Tarihçe-i hayat dersleri 8.70.emirdağ hayatı(devamı)

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.12.AFYON HAYATI(DEVAMI)
ONBEŞİNCİ RİCA(DEVAMI)
Birincisi: Benim ve Nurların gizli düşmanlarımız, benim istemediğim halde hakkımdaki teveccüh-ü âmmeyi kırmakla Nurun fütuhatına sed çekilir diye, bazı safdil resmî memurları kandırıp, şahsımı millet nazarında çürütmek fikriyle, ihanetkârâne böyle muameleye sevk etmişler. Buna karşı inâyet-i İlâhiye, Nurların iman hizmetine mukabil, bir ikram olarak, o birtek adamın ihanetine bedel bu yüz adama bak, hizmetinizi takdirle şefkatkârâne, acıyarak, alâkadarâne sizi istikbal ve teşyî ediyorlar. Hattâ, ikinci gün, ben müstantık dairesinde müddeiumumun suallerine cevap verirken, hükûmet avlusunda, mahkeme pencerelerine karşı bin kadar ahali kemâl-i alâka ile toplanıp lisan-ı hal ile “Bunları sıkmayınız” dediklerini, vaziyetleriyle ifade ediyorlar gibi göründüler. Polisler onları dağıtamıyordular. Kalbime ihtar edildi ki: Bu ahali, bu tehlikeli asırda tam bir teselli ve söndürülmez bir nur ve kuvvetli bir iman ve saadet-i bâkiyeye bir doğru müjde istiyorlar ve fıtraten arıyorlar ve Nur Risalelerinde aradıkları bulunuyor diye işitmişler ki, benim ehemmiyetsiz şahsıma, imana bir parça hizmetkârlığım için, haddimden çok ziyade iltifat gösteriyorlar.

İkinci hakikat: Emniyeti ihlâl vehmiyle bize ihanet etmek ve teveccüh-ü âmmeyi kırmak kastıyla tahkirkârâne, aldanmış mahdut adamların bed muamelelerine mukabil, hadsiz ehl-i hakikatin ve nesl-i âtinin takdirkârâne alkışlamaları var diye ihtar edildi.

Evet, komünist perdesi altında anarşistliğin emniyet-i umumiyeyi bozmaya dehşetli çalışmasına karşı, Risale-i Nur ve şakirtleri, iman-ı tahkikî kuvvetiyle bu vatanın her tarafında o müthiş ifsadı durduruyor ve kırıyor, emniyeti ve âsâyişi temine çalışıyor ki, pek çok bir kesrette ve memleketin her tarafında bulunan Nur talebelerinden, bu yirmi senede alâkadar üç dört mahkeme ve on vilâyetin zabıtaları, emniyeti ihlâle dair bir vukuatlarını bulmamış ve kaydetmemiş.


Lügatler :
ahali : halk
alâkadar : alakalı, ilgili
alâkadarâne : ilgilenerek
anarşist : hiçbir kayıt ve kural tanımayan, kanun ve düzen karşıtı
âsâyiş : emniyet ve güven ortamı
bed muamele : kötü uygulama
bedel : karşılık
dair : ilgili, ait
ehemmiyet : önem, değer
ehl-i hakikat : her şeyin hakikatini ve gerçeğini araştıran ve ulaşan kişiler
emniyet : güven ortamı
emniyet-i umumiye : genel güvenlik
fıtraten : yaratılış itibariyle
fütuhat : fetihler, zaferler
had : seviye, derece
hadsiz : sayısız
hakikat : gerçek, esas
hizmetkâr : hizmet yapan kimse
ifsad : bozulma
ihanet : hainlik
ihanetkârâne : hainlik ederek
ihlâl etmek : bozmak, karıştırmak
ihtar etmek : hatırlatmak
ikram : bağış, ihsan
iltifat göstermek : ilgilenmek
iman hizmeti : iman hakikatlerini yayma hizmeti
iman-ı tahkikî : imana dair bütün meseleleri inceleyip delil ve burhan ile inanma
inâyet-i İlâhiye : Allah’ın yardımı, lütfu
istikbal : karşılamak
kastıyla : amacıyla
kemâl-i alâka : eksiksiz ilgi ve alâka
kesret : çokluk
komünist : Komünizm akımını benimseyen kişi
lisan-ı hal : hâl ve beden dili
mahdut : sınırlı
muamele : davranış, tavır
mukabil : karşılık
müddeiumumî : savcı
müstantık : mahkemede ilk ifadeyi alan sorgu hâkimi
müthiş : dehşet veren
nazar : bakış, görüş
nesl-i âti : gelecek nesil
saadet-i bâkiye : sonsuz mutluluk, âhiret hayatı
safdil : saf kalpli, kolay aldanan
sed çekmek : engellemek
sevk etmek : yöneltmek
şakirt : öğrenci
şefkatkârâne : şefkat dolu
tahkirkârâne : hakaret ederek, küçük düşürerek
takdir etmek : bir şeye gerekli değeri göstermek
takdirkârâne : takdir ederek
teşyî : uğurlama, vefat eden kişinin defnedilmesi
teveccüh-ü âmme : halkın yönelişi, ilgi göstermesi
vaziyet : durum
vehim : kuruntu, varsayım
vilâyet : il
vukuat : meydana gelen olaylar
zabıta : polis
ziyade : çok, fazla



 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
9.13.AFYON HAYATI(DEVAMI)
ONBEŞİNCİ RİCA(DEVAMI)
Ve üç vilâyetin insaflı bir kısım zabıtaları demişler:
“Nur talebeleri mânevî bir zabıtadır. Âsâyişi muhafazada bize yardım ediyorlar. İman-ı tahkikî ile, Nuru okuyan her adamın kafasında bir yasakçıyı bırakıyorlar, emniyeti temine çalışıyorlar.”

Bunun bir nümunesi Denizli Hapishanesidir. Oraya Nurlar ve o mahpuslar için yazılan Meyve Risalesi girmesiyle, üç dört ay zarfında iki yüzden ziyade o mahpuslar öyle fevkalâde itaatli, dindarâne bir salâh-ı hal aldılar ki, üç dört adamı öldüren bir adam, tahta bitlerini öldürmekten çekiniyordu. Tam merhametli, zararsız, vatana nâfi bir uzuv olmaya başladı. Hattâ resmî memurlar bu hale hayretle ve takdirle bakıyordular. Hem daha hüküm almadan bir kısım gençler dediler: “Nurcular hapiste kalsalar, biz kendimizi mahkûm ettireceğiz ve ceza almaya çalışacağız, tâ onlardan ders alıp onlar gibi olacağız, onların dersiyle kendimizi ıslah edeceğiz.”

İşte bu mahiyette bulunan Nur talebelerini emniyeti ihlâl ile ittiham edenler, herhalde ve gayet fena bir surette aldanmış veya aldatılmış veya bilerek veya bilmeyerek anarşistlik hesabına hükûmeti iğfal edip bizleri eziyetlerle ezmeye çalışıyorlar. Biz bunlara karşı deriz:

“Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapanmıyor ve dünya misafirhanesinde yolcular gayet sür’at ve telâşla, kafile kafile arkasında toprak arkasına girip kayboluyorlar; elbette pek yakında birbirimizden ayrılacağız. Siz zulmünüzün cezasını dehşetli bir surette göreceksiniz. Hiç olmazsa mazlum ehl-i iman hakkında terhis tezkeresi olan ölümün, idam-ı ebedî darağacına çıkacaksınız. Sizin dünyada tevehhüm-ü ebediyetle aldığınız fâni zevkler bâki ve elîm elemlere dönecek.”

Maatteessüf gizli münafık düşmanlarımız, bu dindar milletin yüzer milyon velî makamında olan şehidlerinin, kahraman gazilerinin kanıyla ve kılıcıyla kazanılan ve muhafaza edilen hakikat-i İslâmiyete bazan tarikat namını takıp ve o güneşin tek bir şuâı olan tarikat meşrebini o güneşin aynı gösterip, hükûmetin bazı dikkatsiz memurlarını aldatıp, hakikat-i Kur’âniyeye ve hakaik-i imaniyeye tesirli bir surette çalışan Nur talebelerine “tarikatçi” ve “siyasî cemiyetçi” namını vererek aleyhimize sevk etmek istiyorlar. Biz, hem onlara, hem onları aleyhimizde dinleyenlere, Denizli mahkeme-i âdilesinde dediğimiz gibi deriz:
Lügatler :
anarşist
: anarşizm yanlısı, hiçbir kayıt ve kural tanımayan, kanun ve düzene karşı
âsâyiş : emniyet ve güven ortamı
bâki : devamlı ve kalıcı olan, sonsuz
dindarâne : dinine bağlı, dindarca
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
elem : acı, keder
elîm : acı ve sıkıntı veren
emniyet : güven
fâni : geçici olan, ölümlü
fevkalâde : olağanüstü
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, esasları
hakikat-i İslâmiyet : İslâm’ın doğru gerçeği
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikati doğru gerçeği
hüküm : karar
ıslah etmek : düzeltmek
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
iğfal : gaflete düşürerek kandırma, aldatma
ihlâl etmek : bozmak, karıştırmak
iman-ı tahkikî : imana dair bütün meseleleri inceleyip delil ve burhan ile inanma
insaflı : vicdanlı
itaatli : emirlere uyan
ittiham etmek : suçlamak
kafile : grup, topluluk
maatteessüf : ne yazık ki
mahiyet : nitelik, özellik mahkeme-i âdile
: adaletli mahkeme
mahkûm etmek : hapis cezası vermek
mahpus : tutuklu
makam : derece
mazlum : suçsuz, zulme uğrayan
meşreb : hareket tarzı, metod
muhafaza etmek : korumak
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
nâfi : faydalı
nam : isim, ünvan
nümune : örnek
salâh-ı hâl : durumun düzelmesi sevk etmek
: yöneltmek
suret : biçim, şekil
şuâ : ışık, parıltı
takdir : övgü
tarikat : mânevî ilerlemeye götüren yol
terhis tezkeresi : görevin bittiğini gösteren belge tesirli
: etkili
tevehhüm-ü ebediyet : sonsuza kadar yaşayacağını sanmak
uzuv : organ
velî : Allah dostu
vilâyet : il
zabıta : polis
ziyade : çok, fazla
 
 
 


--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
9.14.AFYON HAYATI(DEVAMI)
ONBEŞİNCİ RİCA(DEVAMI)
“Yüzer milyon başların feda oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi feda olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan başlar, zındıkaya teslim-i silâh etmeyecek ve vazife-i kudsiyesinden vazgeçmeyecekler inşaallah!”

İşte, ihtiyarlığımın sezgüzeştliğinden gelen ağrılara ve meyusiyetlere, imandan ve Kur’ân’dan imdada yetişen kudsî tesellilerle bu ihtiyarlığımın en sıkıntılı bir senesini, gençliğimin en ferahlı on senesine değiştirmem. Hususan hapiste farz namazını kılan ve tevbe edenin herbir saati on saat ibadet hükmüne geçmesiyle ve hastalıkta ve mazlumiyette dahi herbir fâni gün, sevap cihetinde on gün bâki bir ömrü kazandırmasıyla, benim gibi kabir kapısında nöbetini bekleyen bir adama ne kadar medar-ı şükrandır, o mânevî ihtardan bildim, “Hadsiz şükür Rabbime” dedim, ihtiyarlığıma sevindim ve hapsime razı oldum. Çünkü ömür durmuyor, çabuk gidiyor. Lezzetle, ferahla gitse, lezzetin zevâli elem olmasından, hem teessüf, hem şükürsüzlükle, gafletle, bazı günahları yerinde bırakır, fâni olur, gider. Eğer hapis ve zahmetli gitse, zevâl-i elem bir mânevî lezzet olmasından, hem bir nevi ibadet sayıldığından, bir cihette bâki kalır ve hayırlı meyveleriyle bâki bir ömrü kazandırır. Geçmiş günahlara ve hapse sebebiyet veren hatalara kefaret olur, onları temizler. Bu nokta-i nazardan, mahpuslardan farzı kılanlar, sabır içinde şükretmelidirler.


Lügatler :
azap : acı, sıkıntı
bâki : devamlı ve kalıcı olan, sonsuz
cemiyetçi : belli bir görüşe sahip olanların bir araya gelmelerini savunan
cihet : taraf, yön
elem : acı, keder
fâni : geçici olan, ölümlü
farz : Allah’ın kesinlikle yapılmasını emrettiği şey
ferah : rahatlık
gaflet : Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli
hadsiz : sayısız
hakikat : doğru gerçek
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikati, esası
hayır : iyilik
hususan : özellikle
hüküm : karar
ibadet : Allah’a kulluk etme
ihtar : hatırlatma
inşaallah : Allah’ın dilemesiyle
Kastamonu :
kefaret : günahlardan ve hatalardan arınma vasıtası
kudsî : kutsal, her türlü kusur ve noksandan uzak
mahkeme-i âdile : adaletli mahkeme
mahpus : tutuklu
mazlumiyet : zulme uğramışlık
medar-ı şükran : teşekkürün, şükrün kaynağı, sebebi
meyusiyet : ümitsizlik
münzevî : bir köşeye çekilip vaktini ibadetle geçiren
nam : isim, ünvan
nefyetmek : sürmek, sürgüne göndermek
nevi : çeşit, tür
nokta-i nazar : bakış açısı
Rab : Her bir varlığın her türlü ihtiyacını karşılayan, onları terbiye ve idare edip egemenliği altında tutan Allah
rica : ümit
sergüzeşt : bir kimsenin başından geçen hâl ve olaylar
sevk etmek : yöneltmek
suret : biçim, şekil
şükretmek : teşekkür etmek, Allah’a karşı minnet duymak
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
tahammül : dayanma, katlanma
tebdil : değiştirme
teessüf etmek : üzülmek
tesirli : etkili
teslim-i silâh etmek : yenilgiyi kabul edip silâhını teslim etmek
vazife-i kudsiye : kutsal vazife
zevâl : geçicilik, yokluk
zevâl-i elem : acının bitmesi
zındıka : dinsizlik


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.15.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Bediüzzaman Said Nursî’nin Afyon Mahkemesi

Afyon mahkemesini tertip ve iftiralarla açtıran gizli dinsizler, Bediüzzaman’ı idam etmek plânını çevirmişlerdir. Bu fevkalâde ehemmiyeti hâiz büyük müdafaat, böyle imhacı zâlim dinsizlere karşı onun, ölümü hiçe sayarak haykırdığı hakikatlerdir. Neticede, temyiz mahkemesi mahkûmiyet kararını nakzetti. Ve aynı mahkeme iki defa Bediüzzaman’a beraat verdi. Nihayet bütün Risale-i Nur Külliyatı ve beşyüze yakın mektuplar bilâkayd ü şart Bediüzzaman’a iade edildi.
Büyük Müdafaatından Parçalar
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
[SUP]1[/SUP]وَبِهِ نَسْتَعِينُ
On sekiz sene sükûttan sonra mecburiyet tahtında bu istida mahkemeye ve sureti Ankara’ya makamata verilmişken, tekrar vermeye mecbur olduğum iddianameye karşı itiraznamemdir.
Malûm olsun ki, Kastamonu’da üç defa menzilimi taharri etmek için gelen iki müddeiumumî ve iki taharri komiserine ve üçüncüde polis müdürüne ve altı yedi komiser ve polislere ve Isparta’da müddeiumumînin suallerine ve Denizli ve Afyon mahkemelerine karşı dediğim ayn-ı hakikat küçük bir müdafaanın hülâsasıdır. Şöyle ki:

Onlara dedim: Ben, on sekiz, yirmi senedir münzevî yaşıyorum. Hem Kastamonu’da sekiz senedir karakol karşısında ve sair yerlerde dahi yirmi senedir daima tarassut ve nezaret altında kaç defa menzilimi taharri ettikleri halde, dünya ile, siyaset ile hiçbir tereşşuh, hiçbir emârem görülmedi. Eğer bir karışık halim olsaydı, oranın adliye ve zabıtası bilmedi veya bildi aldırmadı ise, elbette benden ziyade onlar mes’uldürler. Eğer yoksa, bütün dünyada kendi âhireti ile meşgul olan münzevîlere ilişilmediği halde, neden bana lüzumsuz, vatan ve millet zararına bu derece ilişiyorsunuz?

Biz Risale-i Nur şakirtleri, Risale-i Nur’u değil dünya cereyanlarına, belki kâinata da âlet edemeyiz. Hem Kur’ân bizi siyasetten şiddetle men etmiş.

Evet, Risale-i Nur’un vazifesi ise, hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı imanî olan hakikatlerle gayet kat’î ve en mütemerrid zındık feylesofları dahi imana getiren kuvvetli burhanlarla Kur’ân’a hizmet etmektir. Onun için Risale-i Nur’u hiçbir şeye âlet edemeyiz.

Evvelâ: Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlerini, ehl-i gaflet nazarında bir propaganda-i siyaset tevehhümüyle cam parçalarına indirmemek ve o kıymettar hakikatlere ihanet etmemektir.

Sâniyen: Risale-i Nur’un esas mesleği olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdan, bizleri şiddetle siyasetten ve idareye ilişmekten men etmiş. Çünkü tokada ve belâya müstehak ve küfr-ü mutlaka düşmüş bir iki dinsize müteallik, yedi sekiz çoluk çocuk, hasta, ihtiyar, mâsumlar bulunur. Musibet ve belâ gelse, o bîçareler dahi yanarlar. Bunun için, neticenin de husûlü meşkûk olduğu halde, siyaset yoluyla idare ve âsâyişin zararına hayat-ı içtimaiyeye karışmaktan şiddetle men edilmişiz.

Sâlisen: Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi bu acip zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lâzım ve zaruridir: “Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir.” Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kudsî bir surette tesbit ve tahkim ederek, âsâyişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise, bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur’un, yüz bin adamı vatan ve millete zararsız birer uzv-u nâfi haline getirmesidir. Isparta ve Kastamonu vilayetleri buna şahittir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Ve ancak Onunla yardım dileriz.

 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Lügatler :
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
anarşilik : hiçbir kayıt ve kural tanımama, kargaşa çıkarma
âsâyiş : rahat, huzur, emniyet, yerleşik düzen
ayn-ı hakikat : gerçeğin ta kendisi

belâ : musibet, sıkıntı
beraat verme : temize çıkartma, suçsuz bulma, suçsuz olduğunu ilân etme

bîçare : çaresiz, zavallı
bilâkayd ü şart : her hangi bir kayıt ve şart altında olmaksızın, kesin olarak

burhan : delil, kanıt
cereyan : akım, hareket
ehemmiyeti hâiz : öneme sahip

ehl-i gaflet : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler
emâre : belirti, işaret

emniyet : güven
esas : şart, husus
evvelâ : ilk olarak, öncelikle
fevkalâde : olağanüstü

feylesof : filozof; felsefeci
hakikat : gerçek, asıl ve esas

hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hayat-ı ebediye : sonsuz âhiret hayatı
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
husûl : hasıl olma, meydana gelme
hülâsa : özet, öz
hürmet : saygı
iade edilme : geri verilme
iddianame : savcının bir dava konusunda hazırladığı iddia ve delilleri içine alan yazısı
imanî : imanla ilgili, imana dair

imha : yok etme, ortadan kaldırma
istida : dilekçe

itaat etmek : emre uymak
itirazname : itiraz kâğıdı, itiraz dilekçesi

kâinat : evren, yaratılmış herşey, bütün âlemler
kat’i : şüphesiz, kesin
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal
küfr-ü mutlak : tam bir küfür, inkâr ve hiçbir kutsal değere inanmama
mahkûmiyet : hükümlülük, tutukluluk

mahveden : yok eden
makamat : makamlar
malûm olma : bilinme

mâsum : günahsız, suçsuz
mecburiyet tahtında : mecbur kalarak

men etme : yasaklama
menzil : ev, yer, mekân

merhamet : şefkat, acıma, iyilik etme
mes’ul : sorumlu
meşkûk : şüpheli
muhafaza etme : koruma, saklama
musibet : büyük sıkıntı
müdafaa : savunma

müdafaat : savunmalar
müddeiumumî : savcı
münzevî : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, vaktini ibadetle geçiren

müstehak : hak etmiş, lâyık
müteallik : alakalı, ilgili
mütemerrid : inatçı
nakzetme : çürütme, bozma

nazar : bakış, düşünce
nezaret : gözetim

propaganda-i siyaset : siyaset propagandası
sair : diğer, başka

sâlisen : üçüncü olarak
sâniyen : ikinci olarak
suret : bir benzeri, kopyası
sükût : sessiz kalma, susma

şakirt : öğrenci, talebe
şefkat : acıyarak ve esirgeyerek sevme
taharrî : araştırma, arama

tahkim etme : kuvvetlendirme, sağlamlaştırma
tarassut : gözetleme

Temyiz Mahkemesi : Yargıtay; alt mahkeme kararlarının doğru verilip verilmediğini incelemekle görevli üst makam
tereşşuh : sızıntı

tertip : aslı olmayan bir suç düzenleme, dolap çevirme
tesbit : sağlam şekilde yerleştirme
tevehhüm : zannetme, kuruntuya kapılma
uzv-u nâfi : faydalı uzuv, üye
vilayet : il
zarfında : içinde
zarurî : zorunlu, gerekli
zındık : dinsiz
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.16.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Büyük Müdafaatından Parçalar(Devamı)
Demek Risale-i Nur’un, ekseriyet-i mutlaka eczalarına ilişenler herhalde bilerek veya bilmeyerek anarşilik hesabına vatana ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ederler. Risale-i Nur’un, yüz otuz risalelerinin bu vatana yüz otuz büyük faidesini ve hasenesini vehham ehl-i gafletin sathî nazarlarında kusurlu tevehhüm edilen iki üç risalenin mevhum zararları çürütemez. Onları bunlarla çürüten, gayet derecede insafsız bir zâlimdir...

Eğer dinsizliği bir nevi siyaset zannedip, bu hâdisede bazılarının dedikleri gibi derseniz, “Bu risalelerinle medeniyetimizi, keyfimizi bozuyorsun;” ben de derim: “Dinsiz bir millet yaşayamaz” dünyaca bir umumî düsturdur. Ve bilhassa küfr-ü mutlak olsa Cehennemden daha ziyade elîm bir azabı dünyada dahi verdiğini, Risale-i Nur’dan Gençlik Rehberi gayet kat’î bir surette ispat etmiş. O risale ise, şimdi resmen tab edildi.

Bir Müslüman el-iyâzü billâh, eğer irtidat etse, küfr-ü mutlaka düşer; bir derece yaşatan küfr-ü meşkûkte kalmaz. Ecnebi dinsizleri gibi de olmaz. Ve lezzet-i hayat noktasında, mâzi ve müstakbeli olmayan hayvandan yüz derece aşağı düşer. Çünkü, geçmiş ve gelecek mevcudatın ölümleri ve ebedî müfarakatları, onun dalâleti cihetiyle, onun kalbine mütemadiyen hadsiz firakları ve elemleri yağdırıyor. Eğer iman gelse, kalbe girse, birden o hadsiz dostlar diriliyorlar. “Biz ölmemişiz, mahvolmamışız” lisan-ı halleriyle diyerek, o Cehennemî hâlet, Cennet lezzetine çevrilir.

Madem hakikat budur. Size ihtar ediyorum: Kur’ân’a dayanan Risale-i Nur ile mübareze etmeyiniz. O mağlûp olmaz, bu memlekete yazık olur. (HAŞİYE) O başka yere gider, yine tenvir eder. Hem eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, hergün biri kesilse, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem...

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
(HAŞİYE) : Dört defa mübareze zamanında gelen dehşetli zelzeleler, “Yazık olur” hükmünü ispat ettiler.

[h=2]Lügatler : [/h] anarşilik : hiçbir kayıt ve kural tanımama, kargaşa çıkarma
azab : acı, sıkıntı
cihet : yön, taraf
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
dehşetli : korkunç, ürkütücü
düstur : kural, prensip
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
ecnebi : yabancı
ecza : bütünü oluşturan parçalar; kısımlar
ekseriyet-i mutlaka : kesin çoğunluk
elem : acı, keder, sıkıntı
elîm : elemli, acı verici
el-iyâzü billâh : Allah korusun; Allah’a sığınırım
firak : ayrılık
hadsiz : sonsuz
hakikat : gerçek, asıl ve esas
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikati
hâkimiyet-i İslâmiye : islâmiyetin toplumlara hâkimiyeti
hâlet : vaziyet, durum, hâl
hasene : sevap, iyilik
haşiye : dipnot, açıklayıcı söz
hıyanet : ihanet, hainlik
hizmet-i imaniye ve nuriye : iman ve Risale-i Nur hizmeti
ihtar etmek : hatırlatmak, ikaz etmek
insafsız : vicdansız
irtidat : hak dinden çıkma
küfr-ü meşkûk : inkârda, küfürde şüpheye düşme; şüpheli küfür
küfr-ü mutlak : tam bir küfür, inkâr ve hiçbir kutsal değere inanmama
lezzet-i hayat : hayatın zevk ve lezzeti
lisan-ı hâl : hâl ve beden dili
mâzi : geçmiş zaman
mevcudat : varlıklar
mevhum : gerçekte olmadığı halde var sayılan
mübareze : karşı koyma, çarpışma
müfarakat : ayrılıklar
müstakbel : gelecek zaman
mütemadiyen : sürekli olarak
nazar : bakış, düşünce
risale : mektup, küçük kitap
sathî : sığ, yüzeysel
suret : şekil, biçim
tab edilmek : basılmak
tenvir etmek : aydınlatmak, nurlandırmak
tenvir etmek : aydınlatmak, nurlandırmak
tevehhüm : zannetme, kuruntuya kapılma
umumî : genel, yaygın
vehham : aşırı derecede vehimli, kuruntulu
zâlim : zulmeden, haksızlık yapan
zındıka : dinsizlik
ziyade : fazla


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.17.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Büyük Müdafaatından Parçalar(Devamı)
Elhasıl: Hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi dehşetli bir zehire çeviren ve lezzetini imha eden küfr-ü mutlakı otuz seneden beri köküyle kesen ve tabiiyyûnun dehşetli bir fikr-i küfrîlerini öldürmeye muvaffak olan ve bu milletin iki hayatının saadet düsturlarını harika hüccetleriyle parlak bir surette ispat eden ve Kur’ân’ın hakikat-i arşiyesine dayanan Risale-i Nur, böyle küçük bir risalenin bir iki maddesiyle değil, belki bin kusuru dahi olsa, onun binler büyük haseneleri onları affettirir diye dâvâ ediyoruz ve ispatına da hazırız…

Madem cumhuriyet prensipleri hürriyet-i vicdan kanunu ile dinsizlere ilişmiyor; elbette mümkün olduğu kadar dünyaya karışmayan ve ehl-i dünya ile mübareze etmeyen ve âhiretine ve imanına ve vatanına dahi nâfi bir tarzda çalışan dindarlara da ilişmemek gerektir ve elzemdir. Bin seneden beri bu milletin gıda ve ilâç gibi bir hâcet-i zaruriyesi olan takvâyı ve salâhati bu mazhar-ı enbiya olan Asya’da hükmeden ehl-i siyaset yasak etmez ve edemez biliyoruz.

Yirmi seneden beri münzevî yaşayan ve yirmi sene evvelki Said’in kafasıyla sorduğu bu suallerde bu zamanın tarz-ı telâkkisine uygun gelmeyen kusurlarına bakmamak, insaniyetin muktezasıdır.

Vatan ve millet ve âsâyişin menfaati hesabına bunu da hatırlatmak bir vazife-i vataniyem olması cihetiyle derim: Böyle bize ve Risale-i Nur’a az bir münasebetle taht-ı tevkife alınmak, gücendirmek yüzünden vatana ve âsâyişe dindarâne menfaati bulunan pekçok zâtları idare aleyhine çevirebilir, anarşiliğe meydan verir. Evet, Risale-i Nur ile imanlarını kurtaran ve millete zararsız ve tam menfaattar vaziyete girenler yüz binden çok ziyadedir. Hükûmet-i cumhuriyenin belki her büyük dairesinde ve milletin her tabakasında faideli ve müstakimâne bir surette bulunuyorlar. Bunları gücendirmek değil, belki himaye etmek elzemdir.

Şekvâmızı dinlemeyen ve bizi söyletmeyen ve bahanelerle sıkıştıran bir kısım resmî adamlar, vatan aleyhinde anarşiliğe meydan açıyorlar diye kuvvetli bir vehim hatırımıza geliyor.


Lügatler :
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
anarşilik : hiçbir kayıt ve kural tanımama, kargaşa çıkarma
âsâyiş : rahat, huzur, barış içinde olma
cihet : yön, taraf
dâvâ : iddia
dehşetli : korkunç, ürkütücü
dindarâne : dinine bağlı, dindarca
düstur : kural, prensip
ehl-i dünya : dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i siyaset : siyasetle uğraşanlar, politikacılar, idareciler
elhasıl : kısaca, özetle
elzem : çok gerekli olan
fikr-i küfrî : küfür ve inkar fikri
hâcet-i zaruriye : zorunlu ihtiyaç
hakikat-i arşiye : arşa ait olan hakikat
hasene : sevap, iyilik
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hayat-ı ebediye : sonsuz âhiret hayatı
himaye : koruma
hüccet : delil, kanıt
hükmeden : hakim, idare edici
hükûmet-i cumhuriye : Cumhuriyet hükûmeti
hürriyet-i vicdan : vicdan hürriyeti
küfr-ü mutlak : tam bir küfür, inkâr ve hiçbir kutsal değere inanmama
mahveden : yok eden
mazhar-ı enbiya : Peygamberlerin zuhur ettiği, gönderildiği yer
menfaattar : faydalı, yararlı
mukteza : bir şeyin gereği
muvaffak : başarılı olma, erişme
mübareze : karşı koyma, çarpışma
münasebet : bağlantı, ilişki
münzevî : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, vaktini ibadetle geçiren
müstakimâne : dosdoğruca
nâfî : faydalı, yararlı
risale : mektup; Risale-i Nur’dan herbir bölüm
Said : Bediüzzaman Said Nursî
salâhat : dindarlıkta çok ileri olma hali
suret : biçim, görünüş
şekvâ : şikayet
tabiiyyun : tabiatçılar, herşeyin tabiatın tesiriyle olduğunu savunanlar
taht-ı tevkife alınmak : tutuklanmak
takvâ : Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma
tarz-ı telâkki : anlayış tarzı
vazife-i vataniye : vatan görevi
vehim : varsayım, zan


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.18.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Büyük Müdafaatından Parçalar(Devamı)
Hem maslahat-ı hükûmet namına derim: Madem Beşinci Şuâyı, hem Denizli, hem Ankara mahkemeleri tetkik edip ilişmemişler, bize verdiler. Elbette onu yeniden resmiyete koyup dedikodulara meydan açmamak, idarece zarurîdir. Biz o risaleyi, mahkemelerin ellerine geçmeden ve onu teşhirlerinden evvel gizlediğimiz gibi, Afyon hükûmet ve mahkemesi dahi onu medar-ı sual ve cevap etmemeli. Çünkü kuvvetlidir, reddedilmez. Kablelvuku haber vermiş, doğru çıkmış. Hem hedefi dünya değil; olsa olsa, ölmüş gitmiş bir şahsa, müteaddit mânâlarından bir mânâsı muvafık geliyor. Onun dostluğu taassubuyla o gaybî ihbarı ve mânâyı resmiyete koymamayı ve bizi onunla muaheze etmekle daha ziyade teşhirine yol açmamayı, vatan ve millet ve âsâyiş ve idare hesabına ihtar etmeye vicdanım beni mecbur eyledi.
Bu meselede şahsımın veya bazı kardeşlerimin kusuruyla Risale-i Nur’a hücum edilmez. O doğrudan doğruya Kur’ân’a bağlanmış ve Kur’ân dahi Arş-ı Âzamla bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın ve o kuvvetli ipleri çözsün? Hem memlekete maddî ve mânevî bereketi ve fevkalâde hizmeti, otuz üç âyât-ı Kur’âniyenin işârâtıyla ve İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın üç keramet-i gaybiyesiyle ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) kat’î ihbarıyla tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur; bizim âdi ve şahsî kusurlarımızla mes’ul olmaz ve olamaz ve olmamalı. Yoksa bu memlekete hem maddî, hem mânevî, telâfi edilmeyecek derecede zararı olacak.
Risale-i Nur’a karşı gizli düşmanlarımızdan bazı zındıkların şeytanetiyle çevrilen plânlar ve hücumlar inşaallah bozulacaklar. Onun şakirtleri başkalara kıyas edilmez, dağıttırılmazlar, vazgeçirilmezler, Cenâb-ı Hakkın inayetiyle mağlûp edilmezler. Eğer maddî müdafaadan Kur’ân bizi men etmeseydi, bu milletin can damarı hükmünde umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şakirtler Şeyh Said ve Menemen hâdiseleri gibi, cüz’î ve neticesiz hâdiselerle bulaşmazlar. Allah etmesin, eğer mecburiyet-i kat’iye derecesinde onlara zulmedilse elbette gizli zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar.


Lügatler :
Arş-ı Âzam : Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer
âsâyiş : rahat, huzur, barış içinde olma
âyât-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın âyetleri
bereket : bolluk
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cüz’î : küçük, ferdî
evvel : önce
fevkalâde : olağanüstü
gaybî : bilinmeyen, gayb âlemine ait
ihbar : haber verme
ihtar : uyarı
inâyet : Allah’ın yardımı, şefkatle ilgilenmesi
işârât : işaretler
kablelvuku : birşeyi olmadan önce hissetme duygusu
kerâmet-i gaybiye : ileriye dönük, istikbâl ile alâkalı kerâmet
maslahat-ı hükûmet : hükümetin faydası
mecburiyet-i kat’iye : kesin zorunluluk
medar-ı sual ve cevap : soru ve cevap sebebi
men etme : engelleme, yasaklama
muaheze : sorgulama, hesaba çekme
muvafık gelmek : uygun olmak, denk gelmek
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
müteaddit : bir çok, çeşitli
namına : adına
Radıyallahu Anh : “Allah ondan razı olsun”
risale : mektup; Risale-i Nur’dan herbir bölüm
şakirt : öğrenci, talebe
şeytanet : şeytanlık
şuâ : ışın; Şuâlar adlı eserin her bir bölümü
taassup : aşırı derecede, körükörüne bağlılık
tahakkuk : gerçekleşme
telâfi : tamamlama, eksiği giderme
teşhir : sergileme
tetkik : inceleme, araştırma
teveccüh : ilgi, yönelme
umum : bütün, genel
zarurî : zorunlu, gerekli
zındık : dinsiz
ziyade : fazla
zulm : haksızlık, eziyet, işkence


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
9.20.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Büyük Müdafaatından Parçalar(Devamı)
Bundan otuz sene evvel, Cenâb-ı Hakkın inayetiyle dünyanın muvakkat şan u şerefinin ve enâniyetli hodfuruşluğunun, şöhretperestliğinin ne kadar faidesiz ve mânâsız olduğunu, hadsiz şükür olsun ki, Kur’ân’ın feyziyle anlamış bir adamın o zamandan beri bütün kuvvetiyle nefs-i emmâresiyle mücadele edip mahviyet etmek, benliğini bırakmak, tasannu ve riyakârlık yapmamak için elden geldiği kadar çalıştığına, ona hizmet eden veya arkadaşlık edenler kat’î bildikleri ve şehadet ettikleri halde ve yirmi seneden beri herkes kendi hakkında hoşlandığı ziyade hüsn-ü zan ve teveccüh-ü nas ve şahsını medh ü senâdan ve kendini mânevî makam sahibi olduğunu bilmekten herkese muhalif olarak bütün kuvvetiyle kaçtığı ve hem has şakirtlerinin onun hakkındaki hüsn-ü zanlarını reddedip, o hâlis kardeşlerinin hatırını kırması ve yazdığı cevabî mektuplarında onun hakkındaki medihlerini ve ziyade hüsn-ü zanlarını kabul etmemesi ve kendini faziletten mahrum gösterip bütün fazileti Kur’ân’ın tefsiri olan Risale-i Nur’a ve dolayısıyla Nur şakirtlerinin şahs-ı mânevîsine verip kendini âdi bir hizmetkâr bilmesi kat’î ispat ediyor ki, şahsını beğendirmeye çalışmadığı ve istemediği ve reddettiği halde, onun rızası olmadan bazı dostları uzak bir yerden onun hakkında ziyade hüsn-ü zan edip medhetmeleri, bir makam vermeleriyle, acaba hangi kanun ile medar-ı mes’uliyet olur ki, o bîçare hasta ve çok ihtiyar ve garibin münzevî odasına, büyük bir cinayet işlemiş gibi, kilidini kırıp taharri memurlarını sokmak, hem evradından ve levhalarından başka bir bahane bulamamak, acaba dünyada hiç bir kanun, hiç bir siyaset bu taarruza müsaade eder mi?

Vatana ve millete ve ahlâka çok zararlı olan dinsizlerin kitaplarının intişarına ve komünistlerin neşriyatına serbestiyet kanunuyla ilişilmediği halde, üç mahkeme medar-ı mes’uliyet olacak içinde hiçbir maddeyi bulmayan ve millet ve vatanın hayat-ı içtimaiyesini ve ahlâkını ve âsâyişini temine yirmi seneden beri çalışan ve bu milletin hakikî bir nokta-i istinadı olan âlem-i İslâmın uhuvvetini ve bu millete dostluğunu iadeye ve o dostluğu takviyesine tesirli bir surette çabalayan ve Diyanet Riyasetinin uleması tenkit niyetiyle, Dahiliye Vekilinin emriyle, üç ay tetkikten sonra, tenkit etmeyerek, tam kıymetini takdir edip “kıymettar eser” diye diyanet kütüphanesine konulan Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ gibi ve-Kabr-i Peygamberî (Aleyhissalâtü Vesselâm) üzerinde alâmet-i makbuliyet olarak Asâ-yı Mûsâ mecmuasını hacılar gördükleri halde-Nur eczalarını evrak-ı muzırra gibi toplayıp mahkeme eline vermek, acaba hiçbir kanun, hiçbir vicdan, hiçbir insaf buna müsaade eder mi?


Lügatler :
alâmet-i makbuliyet : kabul olunduğunu belirten işaret, nişan
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Asâ-yı Mûsâ : Mûsâ’nın Asâsı anlamına gelen Risale-i Nur Külliyatında yer alan bir eser
benlik : gurur
bîçare : çaresiz, zavallı
Dahiliye Vekili : İçişleri Bakanı
Diyanet Riyaseti : Diyanet İşleri Başkanlığı
ecza : bütünü oluşturan parçalar
evrad : virdler; zikirler
evrak-ı muzırra : zararlı evraklar, yayınlar
fazilet : güzel ahlâk, üstünlük
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
hizmetkâr : hizmetçi
hüsn-ü zan : güzel düşünce
intişar : yayılma
Kabr-i Peygamberî : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) mezarı
kıymettar : kıymetli, değerli
mahrum : yoksun
mecmua : kitap
medar-ı mes’uliyet : sorumluluk sebebi
medh ü senâ : övme ve yüceltme
medhetme : övme
medih : övgü
muhalif : aykırı, zıt
münzevî : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, vaktini ibadetle geçiren
neşriyat : yayma, yayın
nokta-i istinad : dayanak noktası
riyakârlık : gösteriş
serbestiyet : serbestlik
şahs-ı manevî : mânevî kişilik, kollektif kişilik
şakirt : öğrenci, talebe
şehadet : şehitlik, Allah rızası yolunda hayatını feda etme
taharrî : araştırma, inceleme
takdir : belirleme, değer biçme
tasannu : yapmacıklık
tefsir : açıklama, yorum
tenkit : eleştiri
tetkik : inceleme, araştırma
teveccüh-ü nâs : insanların alâkası, yönelmesi
uhuvvet : kardeşlik
ulema : alimler
Zülfikar : Üstad Bediüzzaman’ın Kur’ân’a ve Peygamberimiz’in (a.s.m.) mu’cizelerine dair olan bir eseri


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.21.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Hükûmet ve Zâbıtasına Mahkemesine Birkaç Nokta Mâruzatım Var
Birincisi: Ekser enbiyanın şarkta ve Asya’da zuhurları ve ağleb-i hükemanın garpta ve Avrupa’da gelmeleri, kader-i ezeliyenin bir işaretidir ki, Asya’da din hâkimdir, felsefe ikinci derecededir. Bu remz-i kadere binaen, Asya’da hüküm süren, dindar olmazsa da din lehine çalışanlara ilişmemeli, belki teşvik etmelidir.

İkincisi: Kur’ân-ı Hakîm bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir. —El’iyâzübillâh—eğer Kur’ân küre-i arzın başından çıksa, arz divâne olacak, akıldan boş kalan kafasını bir seyyareye çarpması, bir kıyamet kopmasına sebep olması akıldan uzak değildir.

Evet, Kur’ân Arşı ferş ile bağlamış bir zincir, bir hablullahtır; câzibe-i umumiyeden ziyade zemini muhafaza ediyor. İşte bu Kur’ân-ı Azîmüşşanın hakikî ve kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur, bu asırda, bu vatanda, bu millete yirmi seneden beri tesirini göstermiş büyük bir nimet-i İlâhiye ve sönmez bir mu’cize i Kur’âniyedir. Hükûmet ona ilişmek ve talebelerini ondan ürkütüp vazgeçirmek değil, belki onu himaye etmek ve okunmasına teşvik etmek gerektir.

Üçüncüsü: Ehl-i imandan bütün gelenler, mâziye gidenlere mağfiret dualarıyla ve hasenatlarını onların ruhlarına bağışlamalarıyla yardımlarına binaen Denizli Mahkemesinde demiştim:


“Mahkeme-i kübrâda, milyarlar ehl-i iman olan dâvâcılar tarafından, Kur’ân hakikatlerine hizmet eden Nur talebelerini mahkûm ve perişan etmek isteyenlerden ve sizlerden sorulsa ki, ‘Serbestiyet kanunuyla dinsizlerin, komünistlerin neşriyatlarına ve anarşiliği yetiştiren cemiyetlerine müsamahakârâne bakıp ilişmediğiniz halde, vatanı ve milleti anarşistlikten ve dinsizlik ve ahlâksızlıktan ve vatandaşlarını ölümün idam-ı ebedîsinden kurtarmaya çalışan Risale-i Nur talebelerini hapisler ve tazyiklerle perişan etmek istediniz’ diye sizlerden sorulsa ne cevap vereceksiniz? Biz de sizlerden soruyoruz.” Onlara demiştim. O zaman o insaflı, adaletli zâtlar bizi beraat ettirdiler, adliyenin adaletini gösterdiler.


Lügatler :
ağleb-i hükema : bilginlerin çoğu, filozofların ekseri
anarşilik : hiçbir kayıt ve kural tanımama, kargaşa çıkarma
Arş : Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer
arz : yer, dünya

beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
binaen : –dayanarak, dolayı
câzibe-i umûmi : genel çekim gücü
cemiyet : dernek
divâne : akılsız, deli
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
ekser : çoğunluk
el’iyâzü billâh : Allah korusun
enbiya : nebiler, peygamberler
ferş : yer, dünya
garp : batı
hablullah : Allah’ın sağlam ipi; Kur’ân
hakikî : gerçek
hâkim : hükmeden, etkili
hasenât : güzellikler, iyi ameller, iyilikler
himaye etmek : korumak
kader-i ezelî : olmuş ve olacakların kaydedildiği ezelî program
komünist : komünizm yanlısı
Kur’ân-ı Azîmüşşan : şan ve şerefi yüce olan Kur’ân
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
kuvve-i müfekkire : düşünme duygusu
küre-i arz : yeryüzü, dünya
mağfiret : bağışlanma
mahkeme-i kübrâ : öldükten sonra âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme
mâruzat : arz edilen şeyler, şikâyetler
mâzi : geçmiş zaman
mu’cize-i Kur’âniye : Kur’ân’ın mu’cizeleri
muhafaza : koruma, saklama
müsâmahakâr : hoşgörü gösteren, göz yuman
neşriyat : yayın, yayınlar
nimet-i İlâhiye : Allah’ın nimeti
remz-i kader : kader işareti
serbestiyet : serbestlik
seyyare : gezegen
şark : doğu

tazyik : baskı, ağırlık
tefsir : açıklama, yorum
teşvik etmek : şevklendirmek, isteklendirmek
zemin : yer, dünya
ziyade : fazla, çok
zuhur : belirme, görünme


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
9.22.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Hükûmet ve Zâbıtasına Mahkemesine Birkaç Nokta Mâruzatım Var(Devamı)
Dördüncüsü:
Ben bekliyordum ki, ya Ankara ya Afyon beni sorguda, pek büyük mes’eleler için, Nurların o meselelere hizmeti cihetinde bir meşveret dairesine alıp bir sual-cevap beklerdim. Evet, üç yüz elli milyon Müslümanların eski kardeşliğini ve muhabbetini ve hüsn-ü zannını ve mânevî yardımlarını bu memleketteki millete kazandıracak çareleri bulmak ki, en kuvvetli çare ve vesile Risale-i Nur olduğuna delil şudur:
Bu sene Mekke-i Mükerremede gayet büyük bir âlim hem Hind lisanına, hem Arab lisanına Nurun büyük mecmualarını tercüme edip Hindistan’a ve Arabistan’a göndererek “En kuvvetli nokta-i istinadımız olan vahdet ve uhuvvet-i İslâmiyeyi temine çalıştığı gibi, Türk milletinin daima dinde ve imanda ileri olduğunu Nur Risaleleri gösteriyor” demişler.
Hem beklerdim ki, “Vatanımızda anarşiliğe inkılâp eden komünist tehlikesine karşı Nurların tesirleri ne derecededir ve bu mübarek vatan bu dehşetli seyelândan nasıl muhafaza edilecek?” gibi dağ misillü meselelerin sorulmasının lüzumu varken, sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmayan ve hiçbir medar-ı mes’uliyet olmayan cüz’î ve şahsî ve garazkârların iftiralarıyla habbe, kubbeler yapılmış meseleler için, bu ağır şerait altında hiç ömrümde çekmediğim bir perişaniyetime sebebiyet verildi. Bize üç mahkemenin sorduğu ve beraat verdiği aynı meselelerden ve âdi ve şahsî bir iki mesele için mânâsız sualler edildi.
Beşincisi: Risale-i Nur’la mübareze edilmez, o mağlûp olmaz. Yirmi seneden beri en muannid feylesofları susturuyor, iman hakikatlerini güneş gibi gösteriyor. Bu memlekette hükmeden, onun kuvvetinden istifade etmek gerektir.
Altıncısı: Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurlarıyla beni çürütmek ve ihanetlerle nazar-ı âmmeden düşürmek, Risale-i Nur’a zarar vermez, belki bir cihette kuvvet verir. Çünkü, benim bir fâni dilime bedel Risale-i Nur’un yüz bin nüshalarının bâki dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebeleri, binler kuvvetli lisanlarla o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi, şimdiye kadar olduğu gibi, kıyamete kadar devam ettirecekler.
Lügatler :
âlim
: ilim sahibi, çok bilgili olan
Arab lisanı : Arap dili, Arapça
bâki : devamlı olan, yok olmayan
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
cihet : yön, taraf
cüz’î : kişisel, küçük
emâre : belirti, işaret
fâni : gelip geçici
feylesof : filozof; felsefeci
garazkâr : kötü niyet sahibi
habbeyi kubbe yapmak : küçük bir şeyi abartarak büyütmek
hâlis : içten, samimi
Hind lisanı : Hint dili, Hintçe
hüsn-ü zan : güzel düşünce
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
inkılâp eden : değişen, dönüşen
lisan : dil
mağlup olma : yenilme
mecmua : düzenlenmiş şey, kitap
medar-ı mes’uliyet : sorumluluk sebebi
Mekke-i Mükerreme : şerefli, mukaddes Mekke şehri
meşveret : işlerin istişare (danışıp görüşme) yoluyla halledilmesi
misillü : gibi, benzeri
muannid : inatçı, direnen
muhabbet : sevgi
muhafaza : koruma, saklama
mübarek : bereketli, hayırlı
mübareze : karşı koyma, çarpışma
nazar-ı âmme : umumun bakışı, genel bakış
nokta-i istinad : dayanak noktası
Nur Risaleleri : Risale-i Nur’un bölümleri
nüsha : kopya
perişaniyet : perişanlık
sebebiyet : sebep olma
seyelân : akma, akış
şerâit : şartlar
tazyik : baskı, ağırlık
uhuvvet-i İslâmiye : İslâm kardeşliği
vahdet : birlik


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.23.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Hükûmet ve Zâbıtasına Mahkemesine Birkaç Nokta Mâruzatım Var(Devamı)
Yedincisi: Sâbık mahkemelerde dâvâ ettiğim ve hüccetlerini gösterdiğimiz gibi, bizim gizli düşmanlarımız ve hükûmeti iğfal ve bir kısım erkânını evhamlandıran ve adliyeleri aleyhimize sevk eden resmî ve gayr-ı resmî muarızlarımız, ya gayet fena bir surette aldanmış veya aldatılmış veya anarşilik hesabına gayet gaddar bir ihtilâlcidir veya İslâmiyet ve hakikat-i Kur’ân’a karşı mürtedâne mücadele eden bir dessas zındıktır ki, bize hücum etmek için istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlakaya medeniyet namını takmakla, cebr-i keyfî-i küfrîye kanun namını vermekle hem bizi perişan, hem hükûmeti iğfal, hem adliyeyi bizimle mânâsız meşgul eylediler. Onları Kahhâr-ı Zülcelâlin kahrına havâle edip, kendimizi onların şerrinden muhafaza için [SUP]1[/SUP] حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ kal’asına iltica ederiz.

Sekizincisi: Geçen sene Ruslar, çoklukla hacıları hacca gönderip, onlarla propaganda yapıp, “Ruslar başka milletlerden ziyade Kur’ân’a hürmetkâr” diye, âlem-i İslâmı din noktasında bu vatandaki dindar millet aleyhine çevirmeye çalıştığı aynı zamanda, Risale-i Nur’un büyük mecmuaları hem Mekke-i Mükerremede, hem Medine-i Münevverede, hem Şam-ı Şerifte, hem Mısır’da, hem Halep’te âlimlerin takdirleri altında kısmen intişarıyla o komünist propagandasını kırdığı gibi, âlem-i İslâma gösterdi ki, Türk milleti ve kardeşleri eskisi gibi dinine ve Kur’ân’ına sahiptir ve sair ehl-i İslâmın dindar büyük bir kardeşi ve Kur’ân hizmetinde kahraman kumandanıdır diye o ehemmiyetli, kudsî merkezlerde o Nur mecmuaları bu hakikati gösterdiler. Acaba Nurun bu kıymettar hizmet-i milliyesi bu tarz işkencelerle mukabele görse, zemini hiddete getirmez mi?

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.”Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.

[h=2]Lügatler : [/h] âlem-i İslâm : İslâm âlemi
cebr-i keyfî-i küfrîye : küfre yönelik keyfî zorlama
dâvâ : iddia
dessas : hilebaz, aldatıcı
ehemmiyetli : önemli
ehl-i İslâm : Müslümanlar
erkân : reisler, ileri gelenler
evham : kuruntular, şüpheler
gayet : çok
gayr-ı resmî : devletin olmayan
hakikat-i Kur’ân : Kur’ân’ın hakikati, gerçeği
hiddete getirmek : kızdırmak, sinirlendirmek
hizmet-i milliye : millî hizmet
hüccet : güçlü sarsımaz delil, kanıt
hürmetkâr : saygılı
iğfal : gaflete düşürerek kandırma, aldatma
ihtilâlci : ihtilâl yapan, karıştıran
ilticâ etmek : sığınmak
inşaâllah : Allah isterse
intişar : yayılma
irtidad-ı mutlak : tam dinsizlik, dinin bütün değerlerini red ve terk etme
istibdâd-ı mutlak : tam ve sınırsız bir baskı, mutlak diktatörlük
Kahhâr-ı Zülcelâl : haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten Allah
kahr : mahvolma
kıymettar : kıymetli, değerli
kudsî : kutsal, mukaddes
küllî : genel, kapsamlı
mecmua : kitap
Mekke-i Mükerreme : şerefli Mekke şehri
muarız : karşı gelen
muhafaza : koruma, saklama
mukabele : karşılık
mürtedâne : dinden çıkanlar gibi
nam : ad, ünvan
resmî : devletin olan, devlete ait
Sâbık : önceki, geçmiş
sair : diğer, başka
sefahet-i mutlaka : nefsin her türlü kötü arzularına uyma
sevk : gönderme
suret : biçim, şekil
Şam-ı Şerif : şerefli Şam şehri
şer : kötülük, fenalık
takdir : değer verme
tarz : biçim, şekil
vazife-i Nuriye : Risale-i Nur’un vazifesi, görevi
zemin : yer, dünya
zındık : dinsiz
ziyade : fazla, çok


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.24.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Hükûmet ve Zâbıtasına Mahkemesine Birkaç Nokta Mâruzatım Var(Devamı)
Dokuzuncusu: Denizli müdafaatında izahı ve ispatı bulunan bir meselenin kısacık bir hülâsasıdır.

Bir dehşetli kumandan dehâ ve zekâvetiyle ordunun müsbet hasenelerini kendine alıp ve kendinin menfî seyyielerini o orduya vererek, o efrad adedince haseneleri, gazilikleri bire indirdiği ve seyyiesini o ordu efradına isnad ederek onların adedince seyyieler hükmüne getirdiğinden, dehşetli bir zulüm ve hilâf-ı hakikat olmasından, ben kırk sene evvel beyan ettiğim bir hadîsin o şahsa vurduğu tokada binaen, sâbık mahkemelerimizde bana hücum eden bir müddeiumumîye dedim: “Gerçi onu hadîslerin ihbarıyla kırıyorum, fakat ordunun şerefini muhafaza ve büyük hatalardan vikaye ederim. Sen ise, birtek dostun için, Kur’ân’ın bayraktarı ve âlem-i İslâmın kahraman bir kumandanı olan ordunun şerefini kırıyorsun ve hasenelerini hiçe indiriyorsun” dedim. İnşâallah, o müddeî insafa geldi, hatâdan kurtuldu.

Onuncusu: Adliyede, adalet hakikati ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâ-tefrik muhafazaya, sırf hak namına çalışmak vazifesi hükmettiğine binaendir ki, İmam-ı Ali (r.a.) hilâfeti zamanında bir Yahudi ile beraber mahkemede oturup muhakeme olmuşlar. Hem bir adliye reisi, bir memuru kanunca bir hırsızın elini kestiği vakit, o memurun o zâlim hırsıza hiddet ettiğini gördü, o dakikada o memuru azletti. Hem çok teessüf ederek dedi: “Şimdiye kadar adalet namına böyle hissiyatını karıştıranlar pek çok zulmetmişler.”

Evet, “Hükm-ü kanunu icra etmekte o mahkûma acımasa da hiddet edemez; etse zâlim olur. Hattâ, kısas cezası da olsa, hiddetle katletse, bir nevi kàtil olur” diye, o hâkim-i âdil demiş.

İşte, madem mahkemede böyle hâlis ve garazsız bir hakikat hükmediyor. Üç mahkeme bizlere beraat verdiği ve bu milletin yüzde—bilseler—doksanı, Nur talebelerinin zararsız olarak millete ve vatana menfaatli olduklarına pekçok emârelerle şehadet ettikleri halde, burada o mâsum ve teselliye ve adaletin iltifatına çok muhtaç Nur talebelerine karşı ihanetler ve gayet soğuk hiddetli muameleler yapılıyor.


Lügatler :
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
azleylemek : görevden almak
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
beyan etme : açıklama, izah etme
bilâ-tefrik : ayrım yapmaksızın
binaen : –dayanarak, dolayı
dehâ : olağanüstü zekâ ve akıl
efrad : fertler
emâre : belirti, işaret
garaz : kötü kasıt
hadîs : Peygamberimize (a.s.m.) ait olan veya Onun onayladığı söz, emir veya davranış
hakikat : asıl, gerçek, doğru
hâkim-i âdil : adaletle iş gören hükmedici, adaletli hükümdar
hâlis : içten, samimi
hasene : sevap, iyilik
hiddet : öfke
hilâfet : halifelik, Peygamberimizin (a.s.m.) vekili olarak din ve dünya işlerinde genel reislik
hilâf-ı hakikat : gerçeğe aykırı
hissiyat : hisler, duygular
hücum eden : saldıran
hükm-ü kanun : kanunun hükmü
hülâsa : özet
icra : yürütme, yerine getirme
ihbar : haber verme
inşâallah : Allah isterse
isnad : dayandırma
izah : açıklama
kısas : bir suç işleyenin kanun tarafından aynı şekilde cezalandırılması
mahkûm : hükümlü
menfaat : çıkar
menfi : olumsuz, negatif
muhafaza : koruma, saklama
müdafaat : savunmalar
müddeî : iddia sahibi, davacı savcı
müddeiumumî : savcı
müsbet : olumlu, pozitif
namına : adına
nevi : tür, çeşit
reis : başkan
sâbık : önceki, geçmiş
seyyie : kötülük, günah
şehadet : şahitlik, tanıklık
şeref : yükseklik, yücelik, büyüklük
teessüf : üzüntü, acı, hayıflanma
vikaye : korumak
zâlim : zulmeden, haksızlık yapan
zekâvet : zeki oluş, kurnazlık
zulüm : haksızlık, eziyet, işkence



 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.24.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Hükûmet ve Zâbıtasına Mahkemesine Birkaç Nokta Mâruzatım Var(Devamı)
Dokuzuncusu: Denizli müdafaatında izahı ve ispatı bulunan bir meselenin kısacık bir hülâsasıdır.

Bir dehşetli kumandan dehâ ve zekâvetiyle ordunun müsbet hasenelerini kendine alıp ve kendinin menfî seyyielerini o orduya vererek, o efrad adedince haseneleri, gazilikleri bire indirdiği ve seyyiesini o ordu efradına isnad ederek onların adedince seyyieler hükmüne getirdiğinden, dehşetli bir zulüm ve hilâf-ı hakikat olmasından, ben kırk sene evvel beyan ettiğim bir hadîsin o şahsa vurduğu tokada binaen, sâbık mahkemelerimizde bana hücum eden bir müddeiumumîye dedim: “Gerçi onu hadîslerin ihbarıyla kırıyorum, fakat ordunun şerefini muhafaza ve büyük hatalardan vikaye ederim. Sen ise, birtek dostun için, Kur’ân’ın bayraktarı ve âlem-i İslâmın kahraman bir kumandanı olan ordunun şerefini kırıyorsun ve hasenelerini hiçe indiriyorsun” dedim. İnşâallah, o müddeî insafa geldi, hatâdan kurtuldu.

Onuncusu: Adliyede, adalet hakikati ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâ-tefrik muhafazaya, sırf hak namına çalışmak vazifesi hükmettiğine binaendir ki, İmam-ı Ali (r.a.) hilâfeti zamanında bir Yahudi ile beraber mahkemede oturup muhakeme olmuşlar. Hem bir adliye reisi, bir memuru kanunca bir hırsızın elini kestiği vakit, o memurun o zâlim hırsıza hiddet ettiğini gördü, o dakikada o memuru azletti. Hem çok teessüf ederek dedi: “Şimdiye kadar adalet namına böyle hissiyatını karıştıranlar pek çok zulmetmişler.”

Evet, “Hükm-ü kanunu icra etmekte o mahkûma acımasa da hiddet edemez; etse zâlim olur. Hattâ, kısas cezası da olsa, hiddetle katletse, bir nevi kàtil olur” diye, o hâkim-i âdil demiş.

İşte, madem mahkemede böyle hâlis ve garazsız bir hakikat hükmediyor. Üç mahkeme bizlere beraat verdiği ve bu milletin yüzde—bilseler—doksanı, Nur talebelerinin zararsız olarak millete ve vatana menfaatli olduklarına pekçok emârelerle şehadet ettikleri halde, burada o mâsum ve teselliye ve adaletin iltifatına çok muhtaç Nur talebelerine karşı ihanetler ve gayet soğuk hiddetli muameleler yapılıyor.


Lügatler :
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
azleylemek : görevden almak
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
beyan etme : açıklama, izah etme
bilâ-tefrik : ayrım yapmaksızın
binaen : –dayanarak, dolayı
dehâ : olağanüstü zekâ ve akıl
efrad : fertler
emâre : belirti, işaret
garaz : kötü kasıt
hadîs : Peygamberimize (a.s.m.) ait olan veya Onun onayladığı söz, emir veya davranış
hakikat : asıl, gerçek, doğru
hâkim-i âdil : adaletle iş gören hükmedici, adaletli hükümdar
hâlis : içten, samimi
hasene : sevap, iyilik
hiddet : öfke
hilâfet : halifelik, Peygamberimizin (a.s.m.) vekili olarak din ve dünya işlerinde genel reislik
hilâf-ı hakikat : gerçeğe aykırı
hissiyat : hisler, duygular
hücum eden : saldıran
hükm-ü kanun : kanunun hükmü
hülâsa : özet
icra : yürütme, yerine getirme
ihbar : haber verme
inşâallah : Allah isterse
isnad : dayandırma
izah : açıklama
kısas : bir suç işleyenin kanun tarafından aynı şekilde cezalandırılması
mahkûm : hükümlü
menfaat : çıkar
menfi : olumsuz, negatif
muhafaza : koruma, saklama
müdafaat : savunmalar
müddeî : iddia sahibi, davacı savcı
müddeiumumî : savcı
müsbet : olumlu, pozitif
namına : adına
nevi : tür, çeşit
reis : başkan
sâbık : önceki, geçmiş
seyyie : kötülük, günah
şehadet : şahitlik, tanıklık
şeref : yükseklik, yücelik, büyüklük
teessüf : üzüntü, acı, hayıflanma
vikaye : korumak
zâlim : zulmeden, haksızlık yapan
zekâvet : zeki oluş, kurnazlık
zulüm : haksızlık, eziyet, işkence





 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.25.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Hükûmet ve Zâbıtasına Mahkemesine Birkaç Nokta Mâruzatım Var(Devamı)
Biz her musibete ve ihanetlere karşı sabra ve tahammüle karar verdiğimizden, sükût edip Allah’a havale ederek, “Belki bunda da bir hayır vardır.” dedik. Fakat evham yüzünden ve garazkârların jurnalleriyle bu bîçare mâsumlara böyle muameleler, belâların gelmesine bir vesile olacağından korktum, bunu yazmaya mecbur oldum. Zaten bu meselede bir kusur varsa benimdir. Bu bîçareler, sırf imanları ve âhiretleri için bana rıza-yı İlâhî dairesinde yardım etmişler. Pek çok takdire müstehak iken, böyle muameleler, hattâ kışı dahi hiddete getirdi.

Hem medar-ı hayrettir ki, bu defa da yine bir cemiyet vehmini tekrar ileri sürüyorlar. Halbuki üç mahkeme bu ciheti tetkik edip beraat vermekle beraber, mâbeynimizde böyle medar-ı ittiham olacak hiçbir cemiyet, hiçbir emâre mahkemeler, zabıtalar, ehl-i vukuflar bulmamışlar. Yalnız bir muallimin talebeleri ve dârülfünun şakirtleri ve Kur’ân dersini veren hâfızın hıfza çalışanları gibi, Risale-i Nur talebelerinde bir uhrevî kardeşlik var. Bunlara cemiyet namını veren ve onunla ittiham eden, bütün esnaf ve mekteplilere ve vâizlere siyasî cemiyet nazarıyla bakmak gerektir. Bunun için ben böyle asılsız ve mânâsız ittihamlarla buraya hapse gelenleri müdafaa etmeye lüzum görmüyorum.

Yalnız, hem bu memleketi, hem âlem-i İslâmı çok alâkadar eden ve maddî ve mânevî bu vatana ve bu millete pek çok bereket ve menfaati tahakkuk eden Risale-i Nur’u üç defa müdafaa ettiğimiz gibi, tekrar aynı hakikat ile müdafaamı men edecek hiçbir sebep yok ve hiçbir kanun ve hiçbir siyaset yasak etmez ve edemez.

Evet, biz bir cemiyetiz. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her bir asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var. Ve hergün beş defa namazla o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar.

[SUP]1[/SUP]
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kudsî programıyla birbirinin yardımına, dualarıyla ve mânevî kazançlarıyla koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız. Ve hususî vazifemiz de, Kur’ân’ın imanî hakikatlerini tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferitten kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz. Ve dört mahkeme, inceden inceye tetkikten sonra, o cihette bize beraat vermiş.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : “Mü’minler ancak kardeştirler.” Hucurât Sûresi, 49:10.

[h=2]Lügatler : [/h] âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
alâkadar : alâkalı, ilgili
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
asır : yüzyıl
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
bereket : Allah’tan gelen bolluk, nimet

berzahî : kabir âlemine ait
bîçare : çaresiz, zavallı
cemiyet : dernek
cihet : yön, taraf

daimî : devamlı, sürekli
dârülfünun : üniversite

dünyevî : dünya ile ilgili
efrad : fertler
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
ehl-i vukuf : bilirkişi
emâre : belirti, işaret

entrika : dalavere, dolap çevirme
evham : kuruntular, şüpheler
garazkâr : kötü niyet sahibi, art niyetli
hâfız : Kur’ân-ı Kerimi ezberleyen kişi

hakikat : doğru gerçek
haps-i münferit : tek başına hapis, hücre hapsi
hiddet : öfke
hiddete getirmek : kızdırmak, sinirlendirmek

hususî : özel
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
ihanet : haksız yere tahkir etme; hıyanet, hainlik

imanî : imanla ilgili, imana dair
ittiham eden : suçlayan
ittiham : suçlama
jurnal : ihbar etme
kemâl-i hürmet : kusursuz hürmet, tam bir saygı

komite : belli bir amaç için bir araya gelen ve faaliyet gösteren topluluk
kudsî : kusursuz ve yüce; kutsal
mâbeyn : ara
medar-ı hayret : hayret sebebi, kaynağı
medar-ı ittiham : itham etme nedeni
men etme : engelleme, yasaklama
mensup : üye
muallim : öğretmen
muamele : davranış

muazzam : çok büyük
mukaddes : kutsal
musibet : belâ, büyük sıkıntı
müdafaa etme : savunma

münasebet : bağlantı, ilişki
müstehak : hak etmiş, lâyık
nam : ad, ünvan
nazar : bakış, düşünce
prensip : esas, ilke
rıza-yı İlâhî : Allah’ın rızası

sair : diğer, başka
siyasî : siyasetle ilgili
suret : biçim, görünüş
sükût : sessiz kalma, susma
şakirt : öğrenci, talebe
tahakkuk eden : gerçekleşen
tahammül : katlanma, dayanma

tahkikî : araştırmaya dayanan
tetkik : inceleme, araştırma
tenezzül etme : aykırı olan bir durumu kabul etme, alçalma
uhrevî : ahirete ait
vâiz : vaaz eden
vehim : zan, şüphe, kuruntu




 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.26.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Mahkemesi(Devamı)
Evet, Nur şakirtleri biliyorlar ve mahkemelerde hüccetlerini göstermişim ki, şahsıma değil bir makam, şan u şeref ve şöhret vermek ve uhrevî ve mânevî bir mertebe kazandırmak, belki bütün kanaat ve kuvvetimle ehl-i imana bir hizmet-i imaniye yapmak için, değil yalnız dünya hayatımı ve fâni makamatımı, belki—lüzum olsa—âhiret hayatımı ve herkesin aradığı uhrevî bâki mertebeleri feda etmeyi, hattâ cehennemden bazı bîçare ehl-i imanları kurtarmaya vesile olmak için—lüzum olsa—Cenneti bırakıp Cehenneme girmeyi kabul ettiğimi hakikî kardeşlerim bildikleri gibi, mahkemelerde dahi bir cihette ispat ettiğim halde, beni bu ittihamla Nur ve iman hizmetime bir ihlâssızlık isnad etmekle ve Nurların kıymetlerini tenzil etmekle, milleti onun büyük hakikatlerinden mahrum etmektir.

Acaba bu bedbahtlar dünyayı ebedî ve herkesi kendileri gibi dini ve imanı dünyaya âlet ediyor tevehhümüyle dünyadaki ehl-i dalâlete meydan okuyan ve hizmet-i imaniye yolunda hem dünyevî hem-lüzum olsa-uhrevî hayatlarını feda eden ve mahkemelerde dâvâ ettiği gibi, bir tek hakikat-i imaniyeyi dünya saltanatıyla değiştirmeyen ve siyasetten ve siyasî mânâsını işmam eden maddî ve mânevî mertebelerden ihlâs sırrıyla bütün kuvvetiyle kaçan ve yirmi sene emsalsiz işkencelere tahammül edip siyasete imanî meslek itibarıyla tenezzül etmeyen ve kendini nefsi itibarıyla talebelerinden çok aşağı bilen ve onlardan daima himmet ve dua bekleyen ve kendi nefsini çok bîçare ve ehemmiyetsiz itikad eden bir adam hakkında, bazı hâlis kardeşleri, Risale-i Nur’dan aldıkları fevkalâde kuvve-i imaniyeye mukàbil, onun tercümanı olan o bîçareye, tercümanlık münasebetiyle Nurların bazı faziletlerini hususî mektuplarında ona isnad etmeleri ve hiçbir siyaset hatırlarına gelmeyerek, âdete binaen, insanlar sevdiği âdi bir adama da “Sultanımsın, velînimetimsin” demeleri nev’inden yüksek makam vermeleri ve haddinden bin derece ziyade hüsn-ü zan etmeleri ve eskiden beri üstad ve talebeler mâbeyninde câri ve itiraz edilmeyen makbul bir âdetle teşekkür mânâsında pek fazla medh ü senâ etmeleri ve eskiden beri makbul kitapların âhirlerinde mübalâğa ile medhiyeler ve takrizler yazılmasına binaen, hiç bir cihetle suç sayılabilir mi? Kimsesiz, garip ve düşmanları pek çok ve onun yardımcılarını kaçıracak çok esbab varken, insafsız çok muterizlere karşı sırf yardımcılarının kuvve-i mâneviyelerini takviye etmek ve kaçmaktan kurtarmak ve mübalâğalı medhedenlerin şevklerini kırmamak için, onların bir kısım medihlerini Nurlara çevirip bütün bütün reddetmediği halde, onun bu yaşta ve kabir kapısındaki hizmet-i imaniyesini dünya cihetine çevirmeye çalışan bazı resmî memurların ne derece haktan, kanundan, insaftan uzak düştükleri anlaşılır. Son sözüm,
[SUP]1[/SUP]
لِكُلِّ مُصِيبَةٍ: إِنَّا ِللهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ dur.
[h=3]Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :[/h] [SUP]1[/SUP] : Her türlü musîbet karşısında söylediğimiz söz şudur: “Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.” Bakara Sûresi, 2:156.
Lügatler :
âhir : son
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
bâki : devamlı olan, yok olmayan
bedbaht : kötü bahtlı, talihsiz
bîçare : çaresiz, zavallı
binaen : –dayanarak, dolayı
câri : geçerli
cihet : yön, taraf
daima : sürekli
dünyevî : dünya ile ilgili
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
ehemmiyetsiz : önemsiz
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapmış kimseler
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
emsalsiz : benzersiz, eşsiz

esbab : sebepler
fâni : gelip geçici
fazilet : güzel ahlâk, üstünlük
fevkalâde : olağanüstü
had : yetki, liyakat
hakikat-i imaniye : iman hakikatleri
hakikî : gerçek
hâlis : içten, samimi
himmet : ciddi gayret, yardım
hizmet-i imâniye : iman hizmeti
hüccet : güçlü sarsılmaz delil
hüsn-ü zan : güzel düşünce
ihlâs : samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme
isnad : dayandırma
işmam eden : hissettiren
itikad eden : inanan
ittiham : suçlama
kanaat : görüş, fikir
kuvve-i imaniye : iman gücü; iman duygusu

kuvve-i mâneviye : mânevî kuvvet, moral gücü
mâbeyn : ara
mahrum : yoksun
makamat : makamlar, konuyla ilgili yerler
makbul : kabul gören, geçerli

medhedme : övme
medhiye : övmek
medih : övgü
medh ü senâ : övme ve yüceltme
mertebe : derece, makam
mukàbil : karşılık

muteriz : itiraz eden
mübalağa : abartı
münasebet : ilişki, bağlantı
nefs : kişinin kendisi
nev’i : tür, çeşit
siyasî : siyasetle ilgili
şakirt : öğrenci, talebe
şan u şeref : şan ve şeref

şevk : çok arzu, şiddetli istek
tahammül : katlanma, dayanma

takriz : birşeyi veya bir eseri beğendiğini söyleme ve bu gayeyle yazılan yazı
takviye etmek : kuvvetlendirmek
tenezzül etme : alçalma
tenzil : indirme
tercüman : yazılı ve sözlü metinleri başka bir dile çeviren
tevehhüm : zannetme, kuruntuya kapılma
uhrevî : ahirete ait
üstad : hoca, öğretmen
velînimet : nimeti veren
ziyade : fazla, çok


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.27.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Mahkemesi(Devamı)
Afyon Mahkemesine ve Ağırceza Reisine beyan ediyorum ki:

Eskiden beri fıtratımda tahakkümü kaldıramadığım için dünyaya karşı alâkamı kesmiştim. Şimdi o kadar mânâsız, lüzumsuz tahakkümler içinde hayat bana gayet ağır gelmiş, yaşayamayacağım. Hapsin haricinde yüzler resmî adamların tahakkümlerini çekmeye iktidarım yok. Bu tarz-ı hayattan bıktım. Ben sizden bütün kuvvetimle tecziyemi talep ediyorum. Şimdi kabir elime geçmiyor. Hapiste kalmak bana lâzımdır. Makam-ı iddianın asılsız isnad ettiği suçlar, siz de bilirsiniz ki, yok; beni cezalandırmaz. Fakat beni mânen cezalandıracak, vazife-i hakikiyeye karşı büyük kusurlarım var. Eğer sormak münasipse, sorunuz, cevap vereyim.

Evet, büyük kusurlarımdan birtek suçum: Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakikat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine, şimdi bu Afyon hapsinde kanaatim geldi.

Nur şakirtlerinin hâlis ve sırf uhrevî Nurlara ve tercümanına karşı alâkalarına dünyevî ve siyasî cemiyet namını verip onları mes’ul etmeye çalışanların ne kadar
hakikatten ve adaletten uzak düştüklerine karşı üç mahkemenin o cihetten bize beraat vermesiyle beraber deriz ki:

Hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin, hususan millet-i İslâmiyetin üssü’l-esası, akrabalar içinde samimâne muhabbet ve kabile ve taifeler içinde alâkadarâne irtibat ve İslâmiyet milliyetiyle mü’min kardeşlerine karşı, mânevî, fedakârâne bir alâka ve hayat-ı ebediyesini kurtaran Kur’ân hakikatlerine ve nâşirlerine sarsılmaz bir rabıta ve iltizam ve bağlılık gibi, hayat-ı içtimaiyeyi esasıyla temin eden bu rabıtaları inkâr etmekle ve şimaldeki dehşetli anarşîlik tohumunu saçan ve nesil ve milliyeti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karâbet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmaya yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle ancak Nur şakirtlerine cemiyet namını verebilir. Onun için, hakikî Nur şakirtleri, çekinmeyerek Kur’ân hakikatlerine karşı kudsî alâkalarını ve uhrevî kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını izhar ediyorlar. O uhuvvet sebebiyle gelen her cezayı memnuniyetle kabul ettiklerinden, mahkemenizde hakikat-i hali olduğu gibi itiraf ediyorlar. Hile ile, dalkavuklukla ve yalanlarla kendilerini müdafaaya tenezzül etmiyorlar.


Lügatler :
alâkadarane : ilgili bir şekilde
beraat verme : temize çıkartma, suçsuz olduğunu ilân etme
cemiyet : topluluk, dernek
cihet : yön, taraf
dalkavukluk : yağ çekme, yaltaklanma
esas : husus
fedakârâne : fedakârca
hakikat : doğru gerçek
hakikat-i hâl : işin aslı, gerçeği
hakikî : gerçek, asıl

hâlis : içten, samimi
hayat-ı ebediye : sonsuz âhiret hayatı
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
hayat-ı içtimaiye-i insaniye : insanlığın toplumsal hayatı
hususan : bilhassa, özellikle

iktidar : güç, kuvvet
iltizam : taraf tutma, taraftarlık
irtibat : bağ, ilişki

isnad etme : dayandırma
izale : giderme
izhar : gösterme, açığa çıkarma
kabile : aynı soydan gelen insan topluluğu, aşiret

kanaati gelmek : kanmak, razı olmak
karâbet : yakınlık
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal

kuvve-i mâneviye : mânevî kuvvet, moral gücü
mahveden : yok eden

makam-ı iddia : iddia makamı, savcılık
medar-ı mes’uliyet : mesuliyet, sorumluluk sebebi
medeniyet-i beşeriye : insanlığın medeniyeti
mevkuf : tevkif edilmiş, tutuklu
millet-i İslâmiye : İslâm milleti; Müslümanlar
muhabbet : sevgi
mü’min : iman etmiş, Allah’a inanan
müdafaa : savunma

mükellef : birşeyi yapmaya mecbur olan, yükümlü
münasip : uygun
nam : ad, ünvan
nâşir : neşreden, yazıp yayan
nesil : soy, sop, zürriyet
rabıta : bağ

reis : başkan
samimâne : içten, gönülden gelerek

siyasî : siyasetle ilgili
şakirt : öğrenci, talebe
şimal : kuzey

tahakküm : baskı, zorbalık
taife : grup, topluluk

tarz-ı hayat : yaşam tarzı
tecziye : cezalandırma

tenezzül etme : alçalma
tercüman : yazılı ve sözlü metinleri başka bir dile çeviren
teşkil etme : bir araya getirme
uhrevî : ahirete ait
uhuvvet : kardeşlik
üssü’l-esas : temel taşı, temel esas

vazife-i hakikiye : asıl vazife




--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.28.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Mahkemesi(Devamı)
Afyon Mahkemesine, iddianameye karşı verilen itirazname tetimmesinin bir zeylidir

Evvelâ: Mahkemeye beyan ediyorum ki, iddianame Denizli ve Eskişehir mahkemelerimizdeki o eski iddianamelere ve aleyhimizde sathî ehl-i vukufların sathî tahkikatlarına bina edildiğinden, mahkememizde dâvâ ettim ki: Bu iddianamenin yüz yanlışını ispat etmezsem, yüz sene cezaya razıyım. İşte o dâvâmı ispat ettim. Yüzden ziyade yanlışların cetvelini isterseniz takdim edeceğim.
Saniyen: Ben Denizli Mahkemesinde, kitap ve evraklarımız Ankara’ya gittiği sırada, aleyhimizde hüküm verilecek diye telâş ve meyusiyetle beraber, arkadaşlarıma yazdım. Ve bazı müdafaatımın âhirinde bulunan o yazdığım parça şudur:
“Eğer Risale-i Nuru tenkid fikriyle tetkik eden adliye memurları, imanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar, sonra beni idam ile mahkûm etseler, şahit olunuz, ben hakkımı onlara helâl ediyorum. Çünkü biz hizmetkârız. Risale-i Nur’un vazifesi imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek hizmet-i imaniyeyi hiçbir tarafgirlik girmeyerek yapmaya mükellefiz.”
İşte, ey heyet-i hâkime, bu hakikate binaen, Risale-i Nur’un cerh edilmez kuvvetli hüccetleri elbette mahkemede kalbleri kendine çevirmiş. Aleyhimde ne yapsanız ben hakkımı helâl ederim, gücenmem. Bunun içindir ki, eşedd-i zulüm ile bir eşedd-i istibdat tarzında, şahsımı hiç ömrümde görmediğim ihanetlerle çürütmekle damarıma dokundurulduğu halde tahammül ettim. Hattâ beddua da etmedim. Bize karşı bütün ittihamlara ve bütün isnad edilen suçlara karşı elinizdeki Risale-i Nur’un mecmuaları, benim mukabele edilmez müdafaanamem ve cerh edilmez itiraznamemdirler.


Lügatler :
âhirinde : sonunda
allâme : büyük âlim
beyan : açıklama, izah
binaen : –dayanarak, dolayı
cerh edilmez : çürütülmez
Diyanet Riyaseti : Diyanet İşleri Başkanlığı
ehl-i vukuf : bilirkişi
eşedd-i istibdat : baskının en şiddetlisi
eşedd-i zulüm : zulmün en şiddetlisi
evvelâ : ilk olarak
hakikat : gerçek, asıl ve esas
heyet-i hâkime : hâkimler kurulu
hizmet-i imâniye : iman hizmeti
hizmetkâr : hizmetçi
hüccet : güçlü delil, kanıt
iddianame : savcının bir dava konusunda hazırladığı iddia ve delilleri içine alan yazısı
ihanet : haksız yere tahkir etme; hıyanet, hainlik
isnad : dayandırma
itirazname : itiraz kâğıdı, itiraz dilekçesi
ittiham : suçlama
mecmua : kitap
medar-ı hayret : hayret sebebi
Mekke-i Mükerreme : şerefli, mukaddes Mekke şehri
meyusiyet : ümitsizlik
mukabele : karşılık
müdafaaname : savunma
müdafaat : savunmalar
müdakkik : dikkatli, araştırıcı
mükellef : yükümlü
saniyen : ikinci olarak
sathî : sığ, yüzeysel
şâhit : şahitlik yapan, bilen, tanıyan
tahammül etmek : katlanmak, dayanmak
tahkikat : araştırmalar
tarafgirlik : taraftarlık
tefrik : ayırma
tetimme : ek, tamamlayıcı not
tetkik : inceleme, araştırma
zeyl : ilave, ek
ziyade : fazla, çok

 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.29.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Mahkemesi(Devamı)
Afyon Mahkemesine, iddianameye karşı verilen itirazname tetimmesinin bir zeylidir(Devamı)

Medar-ı hayrettir ki, Mısır, Şam, Halep, Medine-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme allâmeleri ve Diyanet Riyasetinin müdakkik hocaları o Nur mecmualarını tetkik edip hiç tenkit etmeyerek takdir ve tahsin ettikleri halde, iddianameyi aleyhimize toplayan zekâvetli (!) zât, Kur’ân’ı, yüz kırk sûredir diye, acip ve pek zâhir bir yanlışıyla ne derece sathî baktığı ve Risale-i Nur bu ağır şerait içinde ve benim gurbet ve kimsesizliğim ve perişaniyetimde ve aleyhimde dehşetli hücumlarla beraber yüz binler ehl-i hakikate kendini tasdik ettirdiği halde, daha Kur’ân’ın kaç sûresi var olduğunu bilmeyen o iddiacı zât, “Risale-i Nur Kur’ân’ın tefsirine ve hadîslerin te’viline çalışmasıyla beraber, bir kısmında okuyanlara birşey öğretme bakımından ilmî bir mâhiyet ve kıymet taşımadığı görülmektedir” diye tenkidi ne derece kanundan, hakikatten, adaletten ve haktan uzak olduğu anlaşılıyor.

Hem size şekvâ ediyorum ki, kırk sahifeli ve yüzer yanlışı bulunan ve kalblerimizi yaralayan iddianameyi tamamıyla bize iki saat dinlettirdiğiniz halde, ayn ı hakikat bir buçuk sahifeyi ona karşı ısrarımla beraber iki dakika okumaya müsaade etmediğiniz için, ona mukàbil itiraznamemi tamamıyla okumamı, adalet namına sizden istiyorum.

Salisen: Herbir hükûmette muhalifler var. Âsâyişe ilişmemek şartıyla, kanunen onlara ilişilmez. Ben ve benim gibi dünyadan küsmüş ve yalnız kabrine çalışanlar, elbette bin üç yüz elli senede, ecdadımızın mesleğinde ve Kur’ân’ımızın daire-i terbiyesinde ve her zamanda üç yüz elli milyon mü’minlerin takdis ettiği düsturlarının müsaade ettiği tarzda hayat-ı bâkiyesine çalışmayı terk edip, gizli düşmanlarımızın icbarıyla ve desiseleriyle, fâni ve kısacık hayat-ı dünyeviyesi için, sefihâne bir medeniyetin ahlâksızcasına, belki bir nevi bolşevizmde olduğu gibi vahşiyâne kanunlara, düsturlara tarafdar olup onları meslek kabul etmekliğimiz hiç mümkün müdür? Ve dünyada hiçbir kanun ve zerre miktar insafı bulunan hiçbir insan bunları onlara kabul ettirmeye cebretmez. Yalnız o muhaliflere deriz: Bize ilişmeyiniz, biz de ilişmemişiz.


Lügatler :
allâme : büyük âlim
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, düzenlilik, güvenlik
ayn-ı hakikat : gerçeğin ta kendisi
binaen : –dayanarak, dolayı
daire-i terbiye : terbiye dairesi

Diyanet Riyaseti : Diyanet İşleri Başkanlığı
düstur : kural, prensip
ecdad : atalar, cedler
ehl-i hakikat : doğru ve hak yolda olan kimseler
fâni : gelip geçici
hadîs : Peygamberimize (a.s.m.) ait olan veya Onun onayladığı söz, emir veya davranışlar
hakikat : gerçek, asıl, esas
hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı âhiret hayatı
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hücum : saldırı
icbar : zoraki, zorlama
iddianame : savcının bir dava konusunda hazırladığı iddia ve delilleri içine alan yazısı
itirazname : itiraz kâğıdı, itiraz dilekçesi
kabir : mezar
mahiyet : yapı, esas, öz

mecmua : kitap
medar-ı hayret : hayret sebebi
Meşihat : Osmanlı Devletinde bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı görevini yürüten Şeyhülislam makamı (bk. bilgiler – Meşihat Dairesi)
muhalif : aykırı, zıt, karşıt
mukàbil : karşılık
mü’min : iman etmiş, Allah’a inanan

müdakkik : dikkatli, araştırıcı
namına : adına
nevi : tür, çeşit
perişaniyet : perişanlık, sefillik
puthane : putlara tapılan yer
salisen : üçüncü olarak
sathî : sığ, yüzeysel
sefihâne : beyinsizce, akılsızca; zevk ve yasak şeylere düşkün olarak
sûre : Kur’ân-ı Kerimin ayrıldığı 114 bölümden herbiri
şekvâ : şikayet
şerâit : şartlar
tahsin etme : güzel bulma, güzelliğini ilân etme
takdir etme : beğendiğini dile getirme
takdis etme : Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma
tasdik ettirme : doğrulatma, onaylatma
te’vil : yorum
tefsir : açıklama, yorum
tenkid : eleştiri
tetkik : inceleme, araştırma
vahşiyâne : vahşice
zahir : açık
zekâvet : zeki oluş, kurnazlık
zerre miktar : çok az miktar



 
Üst