Mantar panoya ne yazardınız???

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Arefe Günü Duâsı​


Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-: Arefe gününde en ziyâde şöyle derlerdi:
133_2.gif
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Bayram Geceleri​


"Ramazan bayramı gecesini ve Kurban Bayramı gecesini ihyâ edenin kalbi, kalblerin öldüğü günde ölmez."
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
"Sânı yüce, bürhânı büyük, kudreti şiddetli Allah'ın adıyla. Allah ne dilerse o olur. Şeytandan Allah'a sığınırım."AMİN ECMAİN İNŞ.......
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
"Allah'ın adıyla! Allah bana kâfidir. Allah'a tevekkül ettim. Allah'a dayanmaktan başka kudret ve kuvvet yoktur."
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Selamun aleyküm muhterem kardeşlerim,
Mübarek Ramazan bayramınızı ruh-u canımız ile tebrik ediyor ve dünyanın dörtbir yanında bulunan bütün mü'min kardeşlerimiz için, nurlu ve saadetli günlerin mukaddemesine bir vesile olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Risale-i Nur Külliyatının muhtelif bölümlerinde, talebelerine yazmış olduğu bayram tebriklerinden bazılarını, bu tebriklerden bizlerin de hissesi olduğu cihetle sizlerle paylaşıyorum.
Selam ve dua ile.
Aziz, sıddık kardeşlerim!Geçen Leyle-i Kadrinizi ve gelen bayramınızı bütün mevcudiyetimle tebrik ve sizleri Cenab-ı Erhamürrahimin'in birliğine ve rahmetine emanet ediyorum.
(13. Şua'dan)
Aziz sıddık kardeşlerim!Bayramınızı tebrik ve hizmetinizi takdir ve muvaffakıyetinize dua ederek Halık-ı Rahim'e hadsiz şükür ederim ki; sizler gibi sebatkar ve fedakar kardeşleri Risalet-in Nur'a sahib ve naşir yapmış. Ben sizleri düşündükçe, ruhum inşirah ve kalbim ferahlarla dolar. Daha dünyadan gitmek benim için medar-ı teessüf olamaz. Sizler kaldıkça ben yaşıyorum diye mevte dostane bakıyorum, ecelimi telaşsız bekliyorum. Allah sizden ebeden razı olsun. Amin, amin, amin.
(Kastamonu Lahikası'ndan)
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim, dünyada medar-ı tesellilerim ve berzah yolunda nurani yoldaşlarım ve mahşerde inşaallah şefaatçilerim!Sizin hem Leyle-i Kadr'inizi, hem bayramınızı bütün ruh u canımla tebrik ediyorum, tes'id ediyorum.
(Kastamonu Lahikası'ndan)
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim ve hizmet-i Kur'aniyede çalışkan ve kuvvetli arkadaşlarım ve tarik-ı hakta ve berzah seyahatında ve ahiret yolunda nurani yoldaşlarım!Sizin bayramınızı, Leyle-i Kadr'inizi, Ramazan-ı Şerif'te makbul dualarınızı bütün ruh u canımla tebrik ve tes'id ediyorum. Cenab-ı Hak bu bayramın sürurunu, hakiki ve geniş ve umumi sürura mukaddeme ve vesile eylesin, amin.
(Kastamonu Lahikası'ndan)
(Bediüzzaman Said Nursi)


--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Bayramınızı tebrik ve hizmetinizi takdir ve muvaffakıyetinize dua ederek Halık-ı Rahim'e hadsiz şükür ederim ki; sizler gibi sebatkar ve fedakar kardeşleri Risalet-in Nur'a sahib ve naşir yapmış. Ben sizleri düşündükçe, ruhum inşirah ve kalbim ferahlarla dolar. Daha dünyadan gitmek benim için medar-ı teessüf olamaz. Sizler kaldıkça ben yaşıyorum diye mevte dostane bakıyorum, ecelimi telaşsız bekliyorum. Allah sizden ebeden razı olsun. Amin, amin, amin.
(Bediüzzaman Said Nursi - Kastamonu lahikasından)
Lügatler
Âmin :Ya Rabbi öyle olsun, kabul eyle
Dua :yalvarma, yakarma, isteme
Ebeden :sonsuza kadar
Ecel :ölüm vakti
Fedakâr :her türlü zahmetlere göğüs gererek davasına sahip çıkan
Ferah :bol, geniş, iç açıcı, sıkıntıda olmayan, sevinç
Hadsiz : sayısız, sınırsız
Halık-ı Rahim :merhametli yaratıcı
İnşirah :ferahlanmak, içi genişlemek, rahatlamak
Lâhika :mektup, ilave
Medar-ı teessüf :üzüntü kaynağı, üzüntü veren
Mevt: ölüm
Muvaffakiyet :başarılı olmak
Nâşir :neşreden, yayan, basıp dağıtan
Risalet-in Nur :Risale-i Nur eserleri, külliyatı
Sebatkâr :kararlı olan, yerinden ayrılmayan, sözünde duran
Şükür :Allah’a teşekkür
Takdir :tayin edilmek, belirlenmek, değer vermek
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
"Ramazan ve Kurban Bayramı gecelerini ibâdetle geçiren
kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü günde ölmez."
(Hadis-i Şerif Meâli)
S.A. Bu vesile ile herkesin Mübarek Ramazan Bayramınızı tebrik eder, iki cihanda mutluluklar dilerim. Duâlar bekler, duâlar ederim. Selâm ve duâyla kalın.
[Huzur'u Îlâhî'de Bîçare, Huzur'u Nebevî'de Bahtiyar S.Vatansever
http://photos-f.ak.fbcdn.net/hphotos..._6150008_s.jpg
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Ramazan bayramınıZI tebrik eder, İslam ve insanlık alemi için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz ederiz.

"Bayramlarda gaflet istilâ edip gayr-ı meşru daireye sapmamak için, rivayetlerde, zikrullaha ve şükre çok azîm tergibat vardır. Tâ ki, bayramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünkü şükür nimeti ziyadeleştirir, gaflet ise kaçırır." (Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, 28. Lem'a)
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Sizin mübarek Ramazanınızı ve Leyle-i Kadrinizi ve bayramınızı bütün ruh u canımızla tebrik ve tes’id ediyoruz. Cenab-ı Erhamürrâhimîn, emsal-i kesîresiyle sizleri müşerref eylesin, âmîn!

Ramazan Bayramı Tebriknamesi





RİSALE-İ NURDA BAYRAM HAKİKATİ
Nev’-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal ve akibet-bînlik adesesiyle, gayet şaşaalı bir gece bayramında, hapishane penceresinden bakarken, nazar-ı hayalime inkişaf eden bir vaziyeti beyan ediyorum.
Sinemada, eski zamanda mezaristanda yatanların vaziyet-i hayatiyeleri göründüğü gibi, yakın bir istikbalde mezaristan ehli olanların, müteharrik cenazelerini görmüş gibi oldum. O gülenlere ağladım. Birden bir tevahhuş, bir acımak hissi geldi. Aklıma döndüm, hakikattan sordum: “Bu hayal nedir?” Hakikat dedi ki:
Elli sene sonra, bu kemal-i neş’e ile gülen ve eğlenen zavallılardan, elliden beşi, beli bükülmüş yetmiş yaşlı ihtiyarlar gibi; kırkbeşi, mezaristanda çürümüş bulunacaklar. O güzel sîmalar, o neş’eli gülmeler, zıdlarına inkılab etmiş olacaklar. [FONT=&quot]كُلُّ[/FONT][FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot]آتٍ[/FONT][FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot]قَرِيبٌ[/FONT] kaidesiyle; madem yakında gelecek şeylerin gelmiş gibi görülmesi bir derece hakikattır; elbette gördüğün hayal değildir. Madem dünyanın gafletkârane gülmeleri, böyle ağlanacak acı hallerin perdesidir ve muvakkat ve zevale maruzdur; elbette bîçare insanların ebedperest kalbini ve aşk-ı bekaya meftun olan ruhunu güldürecek, sevindirecek, meşru dairesinde ve müteşekkirane, huzurkârane, gafletsiz, masumane eğlencelerdir ve sevab cihetiyle bâki kalan sevinçlerdir. Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istilâ edip, gayr-ı meşru daireye sapmamak için, rivayetlerde zikrullaha ve şükre çok azîm tergibat vardır. Tâ ki; bayramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünki şükür, nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır.
(Lemalar)

ONYEDİNCİ SÖZ​
i203.gif

(Bu söz, iki âlî makam ve bir parlak zeylden ibarettir.)​
Hâlık-ı Rahîm ve Rezzak-ı Kerim ve Sâni’-i Hakîm; şu dünyayı, âlem-i ervah ve ruhaniyat için bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp bütün esmasının garaib-i nukuşuyla süslendirip küçük-büyük, ulvî-süflî herbir ruha, ona münasib ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabsız mehasin ve in’amattan istifade etmeğe muvafık ve havas ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temaşagâha gönderir. Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı; asırlara, senelere, mevsimlere hattâ günlere, kıt’alara taksim ederek herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt’ayı, birer taife ruhlu mahlukatına ve nebatî masnuatına birer resm-i geçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır. Ve bilhâssa rûy-i zemin, hususan bahar ve yaz zamanında masnuat-ı sagirenin taifelerine öyle şaşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakat-ı âliyede olan ruhaniyatı ve melaikeleri ve sekene-i semavatı seyre celbedecek bir cazibedarlık görünüyor ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalaagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir. Fakat bu ziyafet-i İlahiye ve bayram-ı Rabbaniyedeki İsm-i Rahman ve Muhyî’nin tecellilerine mukabil İsm-i Kahhar ve Mümît, firak ve mevt ile karşılarına çıkıyorlar. Şu ise
i204.gif
rahmetinin vüs’at-i şümulüne zahiren muvafık düşmüyor. Fakat hakikatte birkaç cihet-i muvafakatı vardır. Bir ciheti şudur ki: Sâni’-i Kerim, Fâtır-ı Rahîm, herbir taifenin resm-i geçit nöbeti bittikten ve o resm-i geçitten maksud olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibariyle dünyadan, merhametkârane bir tarz ile tenfir edip usandırıyor, istirahata bir meyil ve başka bir âleme göçmeğe bir şevk ihsan ediyor ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelan-ı şevk-engiz, ruhlarında uyandırıyor. Hem o Rahman’ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehadet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâki vererek Sırat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor. Öyle de, sair zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbaniyelerinde ve evamir-i Sübhaniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniye ve onların istidadlarına göre bir nevi ücret-i maneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki bulunmasın. Dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar
i171.gif
Lâkin zîruhların en eşrefi ve şu bayramlarda kemiyyet ve keyfiyyet cihetiyle en ziyâde istifâde eden insân, dünyaya pek çok meftun ve mübtelâ olduğu halde, dünyadan nefret ve âlem-i bekaya geçmek için eser-i rahmet olarak iştiyak-engiz bir hâlet verir. Kendi insâniyyeti dalâlette boğulmayan insân, o hâletten istifâde eder. Rahat-ı kalb ile gider. Şimdi, o hâleti intâc eden vecihlerden, nümûne olarak "Beşini" beyân edeceğiz.
Birincisi: İhtiyarlık mevsimiyle; dünyevî, güzel ve cazibedâr şeyler üstünde fena ve zevalin damgasını ve acı mânâsını göstererek o insânı dünyadan ürkütüp, o fâniye bedel, bir bâki matlubu arattırıyor.
İkincisi: İnsânın alâka peyda ettiği bütün ahbablardan yüzde doksandokuzu, dünyadan gidip diğer bir âleme yerleştikleri için, o ciddî muhabbet sâikasıyla o ahbabın gittiği yere bir iştiyak ihsan edip, mevt ve eceli mesrurane karşılattırıyor.
Üçüncüsü: İnsândaki nihayetsiz zaîflik ve âcizliği, bâzı şeylerle ihsas ettirip, hayat yükü ve yaşamak tekâlifi ne kadar ağır olduğunu anlattırıp, istirahatâ ciddî bir arzu ve bir diyar-ı âhere gitmeye samimî bir şevk veriyor.
Dördüncüsü: İnsân-ı mü’mine nur-u îmân ile gösterir ki: Mevt, idam değil; tebdil-i mekândır. Kabir ise, zulümatlı bir kuyu ağzı değil; nûrâniyyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şaşaasıyla âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette; zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna çıkmak ve müz’iç dağdağa-i hayat-ı cismâniyyeden âlem-i rahatâ ve meydan-ı tayeran-ı ervaha geçmek ve mahlûkatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp Huzur-u Rahmân’a gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir.
Beşincisi: Kur’anı dinleyen insâna, Kur’andaki ilm-i hakikatı ve nur-u hakikatle dünyanın mâhiyetini bildirmekliği ile dünyaya aşk ve alâka pek mânâsız olduğunu anlatmaktır. Yâni, insâna der ve isbat eder ki: “Dünya, bir kitab-ı Samedânîdir. Huruf ve kelimâtı nefislerine değil, belki başkasının zât ve sıfât ve esmâsına delâlet ediyorlar. Öyle ise mânâsını bil, al, nukuşunu bırak, git...
Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; müzahrafatını at, ehemmiyet verme...
Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envarını gör ve onlarda tezahür eden esmânın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes...
Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alış-verişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma...
Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise, nazar-ı ibretle bak ve zâhirî çirkin yüzüne değil; belki Cemîl-i Bâki’ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faideli bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme...
Hem bir misafirhanedir. Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ı Kerim’in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık git. Herzekârane fuzulî bir sûrette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle mânâsız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma...” gibi zâhir hakikatlarla dünyanın iç yüzündeki esrarı gösterip dünyadan müfarakatı gayet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin herşeyde ve her şe’ninde bir izi bulunduğunu gösterir. İşte Kur’an şu beş veche işaret ettiği gibi, başka hususî vecihlere dahi âyât-ı Kur’aniyye işaret ediyor.
Veyl o kimseye ki, şu beş vecihten bir hissesi olmaya...
* * *
playactive.gif


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Halbuki zâhiren açlıktan ve rızıksızlıktan ölenler çok görünüyor. Şu hakîkatın ve şu sırrın halli şudur ki: Taahhüd-ü Rabbânî hakîkattır. Rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur. Çünkü: O Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı sûretinde iddihar eder. Hatta bedenin her hüceyresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hüceyrenin bir köşesinde iddihar eder. İstikbâlde hariçten rızık gelmediği zaman, sarfedilmek üzere bir ihtiyat zâhiresi hükmünde bulundurur.
İşte bu iddihar edilmiş ihtiyat rızık bitmeden evvel ölüyorlar. Demek o ölmek, rızıksızlıktan değildir. Belki sû-i ihtiyardan tevellüd eden bir âdet ve o sû-i ihtiyardan ve âdetin terkinden neş’et eden bir marazla ölüyorlar. Evet zîhayatın bedeninde şahm sûretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak kırk gün mükemmelen devam eder. Hatta bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki kırkı geçer. Hatta bir adam, şedid bir inad yüzünden Londra mahpushânesinde yetmiş gün sıhhat ve selâmetle, hiçbirşey yemeden hayatı devam ettiğini, on üç -şimdi otuz dokuz- sene evvel gazeteler yazmışlar. Mâdem kırk günden yetmiş seksen güne kadar rızk-ı fıtrî devam ediyor ve mâdem Rezzâk ismi, gâyet geniş bir sûrette rûy-i zeminde cilvesi görünüyor ve mâdem hiç ümid edilmediği bir tarzda, memeden ve odundan rızıklar akıyor, baş gösteriyor. Eğer pür-şer beşer, sû-i ihtiyariyle müdahale edip karışmazsa, her halde rızk-ı fıtrî bitmeden evvel, o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor. Öyle ise: Açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat’iyyen rızıksızlıktan değildir. Belki “Terkü’l-âdât mine’l-mühlikât” sırriyle, sû-i ihtiyardan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş’et eden bir illetten, bir marazdan ileri gelmiştir. Öyle ise: Açlıktan ölmek olmaz, denilebilir. Evet bilmüşahede görünüyor ki: Rızık, iktidar ve ihtiyar ile makûsen mütenasibdir.Meselâ: Daha dünyaya gelmeden evvel bir yavru, rahm-ı maderde ihtiyar ve iktidardan bütün bütün mahrum olduğu bir zamanda, ağzını kımıldatacak kadar muhtaç olmayacak bir sûrette rızkı veriliyor. Sonra dünyaya geldiği vakit, iktidar ve ihtiyar yok, fakat bir derece isti’dâdı ve bilkuvve bir hissi olduğundan, yalnız ağzını yapıştırmak kadar bir harekete ihtiyaç ile en mükemmel ve en mugaddi ve hazmı en kolay ve en lâtif bir sûrette ve en acib bir fıtratta, memeler musluğundan ağzına veriliyor. Sonra iktidar ve ihtiyara bir derece alâka peyda ettikçe, o kolay ve güzel rızık, bir derece, çocuğa karşı nazlanmağa başlar. O memeler çeşmeleri kesilir, başka yerlerden rızkı gönderilir. Fakat iktidar ve ihtiyarı, rızkı takib etmeye müsaid olmadığı için, Rezzak-ı Kerîm peder ve validesinin şefkat ve merhametlerini, iktidar ve ihtiyarına yardımcı gönderiyor. Her ne vakit iktidar ve ihtiyar tekemmül eder, o vakit rızkı ona koşmaz ve koşturulmaz.
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Rızık yerinde durur.Der: “Gel beni ara ve bul ve al!” Demek rızık, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasibdir. Hatta çok risâlelerde beyân etmişiz ki: En ihtiyarsız ve iktidarsız hayvanlar, daha iyi yaşıyorlar, daha iyi besleniyorlar.
İkinci Nokta: İmkânın envâı var. İmkân-ı aklî, imkân-ı örfî, imkân-ı âdi gibi kısımları vardır. Bir hâdise, eğer imkân-ı aklî dâiresinde olmazsa, reddedilir; imkân-ı örfî dâiresinde olmazsa dahi, mu’cize olur fakat kolayca kerâmet olamaz. Eğer örfen ve kaideten nazîri bulunmazsa, şuhud derecesinde bir bürhan-ı kat’î ile ancak kabul edilir.
İşte bu sırra binâen kırk gün ekmek yemiyen Seyyid Ahmed-i Bedevi’nin hârikulâde halleri, imkân-ı örfî dâiresindedir. Hem kerâmet olur, hem hârikulâde bir âdeti de olabilir. Evet, Seyyid Ahmed-i Bedevi’nin (K.S.) acib ve istiğrakkârane hallerde bulunduğu, tevâtür derecesinde naklediliyor. Kırk günde bir def’a yemek yemesi, vâki olmuştur. Fakat her vakit öyle değil. Kerâmet nevinden ba’zı def’a olmuştur. Bir ihtimal var ki: Halet-i istiğrâkıyesi, yemeye ihtiyaç görmediği için, ona nisbeten âdet hükmüne girmiştir. Seyyid Ahmed-i Bedevi (K.S.) nevinden çok evliyâlardan bu tarz hârikalar mevsûkan rivayet edilmiş. Mâdem Birinci Nokta’da isbat ettiğimiz gibi; müddehar rızık, kırk günden fazla devam eder ve o mikdar yememek, âdeten mümkündür ve mevsûkan hârika adamlardan o hal rivayet edilmiştir. Elbette inkâr edilmeyecektir.
İKİNCİ SUALmünâsebetiyle iki mes’ele-i mühimme beyân edilecek. Çünkü Coğrafya ve Kozmoğrafya fenlerinin kısacık kanunlariyle ve daracık düstûrlariyle ve küçücük mizanlariyle Kur’ân’ın semavâtına çıkamadıklarından ve Âyâtın yıldızlarındaki yedi kat ma’naları keşfedemediklerinden Âyeti tenkid, belki inkârına divânecesine çalışmışlar.
Birinci Mes’ele-i Mühimme: Semavât gibi arzın da yedi tabaka olmasına dâirdir. Şu mes’ele, yeni zamanın feylesoflarına hakîkatsız görünüyor. Onların arza ve semavâta dâir olan fenleri kabul etmiyor. Bunu vâsıta ederek ba’zı hakâik-i Kur’âniye’ye i’tirâz ediyorlar. Buna dâir muhtasaran birkaç işâret yazacağız.
Birincisi: Evvelâ: Âyetin ma’nası ayrıdır ve o ma’naların efradı ve mâsadakları ayrıdır. İşte o küllî ma’nanın müteaddid efradından bir ferdi bulunmazsa, o ma’na inkâr edilmez. Semavâtın yedi tabakasına ve arzın yedi katına dâir ma’na-yı küllîsinin çok efradından yedi mâsadak zâhiren görünüyor. Sâniyen: Âyetin sarahatında “yedi kat arz” dememiş.
i096.gif
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
ilââhir. Âyetin zâhiri diyor ki: “Arzı da o seb’a semavât gibi halketmiş ve mahlûkatına mesken ittihaz etmiş.” Yedi tabaka olarak halkettim, demiyor. Misliyet ise mahlûkıyet ve mahlûkata meskeniyet cihetiyle bir teşbihtir.
İkincisi: Küre-i Arz hernekadar semavâta nisbeten çok küçüktür, fakat hadsiz Masnûat-ı İlâhîyyenin meşheri, mazharı, mahşeri, merkezi hükmün-de olduğundan; kalb, cesede mukabil geldiği gibi, Küre-i Arz dahi, koca hadsiz semavâta karşı bir kalb ve ma’nevî bir merkez hükmünde olarak mukabil gelir.
Onun için zeminin küçük mikyasta eskiden beri yedi (*) iklimi; hem Av-rupa, Afrika, Okyanusya, iki Asya, iki Amerika namlariyle ma’rûf yedi kıt’ası; hem denizle beraber şark, garb, şimal, cenub, bu yüzdeki ve Yeni Dünya yüzündeki ma’lûm yedi kıt’ası; hem merkezinden tâ kışr-ı zâhirîye kadar hikmeten, fennen sâbit olan muttasıl ve mütenevvi yedi tabakası, hem zîhayat için medâr-ı hayat olmuş yetmiş basit ve cüz’î unsurları ta-zammun edip ve “yedi kat” ta’bir edilen meşhur yedi nevi küllî unsuru; hem dört unsur denilen: Su, hava, nar, toprak (türab) ile beraber, “mevâlid-i selâse” denilen maâdin, nebâtât ve hayvânâtın yedi tabakaları ve yedi kat âlemleri; hem cin ve ifrit ve sâir muhtelif zîşuur ve zîhayat mah-lûkların âlemleri ve meskenleri olduğu, çok kesretli ehl-i keşf ve ashab-ı şuhudun şehâdetiyle sâbit yedi kat arzın âlemleri; hem Küre-i Arzımıza benzeyen yedi küre-i uhrâ dahi bulunmasına, zîhayata makarr ve mesken olmasına işâreten yedi tabaka yâni yedi küre-i arziye bulunmasına işâreten Küre-i Arz dahi, yedi tabaka Âyât-ı Kur’âniyeden fehmedilmiştir.
İşte yedi nevi ile yedi tarzda, arzın yedi tabakası mevcûd olduğu ta-hakkuk ediyor. Sekizincisi olan âhirki ma’na, başka nokta-i nazarda ehemmiyetlidir; o yedide dâhil değildir.
Üçüncüsü: Mâdem Hakîm-i Mutlak israf etmiyor, abes yaratmıyor. Ve mâdem mahlûkatın vücûdları, zîşuur içindir ve zîşuurla kemâlini bu-lur ve zîşuurla şenlenir ve zîşuurla abesiyetten kurtulur. Ve mâdem bilmüşahede o Hakîm-i Mutlak, o Kadîr-i Zülcelâl, hava unsurunu, su âlemini, toprak tabakasını hadsiz zîhayatlarla şenlendiriyor. Ve mâdem hava ve su, hayvânâtın cevelânına mâni olmadığı gibi; toprak, taş gibi kesif maddeler, elektrik ve röntgen gibi maddelerin seyrine mâni olmu-yorlar. Elbette o Hakîm-i Zülkemâl, o Sâni-i Bîzeval, Küre-i Arzımızın merkezinden tut, tâ meskenimiz ve merkezimiz olan bu kışr-ı zâhirîye ka-dar birbirine muttasıl yedi küllî tabakayı ve geniş meydanlarını ve âlemle-rini ve mağaralarını boş ve hâli bırakmaz. Elbette onları şenlendirmiş.
-----------------------------------------
(*): Seb’a ile beraber yedi kelimesi yedi kerre tevafuku pek güzel düşmüş.

playactive.gif
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
O âlemlerin şenlenmesine münâsib ve muvafık zîşuur mahlûkları halkedip orada iskân etmiştir. O zîşuur mahlûklar, mâdemki melâike ecnasından ve ruhanî envalarından olmak lâzım gelir. Elbette en kesif ve en sert tabaka, onlara nisbeten, balığa nisbeten deniz ve kuşa nisbeten hava gibidir. Hatta zeminin merkezindeki müdhiş ateş dahi, o zîşuur mahlûklara nisbeti, bizlere nisbeten Güneşin harareti gibi olmak iktiza eder. O zîşuur rûhânîler nurdan oldukları için, nâr onlara nur gibi olur.
Dördüncüsü: On Sekizinci Mektubda tabakat-ı Arzın acaibine dâir ehl-i keşfin tavr-ı akıl haricinde beyân ettikleri tasvirata dâir bir temsil zikredilmiştir. Hulâsası şudur ki: Küre-i Arz, âlem-i şehâdette bir çekirdektir; âlem-i misaliye ve berzahiyede bir büyük ağaç gibi, semavâta omuz omuza vuracak bir azamettedir. Ehl-i keşfin Küre-i Arzda ifritlere mahsus tabakasını bin senelik bir mesafe görmeleri, âlem-i şehâdete âid Küre-i Arzın çekirdeğinde değil, belki âlem-i misâlîdeki dallarının ve tabakalarının tezahürüdür. Mâdem Küre-i Arzın zâhiren ehemmiyetsiz bir tabakasının böyle başka âlemde azametli tezahüratı var; elbette yedi kat semavâta mukabil yedi kat denilebilir ve mezkûr noktaları ihtar için îcaz ile i’cazkârane bir tarzda Âyât-ı Kur’âniye, semavâtın yedi tabakasına karşı bu küçücük arzı mukabil göstermekle işâret ediyor.
İkinci Mes’ele-i Mühimme’dir:
i097.gif
İlâ âhir...
i098.gif
Şu Âyet-i Kerîme gibi müteaddid Âyetler, semavâtı yedi sema olarak beyân ediyor. İşârâtü’l-İ’caz tefsirinde eski Harb-i Umûmînin birinci senesinde cephe-i harbde ihtisar mecbûriyetiyle gâyet mücmel beyân ettiğimiz o mes’elenin yalnız bir hülâsasını yazmak münâsiptir. Şöyle ki:
Eski hikmet, semavâtı dokuz tasavvur edip, lîsan-ı şer’îde, Arş ve Kürsi yedi semavât ile beraber kabul edip acib bir sûretle semavâtı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhî hükemasının şa’şaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında tutmuşlar. Hatta çok ehl-i tefsir, Âyâtın zâhirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye mecbûr kalmışlar. O sûretle Kur’ân-ı Hakîm’in i’cazına bir derece perde çekilmişti.
playactive.gif
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
"Ey Rabbim! Senden yüzüne bakmanın lezzetini; sana kavuşmanın şevkini istiyorum. Bütün bunları zarar vericinin zararından, sapdırıcı bir fitneden uzak olarak vermeni istiyorum."AMİN.........
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Hayat hep yolun başındaki gibidir ama noktalama işaretlerinin yeri değişince anlam da değişmeye mahkumdur
***************
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Allahümme ya mukallibe'l kulüb, sebbit kalbi dinike.. Allahümmağfirli ümmet-i Muhammed.. amin.. Allah'ım!Muhakkak ki Sen çok affedicisin. Affetmeyi seversin.Bizleri affet Ya Rabbi! Allah'ım aramızdaki nifak tohumlarını kaldır,bizi bize Sen'in için sevdir Rabb'im..(amin) Allah'a emanet olun hayırlı teheccütler ...........
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
İ'lem Eyyühel-Aziz! Ehl-i ilhad ile ve bilhassa Avrupa mukallidleriyle münazara ile iştigal edenler büyük bir tehlikeye maruzdurlar. Çünki nefisleri tezkiyesiz ve emniyetsiz olması ihtimaliyle tedricen hasımlarına mağlub olur ki, bitarafane muhakeme denilen münsifane münazarada nefs-i emmareye emniyet edilemez. Çünki insaflı bir münazır, hayali bir münazara sahasında, ara sıra hasmının libasını giyer, ona bir dava vekili olarak onun lehinde müdafaada bulunur. Bu vaziyetin tekrarıyla, dimağında bir tenkid lekesinin husule geleceğinden, zarar verir. Lakin niyeti halis olur ve kuvvetine güvenirse, zararı yoktur. Böyle vaziyete düşen bir adamın çare-i necatı, tazarru' ve istiğfardır. Bu suretle o lekeyi izale edebilir. (Bediüzzaman Said Nursi - Mesnevi-i Nuriye'den) Lügatler Bilhassa : özellikle Bitarafane :tarafsızcasına Çare-i necat :kurtuluş çaresi Dimağ :beyin, akıl Ehl-i ilhad :imansızlar, dinsizler, hak yoldan çıkanlar Emniyet :eminlik, güvenli olmak, korkusuzluk Halis : saf, katışıksız, katkısız Hasım :düşman Hayali :zihnen tasarlanan şey, hayale ait Husul :meydana gelmek, oluşmak İ’lem Eyyühel Aziz : Ey aziz kardeşim, bil ki İnsaf : hakikatı kabul ve itiraf İstiğfar :af dilemek, kusurlarının bağışlanması için yalvarmak İştigal : uğraşmak, meşgul olmak İzâle : gidermek, ortadan kaldırmak Lâkin :fakat, ama Leh :hakkında, onun faydasına mağlup : yenilme, yenilen maruz : tesiri altında kalmak Mesnevi-i Nuriye :nurlu parçalar, nurlu manzumeler Muhakeme :iki tarafı dinleyip hüküm vermek, zihinde inceleme yapmak Mukallid :taklit eden, benzemeye çalışan, taklitçi Müdafaa :savunmak, savmak, defetmek Münazara :karşılıklı konuşmak Münazır :karşılıklı konuşan, denk Münsifane :insaflıca, hakkı kabul edercesine, merhametlice nefis : insanın kendisi Nefs-i emmare :daima kötülüğü yapmayı emreden nefis Saha :meydan, alan, geniş yer suret : biçim, şekil Tazarru :gizlice yalvarmak Tedric :azar azar, derece derece ilerlemek Tenkit : bir kimse veya şeyin iyi-kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak, eleştirmek Tezkiye : temize çıkarmak Vaziyet : durum, hal --
 
Üst