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır. (16/65)

Allah´ın dışında, kendileri için göklerden ve yerden hiçbir rızka, hiçbir şeye malik olmayan ve buna güçleri yetmeyen şeylere mi tapıyorlar (16/73)

Göklerin ve yerin gaybı Allah´a aittir. (Kıyamet) Saatin(in) emri de yalnızca (süratli) göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz, Allah herşeye güç yetirendir. (16/77)

Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O´nu tesbih eder; O´nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. (17/44)

Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilir. Andolsun, biz peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık ve Davud´a da Zebur verdik. (17/55)

Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah´ı ve melekleri karşımıza (şahid olarak) getirmelisin." (17/92)

Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız." De ki: "Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım " (17/93)

De ki: "Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik." (17/95)

Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler. (17/99)

O da: "Andolsun, bunları görülecek belgeler olarak göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini sen de bilmişsin; gerçekten ben de seni yıkılmış-harab olmuş sanıyorum" demişti. (17/102)

Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi´dir; ilah olarak biz O´ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız." (18/14)

De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O´nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O´nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz." (18/26)

Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne gökten ´yakıp-yıkan bir afet´ gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir." (18/40)

Onlara, dünya hayatının örneğini ver; gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karıştı, böylece rüzgarların savurduğu çalı-çırpı oluverdi. Allah, herşeyin üzerinde güç yetirendir. (18/45)

Göklerin ve yerin yaratılışında da, kendi nefislerinin yaratılışında da Ben onları şahid tutmadım. Ben, saptırıcıları yardımcı-güç de edinmedim. (18/51)

Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O´na ibadet et ve O´na ibadette kararlı ol. Hiç O´nun adaşı olan birini biliyor musun (19/65)

Neredeyse bundan dolayı, gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp göçüverecekti. (19/90)

Göklerde ve yerde olan (herkesin ve herşeyin) tümü Rahman´a, yalnızca kul olarak gelecektir. (19/93)

Yeri ve yüksek gökleri yaratan tarafından bir indirmedir. (20/4)

Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O´nundur. (20/6)

Ki (Rabbim), yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı, onda sizin için yollar döşedi ve gökten su indirdi; böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık." (20/53)

Dedi ki: "Benim Rabbim, gökte ve yerde söylenen-sözü bilir; O, işitendir, bilendir." (21/4)

Göklerde ve yerde kim varsa O´nundur. O´nun yanında olanlar, O´na ibadet etmekte büyüklüğe kapılmazlar ve yorgunluk duymazlar. (21/19)

O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı (21/30)

Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (21/32)

Hayır" dedi. "Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları kendisi yaratmıştır ve ben de buna şehadet edenlerdenim." (21/56)

Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah´a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar. (22/18)

Allah´ı birleyen (Hanif)ler olarak, O´na (hiçbir) ortak koşmaksızın. Kim Allah´a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir. (22/31)

Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi, böylece yeryüzü yemyeşil donatıldı. Şüphesiz Allah, lütfedicidir, herşeyden haberdardır. (22/63)

Göklerde ve yerde her ne varsa O´nundur. Şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan (Gani)dır, övülmeye layık olandır. (22/64)

Allah´ın, gökte ve yerde olanların hepsini bilmekte olduğunu bilmiyor musun Gerçekten bunlar bir kitaptadır. Hiç şüphesiz bunlar(ı bilmek), Allah için pek kolaydır. (22/70)

Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz. (23/18)

Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (23/71)

Allah, göklerin ve yerin nurudur. O´nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir. (24/35)

Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah´ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (24/41)

Göklerin ve yerin mülkü Allah´ındır ve dönüş yalnızca O´nadır. (24/42)

Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir. (24/43)

Dikkatli olun; göklerde ve yerde olanların hepsi Allah´ındır. O, üzerinde bulunduğunuz şeyi elbette bilir. Ve O´na döndürülecekleri gün, yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah, herşeyi bilendir. (24/64)

Göklerin ve yerin mülkü O´nundur; çocuk edinmemiştir. O´na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (25/2)

De ki: "Onu, göklerde ve yerde gizli olanı bilen (Allah) indirmiştir. Doğrusu O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (25/6)

Ve kendi rahmetinin önünde rüzgarları müjdeciler olarak gönderen O´dur. Biz, gökten tertemiz su indirdik; (25/48)

O, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan ve sonra arşa istiva edendir. Rahman´dır. Bunu (bundan) haberi olana sor. (25/59)

Gökte burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık ve nurlu bir ay vareden (Allah) ne yücedir. (25/61)

Dilersek, onların üzerine gökten bir ayet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilmiş kalıverir. (26/4)

Dedi ki: "Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan herşeyin Rabbidir. Eğer ´kesin bilgiyle inanıyorsanız´ (böyledir)." (26/24)

Eğer doğru sözlü isen, bu durumda gökten üstümüze bir parça düşürüver." (26/187)

Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah´a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar)." (27/25)

(Onlar mı) Yoksa, gökleri ve yeri yaratan ve size gökten su indiren mi Ki onunla (o suyla) gönül alıcı bahçeler bitirdik, sizin içinse bir ağacını bitirmek (bile) mümkün değildir. Allah ile beraber başka bir ilah mı Hayır, onlar sapıklıkta devam eden bir kavimdir. (27/60)

Ya da halkı sürekli yaratmakta olan, sonra onu iade edecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı Allah ile beraber başka bir ilah mı De ki: "Eğer doğru söylüyor iseniz, kesin-kanıt (burhan)ınızı getiriniz." (27/64)

De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah´tan başka kimse bilmez. Onlar ne zaman dirileceklerinin şuuruna varmıyorlar." (27/65)

Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta (Levh-i Mahfuz´da) olmasın. (27/75)

Sur´a üfürüleceği gün, Allah´ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde olan herkes artık korkuya kapılmıştır ve her biri ´boyun bükmüş´ olarak O´na gelmişlerdir. (27/87)

Siz yerde ve gökte (Allah´ı) aciz bırakamazsınız. Sizin Allah´ın dışında veliniz yoktur, yardım edeniniz de yoktur. (29/22)

Şüphesiz biz, fasıklık yapmalarından dolayı, bu ülke halkının üstüne gökten iğrenç bir azab indireceğiz." (29/34)

Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Şüphesiz, bunda iman edenler için bir ayet vardır. (29/44)

De ki: "Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir. Batıla inanan ve Allah´ı inkâr edenler ise, işte onlar hüsrana uğrayanlardır." (29/52)

Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı " diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah" diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar (29/61)

Andolsun onlara: "Gökten su indirip de ölümünden sonra yeryüzünü dirilten kimdir " diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah" diyecekler. De ki: "Hamd Allah´ındır." Hayır, onların çoğu akletmiyorlar. (29/63)

Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar. (30/8)

Hamd O´nundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de. (30/18)

Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O´nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır. (30/22)

Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de, O´nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (30/24)

Göklerde ve yerde bulunanlar O´nundur; hepsi O´na ´gönülden boyun eğmiş´ bulunuyorlar. (30/26)

Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O´dur; bu O´na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O´nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (30/27)

Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler. (30/48)

O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik. (31/10)

Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (31/16)

Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiçbir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur. (31/20)

Andolsun onlara; "Gökleri ve yeri kim yarattı " diye soracak olsan, tartışmasız; "Allah" diyecekler. De ki; "Hamd Allah´ındır." Hayır, onların çoğu bilmezler. (31/25)

Göklerde ve yerde olanlar Allah´ındır. Şüphesiz Allah, Gani (hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamid (hamd da yalnızca O´na ait)tir. (31/26)

Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O´nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz (32/4)

Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O´na yükselir. (32/5)

Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir. (33/72)

Hamd, göklerde ve yerde olanların tümü kendisine ait olan Allah´ındır; ahirette de hamd O´nundur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, haber alandır. (34/1)

Yerin içine gireni, ondan çıkanı; gökten ineni ve oraya çıkanı bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır. (34/2)

İnkâr edenler, dediler ki: "Kıyamet-saati bize gelmez." De ki: "Hayır, gaybı bilen Rabbime andolsun, o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O´ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır." (34/3)

Onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olanı görmüyorlar mı Eğer biz dilersek, onları yerin-dibine geçirir ya da gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Hiç şüphesiz, bunda ´gönülden (Allah´a) yönelen´ her kul için bir ayet vardır. (34/9)

De ki: " Allah´ın dışında (tanrı diye) öne sürdüklerinizi çağırın. Onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca bile (hiçbir şeye) güçleri yetmez; onların bu ikisinde hiçbir ortaklığı olmadığı gibi, O´nun bunlardan hiçbir destekçi olanı da yoktur. (34/22)

De ki: "Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran kim " De ki: " Allah, gerçekten ya biz, ya da siz her halde bir hidayet üzerindeyiz veya apaçık bir sapıklıkta." (34/24)

Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan Allah´ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (35/1)

Ey insanlar, Allah´ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah´ın dışında bir başka yaratıcı var mı O´ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz (35/3)

Allah´ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi Böylece biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık). (35/27)

Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Gerçek şu ki O, sinelerin özünde (saklı) olanı bilir. (35/38)

De ki: "Siz, Allah´ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var Yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar. (35/40)

Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim´dir, bağışlayandır. (35/41)

Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet bakımından kendilerinden daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah´ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir. (35/44)

Kendisinden sonra ise, kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik; indirecek de değildik. (36/28)

Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmağa kadir değil mi Elbette (öyledir); O, yaratandır, bilendir. (36/81)

Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi´dir, doğuların da Rabbi´dir. (37/5)

Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülkü onların mı Öyleyse, sebepler içinde (bir imkan ve güç bularak göğe) yükselsinler. (38/10)

Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Ateşten (görecekleri azabtan) dolayı vay o inkâr edenlere. (38/27)

Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir, üstün ve güçlü olan, bağışlayandır." (38/66)

Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneşe ve aya boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O´dur. (39/5)

Görmüyor musun; gerçekten Allah, gökyüzünden su indirdi de onu yerin içindeki kaynaklara yürütüp-geçirdi. Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler çıkarıyor. Sonra kurumaya başlar, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da onu kurumuş kırıntılar kılıyor. Şüphesiz bunda, temiz akıl sahipleri için gerçekten öğüt alınacak bir ders (zikr) vardır. (39/21)

Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı " diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. De ki: "Gördünüz mü-haber verin; Allah´tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O´nun zararını kaldırabilirler mi Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O´nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi" De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O´na tevekkül etsinler." (39/38)

De ki: "Şefaatin tümü Allah´ındır. Göklerin ve yerin mülkü O´nundur. Sonra O´na döndürüleceksiniz." (39/44)

De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşahede edilebileni bilen Allah´ım. Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında sen hüküm vereceksin." (39/46)

Göklerin ve yerin anahtarları O´nundur. Allah´ın ayetlerine (karşı) inkâr edenler ise; işte onlar, hüsrana uğrayanlardır. (39/63)

Onlar, Allah´ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O´nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (39/67)

Sur´a üfürüldü; böylece Allah´ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. (39/68)

O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah´a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez. (40/13)

Göklerin yollarına. Böylelikle Musa´nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum." İşte Firavun´a, kötü ameli böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun´un hileli-düzeni, ´yıkım ve kayıpta´ olmaktan başka (bir şey) olmadı. (40/37)

Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler. (40/57)

Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir. (40/64)

Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)´ın takdiridir. (41/12)

Göklerde ve yerde olanlar O´nundur. O, yücedir, büyüktür. (42/4)

Gökler, neredeyse üstlerinden çatlayıp-parçalanacaklar; melekler de Rablerini hamd ile tesbih ederler ve yerde olanlara mağfiret dilerler. Haberiniz olsun; gerçekten Allah, bağışlayan ve esirgeyen O´dur. (42/5)

O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi nefislerinizden eşler, davarlardan da çiftler var etti. Sizleri bu tarzda türetip-yayıyor. O´nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir. (42/11)

Göklerin ve yerin anahtarları O´nundur. O, dilediğine rızkı genişletip-yayar ve kısar da. Çünkü O, herşeyi bilendir. (42/12)

Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O´nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir. (42/29)

Göklerin ve yerin mülkü Allah´ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler armağan eder, dilediğine de erkek armağan eder. (42/49)

Göklerde ve yerde bulunanların tümü kendisine ait olan Allah´ın yoluna. Haberiniz olsun; işler Allah´a döner. (42/53)

Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı " diye soracak olsan, tartışmasız: "Onları üstün ve güçlü (aziz) olan, bilen (Allah) yarattı" diyecekler. (43/9)

Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi ´dirilttik (ve her yanına yeniden hayat) yaydık´; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız. (43/11)

Göklerin ve yerin Rabbi, Arş´ın Rabbi, onların nitelendirdiklerinden yücedir. (43/82)

Göklerde ilah ve yerde ilah O´dur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. (43/84)

Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü kendisinin olan (Allah) ne yücedir. Kıyamet-saatinin ilmi O´nun katındadır ve O´na döndürüleceksiniz. (43/85)

Eğer kesin bir bilgiyle inanıyorsanız (Allah), göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların Rabbidir. (44/7)

Onlar için ne gök, ne yer ağlamadı ve onlar (ın azabı) ertelenmedi. (44/29)

Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları bir ´oyun ve oyalanma konusu´ olsun diye yaratmadık. (44/38)

Şüphesiz, mü´minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. (45/3)

Gece ile gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah´ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır. (45/5)

Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (45/13)

Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı; öyle ki, her nefis kazandıklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez. (45/22)

Göklerin ve yerin mülkü Allah´ındır. Kıyamet-saatinin kopacağı gün, (işte) o gün, batılda olanlar hüsrana uğrayacaklardır. (45/27)

Şu halde hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve alemlerin Rabbi Allah´ındır. (45/36)

Göklerde ve yerde büyüklük O´nundur. O, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (45/37)

Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak ve adı konulmuş bir ecel (belli bir süre) olarak yarattık. İnkâr edenler ise, uyarıldıkları şeyden yüz çeviren(kimseler)dir. (46/3)

De ki: "Gördünüz mü haber verin; Allah´tan başka taptıklarınız, yerden neyi yaratmışlar, bana gösterin Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var Eğer doğru sözlüler iseniz, bundan önce bir kitap ya da bir ilim kalıntısı (veya bir eser) varsa, bana getirin." (46/4)

Onlar görmüyorlar mı ki, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan (Allah), ölüleri de diriltmeye güç yetirir. Hayır; gerçekten O, herşeye güç yetirendir. (46/33)

Mü´minlerin kalplerine, imanlarına iman katıp-arttırsınlar diye, ´güven duygusu ve huzur´ indiren O´dur. Göklerin ve yerin orduları Allah´ındır: Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (48/4)

Göklerin ve yerin orduları Allah´ındır. Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (48/7)

Göklerin ve yerin mülkü Allah´ındır; dilediğine mağfiret eder, dilediğini azablandırır. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (48/14)

De ki: "Siz Allah´a dininizi mi öğreteceksiniz Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah, herşeyi bilendir." (49/16)

Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı görendir. (49/18)

Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. (50/9)

Andolsun, Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık; Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı. (50/38)

Gökte rızkınız vardır ve size va´dolunmakta olan da. (51/22)

O gün gök, sarsılıp çalkalanır. (52/9)

Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar Hayır; onlar, kesin bir bilgiyle inanmıyorlar. (52/36)

Eğer gökten bir parçanın düşmekte olduğunu görseler bile: "Üst üste yığılmış bir buluttur." derler. (52/44)

Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiçbir şeyle yarar sağlamaz; ancak Allah´ın dileyip razı olduğu kimseye izin verdikten sonra başka. (53/26)

Göklerde ve yerde olanlar Allah´ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yaptıkları dolayısıyla cezalandırır, güzel davranışta bulunanları da daha güzeliyle ödüllendirir. (53/31)

Gökyüzü, Onu da yükseltti ve mizanı koydu. (55/7)

Göklerde ve yerde olan ne varsa O´ndan ister. O, her gün bir iştedir. (55/29)

Ey cin ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak ´üstün bir güç (sultan)´ olmaksızın aşamazsınız. (55/33)

Sonra gök yarılıp yağ gibi erimiş olarak kıpkırmızı bir gül olduğu zaman; (55/37)

Göklerde ve yerde olanların tümü Allah´ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (57/1)

Göklerin ve yerin mülkü O´nundur. Diriltir ve öldürür. O, herşeye güç yetirendir. (57/2)

Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O´dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir. (57/4)

Göklerin ve yerin mülkü O´nundur. (Sonunda bütün) işler Allah´a döndürülür. (57/5)

Size ne oluyor ki, Allah yolunda infak etmiyorsunuz Oysa göklerin ve yerin mirası Allah´ındır. İçinizden, fetihten önce infak eden ve savaşanlar (başkasıyla) bir olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Allah, her birine en güzel olanı va´detmiştir. Allah, yaptıklarınızdan hâberdardır. (57/10)

Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) ´çaba gösterip-yarışın,´ ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah´a ve Resûlü´ne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah´ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. (57/21)

Allah´ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O´dur; beşin altıncısı da mutlaka O´dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (58/7)

Göklerde ve yerde olanların tümü Allah´ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (59/1)

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ´şekil ve suret´ verendir. En güzel isimler O´nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O´nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (59/24)

Göklerde ve yerde olanların tümü Allah´ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (61/1)

Göklerde ve yerde olanların tümü, Melik; Kuddüs; Aziz; Hakim olan Allah´ı tesbih eder. (62/1)

Onlar ki: "Allah´ın Resûlü yanında bulunanlara hiçbir infak (harcama)da bulunmayın, sonunda dağılıp gitsinler," derler. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah´ındır. Ancak münafıklar kavramıyorlar. (63/7)

Göklerde ve yerde olanların tümü Allah´ı tesbih eder. Mülk O´nundur, hamd (övgü) de O´nundur. O, herşeye güç yetirendir. (64/1)

Gökleri ve yeri hak olmak üzere yarattı ve size düzenli bir biçim (suret) verdi; suretlerinizi de güzel yaptı. Dönüş O´nadır. (64/3)

Göklerde ve yerde olanların tümünü bilir; sizin saklı tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilir. Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (64/4)

O, biri diğeriyle ´tam bir uyum´ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman´ın yaratmasında hiçbir ´çelişki ve uygunsuzluk´ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun (67/3)

Gökte olanın sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz Bir bakmışsınız ki, o (yeryüzü) sallanıp-çalkalanmaktadır. (67/16)

Yoksa gökte olanın üzerinize ´taş yağdıran (fırtınalı) bir rüzgar´ göndermeyeceğinden emin misiniz Siz o takdirde Benim uyarmam nasılmış bilip-öğreneceksiniz. (67/17)

Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, ´sarkmış-za´fa uğramıştır.´ (69/16)

Gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün; (70/8)

(Öyle yapın ki,) Üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın." (71/11)

Bu nedenle gök bile yarılıp-çatlamıştır; (artık) O´nun va´di gerçekleştirilip-yerine getirilmiştir. (73/18)

Gök yarıldığı zaman (77/9)

O sırada gök açılmış ve kapı kapı olmuştur. (78/19)

Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Rahman olan (Allah); O´na hitap etmeye güç yetiremezler. (78/37)

Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü (Allah) Onu bina etti. (79/27)

Gök, sıyrılıp-yüzüldüğü zaman (81/11)

Gök, çatlayıp-yarıldığı zaman, (82/1)

Gök, yarılıp-parçalandığı, (84/1)

Ki O (Allah), göklerin ve yerin mülkü O´nundur. Allah, herşeyin üzerinde şahid olandır. (85/9)
 
Üst