Günlük Risale-i Nur dersi.............

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Nasıl bir asker bazı şerait dahilinde, mühim ve mahuf bir mevkide, bir saat nöbette, bir sene ibadet kadar bir fazilet kazanabilir ve bir dakikada bir kurşunu yemekle, en ekall kırk günde ancak kazanılacak velayet derecesi gibi bir makama çıkıyor. Öyle de, sahabelerin tesis-i İslamiyette ve neşr-i ahkam-ı Kur'aniyede hizmetleri ve İslamiyet için bütün dünyaya ilan-ı harb etmeleri o kadar yüksektir ki, bir dakikasına başkaları bir senede yetişemez. Hatta denilebilir ki; bütün dakikaları, -o hizmet-i kudsiyede- o şehid olan neferin dakikası gibidir. Bütün saatleri, müdhiş bir makamda bir saat nöbet tutan fedakâr bir neferin nöbeti gibidir ki; amel az, ücreti çok, kıymeti yüksektir.
(Bediüzzaman Said Nursi - 27. Söz'den)
Lügatler
Amel :
iş, fiil, ibadet Dâhilinde
:içinde, çerçevesinde Ekall :
en az, en küçük Fazilet
:değer, meziyet, iyilik Fedakâr
:her türlü zahmetlere göğüs gererek davasına sahip çıkan Hizmet-i kudsiye
:kutsal hizmet, mukaddes dava İlan-ı harb
:savaş açmak kıymet :
önem, değer, bedel Mahuf :
korkulu, tehlikeli Mevki :
yer Müdhiş :
dehşetli, ürpertici,tehlikeli Mühim
:önemli, kıymetli, değerli Nefer
:asker, kişi Neşr-i ahkâm-ı Kur’aniye
:Kur’an’ın hükümlerini yaymak Sahabe
:sahip çıkanlar, Peygamberimiz(a.s.)’in sohbetinde bulunup onun getirdiklerine sahip çıkanlar Şerait
:şartlar Tesis-i İslamiyet
:İslamın kuruluşu, islamiyetin doğuşu Velayet
:velilik, dervişlik
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
84- Dünyada masiyetin akıbeti, ikab-ı uhreviye delildir. 85- Rızk, hayat kadar kudret nazarında ehemmiyetlidir. Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inayet besliyor. Hayat; muhassal-ı mazbuttur, görünür. Rızk; gayr-ı muhassal, tedrici münteşirdir, düşündürür. Açlıktan ölmek yoktur. Zira bedende şahm ve saire suretinde iddihar olunan gıda bitmeden evvel ölüyor. Demek, terk-i âdetten neş'et eden maraz öldürür; rızıksızlık değil. (Bediüzzaman Said Nursi - Hakikat Çekirdekleri'nden 84-85) Lügatler Akıbet : son, sonuç, netice Delil : ispat vasıtası, doğruyu gösteren Ehemmiyet : önem Gayr-ı muhassal : husule gelmemiş, birden somut olarak var olmayan Hakikat: gerçek İddihar : biriktirmek, saklamak İkab-ı uhrevi :âhiretteki ceza İnayet : yardım, lütuf Kader : Allah’ın ezelde her şeyi takdir edip yazması Kudret : güç, kuvvet, iktidar Maraz : hastalık, illet, dert, bela Masiyet :günah, isyan, itaatsizlik Muhassal-ı mazbut : elde tutulacak şekilde var olan, oluşan Münteşir :yayılmış Nazar :bakma, bakış, görüş açısı Neş’et etmek : meydana gelmek, çıkmak, yetişmek Rızık : maddi manevi ihtiyaca lazım olan nimet, yiyip içilecek şey Sâire :diğer, gerisi, stok suret : biçim, şekil Şahm :içyağı Tedric :azar azar, derece derece ilerlemek Terk-i âdet :alışılmış şeyleri bırakmak Zira : çünkü, ondan ki, şu sebepten ki --
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Madem bilmüşahede gözümüz önünde görüyoruz ki, gayet derecede san'atlı ve kıymetdarlık ile beraber nihayet derecede bir mebzuliyet var. Ve her bir zihayat fevkalade mu'cizane ve harika ve çok cihazatları bulunan birer makine-i acibe olmakla beraber, sehavet-i mutlaka içinde kibrit çakar gibi bir sür'at-i harika ile gayet derecede kolaylık ve sühulet ve külfetsiz bir surette vücuda geliyorlar. Elbette bizzarure ve bilbedahe gösterir ki, o mebzuliyet ve o sühulet, vahdetten ve bir tek zatın işleri olmasından ileri geliyor. Yoksa değil ucuzluk ve çokluk ve çabukluk ve kolaylık ve kıymetdarlık, belki şimdi beş para ile alınan bir meyve, beş yüz lira ile alınmayacaktı; belki bulunmayacak derecede nadir olacaktı. Ve şimdi saati kurmak ve elektriğin düğmelerine dokunmakla işleyen muntazam makineler gibi vücudları, icadları kolay ve asan olan zihayat şeyler; imtina' derecesinde suubetli, müşkilatlı olacak ve bir günde ve bir saatte ve bir dakikada bütün cihazat ve şerait-i hayatıyla vücuda gelen bir kısım hayvanlar bir senede, belki bir asırda, belki hiç gelmeyecek idi.
(Bediüzzaman Said Nursi - 2. Şua'dan)
Lügatler
Âsân
:kolay Asır :
yüzyıl Belki :
bilakis, aslında Bilbedahe
:açık olarak, aşikar Bilmüşahede
:görerek, görmek suretiyle Bizzarure
:zarureten, mecburen Cihazat
:cihazlar, organlar Fevkalade :
adetin üstünde, yüksek bir şekilde İcad :
yaratma, var etme, vücuda getirmek İmtina
:imkansızlık, yapmamak Kıymetdar :
kıymetli, önemli, değerli Külfet :
zahmet, sıkıntı, yorgunluk Makine-i acibe
:acaib bir makine Mebzuliyet
:ucuzluk, bolluk Mu’cizane :
mucize şekilde Muntazam
:düzenli, tertipli, intizamlı Müşkilat
:zorluklar Nadir
:az bulunan, seyrek Nihayet
:son Sehavet-i mutlaka
:tam cömertlik suret :
biçim, şekil Suubet
:zorluk, güçlük Sühulet
: kolaylık Sür’at-i harika
:harika bir hız Şerâit-i hayat
:hayat şartları Şua :
ışık, parıltı Vahdet:
birlik Vücud
: var olmak, varlık Zat :
hürmete layık kimse, kişi zihayat
: hayat sahibi, canlı

--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Vacib-ül Vücud'un mahiyet-i kudsiyesi, mahiyat-ı mümkinat cinsinden değildir. Belki bütün hakaik-i kainat, o mahiyetin esma-i hüsnasından olan Hak isminin şualarıdır. Madem mahiyet-i mukaddesesi hem Vacib-ül Vücud'dur, hem maddeden mücerreddir, hem bütün mahiyata muhaliftir; misli, misali, mesili yoktur. Elbette o Zat-ı Zülcelal'in o kudret-i ezeliyesine nisbeten bütün kainatın idaresi ve terbiyesi; bir bahar, belki bir ağaç kadar kolaydır. Haşr-i a'zam ve dar-ı ahiret, Cennet ve Cehennem'in icadı; bir güz mevsiminde ölmüş ağaçların yeniden bir baharda ihyaları kadar kolaydır.
(Bediüzzaman Said Nursi - 20. Mektub'dan)
Lügatler
Belki :
bilakis, aslında Cins :
çeşit, soy Dar-ı âhiret :
âhiret yurdu Esma-i Hüsna
:Allah’ın en güzel isimleri Güz :
sonbahar Hak
:varlığı hiç değişmeyen,her hakka sahip,ibadete layık Hakaik-i kâinat
:kâinat gerçekleri Haşr-i âzam
:büyük diriliş İcad :
yaratma, var etme, vücuda getirmek İhya :
diriltme, hayat verme Kâinat
: evren, yaratılanların hepsi Kudret-i ezeliye
:varlığın başlangıcı olmayan ve ezelden beri hep var olan Allah’ın kudreti Mahiyat
:esaslar,hakikatler, asıllar Mahiyat-ı mümkinat
:olabilir esaslar Mahiyet :
asıl,esas Mahiyet-i kudsiye
:kutsal esas, kutsal öz Mahiyet-i mukaddese
:mukaddes asıl, kutsal öz Mesil :
benzer, eş, gibi misal :
benzer, örnek Misli :
benzeri, eşi,tıpkısı, aynısı Muhalif :
zıt, birbirine uymayan, karşı duran, karşı Mücerred
:saf, katışıksız, çıplak, yalın Nisbeten
:kıyasla, oranla Şua :
ışık, parıltı Terbiye :
Allah’ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye çalışmak Vâcib-ül Vücud
:var olması mutlaka gerekli olan Zât-ı Zülcelal
:celal ve büyüklük sahibi Zat(Allah)
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Şu dünyadaki tezyinat, yalnız telezzüz veya tenezzüh için değil. Çünki bir zaman lezzet verse, firakıyla bir çok zaman elem verir. Sana tattırır, iştihanı açar fakat doyurmaz. Çünki ya onun ömrü kısa, ya senin ömrün kısadır. Doymağa kâfi değil. Demek kıymeti yüksek, müddeti kısa olan şu tezyinat; ibret içindir. (Bediüzzaman Said Nursi - 10. Söz'den) Lügatler Elem : keder, üzüntü, acı Firak : ayrılık, ayrılmak İbret :uyanıklığa sebeb olan ders, düşündürücü hadise İştiha :haz, fazla istek, arzu, meyil Kâfi : yeten, yetişen, yeterli kıymet : önem, değer, bedel Müddet : süre, zaman telezzüz : lezzet alma, lezzetlenme Tenezzüh :gezinti Tezyinat : süslemeler, donatmalar, ziynetler
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Dünyada sana ait çok emirler vardır. Amma ne mahiyetlerinden ve ne akıbetlerinden haberin olmuyor. Biri, ceseddir. Evet cesedin genç iken latif, zarif ve güzel gül çiçeğine benzerse de, ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder.
Biri de, hayat ve hayvaniyettir. Bunun da sonu ölüm ve zevaldir.
Biri de insaniyettir. Bu ise, zeval ve beka arasında mütereddiddir. Daim-i Baki'nin zikri ile muhafazası lazımdır.
(Bediüzzaman Said Nursi - Mesnevi-i Nuriye'den)
Lügatler
Akıbet :
son, sonuç, netice Beka :
sonsuzluk, sonu olmamak Ceset :
beden, ten, gövde Daim-i baki
:devamlı sonsuz olan, hep var olan Emir
:iş, husus, şey, hadise, madde Hayvaniyet
:canlılık, hayat sahibi olmak İnsaniyet
: insanlık Latif :
mülayim, yumuşak, güzel, nazik Mahiyet :
asıl,esas Mesnevi-i Nuriye
:nurlu parçalar, nurlu manzumeler Muhafaza
:koruma, saklama Mütereddid
:tereddüdlü, karar veremeyen, cesaretsiz, kararsız Tahavvül
:değişim, dönüşüm, hal ve durum değiştirmek Zarif
:ince ve nazik, güzel zeval :
yok olmak, son bulmak, geçip gitme, yerinden ayrılıp gitmek Zikir :
anmak, hatırlamak, Allah’ı çok anıp azametini büyüklüğünü düşünmek  
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Şu fani masnuat fena için değil, bir parça görünüp mahvolmak için yaratılmamışlar. Belki vücudda kısa bir zaman toplanıp, matlub bir vaziyet alıp; ta suretleri alınsın, timsalleri tutulsun, manaları bilinsin, neticeleri zabtedilsin. Mesela, ehl-i ebed için daimi manzaralar nescedilsin. Hem âlem-i bekada başka gayelere medar olsun. (Bediüzzaman Said Nursi - 10. Söz'den) Lügatler Âlem-i beka :sonsuzluk âlemi Belki : bilakis, aslında Daimi: devamlı Ehl-i ebed :âhirette sonsuz yaşayacak olanlar, sonsuzluk ehli Fâni : ölümlü, gelip geçici, yok olan Fenâ : yokluk, yok olmak, gelip geçicilik, ölüm mahvolmak : harap olmak, yıkılmak, ortadan kalkmak, bozulmak Masnuat :yapılanlar, sanatlı yapılmışlar Matlub : istek, istenilen şey Medar : sebeb, vesile Nescedilmek :dokunmak, örülmek, yapılmak Suret : biçim, şekil Timsal :nümune, örnek Vaziyet : durum, hal Vücud: beden, varlık Zabtedilmek :tutulmak, kavranmak, kayıt altına alınmak --
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Balarısı fıtratça ve vazifece öyle bir mu'cize-i kudrettir ki; koca Sure-i Nahl, onun ismiyle tesmiye edilmiş. Çünki o küçücük bal makinesinin zerrecik başında, onun ehemmiyetli vazifesinin mükemmel programını yazmak ve küçücük karnında taamların en tatlısını koymak ve pişirmek ve süngücüğünde zihayat a'zaları tahrib etmek ve öldürmek hasiyetinde bulunan zehiri o uzuvcuğuna ve cismine zarar vermeden yerleştirmek; nihayet dikkat ve ilim ile ve gayet hikmet ve irade ile ve tam bir intizam ve müvazene ile olduğundan, şuursuz, intizamsız, mizansız olan tabiat ve tesadüf gibi şeyler elbette müdahale edemezler ve karışamazlar. İşte bu üç cihetle mu'cizeli bu san'at-ı İlahiyenin ve bu fiil-i Rabbaniyenin, bütün zemin yüzünde hadsiz arılarda, aynı hikmetle, aynı dikkatle, aynı mizanda, aynı anda, aynı tarzda zuhuru ve ihatası, bedahetle vahdeti isbat eder.
(Bediüzzaman Said Nursi - 7. Şua'dan)
Lügatler
Aza
:organ, uzuv Bedahet :
açıklık, aşikarlık, belli olmak cihet :
yön, taraf Cisim :
varlığı bilinen, belli ölçülerde olan şey Ehemmiyet
: önem Fıtrat :
yaratılış, huy, yapı Fiil-i Rabbaniye
:Rabbani işler Hadsiz :
sayısız, sınırsız Hasiyet
:özellik, karakter, vasıf Hikmet
:Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması İhata :
kuşatma, kapsama İntizam :
tertip, düzen, düzgünlük, düzenlilik İrade :
istek, arzu, dilemek Mizan
:terazi, ölçü, tartı, denge mu’cize
:insanların yapmaktan aciz kaldıkları, ancak Allah tarafından yapılabilen ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasip olan harika hadiseler Mu’cize-i kudret
:kudret mucizesi olarak ortaya çıkan, yaratılan harika hadiseler
muvazene:
karşılaştırma, denge Müdahale
:araya girme, sokulma, karışma Nihayet:
son Sanat-ı ilâhiye
:ilâhi sanatlar, güzellikler Sure-i Nahl
:16. Sure olan Nahl suresi Şua :
ışık, parıltı Şuur :
anlayış, idrak, bilinç Taam
:yemek, yenilen şey tabiat
: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem Tahrib
:harap etme, yıkma, bozma Tarz :
usul, şekil, metod, yol Tesadüf
: rastgelmek, kendiliğinden olmak, tedbirsiz meydana gelmek Tesmiye
:isimlendirmek, ad vermek Uzuv
: organ Vahdet:
birlik Zemin:
yeryüzü Zerrecik
:atomcuk, en küçük parçacık zihayat
: hayat sahibi, canlı Zuhur :
meydana çıkmak, görünmek
 
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Siz Allah'ı aciz bırakamazsınız 10 Eylül 2011 / 04:45 Günün Hadis-i Şerifi... Bismillahirrahmanirrahim İbnu Mesud (ra)'dan Hz. Peygamber (sav)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Muhakkak ki, en güzel söz ALLAH'ın Kitab'ıdır. En güzel yol da Muhammed'in (sav) yoludur. İşlerin en kötüsü de dine aykırı olarak sonradan çıkarılanıdır. Size vaadedilen mutlaka yerine gelecektir. Siz ALLAH'ı aciz bırakamazsınız.” (Buhari, İ'tisam 2)
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz... 10 Eylül 2011 / 04:15 Günün Ayet-i Kerime meali... Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hak, Kıyamet Sûresi 3-4. ayetinde mealen şöyle buyuruyor: 3- İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? 4- Evet Bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Sonbahar: İsm-i Evvel 09 Eylül 2011 Cuma 07:55 Bazen hayat gözlerini karanlıkta açar. Bazen de bir eylül ikindisinde. Eylül ve ikindi kardeş zamanlardır. Hayat bazen güzün sere serpe uzanmış rüzgârında yol alır. Hayat bazen de sararmış yaprakların düşüşünde canlanır. Hayat şimdilerde yaprakların toprağa değişinde konuşuyor. Her bir yaprak ayrı bir düşle ayrılıyor tutundukları avuçlardan. Eylül, yüreğimizin olduğu yeri gösteriyor: Sızım sızım sızlayan ayrılığı. Bir eylül ikindisinde, bir bahçede, oradan oraya savrulan eski bir gazete parçasında uçuşuyor hayat. İkindiye kadar yamaçların üzerinden oluk oluk akmış ışık, ufukta toparlak bir cisme dönüşerek, hayatın başka bir güzelliğinden dem vuruyor. Bir söz biterken başka bir söz başlıyor bir eylül sabahında. Varlıklar, bölüştürülmüş hüznün kendi paylarına düşene razı, içine çekiyor eylülün soğukla karışık sıcağını. Mutlak Varlık'ın huzurunda her varlık kendi sesiyle yakarıyor. Hiçbir yakarış diğerine benzemiyor, hiçbir yüzün diğerine benzemediği gibi. Hiçbir yaprak diğerine benzemiyor, hiçbir dalga diğerine benzemediği gibi. Şimdilerde eylül yakarıyor, yanık sesiyle. Döküyorlar neleri var neleri yok ağaçlar ellerindeki. Başka bir yakarışla yakarıyorlar, başka bir seslenişle. Hayat, çorak bahçede açmış bir avuç kuşburnunda dikiyor gözlerini biz fanilere. Öbek öbek. Yanıp tutuşmuş güz meyvelerinin bağrında parıldıyor hayat bu kez de. Meyvelerin kalbinde çekirdekler yeniden uyanışı bekliyor. Meyve: İsm-i Âhir'in tecelligâhı. Çekirdek: İsm-i Evvel'in. Âhir'in içinde Evvel. Evvel'in içinde Âhir. Hangisi evvel, hangisi âhir belli değil. Tüm isimler evvel, tüm isimler âhir sanki. "O; Evvel'dir, Âhir'dir, Zahir ve Bâtın'dır," diye tarif ediyor Mutlak Varlık kendini. Bir dalga gibi dönüyor zaman. Mütekellim-i Ezeli kâinatı eylülün lisanıyla konuşturuyor, yazın sesini yavaşça kısarken. Yazdan ayrılarak sonbahardan geçiyoruz ebedi yaşam yurduna. Hayatı anlamak isteyen dalından düşmüş bir yaprağı almalıdır eline. Uzun uzun seyredip sormalıdır, "Seni bu hale kim getirdi?" diye. İnsanı tanımak isteyen eylülü tanımalıdır. İnsan, güzün içinde saklı bir hazinedir. Ağaçların kavuklarına sinmiş zamanın sesine kulak vermelidir "ben kimim?" diye soran. Ağaçlar yorgunluklarını atmak isterken üzerlerinden, adımlarının sayısı bitiyor yazın. Yeryüzünde yürümek için verilen mühleti dolmaya yüz tutmuş orta yaşlı biri gibi güz mevsimi. Bir yanı cap canlı bir yanı öp ölü. Ağaçların içinde işleyen bir fabrikanın tezgâhları gibi çalışıyor durmaksızın hayat. Yapayalnız kalmış an gibi, eylül. Her şeye yeni bir ayar veriliyor. Zaman yeniden kuruluyor. Günleri gün be gün dakika dakika kısaltıyor Mutlak Kudret. Sıcağı soğukla karıştırıp dalga dalga salıyor havayı varlıkların nefesine. Bir maksadı ve anlamı var elbet olanların. Bir gecelik dinlenme gibi dinleniyor hayat bir eylül gecesinde. Paramparça olup uçuruyor havalara düşler. Acılara gark oldu büyürken yapraklar. Bir eylül gecesinde haşin rüzgârın elinde savrulacağız diye. Kucağımızı açtığımız ilk aydınlık günün hışırtıları gerilerde kalıyor. Sonbaharın parmaklarının ucunda atıyor nabzı ölümün. Hava iç çekerken, yalnızlığı soluyor bulutlar. Şimdi akşam olurken, yeni bir ay doğuyor. Gençliği yaşamışlığın bilgeliği; yaşlılığa bir adım kalmanın bilinciyle; sanki tüm mevsimlerden haberdar sonbahar. "Yaz mevsiminin kucağına dökülen, eteğini dolduran meyveler, hububat ve sebzevatlar İsm-i Âhir'in hâtemini.. taşıyor" diye tarif ediyor yazı Zamanın Bedii. Güzse onun lisanında şöyle çiçek açıyor: "Güz mevsiminin eline emanet edilen tohumlar, çekirdekler, kökler, İsm-i Evvel'in sikkesini.. taşıyor." İlginç değil mi? Güz mevsimi İsm-i Ahir'in değil, İsm-i Evvel'in sikkesini taşıyor bağrında; tohumlarda, çekirdeklerde. Güz, son değil, başlangıç oluyor. Hoş geldin Güz. Hoş geldin İsm-i Evvel'in hüzünlü tecelligâhı. Zaman
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
86-
Âkil-ül lahm vahşilerin helal rızıkları, hayvanatın hadsiz cenazeleridir; hem ruy-i zemini temizliyorlar, hem rızıklarını buluyorlar. 87-
Bir lokma kırk paraya, diğer bir lokma on kuruşa. Ağıza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra birdirler. Yalnız, birkaç saniye ağızda bir fark var. Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zaikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefihidir. (Bediüzzaman Said Nursi - Hakikat Çekirdekleri'nden 86-87)
Lügatler
Âkil-ül lahm
:et yiyen, etle beslenen Cenaze:
ölü Hadsiz :
sayısız, sınırsız Hakikat:
gerçek Hayvanat
: hayvanlar Helal
:Allah’ın müsaade ettiği şey İsraf
:lüzumsuz yere harcamak, boşa götürmek Kuvve-i zaika :
tatma kuvvesi, tad alma duyusu Müfettiş
:teftiş eden, inceleyen Rızık :
maddi manevi ihtiyaca lazım olan nimet, yiyip içilecek şey Ruy-i zemin
:yeryüzü Sefih
:zevk ve eğlenceye yasak şeylere düşkün Taltif
:iltifat etmek, bir iyilik yaparak gönlünü almak Vahşi
:merhametsiz, canavar, medeni olmayan, yabani


--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Biri de ömür ve yaşayıştır. Bunun da hududu tayin edilmiştir. Ne ileri ve ne de geri bir adım atılamaz. Bunun için elem çekme, mahzun olma. Tahammülünden aciz, takatinden hariç olduğun tul-i emel yükünü yüklenme!
Biri de, vücuddur. Vücud zaten senin mülkün değildir. Onun maliki ancak Malik-ül Mülk'tür. Ve senden daha ziyade senin vücuduna şefkatlidir. Binaenaleyh Malik-i Hakiki'nin daire-i emrinden hariç o vücuda karıştığın zaman zarar vermiş olursun. (Ümidsizliği intaç eden hırs gibi.)
Biri de bela ve musibetlerdir. Bunlar zaildir, devamları yoktur. Zevalleri düşünülürse, zıdları zihne gelir, lezzet verir.
(Bediüzzaman Said Nursi - Mesnevi-i Nuriye'den)
Lügatler
Âciz
:güçsüz, zayıf Bela :
âfet, sıkıntı, musibet, imtihan Binaenaleyh
:bunun üzerine, bundan dolayı Daire-i emir
:işleyiş dairesi, sistem Elem :
keder, üzüntü, acı Hariç
:dış, dışarı, dışında Hırs
:şiddetli istek, açgözlülük Hudud
:sınırlar, uçlar, ceza gerektiren şer’i durumlar İntac
:neticelenme, meydana getirme, doğurma Mahzun :
hüzünlü, üzüntülü,kederli Malik:
sahib Malik-i hakiki
:gerçek sahip Malik-ül mülk
:bütün mülkün hakiki sahibi olan Allah Mesnevi-i Nuriye
:nurlu parçalar, nurlu manzumeler
Musibet
:bela, felaket, afet, dert mülk :
mal, sahip olunan şey Şefkat :
acıyarak sevmek, karşılıksız yardım ve sevgi Tahammül
:katlanmak, sabretmek, dayanmak Takat
:güç, kuvvet, iktidar Tayin
:ayırılmak, belirlenmek Tûl-i emel
:bitmeyen sitek, hiç ölmeyecek gibi dünyaya dalmak ve düşünmek Vücud:
beden zâil :
geçici, yok olucu zeval :
yok olmak, son bulmak, geçip gitme, yerinden ayrılıp gitmek Zıd
:aksi, muhalif, ters Zihin
:anlama bilme hatırlama kuvveti Ziyade :
fazla, daha çok, fazlasıyla
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Eşya beka için yaratıldığını, fena için olmadığını; belki sureten fena ise de tamam-ı vazife ve terhis olduğu bununla anlaşılıyor ki: Fani bir şey bir cihetle fenaya gider, çok cihetlerle baki kalır. Mesela kudret kelimelerinden olan şu çiçeğe bak ki; kısa bir zamanda o çiçek tebessüm edip bize bakar, der-akab fena perdesinde saklanır. Fakat senin ağzından çıkan kelime gibi o gider, fakat binler misallerini kulaklara tevdi' eder. Dinleyen akıllar adedince, manalarını akıllarda ibka eder. Çünki vazifesi olan ifade-i mana bittikten sonra kendisi gider, fakat onu gören her şeyin hafızasında zahiri suretini ve her bir tohumunda manevi mahiyetini bırakıp öyle gidiyor. Güya her hafıza ile her tohum; hıfz-ı zineti için birer fotoğraf ve devam-ı bekası için birer menzildirler. En basit mertebe-i hayatta olan masnu böyle ise, en yüksek tabaka-i hayatta ve ervah-ı bakiye sahibi olan insan; ne kadar beka ile alakadar olduğu anlaşılır. (Bediüzzaman Said Nursi - 10. Söz'den) Lügatler Aded :sayı, tane, miktar Alakadar :ilgilendirme, alakalı, ilgili bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz Beka : sonsuzluk, sonu olmamak Belki : bilakis, aslında cihet : yön, taraf Der-akab :hemen, derhal, akabinde Devam-ı beka :devamlı ebedi sonsuzluk, hep var olmak Ervah-ı bakiye :sonsuz ruhlar Eşya : nesneler, şeyler Fâni : ölümlü, gelip geçici, yok olan Fenâ : yokluk, yok olmak, gelip geçicilik, ölüm Hafıza :ezberleme kuvvesi, bellek Hıfz-ı zinet : süslerini ve özelliklerini saklama ibka :bakileştirmek, devamlı etmek İfade-i mana :anlamını anlatma, maksadını ifade etme Kudret : güç, kuvvet, iktidar Mahiyet : asıl,esas Manevi :manaya ait, ruhani Masnu :yapılan, yapılmış, sanatlı yapılmış Menzil :inilen yer, konulacak yer, dünya, ev, mekân Mertebe-i hayat :hayat mertebesi, hayat şekli misal : benzer, örnek Suret : biçim, şekil Sureten :görünüşte, biçimde, şekilde Tabaka-i hayat :hayat tabakası Tamam-ı vazife ve terhis :vazifesini tamamlayıp salıverilme, ölüm Tebessüm : gülümseme, gülme Tevdi :emanet vermek, bırakmak, vedalaşmak Zahiri :aşikar, açık, belirgin, görünüşte  
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
İnsanda gayet şedid bir arzu-yu beka var. İnsanın bu maksadını öyle bir zat verebilir ki, bütün kâinatı bir saray hükmünde tasarruf eder. Bir odanın kapısını kapayıp, diğer bir menzilin kapısını açmak gibi kolay bir surette dünya kapısını kapayıp ahiret kapısını açabilsin. Beşerin bu arzu-yu beka gibi ebed tarafına uzanmış ve aktar-ı âleme yayılmış binler menfi ve müsbet arzuları var ki, onları vermekle beşerin iki dehşetli yaraları olan aczini ve fakrını tedavi eden zat ise, ancak sırr-ı vahdetle bütün kâinatı kabzasında tutan Zat-ı Ehad olabilir.
(Bediüzzaman Said Nursi - 2. Şua'dan)
Lügatler
Acz:
âcizlik, güçsüzlük âhiret :
öteki dünya, öldükten sonraki hayat Aktar-ı âlem
:âlemin her yeri, her taraf, âlemin dört bucağı Arzu-yu beka
:sonsuzluk arzusu Beşer:
insan Dehşetli
: ürpertici, korkunç Ebed :
sonu olmayan zaman, sonsuzluk Fakr :
ihtiyaç, yoksulluk, muhtaçlık, azlık Kabza
:Pençe,kılıcın tutacak yeri, el Kâinat
: evren, yaratılanların hepsi Maksat
:istenilen şey, arzu, gaye Menfi
:müsbet olmayan, negatif, olumsuz Menzil
:inilen yer, konulacak yer, dünya, ev, mekân Sırr-ı vahdet
:birlik sırrı, bir olma sırrı Suret :
biçim, şekil Şedid
:şiddetli, sert, sıkı Şua :
ışık, parıltı Tasarruf etmek
: dilediği gibi, dilediği yerde ve şekilde kullanmak Zat :
hürmete layık kimse, kişi Zat-ı ehad
:benzeri olmayan tek olan zat(Allah)
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza bu fani dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mucidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiat alacaksın. Çünki feda etmediğin takdirde, ya bad-i heva zail olur, gider; veya Onun malı olduğundan yine Ona rücu eder.
(Bediüzzaman Said Nursi - Mesnevi-i Nuriye'den)
Lügatler
Aziz :
izzetli,sevgili, dost, çok nurlu Bad-i heva
:heves peşinde, boşuboşuna Fâni :
ölümlü, gelip geçici, yok olan Keza :
bunun gibi Menzil
:inilen yer, konulacak yer, dünya, ev, mekân Mesnevi-i Nuriye
:nurlu parçalar, nurlu manzumeler Mucid
:icad eden, yaratan Mukabil:
karşılık Rücu
:geri dönme, vazgeçme, çevrilme Vücud:
beden, varlık zâil :
geçici, yok olucu  
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Bu zamanın en büyük farz vazifesi İslam Birliğidir
15 Eylül 2011 / 00:01
Günlük Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
Sadâ-yı Hakikat
27 Mart 1909
Tarîk-i Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) şüphe ve hileden münezzeh olduğundan, şüphe ve hileyi îmâ eden gizlemekten de müstağnidir. Hem o derece azîm ve geniş ve muhit bir hakikat, bahusus bu zaman ehline karşı hiçbir cihetle saklanmaz. Bahr-i umman nasıl bir destide saklanacak?
Tekraren söylüyorum ki: İttihad-ı İslâm hakikatinde olan İttihad-ı Muhammedînin (aleyhissalâtü vesselâm) cihet-i vahdeti tevhid-i İlâhîdir. Peymân ve yemini de imandır. Encümen ve cemiyetleri, mesacid ve medaris ve zevâyâdır. Müntesibîni, umum mü’minlerdir. Nizamnamesi, Sünen-i Ahmediyedir (aleyhissalâtü vesselâm). Kanunu, evâmir ve nevâhî-i şer’iyedir. Bu ittihad, âdetten değil, ibadettir.
İhfâ ve havf riyadandır. Farzda riya yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır. İttihadın hedef ve maksadı, o kadar uzun, münşaib ve muhit ve merakiz ve meabid-i İslâmiyeyi birbirine rapt ettiren bir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanları ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevk etmektir.
Bu ittihadın meşrebi muhabbettir. Husumeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır. Gayr-ı müslimler emin olsunlar ki, bu ittihadımız, bu üç sıfata hücumdur. Gayr-ı müslime karşı hareketimiz iknâdır. Zira onları medenî biliriz. Ve İslâmiyeti mahbup ve ulvî göstermektir. Zira onları munsif zannediyoruz. Lâubaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebîye sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dahil olanlar, onları taklit edip çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) olan İttihad-ı İslâmın efkâr ve meslek ve hakikatini efkâr-ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba hazırız.
جُمْلَه شِيرَانِ جِهَانْ بَسْتَئِه اِينْ سِلْسِلَه اَنْد
رُوبَه اَزْحِيلَه جِه سَانْ بِكُسَلَدْ اِينْ سِلْسِلَه رَا (Cihanın bütün arslanlarının bağlandıkları bir zinciri hilekâr bir tilkinin koparmasına imkân var mıdır?)
Neşrettiğim fihriste-i makasıddan terk ettiğim bir fıkradır. Şöyle ki:
Zahiren hariçten cereyan eden maarif-i cedidenin bir mecrâsı da bir kısım ehl i medrese olmalı. Ta gıll ü gıştan tasaffi etsin.
Zira, bulanıklığıyla başka mecrâdan taaffün ile gelmiş. Ve atâlet bataklığından neş’et ve istibdat sümumu ile teneffüs eden ve zulüm tazyikiyle ezilen efkâra bu müteaffin su, bazı aksü’l-âmel yaptığından, misfat-ı şeriat ile süzdürmek zarurîdir. Bu da ehl-i medresenin dûş-u himmetine muhavveldir.
(Vesselâmü alâ meni’t-tebea’l-hüdâ)
Said Nursi
SÖZLÜK:
aksü’l-âmel : tepki, tepkime, reaksiyon
aleyhissalâtü vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
arz etme : saygıyla bildirme, sunma
atâlet : hareketsizlik, tembellik
cehalet : cahillik
dûş-u himmet : himmet omuzu, güçlü himmet
ecnebî : yabancı
efkâr : fikirler, düşünceler
efkâr-ı umumiye : genel halka ait görüşler, düşünceler; kamuoyu
ehl-i medrese : medresede ilim tahsil edenler
emr-i vicdanî : vicdanî emir
fihriste-i makasıd : maksatların anlatıldığı liste
gayr-ı müslim : Müslüman olmayan
gıll ü gış : düşmanlık ve aldatma, kin ve hile
hâhiş : istek, arzu
hariç : dış
husumet : düşmanlık
ihtizaza getirmek : titretmek, harekete geçirmek
iknâ : razı etme, inandırma
istibdat : baskı, zulüm
ittihad : birleşme, birlik
İttihâd-ı İslâm : İslâm birliği
İttihad-ı Muhammedî : “Muhammedî birlik” mânâsına gelen ve 5 Nisan 1909’da İstanbul’da kurulan bir cemiyet
lâubali : saygısız, pervasız
maarif-i cedide : yeni bilimler
mahbup : sevilen
meabid-i İslâmiye : İslâm mabetleri
mecrâ : kaynak
merakiz : merkezler
merbut : bağlı
mesleksizlik : belli bir fikri, tarzı olmama
meşreb : hareket tarzı, metod
misfat-ı şeriat : şeriatın süzgeci
muhavvel : havale edilmiş, yüklenmiş
munsif : insaf eden, insaflı
müteaffin : kokuşmuş
neş'et : doğma, kaynaklanma
neşretmek : yayımlamak
nifak : münafıklık, ikiyüzlülük
rabt : bağlama, birleştirme
silsile-i nuranî : nurlu halka, zincir
sümum : zehirler
taaffün : bozulma, çürüme
tahkik : doğruluğunu araştırma
tarîk-i terakki : ilerleme yolu
tasaffi : arınma, temizlenme
tazyik : baskı
teneffüs : nefes alma, rahatlama
ulvî : yüce, büyük
vesselâmü alâ meni't-tebea'l-hüdâ : selâm Hüdâ’ya tâbi olanlar üzerine olsun
zahiren : dış görünüş itibariyle
zaruret : ihtiyaç, fakirlik, son derece yoksulluk, çaresizlik
zira : çünkü
abdullah : Allah’ın kulu
aleyhissalâtü vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
azîm : büyük, yüce
bahr-i umman : Hint Okyanusu; çok büyük denizler gibi engin ve derin
bahusus : özellikle
bu zaman ehli : bu zamanda yaşayanlar; çağdaşlar
cihet-i vahdet : birlik yönü
desti : testi
encümen : meclis
evâmir ve nevâhî-i şer'iye : şeriatın bildirdiği emir ve yasaklar
farz : Allah’ın kesin emirleri
hakikat : asıl, gerçek
havale etme : gönderme
havf : korku
hevâ : faydasız ve gelip geçici arzular
hüdâ : hidayet, doğru yol
ihfâ : gizleme
îmâ : işaret
istibdad : baskı ve zulüm
ittifak : birleşme, birlik
ittihad : birleşme, birlik
İttihâd-ı İslâm : İslâm birliği
İttihad-ı Muhammedî : “Muhammedî birlik” anlamına gelen ve 5 Nisan 1909’da İstanbul’da kurulan bir cemiyet
mabeyn : ara, araları
mâni-i herkemâl : her türlü mükemmelliğe, gelişmeye engel
medaris : medreseler, din eğitimi ve öğretimi yapan okullar
mesacid : mescitler
mesail-i şeriat : şeriata ait meseleler
meşrutiyet : başında hükümdar bulunmakla birlikte, yasama yetkisi kısmen meclis tarafından kullanılan, kısmen de olsa kuvvetler ayrılığına dayanan idare şekli
muhit : çevre, etraf
mukaddemat : öncüller; mukaddimeler, önsözler
münezzeh : arınmış, kusur ve eksiklikten yüce
münşaib : kollara, şubelere ayrılan
müntesibîn : intisap edenler, bağlı olanlar
müstağni : tenezzül etmeyen, gerekli bulmayan
mütaliîn : okuyucular, mütalâa edenler
nizamname : tüzük; herhangi bir müessesenin tutacağı yolu ve uygulayacağı hükümleri gösteren maddelerin hepsi
peymân : yemin, and, kasem
rabt : bağlamak, bitiştirmek, birşeye bağlamak, nizam vermek
riya : gösteriş
sadâ-yı hakikat : hakikatın sesi
Sünen-i Ahmediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sünneti, ahlâkı ve yaşayış tarzı
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
tarîk-i Muhammedî : Peygamber yolu, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yolu, sünneti
tevhid-i İlâhî : Allah’ın birliği
umum : bütün, genel
yadigâr : hediye, armağan
yeis : ümitsizlik
zevâyâ : zaviyeler; İslâm kültüründe tekkelerin şubeleri gibi çalışmalar sürdüren zikir ve ibadet mekânları
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Çiçekli ve meyveli koca nebatatın bir parça ruha benzeyen her birinin kanun-u teşekkülatı, timsal-i sureti; zerrecikler gibi tohumlarda kemal-i intizamla, dağdağalı inkılablar içinde ibka ve muhafaza edilmesiyle, gayet cem'iyetli ve yüksek bir mahiyete malik, harici bir vücud giydirilmiş, zişuur nurani bir kanun-u emri olan ruh-u beşer; ne derece beka ile merbut ve alakadar olduğu anlaşılır.
(Bediüzzaman Said Nursi - 10. Söz'den)
Lügatler
Alakadar
:ilgilendirme, alakalı, ilgili Beka :
sonsuzluk, sonu olmamak Cemiyet
:topluluk, birlik, heyet, toplanmak, toplu olmak Dağdağa
:gürültü, boş yere telaş ve zorluklar haricî :
dışa ait ibka
:bakileştirmek, devamlı etmek İnkılab
:başka tarza değişmek, dönüşüm Kanun-u emri
:işleyiş kanunu, sistem Kanun-u teşekkülat
:meydana geliş kanunu, oluşum prensipleri Kemal-i intizam
:tam bir düzen ve tertip Mahiyet :
asıl,esas Malik:
sahib Merbut
:bağlı, irtibatlı, mensub Muhafaza
:koruma, saklama Nebatat:
bitkiler Nurani :
nurlu, ışıklı, parlak Ruh-u beşer
:insan ruhu Timsal-i suret
:örnek görünüş, benzer şekil Vücud:
beden, varlık Zerrecik
:atomcuk, en küçük parçacık Zîşuur
: şuur sahibi, bilinçli
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakiki bir ihlas ile vazife-i fıtriyesi itibariyle kendini evladına kurban etmesi gösteriyor ki; hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile; hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymetdar seciye inkişaf etmez veyahut su'-i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük nümunesi şudur: O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakarlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. "Oğlum paşa olsun" diye bütün malını verir; hafız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden kurtarmağa çalışıyor, Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor. Fıtri şefkatin tam zıddı olarak o masum çocuğunu, ahirette şefaatçı olmak lazım gelirken davacı ediyor.
(Bediüzzaman Said Nursi - 24. Lem'adan)
Lügatler :
Valide :
ana Veled :
çocuk Hakiki :
gerçek İhlâs :
sadece Alah rızası için, beklentisiz, samimiyetle iş yapmak Vazife-i fıtriye
: yaratılıştan verilmiş vazife ve yetenek İtibarıyle :
şekliyle Evlad
:çocuk, çocuklar İnkişaf
: gelişme Hayat-ı dünyeviye
: dünya hayatı Hayat-ı ebediye
: sonsuz ahret hayatı Fena :
kötü, olumsuz Cereyan :
akım, ekol, oluşum Kıymetdar :
kıymetli,değerli Seciye :
huy, karakter Su-i istimal :
kötüye kullanma Nümune
: örnek İstifade :
faydalanma Fedakârlık
: özveri,kendini feda etme Nazar :
bakış, bakma Mekteb
: okul Hâfız :
Kur’an’ı ezberleyen kişi Fıtrî :
Yaratılıştan gelen Masum
: günahsız Âhiret :
sonsuz olan öteki dünya Şefaatçi olmak:
Allah’tan başkalarının kurtulması için aracı olmak izni verilmek Lem’a
: parıltı
 
Üst