Tarihçe-i hayat dersleri 8.70.emirdağ hayatı(devamı)

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.30.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Mahkemesi(Devamı)
Afyon Mahkemesine, iddianameye karşı verilen itirazname tetimmesinin bir zeylidir(Devamı)

İşte bu hakikate binaendir ki; Ayasofya’yı puthane ve Meşîhatı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz. Ve şahsımız itibarıyla amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene işkenceli esaretimde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde siyasete karışmadık, idareye ilişmedik, âsâyişi bozmadık. Yüz binler Nur arkadaşım varken, âsâyişe dokunacak hiç bir vukuatımız kaydedilmedi. Ben şahsım itibarıyla hiç hayatımda görmediğim bu âhir ömrümde ve gurbetimde şiddetli ihanetler ve damarıma dokunduracak haksız muameleler sebebiyle yaşamaktan usandım. Tahakküm altındaki serbestiyetten dahi nefret ettim. Size bir istida yazdım ki, herkese muhalif olarak ben beraatimi değil, belki tecziyemi talep ediyorum ve hafif cezayı değil, sizden en ağır cezayı istiyorum. Çünkü, bu emsalsiz, acip muameleden kurtulmak için, ya kabre veya hapse girmekten başka çarem yok. Kabir ise, intihar caiz olmadığından ve ecel gizli olmasından şimdilik elime geçmediğinden, beş altı ay tecrid-i mutlakında bulunduğum hapse razı oldum. Fakat, bu istidayı mâsum arkadaşlarımın hatırları için şimdilik vermedim.

Rabian: Benim bu otuz sene hayatımda ve yeni Said tabir ettiğim zamanımda bütün Risale-i Nur’da yazdıklarım ve şahsıma temas eden hakikatlerinin tasdikiyle ve benimle ciddî görüşen ehl-i insaf zâtların ve arkadaşların şehadetleriyle iddia ediyorum ki: Ben nefs-i emmâremi elimden geldiği kadar hodfuruşluktan, şöhretperestlikten, tefahurdan men’e çalışmışım ve şahsıma ziyade hüsn-ü zan eden Nur talebelerinin belki yüz defa hatırlarını kırıp cerh etmişim. “Ben mal sahibi değilim. Kur’ân’ın mücevherat dükkânının bir bîçare dellâlıyım” dediğimi hem yakın kardeşlerimin tasdikleriyle ve emârelerini görmeleriyle, ben, değil dünyevî makamatı ve şan ü şerefi şahsıma kazandırmak, belki mânevî büyük makamat faraza bana verilse de, fakat hizmetteki ihlâsıma nefsimin hissesi karışmak ihtimaline binaen korkarak o makamatı da hizmetime feda etmeye karar verdiğim ve fiilen de öylece hareket ettiğim halde, mahkeme-i âlinizden güya en büyük bir siyasî mesele gibi, bana karşı bazı kardeşlerimin Nurdan istifadelerine mânevî bir şükran olarak ben kabul etmediğim halde, pederinden çok fazla hürmet etmesini medar-ı sual ve cevap yaptınız. Bir kısmını inkâra sevk ettiniz ve bize hayretle dinlettirdiniz. Acaba kendi razı olmadığı ve kendini lâyık bulmadığı halde başkaların onu medhetmeleriyle o bîçareye bir suç tevehhüm edilebilir mi?


Lügatler :
acip : acaip, tuhaf
âhir : son
amel etme : davranma
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, düzenlilik, güvenlik
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılıp serbest bırakılma
bîçare : çaresiz, zavallı
binaen : –dayanarak, dolayı
caiz : sakıncasız, uygun
cerh etmek : kırmak, yaralamak
ciddî : mühim, önemli
dellâl : duyurucu, ilân edici
dünyevî : dünya ile ilgili
ecel : ölüm vakti
ehl-i insaf : insaflı olanlar
emâre : belirti, işaret
emsalsiz : benzersiz, eşsiz
eşedd-i zulüm : zulmün en şiddetlisi
faraza : varsayalım ki
hakikat : doğru gerçek
hodfuruşluk : kendi kendini beğendirmeye çalışma
hüsn-ü zan : güzel düşünce
iddia etmek : savunduğu fikirde ısrar etmek
ihanet : haksız yere tahkir etme; hıyanet, hainlik
ihlâs : samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme
istidâ : dilekçe, müracaat dilekçesi
keyfî : isteğe, arzuya göre
mahkeme-i âli : yüce mahkeme
makamat : makamlar
men’ : mâni olma; yasaklama
muamele : davranış
muhalif : aykırı, farklı
mücevherat dükkânı : içerisinde kıymetli taşların, sanat eserlerinin satıldığı dükkân
nam : ad, isim, ünvan
nefs : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu
nefs-i emmâre : hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu
rabian : dördüncü olarak
serbestiyet : serbestlik
şehadet : şahitlik, tanıklık
şöhretperestlik : şöhret düşkünlüğü
tabir : ifade
tahakküm : baskı, zorbalık
tasdik : doğrulama, onaylama
tecrid-i mutlak : yalnız başına bırakma; hücre hapsi
tecziye : cezalandırma
tefahur : yaptıklarıyla övünme, böbürlenme
vukuat : toplumu rahatsız eden ve emniyeti ilgilendiren olaylar
Yeni Said : Bediüzzaman Said Nursî
ziyade : fazla, çok
zulmî : zalimane zulmederek


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.31.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Mahkemesi(Devamı)
Afyon Mahkemesine, iddianameye karşı verilen itirazname tetimmesinin bir zeylidir(Devamı)

Hamisen: Kat’îyen size beyan ediyorum ki, hiçbir cemiyetçilik ve cemiyetlerle ve siyasî cereyanlarla hiçbir alâkası olmayan Nur talebelerini, cemiyetçilik ve siyasetçilikle ittiham etmek, doğrudan doğruya kırk seneden beri İslâmiyet ve iman aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi bolşevizm namına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücadeledir ki, üç mahkeme cemiyetçilik cihetinde bütün Nurcuların ve Nur risalelerinin beraatlerine karar vermişler. Yalnız Eskişehir Mahkemesi, tesettür-ü nisâ hakkında bir küçük risalenin birtek meselesini, belki bu gelen cümleyi, “Mesmuatıma göre, merkez-i hükûmette bir kundura boyacısı, çarşı içinde bir büyük adamın yarım çıplak karısına sarkıntılık edip o acip edepsizliği yapması tesettür aleyhinde olanın hayâsız yüzüne şamar vuruyor” diye eskiden yazılmış cümle sebebiyle, bir sene bana ve yüz yirmi adamdan on beş arkadaşıma altışar ay ceza verdiler. Demek, şimdi Risale-i Nur’u ve şakirtlerini ittiham etmek, o üç mahkemeyi mahkûm etmek ve ittiham ve ihanet etmek demektir.

Sadisen: Risale-i Nur ile mübareze edilmez. Onu gören bütün ulemâ-i İslâm Kur’ân’ın gayet hakikatli bir tefsiri, yani hakikatlerinin kuvvetli hüccetleri ve bu asırda bir mu’cize-i mâneviyesi ve şimalden gelen tehlikelere karşı bu millet ve bu vatanın bir kuvvetli seddi olduğundan, mahkemeniz bunun talebelerini bundan ürkütmek değil, belki hukuk-u âmme noktasında tergib etmek bir vazifeniz biliyoruz ve onu sizden bekliyoruz. Millete, vatana, âsâyişe muzır dinsizlerin ve bazı siyasî zındıkların kitaplarına ve mecmualarına hürriyet-i ilmiye serbestiyetiyle ilişilmediği halde, mâsum ve muhtaç bir gencin imanını kurtarmak ve su-i ahlâktan kurtulmak için Nura talebe olması, elbette değil bir suç, belki hükûmet ve maarif dairesi teşvik ve takdir edecek bir hâlettir.

Son sözüm: Cenâb-ı Hak, hâkimleri adalet-i hakikiyeye muvaffak etsin. Âmin deyip,

[SUP]2[/SUP]نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّصِيرُ [SUP]1[/SUP]حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
[SUP]3[/SUP]اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
dir.
[h=3]Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :[/h] [SUP]1[/SUP] : “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
[SUP]2[/SUP] : “O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır.” Enfâl Sûresi, 8:40; Hac Sûresi, 22:78.
[SUP]3[/SUP] : “Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” Fâtiha Sûresi, 1:2.

Lügatler :
acip : acaip, tuhaf
adalet-i hakikiye : doğru ve gerçek adalet
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, düzenlilik, güvenlik
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğu anlaşılıp serbest bırakılma
beyan etme : açıklama, izah etme
bîçare : çaresiz, zavallı
cemiyet : topluluk, dernek
cemiyetçilik : cemiyet taraftarlığı

Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cereyan : akım, hareket
cihet : yön, taraf
edepsizlik : görgüsüzlük
gayet : son derece, çok
hakikat : doğru gerçek

hâlet : durum, hâl, vaziyet
hamisen : beşinci olarak
hayâsız : utanmayan, sıkılmayan
hukuk-u âmme : kamu hakları
hüccet : güçlü delil, kanıt
hürmet : saygı

hürriyet-i ilmiye : ilimde serbestlik, bilim hürriyeti
ihanet etmek : hıyanet etmek, arkadan vurmak
inkâr : inanmama, kabul etmeme
istifade : faydalanma
ittiham etmek : suçlamak
kat’îyen : kesin olarak
komite : belli bir amaç için bir araya gelen ve faaliyet gösteren topluluk

maarif dairesi : eğitim dairesi, Millî Eğitim Bakanlığı
mahkûm etmek : hüküm altına almak

mecmua : kitap
medar-ı sual ve cevap : soru ve cevap sebebi, sorgulama vesilesi
medhetme : övme
merkez-i hükûmet : hükümet merkezi
mesmuat : işitilenler
mu’cize-i mâneviye : mânevî mu’cize

muvaffak : başarılı olma, erişme
muzır : zararlı
mübareze : karşı koyma, çarpışma
mücadele : uğraşma, çabalama
namına : adına
nevi : tür, çeşit
peder : baba
risale : mektup; Risale-i Nur’dan her bir bölüm
sadisen : altıncı olarak
sed : engel koyma gücü
sevk etme : yöneltme
siyasetçilik : siyasetle uğraşma, ilgilenme
siyasî : siyasetle ilgili

su-i ahlâk : kötü ahlâk
şakirt : öğrenci, talebe
şimal : kuzey
şükran : minnettarlık, teşekkür

takdir etme : beğendiğini dile getirme
tasdik : doğrulama, onaylama
tefsir : açıklama, yorum
tergib : isteklendirme, şevklendirme
tesettür : örtünme
tesettür-ü nisâ : kadınların örtünmesi

teşvik : şevklendirme
tevehhüm : zannetme, kuruntuya kapılma
ulema-i İslâm : İslâm âlimleri
zındıka : dinsizlik, inançsızlık


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.32.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Mahkemesi(Devamı)
Son Sözüm
Heyet-i hâkimeye beyan ediyorum ki:

Hem iddianameden, hem uzun tecridlerimden anladım ki, bu meselede en ziyade şahsım nazara alınıyor ve şahsımı çürütmek maslahat görülmüş. Güya şahsiyetimin idareye, âsâyişe, vatana zararı var. Ve ben de din perdesi altında dünyevî maksatlar güdüyormuşum, bir nevi siyaset peşinde koşuyormuşum. Buna karşı, size bunu kat’iyetle beyan ediyorum:

Bu evham yüzünden, benim şahsiyetimi çürütmek suretinde Risale-i Nur’a ve bu vatana ve bu millete fedakâr ve kıymettar olan şakirtlerini incitmeyiniz. Yoksa bu vatana ve bu millete mânevî büyük bir zarar, belki bir tehlikeye vesile olur.

Bunu da size kat’iyen beyan ediyorum: Şahsıma tahkir ve ihanet ve çürütmek ve işkence, ceza gibi ne gelse; Risale-i Nur’a ve şakirtlerine benim yüzümden zarar gelmemek şartıyla, şimdiki mesleğim itibarıyla kabule karar vermişim. Bunda da âhiretim için bir sevap var. Ve nefs-i emmârenin şerrinden kurtulmama bir vesiledir diye, bir cihette ağlarken memnun oluyorum. Eğer bu bîçare mâsumlar benimle beraber bu meselede hapse girmeseydiler, mahkemenizde pek şiddetli konuşacaktım. Siz de gördünüz ki, iddianameyi yazan, bin dereden su toplamak gibi, yirmi otuz senelik hayatımda, mahrem ve gayr-i mahrem bütün kitap ve mektuplarımdan, cerbezesiyle ve kısmen yanlış mânâ vermesiyle, güya umum onlar bu sene yazılmış, hiç mahkemeleri görmemiş, af kanunlarına ve mürur-u zamana uğramamış gibi, onunla benim şahsımı çürütmek istiyor. Ben kendim, şahsımın çürük olduğunu yüz defa söylediğim ve aleyhimde olanlar her vesile ile yine şahsımı çürüttükleri halde, ehl-i siyaseti evhamlandıracak derecede teveccüh-ü âmmeye karşı faide vermediğinin sebebi: İmanın kuvvetlenmesi için bu zamanda ve bu zeminde gayet şiddetli bir ihtiyac-ı kat’î ile bazı şahıslar lâzımdır ki, hakikati hiçbir şeye âlet etmesin, nefsine hiçbir hisse vermesin. Tâ ki, imana dair dersinden istifade edilsin, kanaat-i kat’îye gelsin.


Lügatler :
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, düzenlilik, güvenlik
beyan : açıklama, izah
bîçare : çaresiz, zavallı
cerbeze : hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterecek derecede aldatma
cihet : yön, taraf
ders-i din : din dersi
dünyevî : dünya ile ilgili
ehl-i siyaset : siyasetle uğraşanlar, politikacılar
evham : kuruntular, şüpheler
gayet : son derece, çok
gayr-i mahrem : gizli olmayan
güya : sanki
hakikat : doğru gerçek, öz bilgi
heyet-i hâkime : hakimler heyeti, kurulu
iddianame : savcının bir dava konusunda hazırladığı iddia ve delilleri içine alan yazısı
ihanet : haksız yere tahkir etme; hıyanet, hainlik
ihtiyac-ı kat’î : kesin ihtiyaçlar
kanaat-i kat’îye : kesin kanaat, inanma
kat’iyen : kesinlikle
kat’iyet : kesinlik
kıymettar : kıymetli, değerli
mahrem : gizli
maslahat : fayda, gaye
mürur-u zaman : zamanın geçmesi
nazara alınmak : dikkate alınmak
nefs : kişinin kendisi; hazır lezzetlere düşkün olan güç
nefs-i emmâre : hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu
nevi : tür, çeşit
suret : biçim, görünüş
şakirt : öğrenci, talebe
tahkir : aşağılama, hakaret etme
tecrit : yalnız başına bırakma
teveccüh-ü âmme : herkesin ilgisi ve sevgisi
umum : bütün
vesîle : sebep, bahane, vasıta
zemin : ortam
ziyade : fazla, çok



 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.33.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Afyon Mahkemesi(Devamı)
Son Sözüm(Devamı)
Evet, hiçbir zaman, bu zeminde bu zaman kadar böyle bir ihtiyac-ı şedid olmamış gibidir. Çünkü tehlike hariçten şiddetle gelmiş. Şahsımın bu ihtiyaca karşı gelmediğini itiraf edip ilân ettiğim halde, yine şahsımın meziyetinden değil, belki şiddet-i ihtiyaçtan ve zâhiren başkalar çok görünmemesinden şahsımı o ihtiyaca bir çare zannediyorlar. Halbuki ben de çoktan beri buna taaccüp ve hayretle bakıyordum ve hiçbir cihetle lâyık olmadığım halde, dehşetli kusurlarımla beraber teveccüh-ü âmmenin hikmetini şimdi bildim. Hikmeti de şudur:

Risale-i Nur’un hakikati ve şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi, bu zaman ve zeminde o şiddetli ihtiyacın yüzünü kendine çevirmiş. Benim şahsımın—hizmet itibarıyla binden bir hissesi ancak bulunduğu halde—o harika hakikatin ve o hâlis, muhlis şahsiyetin bir mümessili zannedip o teveccühü gösteriyorlar. Gerçi bu teveccüh hem bana zarar, hem ağır geliyor. Hem de hakkım olmadığı halde hakikat-i Nuriyenin ve şahsiyet-i mâneviyesinin hesabına sükût edip o mânevî zararlara razı oluyordum. Hattâ İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (k.s.) gibi bazı evliyanın ilham-ı İlâhî ile bu zamanımızda Kur’ân-ı Hakîmin mu’cize-i mâneviyesinin bir âyinesi olan Risale-i Nur’un hakikatine ve hâlis talebelerinin şahs-ı mânevîsine işaret-i gaybiye ile haber verdikleri içinde benim ehemmiyetsiz şahsımı o hakikate hizmetim cihetiyle nazara almışlar. Ben hata etmişim ki, onların şahsıma ait bir parçacık iltifatlarını bazı yerde te’vil edip Risale-i Nur’a çevirmemişim. Bu hatamın sebebi de, zaafiyetim ve yardımcılarımı ürkütecek esbabın çoğaltılması ve sözlerime itimadı kazanmak için zâhiren şahsıma bir kısmını kabul etmiştim.

Size ihtar ediyorum! Fâni ve kabir kapısındaki çürük şahsımı çürütmeye ihtiyaç yok ve bu kadar ehemmiyet vermeye de lüzum yok. Fakat Risale-i Nur ile mübareze edemezsiniz ve etmeyiniz. Onu mağlûp edemezsiniz. Mübarezede millet ve vatana büyük zarar edersiniz. Fakat şakirtlerini dağıtamazsınız. Çünkü, hakikat-i Kur’âniyenin muhafazası yolunda kırk elli milyon şehid veren bu vatandaki geçmiş ecdatlarımızın ahfadlarına bu zamanda hakikat-i Kur’âniyenin muhafazası ve âlem-i İslâmın nazarında eskisi gibi dindarâne kahramanlıkları terk ettirilmeyecek. Zâhiren çekilseler de, o hâlis şakirtler, ruh u canıyla o hakikate bağlıdırlar. Ve o hakikatin bir âyinesi olan Risale-i Nur’u terkedip, o terk ile vatan ve millet ve âsâyişe zarar vermeyeceklerdir.

Son sözüm,

فَاِنْ تَوَلَّوْ فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَۤ إِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
[h=3]Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :[/h] [SUP]1[/SUP] : “Ey Peygamber, eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen de ki: ‘Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.

Lügatler :
ahfad : evlâdlar, torunlar
âlem-i İslâm : İslâm dünyası

âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, düzenlilik, güvenlik
cihet : yön, taraf

dindarâne : dinine bağlı, dindarca
ecdat : dedeler, atalar
ehemmiyet : değer, önem
ehemmiyetsiz : önemsiz
esbab : sebepler
evliya : Allah dostları, veliler
fâni : gelip geçici
hakikat : doğru gerçek
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikati
hakikat-i Nuriye : Risale-i Nur gerçeği
hâlis : içten, katıksız, samimi
hikmet : sebep, sır
ihtar : hatırlatma, ikaz
ihtiyac-ı şedid : şiddetli ihtiyaç
ilham-ı İlâhî : Allah’ın kalbe gönderdiği ilham
iltifat : gönül okşayıcı güzel söz
işaret-i gaybiye : geleceğe veya bilinmeyen bir olaya yapılan işaret
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
mağlup etme : yenme
meziyet : üstün özellik
mu’cize-i mâneviye : mânevî mu’cize, mânâsına yönelik mu’cize
muhlis : samimi, ihlâslı
mübareze : karşı koyma, çarpışma
mümessil : temsilci
nazar : dikkat
sükût : sessiz kalma, susma
şahs-ı mânevî : mânevî kişilik
şahsiyet-i mâneviye : Risale-i Nur hizmetinin etrafında oluşan topluluğun mânevî şahsiyeti
şakirt : öğrenci, talebe
şehid : Allah yolunda canını feda eden Müslüman
şiddet-i ihtiyaç : ihtiyacın şiddeti
taaccüp : şaşma, hayret etme
te’vil etme : yorumlama
teveccüh : ilgi, yönelme
teveccüh-ü âmme : herkesin ilgisi ve sevgisi
zafiyet : güçsüzlük, dermansızlık
zâhiren : görünürde
zemin : yer; ortam, dünya



 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.34.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Bütün vekâletlere, Diyanet dairesine, Temyiz Riyasetine gönderilen bir istidadır

Haşirdeki mahkeme-i kübrâya bir arzuhaldir. Ve dergâh-ı İlâhiyeye bir şekvâdır. Ve bu zamanda Mahkeme-i Temyiz ve istikbaldeki nesl-i âti ve dârülfünunların münevver muallim ve talebeleri dahi dinlesinler. İşte bu yirmi üç senede yüzer işkenceli musibetlerden on tanesini, Âdil Hâkim-i Zülcelâlin dergâh-ı adaletine müştekiyâne takdim ediyorum.

Birincisi: Ben kusurlarımla beraber bu milletin saadetine ve imanının kurtulmasına hayatımı vakfettim. “Ve milyonlarla kahraman başların feda oldukları bir hakikate, yani Kur’ân hakikatine benim başım dahi feda olsun” diye bütün kuvvetimle Risale-i Nur’la çalıştım. Bütün zâlimâne tâziplere karşı tevfik-i İlâhî ile dayandım. Geri çekilmedim.

Ezcümle, bu Afyon hapsimde ve mahkememde başıma gelen çok gaddarâne muamelelerden birisi: Üç defa ve her defasında iki saate yakın, aleyhimizde garazkârâne ve müfteriyâne ittihamnameleri bana ve adaletten teselli bekleyen mâsum Nur talebelerine cebren dinlettirdikleri halde, çok rica ettim, “Beş on dakika bana müsaade ediniz ki, hukukumuzu müdafaa edeyim.” Bir iki dakikadan fazla izin vermediler.

Ben yirmi ay tecrid-i mutlakta durdurulduğum halde, yalnız üç dört saat bir iki arkadaşıma izin verildi. Müdafaatımın yazısında az bir parça yardımları oldu. Sonra onlar da men edildi. Pek gaddarâne muameleler içinde cezalandırdılar. Müddeînin bin dereden su toplamak nev’inden ve yanlış mânâ vermekle ve iftiralar ve yalan isnatlarla garazkârâne ve on beş sahifesinde seksen bir hatâsını ispat ettiğim aleyhimizdeki ittihamnamelerini dinlemeye bizi mecbur ettiler. Beni konuşturmadılar. Eğer konuştursalardı, diyecektim:


Lügatler :
Adil-i Hâkim-i Zülcelâl : sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan ve herşeye adaletle hükmeden Allah
arzıhâl : durumunu bildirmek
cebren : zorla
dârülfünun : üniversite
dergâh-ı adalet : adalet kapısı
dergâh-ı İlâhiye : Allah’ın yüce katı
ezcümle : meselâ, örneğin
gaddarâne : gaddarcasına, acımasızcasına
garazkârâne : garaz edercesine, kötü niyetle
haşir : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
iftira : yalan yere birisini suçlu göstermek
isnat : dayandırma
istikbal : gelecek zaman
ittihamname : suçlama belgesi
mahkeme-i kübrâ : âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme
Mahkeme-i Temyiz : Temyiz Mahkemesi, Yargıtay
mâsum : günahsız, suçsuz
men edilme : yasaklanma
muallim : öğretmen
muamele : davranış
musibet : belâ, büyük sıkıntı
müdafaa : savunma
müdafaat : müdafaalar, savunmalar
müddeî : iddia sahibi, savcı
müfteriyâne : iftira ederek
münevver : aydın, aydınlanmış
müştekiyâne : şikâyet ederek, şikâyet edercesine
nesl-i âti : gelecek nesil
nev’i : tür, çeşit
tâzip : azap verme, cezalandırma
tecrid-i mutlak : hücre hapsi, kimseyle görüştürmeme
Temyiz Riyaseti : Yargıtay Başkanlığı
tevfik-i İlâhî : Allah’ın yardımı ve başarıya ulaştırması
vakfetmek : bağışlamak
zâlimâne : zâlimce


--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.35.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Bütün vekâletlere, Diyanet dairesine, Temyiz Riyasetine gönderilen bir istidadır(Devamı)

Hem dininizi inkâr, hem ecdadınızı dalâletle tahkir eden ve Peygamberinizi (a.s.m.) ve Kur’ân’ınızın kanunlarını reddedip kabul etmeyen Yahudî ve Nasranî ve Mecusîlere, hususan şimdi bolşevizm perdesi altındaki anarşist ve mürted ve münafıklara (HAŞİYE 1) (HAŞİYE 2) hürriyet-i vicdan, hürriyet-i fikir bahanesiyle ilişmediğiniz halde; ve İngiliz gibi Hıristiyanlıkta mutaassıp, cebbar bir hükûmetin daire-i mülkünde ve hâkimiyetinde, milyonlarla Müslümanlar her vakit Kur’ân dersiyle İngilizin bütün bâtıl akîdelerini ve küfrî düsturlarını reddettikleri halde, onlara mahkemeleriyle ilişmediği; ve her hükûmette bulunan muhalifler alenen fikirlerinin neşrinde, o hükûmetlerin mahkemeleri ilişmediği halde; benim kırk senelik hayatımı ve yüz otuz kitabımı ve en mahrem risale ve mektuplarımı, hem Isparta hükûmeti, hem Denizli Mahkemesi, hem Ankara Ceza Mahkemesi, hem Diyanet Riyaseti, hem iki defa, belki üç defa Mahkeme-i Temyiz tam tetkik ettikleri ve onların ellerinde iki üç sene Risale-i Nur’un mahrem ve gayr-ı mahrem bütün nüshaları kaldığı ve bir küçük cezayı icap edecek birtek maddeyi göstermedikleri, hem bu derece zafiyetim ve mazlumiyetim ve mağlûbiyetim ve ağır şeraitle beraber iki yüz bin hakikî ve fedakâr şakirtlere vatan ve millet ve âsâyiş menfaatinde en kuvvetli ve sağlam ve hakikatli bir rehber olarak kendini gösteren Risale-i Nur’un elinizdeki mecmuaları ve dört yüz sahife müdafaatımız mâsumiyetimizi ispat ettikleri halde, hangi kanun ile, hangi vicdan ile, hangi maslahat ile, hangi suç ile bizi ağır ceza ve pek ağır ihanetler ve tecritlerle mahkûm ediyorsunuz? Elbette mahkeme-i kübrâ-i haşirde sizden sorulacak!..
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
(HAŞİYE ) : Yâ Üstad! Değil yirmi milyon, üç yüz elli milyon insanların maddî ve manevî hukukunu, Kur’ân’ın nuruyla lillâh için müdafaa etmişsin, Lillâh için olduğuna delil, Cenâb-ı Hak seni Kur’ân’ın hizmetinde muvaffak eyledi. Musa Aleyhisselâm, Firavun’un zulmünden necat bulduğu gibi, Resûl i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm da, münafıkların lâşelerini görüp, hususan münafıkların reisini, mübarek kendi eliyle geberterek Cehenneme gönderdiği gibi; Risale-i Nur da Eskişehir’de Risale-i Münâcât, Denizli’de Meyve Risalesi ve Hücceti; Afyon’da bu arzuhâl ile, zındıkanın küfr-ü mutlakının ve şakîlerin canlarını Cehenneme gönderdi. Prensiplerini, rejimlerini yırtarak, dünyanın her köşesinde intişar etti. Elhamdülillâh. Küçük Ali

Lügatler :
akide : inanç
alenen : gizli olmayarak, açıktan
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
arzuhal : dilekçe, hâlini bildirme
âsâyiş : emniyet, kanuna uygunluk
bâtıl : hurafe, doğru olmayan
cebbar : zorba, zalim
daire-i mülk : hükümetin sahip olduğu alan, vatan sınırları
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
Diyanet Riyaseti : Diyanet İşleri Başkanlığı
düstur : kural, prensip
ecdad : atalar, cedler
elhamdü lillâh : “Allah’a hamd olsun”
gayr-ı mahrem : gizli olmayan
hâkimiyet : egemenlik
hususan : bilhassa, özellikle
hürriyet-i fikir : düşünce özgürlüğü
hürriyet-i vicdan : vicdan özgürlüğü
icap : gerekli kılma
inkâr : inanmama, kabul etmeme
intişar etmek : yayılmak
ittihamname : suçlama belgesi
küfrî : küfür ile ilgili
küfr-ü mutlak : kesin ve tam bir inkâr
lâşe : leş
lillâh : Allah için
Mahkeme-i Temyiz : Temyiz Mahkemesi; Yargıtay
mahrem : gizli olan, kişiye özel
mazlumiyet : zulme uğramışlık
Meyve Risalesi ve Hücceti : On Birinci Şuâ
muhâlif : başka şekilde düşünen, karşı duran, uymayan
mutaassıp : körü körüne inat ve ısrar eden
muvaffak : başarılı
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
mürted : Müslüman iken dinden çıkan kimse
necat bulma : kurtulma
neşr : yayımlama
nüsha : yazılı bir şeyden çıkarılan suret, kopya
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
risale : kitap; Risale-i Nur’ndan her bir bölüm
Risale-i Münâcât : Üçüncü Şuâ olan Münâcât Risalesi
şakî : haydut, yol kesici
şakirt : öğrenci, talebe
şerait : şartlar
tahkir eden : aşağılayan, hakaret eden
tetkik : inceleme
zafiyet : zayıflık, güçsüzlük
zındıka : dinsizlik, inançsızlık




--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
9.36.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Bütün vekâletlere, Diyanet dairesine, Temyiz Riyasetine gönderilen bir istidadır(Devamı)

İkincisi: Beni cezalandırmak için gösterdikleri bir sebep, benim tesettür, irsiyet, zikrullah, taaddüd-ü zevcat hakkında Kur’ân’ın gayet sarih âyetlerine, medeniyetin itirazlarına karşı onları susturacak tefsirimdir.

On beş sene evvel Eskişehir Mahkemesine ve Ankara’ya Mahkeme-i Temyize ve tashihe yazdığım ve aleyhimdeki kararnamemde yazdıkları bu gelen fıkrayı, hem haşirde mahkeme-i kübrâya bir şekvâ, hem istikbalde münevver ehl-i maarif heyetine bir ikaz, hem iki defa beraatimizde insaf ve adaletle feryadımızı dinleyen Mahkeme-i Temyize, el-Hüccetü’z-Zehrâ ile beraber bir nevi lâyiha-i temyiz, hem beni konuşturmayan ve seksen hatâsını ispat ettiğimiz garazkârâne ittihamname ile beni iki sene ağırceza ve tecrid-i mutlak ve iki sene başka yere nefiy ve göz nezareti hapsiyle mahkûm eden heyete, aynen o fıkrayı tekrar ediyorum:

İşte, ben de adliyenin mahkemesine derim ki: “Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon Müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kudsî ve hakiki bir düstur-u İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üç yüz senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rû-yi zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir” diye bağırıyorum. Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin! Acaba bu zamanın bazı ilcaâtının iktizasıyla muvakkaten kabul edilen bir kısım ecnebî kanunlarını fikren ve ilmen kabul etmeyen ve siyaseti bırakan ve hayat-ı içtimaiyeden çekilen bir adamı, o âyâtın tefsirleriyle suçlu yapmakla, İslâmiyeti inkâr ve dindar ve kahraman bir milyar ecdadımıza ihanet ve milyonlarla tefsirleri ittiham çıkmaz mı?


Lügatler :
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
düstur-u İlâhî : İlâhî prensip, kaide
ecdad : atalar, cedler
ecnebî : yabancı
ehl-i maarif : eğitimciler; ilim ve irfan ehli olanlar
el-Hüccetü’z-Zehrâ : parlak delil; On Beşinci Şuâ
feryad : bağırıp çağırma
fıkra : bölüm, kısım
garazkârâne : garaz edercesine, kin tutarcasına
haşir : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
hayat-ı içtimaiye : toplumsal hayat
ihanet : tahkir etme; hıyanet, hainlik
ikaz : uyarma
iktidaen : uyarak
iktiza : bir şeyin gereği
ilcaât : mecburiyetler, zorlamalar
insaf : merhamet ve adâlet dâiresinde hareket
irsiyet : mirasçılık, varis olma
istikbal : gelecek zaman
istinaden : dayanarak
itikad : inanç
ittifak : birleşme, birlik
ittiham : suçlama
ittihamname : suçlama belgesi
kararname : suçlama veya aklamaya dair resmi yazı
kudsî : kutsal, mukaddes
lâyiha-i temyiz : Yargıtaya yazılan itiraz dilekçesi
mahkeme-i kübrâ/mahkeme-i kübrâ-i haşir : öldükten sonra âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme
Mahkeme-i Temyiz : Temyiz Mahkemesi; Yargıtay
maslahat : fayda, yarar
mâsumiyet : suçsuzluk
mecmua : kitap
muvakkaten : geçici olarak
münevver : aydın, aydınlanmış
nakzetmek : bozmak
nefiy : sürgün etme
nevi : çeşit, tür
nezaret : gözetim altında tutma, göz hapsi
rû-yi zemin : yeryüzü
sarih : açık
şekvâ : şikayet
taaddüd-ü zevcat : birden fazla kadınla evlilik
tasdik : doğrulama, onaylama
tashih : düzeltme
tecrid-i mutlak : hücre hapsi, kimseyle görüştürmeme
tecrit : soyutlama, tek başına yalnız bırakma
tefsir : açıklama, yorum; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
tesettür : örtünme
zikrullah : Allah’ı anmak




 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.37.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Bütün vekâletlere, Diyanet dairesine, Temyiz Riyasetine gönderilen bir istidadır(Devamı)

Üçüncüsü: Mahkûmiyetime gösterdikleri bir sebep, emniyeti ihlâl ve âsâyişi bozmaktır. Pek uzak bir ihtimal ve yüzde, belki binde bir imkânla, hattâ uzak imkânatı vukuat yerinde koyup bazı mahrem risale ve hususi mektuplardan Risale-i Nur’un yüz bin kelime ve cümlelerinden kırk elli kelimesine yanlış mânâ vererek bir senet gösterip bizi ittiham ve cezalandırdılar.

Ben de bu otuz kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nurun binler has şakirtlerini işhad ederek derim: İstanbul’u işgal eden İngilizlerin başkumandanı, İslâm içinde ihtilâf atıp, hattâ Şeyhülislâm ve bir kısım hocaları kandırıp birbiri aleyhine sevk ederek itilâfçı, “ittihatçı” fırkalarını birbiriyle uğraştırmasıyla Yunanın galebesine ve harekât-ı milliyenin mağlûbiyetine zemin hazırladığı bir sırada, İngiliz ve Yunan aleyhinde Hutuvât-ı Sitte eserimi Eşref Edib’in gayretiyle tab’ ve neşretmekle o kumandanın dehşetli plânını kıran ve onun idam tehdidine karşı geri çekilmeyen ve Ankara reisleri o hizmeti için onu çağırdıkları halde Ankara’ya kaçmayan ve esarette Rusun başkumandanının idam kararına ehemmiyet vermeyen ve Otuz Bir Mart Hâdisesinde sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve Divan-ı Harb-i Örfîde, mahkemedeki paşaların “Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin” diye suallerine karşı, idama beş para kıymet vermeyip, cevaben “Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaretse, bütün cin ve ins şahit olsun ki ben mürteciyim ve şeriatın birtek meselesine ruhumu feda etmeye hazırım” diyen ve o büyük zabitleri hayretle takdire sevk edip, idamını beklerken beraatine karar verdikleri ve tahliye olup dönerken, onlara teşekkür etmeyerek “Zâlimler için yaşasın Cehennem!” diye yolda bağıran ve Ankara’da divan-ı riyasette, Mustafa Kemal hiddetle ona dedi: “Biz seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin. Sen geldin, namaza dair şeyler yazdın, içimize ihtilaf verdin.” Ona karşı, “İmandan sonra en yüksek namazdır. Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduttur” diye kırk elli mebusun huzurunda söyleyen ve o dehşetli kumandan ona bir nevi tarziye verip hiddetini geri aldıran ve altı vilâyet zabıtasınca ve hükûmetçe âsâyişin ihlâline dair birtek maddesi kaydedilmeyen ve yüz binlerle Nur şakirtlerinin hiçbir vukuatı görünmeyen, yalnız bir küçük talebenin, haklı bir müdafaada küçük bir vukuatından başka hiçbir şakirdinden bir cinayet işitilmeyen ve hangi hapse girmişse o mahpusları ıslah eden ve yüz binler Risale-i Nur’dan memlekette intişar etmekle beraber, menfaatten başka hiç bir zararı olmadıklarını yirmi üç senelik hayatının ve üç hükûmet ve mahkemelerin beraatler vermelerinin ve Nurun kıymetini bilen yüz bin şakirtlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle ispat eden ve münzevî, mücerred, garip, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında gören ve bütün kuvvet ve kanaatiyle fâni şeyleri bırakıp, eski kusuratına bir kefâret ve hayat-ı bâkiyesine bir medar arayan ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermeyen ve şiddet-i şefkatinden mâsumlara, ihtiyarlara zarar gelmemek için, kendisine zulüm ve tâzip edenlere beddua etmeyen bir adam hakkında, “Bu ihtiyar münzevi âsâyişi bozar, emniyeti ihlâl eder. Ve maksadı dünya entrikalarıdır ve muhabereleri dünya içindir. Öyle ise suçludur” diyenler ve onu pek ağır şerait altında mahkûm edenler, elbette yerden göğe kadar suçludur, mahkeme-i kübrâda hesabını verecekler!


Lügatler :
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
alâkadar : alâkalı, ilgili
âsâyiş : emniyet, düzen
beddua : birinin kötülüğünü isteme, hakkında kötü dua etme
beraat verme : temize çıkartma, suçsuz olduğunu ilân etme
beyan : açıklama, anlatım
cin ve ins : cinler ve insanlar

dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
dalkavukluk : maddî ve şahsî menfaatleri için her türlü zilleti, soytarılığı yapmak
Divan-ı Harb-i Örfî : Sıkıyönetim Mahkemesi
divan-ı riyaset : başkanlık divanı, makamı
emniyet : güvenlik

emniyeti ihlâl etmek : güvenliği bozmak
entrika : dalavere, dolap çevirme
esaret : esirlik

fâni : gelip geçici
galebe : üstün gelme
hâin : nankörlük eden, iyiliğe karşı kötülük eden

hakikat-i Kur’ân : Kur’ân’ın hakikati, esası
harekât-ı milliye : milletçe yapılan hareketler; milli mücadele
has : özel, ait

hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı olan âhiret hayatı
hıyanet : ihanet, hainlik
hiddet : öfke
Hutuvât-ı Sitte : altı adım anlamına gelen ve şeytanın altı desisesinin anlatıldığı Bediüzzaman’ın eserlerinden biri

ıslah eden : düzelten, iyileştiren
ibaret : meydana gelen, oluşan
ihlâl : bozma
ihtilâf : anlaşmazlık, uyuşmazlık
imkân : olabilirlik
imkânat : olabilirlikler, varlığı ile yokluğu ihtimal dahilinde olanlar

intişar etme : yayılma
istibdad : baskı ve zulüm

isyan eden : başkaldıran, ayaklanan
işhad : şahit gösterme

itaat : emre uyma, boyun eğme
ittiham : suçlama

ittihamname : suçlama belgesi
kanaat : görüş, fikir
kararname : suçlama veya aklamaya dair resmi yazı

kavlen : sözle
kefâret : bir günahı affettirmek ümidiyle yapılan ibadet veya çekilen sıkıntı
kusurat : kusurlar

mahkeme-i kübrâ : âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme
mahkûmiyet : hüküm giyme, tutukluluk

mahpus : hapsedilmiş olan
mahrem : gizli olan, herkese söylenmeyen

maksad : gaye, amaç
mebus : milletvekili

medar : dayanak, kaynak
menfaat : çıkar, yarar
merdut : reddolunan, kabul edilmez olan

mezkûr : adı geçen
muhabere : haberleşme
mücerred : yalnız, tek başına, bekar
müdafaa : savunma
münzevî : yalnız başına çekilip kimse ile görüşmeyen, ibadetle meşgul olan
mürteci : geriye yönelmek isteyen; gerici
neşretmek : yayımlamak, yaymak

nevi : çeşit, tür
nutuk : konuşma

nüsha : kopya
reis : başkan, ileri gelen
risale : kitap, mektup; Risale-i Nur’dan her bir bölüm

Said : Bediüzzaman Said Nursî
senet : belge, delil
sevk ederek : yönlendirerek, göndererek
şakirt : öğrenci, talebe

şehadet : şahitlik, tanıklık
şerait : şartlar
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümler, Kur’ân ve sünnet

şiddet-i şefkat : şefkatin şiddeti
tabetmek : basmak
tabur : dört bölükten meydana gelen askerî birlik
tahliye : serbest bırakılma

tarziye : özür dilemek
tasdik : doğrulama, onaylama
tâzip : azap verme, cezalandırma
teslim-i silâh etme : teslim olma, yenilgiyi kabul etme
vilâyet : il
vukuat : toplumu rahatsız edecek tarzda olan, emniyeti ilgilendiren olaylar
zâbıta : güvenlik güçleri
zabit : subay
zemin : ortam

zındıka : dinsizlik, inançsızlık
zulüm : haksızlık, eziyet, işkence






--
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.38.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Bütün vekâletlere, Diyanet dairesine, Temyiz Riyasetine gönderilen bir istidadır(Devamı)

Acaba bir nutuk ile, isyan eden sekiz taburu itaate getiren ve kırk sene evvel bir makalesiyle binler adamı kendine taraftar yapan ve mezkûr üç dehşetli kumandanlara karşı korkmayan ve dalkavukluk yapmayan ve mahkemelerde, “Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri kesilse, zındıkaya ve dalâlete teslim-i silâh edip vatan ve millet ve İslâmiyete hıyanet etmem, hakikat-i Kur’ân’a feda olan bu başımı zâlimlere eğmem” diyen ve Emirdağı’nda beş on âhiret kardeşi ve üç dört hizmetçilerden başka kimse ile alâkadar olmayan bir adam hakkında, ittihamnamede, “Bu Said Emirdağı’nda gizli çalışmış, âsâyişe zarar vermek fikriyle orada bir kısım halkları zehirlemiş. Yirmi adam da etrafında onu medhedip hususî mektuplar yazdıkları gösteriyor ki, o adam inkılâp ve hükûmet aleyhinde gizli bir siyaset çeviriyor” diyerek emsalsiz bir adavet ve ihanetlerle iki sene hapse sokmak ve hapiste tecrid-i mutlakla ve mahkemede konuşturmamakla tâzip edenler ne derece haktan ve adaletten ve insaftan uzak düştüklerini vicdanlarına havale ediyorum.

Hiç mümkün müdür ki, böyle haddinden yüz derece ziyade teveccüh-ü âmmeye mazhar ve bir nutuk ile binler adamı itaate getiren ve bir makaleyle binlerle insanları İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) Cemiyetine iltihak ettiren ve Ayasofya Camiinde elli bin adama takdirle nutkunu dinlettiren bir adam, üç sene Emirdağı’nda çalışsın, yalnız beş on adamı kandırsın ve âhiret işini bırakıp siyaset entrikalarıyla uğraşsın, yakın olduğu kabrine nurlar yerine lüzumsuz zulmetler doldursun. Hiç kàbil midir? Elbette şeytan dahi bunu kimseye kabul ettiremez.

Dördüncüsü: Şapka giymediğimi mahkûmiyetime ehemmiyetli bir sebep göstermeleridir. Beni konuşturmadılar. Yoksa beni cezalandırmaya çalışanlara diyecektim ki:

Üç ay Kastamonu’da polisler ve komiser karakolunda misafir kaldım. Hiçbir vakit bana demediler, “Şapkayı başına koy.” Ve üç mahkemede şapkayı başıma koymadığım ve başımı mahkemede açmadığım halde bana ilişmedikleri ve yirmi üç sene bazı dinsiz zâlimlerin o bahaneyle bana gayr-ı resmî çok sıkıntılı ve ağır bir nevi ceza çektirdikleri ve çocuklar ve kadınlar ve ekseri köylüler ve dairelerde memurlar ve bere giyenler şapka giymeye mecbur olmadıkları ve hiçbir maddî maslahat, giymesinde bulunmadığı halde, benim gibi bir münzevî, bütün müçtehidlerin ve umum şeyhülislâmların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesiyle ve uydurmalar ilâvesiyle yirmi sene cezasını çektiğim ve libasa ait mânâsız bir âdetle tekrar beni cezalandırmaya çalışan ve çarşıda, Ramazan’da, gündüzde rakı içip namaz kılmayanları “hürriyet-i şahsiye var” diye kendine kıyas edip ilişmediği halde, bu derece şiddet ve tekrarla ve ısrarla beni kıyafetim için suçlandırmaya çalışan, elbette ölümün idam-ı ebedîsini ve kabrin daimî haps i münferidini gördükten sonra, mahkeme-i kübrâda ondan bu hatâsı sorulacak.


Lügatler :
adavet : düşmanlık
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat

alâkadar : alâkalı, ilgili
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
dalkavukluk : maddî ve şahsî menfaatleri için her türlü zilleti, soytarılığı yapmak

ekseri : çoğunluk
emsalsiz : benzersiz, eşsiz
entrika : dalavere, dolap çevirme
gayr-i resmî : resmî olmayan

hakikat-i Kur’ân : Kur’ân’ın hakikati, esası
haps-i münferid : tek başına olan hapis; hücre hapsi

hıyanet : ihanet, hainlik
hususî : özel
hürriyet-i şahsiye : şahsî hürriyet; kişisel özgürlük
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
ihanet : haksız yere tahkir etme; hainlik
iltihak etmek : katılmak
inkılâp : büyük değişim, dönüşüm

itaat : emre uyma, boyun eğme
ittihamname : suçlama belgesi
kabil : mümkün
libas : elbise
mahkeme-i kübrâ : âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme
mahkûmiyet : hükümlülük, tutukluluk
makale : bir bahsin kaleme alınışı
maslahat : fayda, yarar
mazhar : erişme, sahip olma
medhetme : övme

mezkûr : adı geçen
müçtehid : âyet ve hadîsler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kàbiliyetine sahip olan
münzevî : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, vaktini ibadetle geçiren
nevi : çeşit, tür
nutuk : konuşma
serpuş : başa giyilen külah, şapka

tabur : dört bölükten meydana gelen askerî birlik
takdir : beğenme
tâzip eden : azap veren, cezalandıran
tecrid-i mutlak : hücre hapsi, kimseyle görüştürmeme

teslim-i silâh etme : teslim olma, yenilgiyi kabul etme
teveccüh-ü âmme : herkesin ilgisi ve sevgisi
umum : bütün, genel

zındıka : dinsizlik, inançsızlık
ziyade : çok, fazla
zulmet : karanlık



 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.39.AFYON HAYATI(DEVAMI) Bütün vekâletlere, Diyanet dairesine, Temyiz Riyasetine gönderilen bir istidadır(Devamı) Beşincisi: Otuz üç âyât-ı Kur’âniyenin tahsinkârâne işaretine mazhariyeti; ve İmam-ı Ali (Kerremallahu Vechehu) ve Gavs-ı Âzam (Kuddise Sırruhu) gibi evliyanın takdirlerini ve yüz bin ehl-i imanın tasdiklerini ve yirmi senede millete, vatana zararsız pek çok menfaatli bir mertebeyi kazandıran Risale-i Nur’u, sinek kanadı gibi bahanelerle, bazı riselelerinin müsaderesine, hattâ dört yüz sahife ve yüz bin adamın imanlarını kurtaran ve kuvvetlendiren Zülfikar, Mu’cizât-ı Ahmediye mecmuasını, eskiden yazılmış ve mürûr-u zaman ve af kanunları görmüş iki âyetin tam haklı tefsirine dair iki sahifeyi bahane ederek, o pek çok menfaatli ve kıymettar mecmuanın müsaderesine sebep oldukları gibi, şimdi de Nurun kıymettar risalelerini, herbirisinden bin kelime içinde bir iki kelimeye yanlış mânâ vermekle, o bin menfaatli risalenin müsaderesine çalışıldığını, bu üçüncü iddianameyi işiten ve neşrettiğimiz kararnameyi gören tasdik eder. Biz dahi, 1لِكُلِّ مُصِيبَةٍ: إِنَّا ِللهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ 2حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ deriz. Altıncısı: Nurun şakirtlerinden bazılarının Nurlardan fevkalâde iman hüccetlerini ve sarsılmaz, aynelyakîn ulûm-u imaniyeyi görüp istifade ettiklerinden, bu bîçare tercümanına bir nevi teşvik ve tebrik ve takdir ve teşekkür nev’inde ziyade hüsn-ü zan ile müfritâne methetmeleriyle beni suçlu gösterene derim: Ben âciz, zayıf, gurbette, menfî, yarım ümmî, aleyhimde propaganda ile halkı benden ürkütmek hâleti içinde Kur’ân’ın ilâçlarından ve imanî ve kudsî hakikatlerinden dertlerime tam derman olarak kendime bulduğum zaman, bu millete ve bu vatan evlâtlarına dahi tam bir ilâç olacağına kanaat getirdiğim için, o kıymettar hakikatleri kaleme aldım. Hattım pek noksan olmasından yardımcılara pek çok muhtaç iken, inayet-i İlâhiye bana sadık, has, metin yardımcıları verdi. Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler : 1 : Biz her türlü musîbet karşısında şöyle deriz: “Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz. (Bakara Sûresi, 2:156)”. 2 : “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Lügatler : âciz : güçsüz âyât-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın âyetleri aynelyakîn : gözle görür derecesinde kesin bilgi sahibi olma bîçare : çaresiz, zavallı derman : ilâç, tâkat, güç ehl-i iman : iman edenler, mü’minler evliya : Allah dostları, veliler fevkalâde : olağanüstü hakikat : doğru gerçek hâlet : durum, hâl has : özel hat : yazı hüccet : güçlü delil, kanıt hüsn-ü zan : güzel düşünce iddianame : savcının bir dava konusunda hazırladığı iddia ve delilleri içine alan yazısı inâyet-i İlâhiye : Allah’ın inâyeti, yardımı, şefkatle ilgilenmesi istifade : faydalanma, yararlanma kanaat getirmek : inanmak kararname : suçlama veya aklamaya dair resmi yazı kerremallahu vechehu : “Allah şerefini yüksek kılsın” anlamında Hz. Ali için söylenen bir ifade kıymettar : değerli kuddise sırruhu : "sırrı ve hakikati muazzez ve müşerref olsun" meâlinde bir hürmet ifadesi kudsî : kutsal, mukaddes mazhariyet : erişme, sahip olma mecmua : kitap menfi : sürgün methetme : övme metin : sağlam Mucizât-ı Ahmediye : Peygamberimizin (a.s.m.) birçok mu’cizelerinin anlatıldığı risale; On Dokuzuncu Mektup müfritâne : çok aşırıya kaçarak mürûr-u zaman : zamanın geçmesi; zaman aşımı müsadere : yasak edilen bir şeyin kanuna göre elden alınması neşretme : yayımlama nev’i : tür, çeşit risale : mektup; Risale-i Nur’ndan her bir bölüm sadık : bağlı şakirt : öğrenci, talebe tahsinkârâne : iyilik ve güzelliğini överek takdir : beğeniyi dile getiren ifade tasdik : doğrulama, onaylama tebrik : bir kimseyi, eriştiği bir iyilikten dolayı "Bârekallâh" diye sevincini bildirmek tefsir : açıklama, yorum teşvik : şevklendirme, cesaretlendirme ulûm-u imaniye : iman ilimleri; imanla ilgili ilimler ümmî : okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş ziyade : çok, fazla Zülfikar : Üstad Bediüzzaman’ın Kur’ân’a ve Peygamberimize (a.s.m.) dair olan bir eseri
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.49.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Bediüzzaman Said Nursî’nin Afyon hapishanesinde tecrid-i mutlakta iken talebelerine yazdığı mektuplardan bazı kısımlar(Devamı)

Sıkıntılı musibetlerimi hiçe indiren bir hakikatli tesellidir
Birinci: Hakkımızda zahmet rahmete dönmesi.
İkinci: Kader adaleti içinde rıza ve teslim ferahı.
Üçüncü: İnâyet-i hassanın Nurcular hakkında hususiyetindeki sevinç.
Dördüncü: Geçici olmasından zevâlinde lezzet.
Beşinci: Ehemmiyetli sevaplar.
Altıncı: Vazife-i İlâhiyeye karışmamak.
Yedinci: En şiddetli hücumda en az meşakkat ve küçük yaralar.
Sekizinci: Sair musibetzedelere nisbeten çok derece hafif.
Dokuzuncu: Nur ve iman hizmetinde şiddetli imtihanından çıkan yüksek ilânatın tesiratındaki sürur.
Dokuz adet mânevî sevinçler, öyle teskin edici bir merhem ve tatlı bir ilâçtır ki, tarif edilmez, ağır elemlerimizi teskin ediyor.

Said Nursi


[SUP]1[/SUP]بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Haccı men eden, zemzemi döktüren, hakkımızda eşedd-i zulme müsâadekâr davranan ve Zülfikar ve Siracü’n-Nur’un müsaderesine ehemmiyet vermeyen ve bizi garazkârâne, kanunsuz, tazip eden memurları terfi ettirip hanemizden çıkan mazlumâne lisan-ı hal ile yüksek ağlamamızı ve sesimizi işitmeyen bir müstebit kabinenin zamanında en rahat yer hapistir. Yalnız mümkün olsa başka hapse naklolsak, tam selâmet olur.

Saniyen: Onlar nasıl zorla en mahrem risaleleri en nâmahreme okuttular; öyle de, zorla ısrar edip bizi cemiyet yapmaya mecbur ediyorlar. Halbuki, cemiyet ve komiteciliğe hiç ihtiyacımızı hissetmiyorduk. Çünkü, ittihad-ı ehl-i iman cemaatindeki uhuvvet-i İslâmiye, Nurcularda pek hâlisâne, fedakârâne inkişaf ettiği gibi ve eski ecdatlarımızın kemâl-i aşkla ruhlarını feda ettikleri bir hakikate Nur şakirtleri o milyonlar kahraman ecdatlarından irsiyet aldıkları kuvvetli bir fedailikle o hakikata bağlanmaları, şimdiye kadar resmî veya siyasî, gizli ve âşikâr cemiyetler ve komiteciliğe ihtiyaç bırakmıyordu. Demek şimdi bir ihtiyaç var ki, kader-i İlâhî onları bize musallat ediyor. Onlar mevhum bir cemiyet isnadıyla zulmederler. Kader ise, “Neden tam ihlâsla, tam bir tesanütle, tam bir hizbullah olmadınız?” diye bizi onların elleriyle tokatladı, adalet etti.

Said Nursi
Bu defa taarruz pek geniş dairede, reis-i hükûmet ve hazır kabine, plânlı ve dehşetli bir evham ile hücum etti. Benim aldığım bir habere göre ve çok emarelerle gizli münafıkların yalan jurnalleri ve desiseleriyle, bizi, hilâfet komitesiyle ve Nakşi tarikatının gizli cemiyetiyle tam alâkadar, belki pişdar gösterip, hükûmeti büyük bir telâşa sevk ederek Nurun büyük mecmualarının İstanbul’da ciltlenip âlem-i İslâmda intişarını ve inayet ve makbuliyetlerini bir delil gösterip, hükûmeti korkutup, kıskanç resmî hocaları ve vehham memurları aleyhimize insafsızca çevirdiler. Tahminlerince, her halde çok vesikalar, emareler görülecek.

Hem Eski Said damarıyla tahammül etmeyerek, “Ortalığı karıştıracak!” diye kanaatları varmış. Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun, o musibeti binden bire indirdi. Bütün taharrilerde, hiçbir cemiyet ve komitelerle bir alâkamızı bulamadılar. Yoktur ki bulsunlar. Onun için savcı, iftiralara ve yanlış mânâlara, medar-ı mes’uliyet olmayan cüz’î isnatlara mecbur olmuş. Mâdem hakikat budur, Nurlar ve biz, yüzde doksan dokuz derece musibetten halâs olduk. Öyleyse değil şekva, belki binler şükür etmekle inayet-i İlâhiyenin bu cilvesinin tamamını sabır, şükür, istirhamla beklemeliyiz ve Nur dersleriyle, bu medresenin mütemadiyen çıkan ve giren muhtaç ve müştaklarını teselli vererek yardım etmeliyiz.

Said Nursi
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.

Lügatler :
alâka : bağlantı, ilgi
alâkadar : alâkalı, ilgili
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
âşikâr : açık, belli, bilinen
aziz : izzetli, şerefli, çok değerli
cemaat : topluluk

cemiyet : topluluk, örgüt, dernek
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah
cilve : görüntü, yansıma
cüz’î : küçük, sınırlı, ferdî
desise : hile, aldatma
ecdat : cedler, dedeler, atalar

elem : acı, keder, sıkıntı
emare : belirti, işaret
Eski Said : Bediüzzaman Said Nursî
eşedd-i zulüm : zulmün en şiddetlisi, en büyük bir zülüm ve baskı
evham : kuruntular, şüpheler
evvelâ : ilk olarak
fedailik : fedakârlık, kendini bir hizmete adama
fedakârâne : fedakârca
garazkârâne : garaz edercesine, kin tutarcasına

hadsiz : sayısız, sınırsız
hakikat : doğru, gerçek

hakikatli : aslı esası olan, gerçek
halâs olma : kurtulma
hâlisâne : samimî, ihlâsla
hane : ev

hilâfet : halifelik; Peygamberimizin (a.s.m.) vekili olarak Müslümanların din ve dünya işlerinin tedbirini gören genel başkanlık makamı
hizbullah : Allah’a bağlı olanlar, din uğrunda ciddi gayret gösterenler

hususiyet : özel olma, hususîlik
hücum : saldırı
ihlâs : samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme

ilânat : ilânlar, duyurular
inayet : lütuf, yardım, ihsan; Allah’ın yardımına nail olma
inâyet-i hassa : özel yardım

inayet-i İlâhiye : Allah’ın inâyeti, şefkat ve yardımı
inkişaf etme : açığa çıkma, gelişme

intişar : yayılma
irsiyet : miras alma, varis olma
isnad : dayandırma, suçlama

istirham : merhamet dileme
ittihad-ı ehl-i iman : inananların birliği

jurnal : ihbar, haber verme
kader/kader-i İlâhî : Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
kemâl-i aşk : tam ve mükemmel bir aşkla

komite : kötü bir maksat için toplanmış gizli cemiyet, örgüt
komitecilik : belli bir amaç için bir araya gelen ve faaliyet gösterme
lisan-ı hâl : hâl ve beden dili
mahrem : gizli olan, herkese söylenmeyen, gizli sır

makbuliyet : kabul edilmişlik
mazlumâne : mazlumca, zulüm görmüşçesine

mecmua : kitap
medar-ı mes’uliyet : mes’uliyet sebebi, sorumluluk nedeni
medrese (Nur medresesi) : iman ve Kur'ân hizmetinde bulunan Risale-i Nur talebelerinin adeta bir okul gibi iman ve Kur'ân hakikatlerini öğrenip öğrettikleri yer
men eden : yasaklayan

meşakkat : güçlük, sıkıntı
mevhum : gerçekte olmadığı halde varsayılan
musallat etme : sataştırma, başa belâ etme

musibet : belâ, dert, felâket
musibetzede : belâya, sıkıntıya düşmüş olan kimse
müsaadekâr : müsaade eden, izin veren
müsadere : suç karşılığı olarak, malın tamamına ya da bir bölümüne el konulması
müstebit : istibdatçı, diktatör

müştak : çok arzulu, çok istekli
mütemadiyen : aralıksız, sürekli olarak
naklolma : taşınma, aktarılma
nâmahrem : gizli olmayan

nisbeten : oranla
Nur : Risale-i Nur Külliyatı
Nurlar : Risale-i Nur Külliyatı
pişdar : öncü, lider
reis-i hükûmet : hükümet başkanı, başbakan
rıza : memnuniyet
sair : diğer, başka
risale : mektup; Risale-i Nur’dan her bir bölüm
saniyen : ikinci olarak
selâmet : esenlik, güven
sıddık : çok doğru ve bağlı

sürur : mutluluk, sevinç
şakirt : öğrenci, talebe

şekva : şikayet
taarruz : saldırı
tahammül : katlanma, dayanma
taharri : araştırma, inceleme
tâzip eden : azap veren, cezalandıran
terfî ettirme : rütbesini yükseltme, üst dereceye çıkarma
tesanüt : dayanışma

teselli verme : üzüntü ve kederi hafifletme, ferahlandırma
tesirat : tesirler, etkiler
teskin : sakinleştirme, rahatlatma
uhuvvet-i İslâmiye : İslâm kardeşliği

vazife-i İlâhiye : doğrudan doğruya Allah’a ait olan iş
vehham : aşırı derecede vehimli, kuruntulu, şüpheci
vesika : belge, doküman
zemzem : Kâbe yakınlarındaki mübârek su

zevâl : batış, koyboluş
zulm : eziyet, işkence
Zülfikar : Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri





 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.50.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Üçüncü Medrese-i Yusufiye olan Afyon hapishanesinde Üstad Said Nursî, “Elhüccetü’z-Zehrâ” adlı bir risale telif etti. Tevhid, Risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ve Fatiha’nın tefsiri hakkında olan bu çok kıymettar risale, hapiste bulunan Nur talebeleri ve mahpuslar için ilmî ve imanî dersleri hâvi olmasından hapiste hayırlı ve nurlu bir meşgale oldu. Mahkeme kararından sonra Üstadla beraber hapiste bulunan talebelerin yazdıkları bir takrizi, aynen aşağıya dercediyoruz.
Risale-i Nur Nedir? Bediüzzaman Kimdir?
Her asır başında hadîsçe geleceği tebşir edilen dinin yüksek hâdimleri, emr-i dinde mübtedi’ değil, müttebi’dirler. Yani, kendilerinden ve yeniden bir şey ihdas etmezler, yeni ahkâm getirmezler. Esasat ve ahkâm-ı diniyeye ve sünen-i Muhammediyeye (a.s.m.) harfiyen ittibâ yoluyla dini takvim ve tahkim ve dinin hakikat ve asliyetini izhar ve ona karıştırılmak istenilen ebâtılı ref’ ve iptal ve dine vâki tecavüzleri red ve imha ve evâmir-i Rabbâniyeyi ikame ve ahkâm ı İlâhiyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilân ederler. Ancak tavr-ı esâsiyi bozmadan ve ruh-u aslîyi rencide etmeden, yeni izah tarzlarıyla, zamanın fehmine uygun yeni ikna usulleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilât ile îfa-i vazife ederler.

Lügatler :
ahkâm : hükümler
ahkâm-ı diniye : dinin hükümleri
ahkâm-ı İlâhiye : Allah’ın hükümleri
amel : iş, uygulama
asır : yüzyıl
asliyet : asıl oluş
dercetme : yerleştirme
ebâtıl : bâtıl ve boş şeyler
Elhüccetü’z-Zehrâ : Şuâlar isimli eserde yer alan On Beşinci Şuâ
emr-i din : din işleri
esâsât : esaslar, temeller
evâmir-i Rabbâniye : bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah’ın emirleri
fehm : anlama ve kavrayış
fiiliyât : fiille ilgili şeyler, uygulamalar
hâdim : hizmetçi
hadis : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
harfiyen : tam olarak, harfi harfine
hâvi : ihtiva eden, içine alan
îfa-i vazife : görevin yerine getirilmesi
ihdas : yeni birşey ortaya koyma
ikame : yerleştirme, yerine getirme
imha : yok etme
ittiba : tâbi olma, uyma
izah : açıklama
izhar : gösterme, açığa çıkarma
kıymettar : kıymetli, değerli
mahpus : hapsedilmiş
medrese-i Yusufiye : Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane
memurîn-i Rabbâniye : Allah’ın emriyle hareket eden memurlar
memuriyet : memurluk
meşgale : meşguliyet, uğraşı
mübtedi’ : dinde olmayan birşeyi, bir yeniliği dine sokan ve onu dine mâleden
müttebi : ittiba eden, tabi olan, uyan
red : reddetme, geri püskürtme
ref’ : ortadan kaldırmak
rencide : incitme
risale : kitap; Risale-i Nur’daki her bir bölüm
Risalet-i Ahmediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği
ruh-u aslî : bir şeyin asıl özü, ruhu
sünen-i Muhammediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sünnetleri, ahlâk ve yaşayışı
şerafet : şereflilik
tafsilât : ayrıntılar
tahkim : sağlamlaştırma
takriz : bir eseri beğendiğini söyleme ve bu gayeyle yazılan yazı
takvim : güçlendirme, kuvvetlendirme, kıvama getirme
talebe : öğrenci
tavr-ı esâsî : esas tavır
tebşir edilen : müjdelenen
tebşîr : müjdeleme
tecavüz : saldırı, sataşma
telif : yazma
tevcihât : yönlendirmeler
tevhid : birleme; her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilip inanma ve her şeyi bir olan Allah’a verme
ulviyet : yücelik
usul : esas
vâki : olmuş, meydana gelmiş


 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.51.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Risale-i Nur Nedir? Bediüzzaman Kimdir? (Devamı)
Bu memurîn-i Rabbâniye, fiiliyatlarıyla ve amelleriyle de memuriyetlerinin musaddıkı olurlar. Salâbet-i imaniyelerinin ve ihlâslarının âyinedarlığını bizzat îfa ederler. Mertebe-i imanlarını fiilen izhar ederler. Ve ahlâk-ı Muhammediyenin (a.s.m.) tam âmili ve mişvar-ı Ahmediyenin (a.s.m.) ve hilye-i Nebeviyenin (a.s.m.) hakikî lâbisi olduklarını gösterirler. Hülâsa, amel ve ahlâk bakımından ve sünnet-i Nebeviyeye (a.s.m.) ittibâ ve temessük cihetinden ümmet-i Muhammed’e (a.s.m.) tam bir hüsn-ü misal olurlar ve nümune-i iktida teşkil ederler. Bunların, Kitabullahın tefsiri ve ahkâm-ı diniyenin izahı ve zamanın fehmine ve mertebe-i ilmine göre tarz-ı tevcihi sadedinde yazdıkları eserler kendi tilka-yı nefislerinin ve karîha-i ulviyelerinin mahsulü değildir, kendi zekâ ve irfanlarının neticesi değildir. Bunlar, doğrudan doğruya menba-ı vahy olan Zât-ı Pâk-i Risaletin (a.s.m.) mânevî ilham ve telkinatıdır. Celcelûtiye ve Mesnevî-i Şerîf ve Fütuhu’l-Gayb ve emsali âsâr hep bu nevidendir. Bu âsâr-ı kudsiyeye o zevât-ı âlîşan ancak tercüman hükmündedirler. Bu zevât-ı mukaddesenin, o âsâr-ı bergüzîdenin tanziminde ve tarz-ı beyanında bir hisseleri vardır; yani bu zevât-ı kudsiye, o mânânın mazharı, mir’âtı ve ma’kesi hükmündedirler.

Lügatler :
ahkâm-ı diniye : dinin hükümleri, kuralları
ahlâk-ı Muhammediye : Hz. Muhammed’in ahlâkı
amel : davranış, iş
âmil : amel eden, uygulayan
âsâr : eserler
âsâr-ı bergüzîde : değerli, kıymetli eserler
âsâr-ı kudsiye : yüce, büyük eserler
âyinedarlık : aynalık, ayna olma
cihet : yön, taraf
emsal : benzerler
eser-i âlişan : şanı yüce eser
fehm : anlama ve kavrayış
feyz-i ulvî : yüksek, yüce feyiz

fiiliyât : fiille ilgili şeyler, uygulamalar
füyuzât : feyizler, mânevî bolluk ve bereketler
hakikî : gerçek
hilye-i Nebeviye : Peygamberimizin sûret ve görünüşü
hisse : pay
hülâsa : öz, özet
hüsn-ü misal : güzel örnek
îfa : yerine getirme
ihlâs : samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme
ilham : Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ
irfan : bilme, anlayış
ittiba : tabi olma, uyma
izah : açıklama
izhar : gösterme, açığa çıkarma
karîha-i ulviye : üstün ve yüksek zekâ, kàbiliyet
kemâl-i nâmütenahî : sonsuz mükemmellik
kitabullah : Allah’ın kitabı
lâbis : giyen, giyinen
ma’kes : akseden yer, bir şeyin yansıdığı yer, ayna
mahsul : ürün
mazhar : görünme yeri, ayna

memurîn-i Rabbâniye : Allah’ın emriyle hareket eden memurlar
memuriyet : memurluk
menba-ı vahy : vahyin kaynağı
mertebe-i ilm : ilim mertebesi, derecesi
mertebe-i iman : iman mertebesi, derecesi
meş’ale-i İlâhiye : İlâhî ışık, nur
meşhud : görünen
mevcut : var olan
mir’at : ayna
mişvâr-ı Ahmediye : Peygamberimizin sünneti; tarzı, gidişatı
musaddık : tasdik edici, doğrulayıcı
nail olmak : erişmek
nevi : çeşit, tür
neyyir-i saadet : saadet, mutluluk ışığı, aydınlığı
nümune-i iktida : örnek alınıp uyulacak nümune, model
saded : konu, bahis
salâbet-i imaniye : iman sağlamlığı; dinin emirlerini korumada ve uygulamada ciddiyet ve sağlamlık
sünnet-i Nebeviye : Peygamberimizin (a.s.m.) sünneti
şems-i hidayet : hak ve doğru yol güneşi
tanzim : düzenleme
tarz-ı beyan : açıklama biçimi, ifade tarzı
tarz-ı tevcih : yöneltme şekli
tefsir : açıklama, yorum
telkinat : telkinler
temessük : sarılma, tutunma
teşkil etme : oluşturma, meydana getirme
tilka-i nefis : nefis tarafından
ümmet-i Muhammediye : Hz. Muhammed’e (a.s.m.) inanıp onun yolundan giden Müslümanlar
vâris : mirasçı
Zât-ı Pâk-i Risalet : Peygamberimiz, Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) pak ve temiz zâtı
zevât-ı âlîşan : büyük, yüce zâtlar
zevât-ı kudsiye : kutsal, yüce zâtlar
zevât-ı mukaddese : yüce zâtlar



 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.52.AFYON HAYATI(DEVAMI) Risale-i Nur Nedir? Bediüzzaman Kimdir?(Devamı) Risale-i Nur ve tercümanına gelince: Bu eser-i âlîşanda şimdiye kadar emsaline rastlanmamış bir feyz-i ulvî ve bir kemâl-i nâmütenahî mevcut olduğundan ve hiçbir eserin nail olmadığı bir şekilde meş’ale-i İlâhiye ve şems-i hidayet ve neyyir-i saadet olan Hazret-i Kur’ân’ın füyuzatına vâris olduğu meşhud olduğundan, onun esası nur-u mahz-ı Kur’ân olduğu ve evliyaullahın âsârından ziyade feyz-i envâr-ı Muhammedîyi (a.s.m.) hâmil bulunduğu ve Zât-ı Pâk-i Risaletin (a.s.m.) ondaki hisse ve alâkası ve tasarruf-u kudsîsi evliyaullahın âsârından ziyade olduğu ve onun mazharı ve tercümanı olan mânevî zâtın mazhariyeti ve kemâlâtı ise o nisbette âlî ve emsâlsiz olduğu güneş gibi âşikâr bir hakikattir. Evet, o zât daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan, zevâhiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulûm-u evvelîn ve âhirîne ve ledünniyat ve hakaik-ı eşyaya ve esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlâhiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyâya kimse nail olmamıştır. Bu harika-i ilmiyenin eşi asla mesbuk değildir. Hiç şüphe edilemez ki, tercüman-ı Nur, bu haliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-i harika ve istiğna-yı mutlak teşkil eden harikulâde metanet-i ahlâkiyesi ile bizzat bir mu’cize-i fıtrattır, tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır. O zât-ı zîhavârık, daha hadd-i bülûğa ermeden bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskat etmiş, her nerede olursa olsun vâki olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevap vermiş, on dört yaşından itibaren üstadlık pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-u hikmet saçmış, izahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkıyla “Bediüzzaman” ünvan-ı celîlini bahşettirmiştir. Lügatler : âlî : yüce, yüksek allâme-i bîadîl : eşşiz, benzersiz büyük âlim âsâr : eserler âşikâr : ap açık basiret : ilerigörüşlülük, seziş beyan : açıklama cihan-ı ilm : ilim dünyası emsal : benzerler emsâlsiz : benzersiz, eşsiz erbab-ı irfan : ilim ve irfan sahipleri, âlimler erbab-ı ulûm : ilim sahipleri, âlimler esrar-ı kâinat : kâinatın sırları eser-i âlişan : şanı yüce eser evliyâullah : Allah’ın sevgili kulları, Allah dostları ferâset : çabuk sezme ve anlama kàbiliyeti feyz-i envâr-ı Muhammedî : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) nurundan gelen ilham ve ilim feyz-i ilim : ilimdeki feyiz ve bereket feyz-i ulvî : yüksek, yüce feyiz fezâil-i ilmiye : ilmi faziletler, üstünlükler füyuzât : feyizler, mânevî bolluk ve bereketler hadd-i bülûğ : ergenlik çağı hakaik-ı eşya : varlıkların hakikatı, içyüzü hal-i sabavet : çocukluk hâli hâmil bulunmak : taşımak harika-i ilmiye : ilimdeki harikalığı, mükemmelliği hikmet-i İlâhî : Allah’ın hikmeti; ilâhî hikmet ve ilim iffet-i mücessem : cisimleşmiş iffet, namus; edep ve haya timsali ilzam : susturma, ilmen mağlup etme inâyet : ikram, ihsan, lütuf iskât : susturma istiğna-yı mutlak : sınırsız zenginlik, hiçbir şeye muhtaç olmayış, tokgönüllülük kemâlât : faziletler, iyilikler, ahlâk ve huy güzellikleri kemâl-i nâmütenahî : sonsuz mükemmellik ledünniyât : Allah vergisi olan mânevî ilimler mazhar : görünme yeri, ayna mazhariyet : erişme, kavuşma mazhariyet-i ulyâ : yüce mazhariyet, yüksek şeref mesbuk : geçmiş, geçen meş’ale-i İlâhiye : İlâhî ışık, nur meşhud : görünen metanet : sağlamlık, kararlılık metanet-i ahlâkiye : ahlâkî sağlamlık, dayanıklılık mevcut : var olan mevhibe-i mutlaka : mutlak Allah vergisi; Allah’ın sınırsız ihsan ve ikramı mezâya-yı âliye : yüce, yüksek meziyetler, üstünlükler mu’cize-i fıtrat : yaratılış mu’cizesi mutlak : kesin münazara : ilmî tartışma mütemadiyen : sürekli, aralıksız nail olmak : erişmek neyyir-i saadet : saadet, mutluluk ışığı, aydınlığı nisbet : kıyas, oran nur-u hikmet : ilim ve hikmet ışığı, aydınlığı nur-u mahz-ı Kur’ân : sadece Kur’ân nuru, ışığı pâye : mertebe, rütbe şecaat-i harika : harika yiğitlik, cesurluk şems-i hidayet : hak ve doğru yol güneşi tahsil : ilim öğrenme tasarruf-u kudsî : kudsî tasarruf; mânevî tesir, icraat tecessüm : cisimleşme, maddî yapıya bürünme tercüman-ı Nur : Nur’un tercümanı; Risale-i Nur’un yazarı tereddüt : şüphe teşkil etme : oluşturma tevcih : yöneltme, çevirme ulûm-u evvelîn ve âhirîn : öncekilerin ve sonrakilerin ilimleri ulviyet : yücelik ünvan-ı celîl : yüksek, büyük unvan, lâkab üstad : hoca, öğretmen vâki olma : ortaya çıkma, meydana gelme vâris : mirasçı Zât-ı Pâk-i Risalet : Peygamberimiz, Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) pak ve temiz zâtı zât-ı zîhavârık : harikalar sahibi zât zevâhiri kurtarmak : görünümü, durumu kurtarmak ziyade : çok, fazla
 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.53.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Risale-i Nur Nedir? Bediüzzaman Kimdir? (Devamı)
Mezâya-yı âliye ve fezâil-i ilmiyesiyle de din-i Muhammedînin (a.s.m.) neşrinde ve isbatında bir kemâl-i tam halinde rû-nümâ olmuş olan böyle bir zât elbette Seyyidü’l-Enbiya Hazretlerinin (a.s.m.) en yüksek iltifatına mazhar ve en âlî himaye ve himmetine nâildir. Ve şüphesiz o Nebiyy-i Akdesin (a.s.m.) emir ve fermanıyla yürüyen ve tasarrufuyla hareket eden ve onun envar ve hakaikına vâris ve mâkes olan bir zât-ı kerîmü’s-sıfattır.

Envâr-ı Muhammediyeyi (a.s.m.) ve maarif-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ve füyuzât ı şem’-i İlâhîyi en müşa’şa bir şekilde parlatması ve Kur’ânî ve hadîsî olan işarât-ı riyaziyenin kendisinde müntehî olması ve hitabât-ı Nebeviyeyi (a.s.m.) ifade eden âyât-ı celîlenin riyazî beyanlarının kendi üzerinde toplanması delâletleriyle o zât hizmet-i imaniye noktasında risaletin bir mir’ât-ı mücellâsı ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı ve şem-i İlâhînin hizmet-i imaniye cihetinde bir son hâmil i zîsaâdeti olduğuna şüphe yoktur.

Üçüncü medrese-i Yusufiyenin el-Hüccetü’z-Zehrâ ve

Zühretü’n-Nur olan tek dersini dinleyen Nur şakirtleri namına:

Ahmed Feyzi, Ahmed Nazif,

Zübeyir, Salâhaddin,Ceylan, Sungur

Benim hissemi haddimden yüz derece ziyade vermekle beraber, bu imza sahiplerinin hatırlarını kırmaya cesaret edemedim. Sükût ederek o medhi Risale-i Nur Şâkirtlerinden şahs-ı mânevîsi namına kabul ettim.

Said Nursi

Lügatler :
âlî : yüce, yüksek
âyât-ı celîle : yüce âyetler
beyan : açıklama
cihet : yön, taraf
dehan-ı hakikat : hakikat ve gerçekleri haykıran, konuşan ağız
delâlet : gösterme, işaret etme
din-i Muhammed : Hz. Muhammed’in dini, İslâmiyet
el-Hüccetü’z-Zehrâ : parlak ve güzel delil; On Beşinci Şuâ
envar : nurlar, aydınlıklar
envâr-ı Muhammediye : Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) saçtığı nurlar, yaydığı ışıklar
ferman : buyruk

fezâil-i ilmiye : ilmi faziletler, üstünlükler
füyuzât-ı şem’-i İlâhî : İlâhî ışığın feyizleri
hadîsî : hadise ait
hakaik : hakikatlar, gerçekler
hâmil-i zîsaadet : saadetli taşıyıcı
himaye : koruma
himmet : mânevî yardım
hitâbât-ı Nebeviye : Hz Peygamberi (a.s.m.) muhatap alan ifadeler, hitaplar
hizmet-i imâniye : iman hizmeti
iltifat : gönül okşayıcı güzel söz
irsiyet : varis olma
işarât-ı riyaziye : matematiksel işaretler
kemâl-i tam : tam bir mükemmellik, olgunluk
Kur’ânî : Kur’ân’a ait
lisan-ı risalet : peygamberlik dili
maarif-i Ahmediye : Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) öğrettiği ilim, irfan, eğitim ve terbiye
mâkes : yansıma yeri, ayna
mazhar : erişme, nail olma
medrese-i Yusufiye : Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane
meyve-i münevver : nurlu meyve, netice

mezâya-yı âliye : yüce, yüksek meziyetler, üstünlükler
mir’ât-ı mücellâ : parlak ayna
müntehî bulmak : son bulup toplanmak, tamamlanmak
müşa’şa : parlak, şaşâlı, gösterişli
nâil : ulaşan, erişen
namına : adına
Nebiyy-i Akdes : kusur ve noksandan yüce, mukaddes nebî, peygamber; Hz. Muhmmed
neşr : yayma
risalet : peygamberlik
riyazî : matematiksel, matematikle ilgili
rû-nümâ : görünme, meydana çıkma
Seyyidü’l-Enbiya : Peygamberlerin Efendisi, Hz. Muhammed
şakirt : öğrenci, talebe
şecere-i risalet : peygamberlik ağacı, Hz. Âdem’den gelen peygamberlik zinciri
şem-i İlâhî : İlâhî ışık, nur
vâris : mirasçı
zât-ı kerîmü’s-sıfat : kendisine, sınırsız üstün sıfat ve meziyetler ikram edilen zât, Peygamber Efendimiz (a.s.m.)
Zühretü’n-Nur : Risale-i Nur Külliyatı’nda başta Yirmi Beşinci Lem’a olmak üzere bazı mektuplardan oluşan eser




 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 10.1.ISPARTA HAYATI
1950’den sonra

Üstad Said Nursî, Afyon Hapishanesinden 1949’da, bir Eylül sabahı tahliye edildi. İki komiser arasında faytonla, daha önce hapisten tahliye edilen talebesi Zübeyir’in kiraladığı bir eve geldi. Yanında hizmetine bakan Ziya, Sungur gibi talebeleri de vardı. Üstadın Afyon hapsinden sonraki hayatında ve hizmet-i Nuriyesinde şu surette bir inkişaf görünür: Bu tarihe kadar Üstad, evinde, geceleri hiç kimseyi bulundurmazdı. Akşamdan tâ kuşluk vaktine kadar kapısı kilitli olarak kalırdı. Afyon hapsinden sonra ise, sadık talebelerinden bazıları hususî hizmetinde kaldı. Üstadın odası daima ayrı idi. Ancak bir hizmet olduğu vakit yanına gelinebilirdi.

Afyon hapsinden sonra Üstad kendi tabirince bir nevi Üçüncü Said (HAŞİYE 1) (HAŞİYE 2) olarak görünüyordu. Çünkü, bundan sonra hizmet-i Nuriye başka safhalarda tezahür edecekti; küllî bir inkişaf olacaktı. Üstadın hizmetine koşan ve Nur hizmeti için yanına gelenler, bilhassa mektepli gençlerdendi. Rahmet-i İlâhiye, Afyon hapis musibetini çok cihetlerle rahmete çevirmişti.

Bir veçh-i rahmet şu idi: Mahkeme günlerinde muhtelif vilâyet ve kazalardan gelen Nur talebeleri birbiriyle tanışarak, hem Üstad, hem Risale-i Nur, hem hizmet-i Nuriye hususunda malûmat sahibi olurlar ve uhrevî ve imanî olan ve rıza yı İlâhî uğrundaki Nurdan kopup gelen samimî bir uhuvvetle, bir kuvve-i mâneviye elde ederlerdi. Mahkeme günleri, Üstad ve talebelerinin kahramanlar kafilesi olarak saf halinde mahkemeye gelişleri, mü’minlerin kalblerinde Allah için sonsuz bir muhabbet ve yakınlığa vesile oluyordu. Bu mahkemeler, iman ve İslâm dâvâsına hizmet için medar-ı teşvik hükmüne geçiyordu. Din düşmanlarının rağmına olarak bu musibet, Risale-i Nur hizmet-i imaniyesini deruhte edecek ve onunla gaye-i hayat edecek fedakârları, kahramanları netice verdi. Yeni ve münevver Nur talebeleri meydana çıktılar. Hapisten tahliyeden sonra, Üstadın evinin kapısı önünde bir-iki polis daimî nöbet bekler ve yanına kimseyi sokmazlardı. Zaten hapis müddetince halka dehşet verecek şekilde yalan yanlış propagandalarla, Bediüzzaman’ın imha edileceği gibi haberler etrafa yaydırılmıştı.

Üstad, Afyon’da iki ay kadar ikametten sonra Emirdağına geldi. Emirdağında birçok Risale-i Nur talebeleri vardı. Oradaki hizmet-i Nuriyeyi bu talebeler ifa ettiler.

Afyon hapsinden sonra hizmet-i Nuriye nasıl cereyan etti?

Isparta’da, teksir makinasıyla Nur mecmualarının neşrine devam ediliyordu. Üstad, yine âdeti veçhile tashihat ile meşguldü. Yalnız hapisten sonra hizmet-i Nuriye birkaç kısma inkısam etmişti; yalnız teksirle ve el yazısıyla neşre münhasır olmuyordu. Bu zamanlardaki hizmet safhaları şu suretle ifade olunabilir:
1. Muhtelif vilâyet, kasaba ve köylerdeki Nur Talebeleri, bulundukları muhitlerinde Nurları okumak, yazmak, okutmak ve neşrine çalışmak.
2. Isparta ve İnebolu’da, teksir makinesiyle Nur Risalelerinin mecmualar halinde teksiri ve etrafa neşri.
3. Ankara ve İstanbul’da, muhtelif halk tabakaları arasında, hususan üniversite ve diğer mektep talebeleri, gençler, memurlar ve hanımlar arasında Nurların yayılması, okunması; Risale-i Nur dâvâsına çokların yakın mânevî alâkaları; bunlardan halis fedakârlar ve iman hâdimlerinin çıkması; nur-u imanın, bu iki büyük merkezde hararetle inkişafı.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
(HAŞİYE 1) : HAŞİYE Aziz, Sıddık Kardeşlerim! İki-üç defadır ehemmiyetli bir hâlet-i ruhiye bana ârız oluyor. Aynı otuz sene evvel İstanbul’da beni Yûşa Dağı’na çıkarıp İstanbul’un, Dârü’l-Hikmet’in câzibedar hayat-ı içtimaiyesini bıraktırıp, hatta İstanbul’da bulunan Nurun birinci şâkirdi ve kahramanı olan merhum Abdurrahman’ı dahi zaruri hizmetimi görmek için de yanıma almaya müsaade etmeyen ve
(HAŞİYE 2) : Yeni Said mâhiyetini gösteren acîb inkılâbat-ı ruhînin bir misli, şimdi mukaddematı bende başlamış. Üçüncü bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir işaret tahmin ediyorum. Demek Nurlar ve kahraman şâkirdleri benim vazifelerimi yapacaklar, daha hiç ihtiyaç kalmamış. Zaten Nurun her bir cami’ cüz’ü ve sarsılmayan hâlis şâkirdlerinin her birisi, benden daha mükemmel ders verir. Said Nursî


[h=2]Lügatler : [/h] ârız olma : ilişme, bulaşma
aziz : çok değerli, izzetli
cami’ : kapsamlı
cazibedar : cazibeli, çekici

cereyan etme : akma, sürüp gitme; devam etme
cihet : yön, taraf
cüz : kısım, parça

daimî : devamlı
Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye : 1918-1922 yılları arasında Şeyhülislâmlığa bağlı olarak faaliyet gösteren, Bediüzzaman’ın da görev yaptığı İslâm akademisi hüviyetinde ilmî kuruluş

deruhte etme : yerine getirme
fayton : tek körüklü, dört tekerlekli, atlı binek arabası

gaye-i hayat : hayatın gayesi
hâdim : hizmetçi

hâlet-i ruhiye : ruh hâli, psikolojik durum
hâlis : samimi, içten

hararetle : coşku, hızla
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat

hizmet-i imaniye : iman hizmeti
hizmet-i Nuriye : Risale-i Nur Hizmeti

hususan : bilhassa, özellikle
hususî : özel

ifa etme : yerine getirme
ikamet : oturma, yerleşme
imha : yok etme, ortadan kaldırma
inkılâbat-ı ruhiye : ruhî inkılaplar; ruhta meydana gelen hareketler, değişimler

inkısam : bölünme, ayrılma
inkişaf : gelişme, açılma, ilerleme

kafile : topluluk, grup
kaza : ilçe

kuvve-i mâneviye : mânevî kuvvet, moral gücü
küllî : geniş, kapsamlı, büyük
mahiyet : asıl nitelik, temel özellik
malûmat : bilgiler

mecmua : kitap, kitapçık, dergi
medar-ı teşvik : şevklendirme sebebi, teşvik nedeni
mektep : okul
merhum : Allah’ın rahmetine kavuşmuş, vefat etmiş

muhabbet : sevgi
muhit : çevre, etraf, civar
muhtelif : çeşitli, farklı
mukaddemat : başlangıçlar, öncü birlikler
musibet : belâ, felâket

münevver : aydın
münhasır : bir şeyle sınırlanma, sınırlı olma

neşir : yayma, neşretme
nevi : çeşit, tür

Nur mecmuaları : Risale-i Nur kitapları
Nurlar : Risale-i Nur Külliyatı

nur-u iman : iman nuru, aydınlığı
rahmet : Allah’ın şefkat, merhamet ve ihsanı
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti, şefkat ve merhameti

rıza-yı İlâhî : Allah rızası
sadık : bağlı, sadakatli, doğru
safha : aşama, mertebe

samimî : içten
sıddık : çok doğru ve bağlı
suret : biçim, görünüş
şâkirt : talebe
tabir : ifade
tahliye edilme : serbest bırakılma
talebe : öğrenci
târik-i dünya : dünyayı terk eden

tashihat : yazılan bir şeyi gözden geçirme, hataları düzeltme işlemleri
teksir makinesi : yazıları çoğaltmak için kullanılan baskı makinesi
teksir : çoğaltma
tezahür : görünme, ortaya çıkma
uhrevî : âhirete ait

uhuvvet : kardeşlik
Üçüncü Said : Bediüzzaman Said Nursî
Üstad/Üstad Said Nursî : Bediüzzaman Said Nursî
veçh-i rahmet : rahmet yönü

veçhile : üzere
vilâyet : il
zarurî : zorunlu, gerekli
zuhur : ortaya çıkma, meydana gelme






 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 10.1.ISPARTA HAYATI
1950’den sonra

Üstad Said Nursî, Afyon Hapishanesinden 1949’da, bir Eylül sabahı tahliye edildi. İki komiser arasında faytonla, daha önce hapisten tahliye edilen talebesi Zübeyir’in kiraladığı bir eve geldi. Yanında hizmetine bakan Ziya, Sungur gibi talebeleri de vardı. Üstadın Afyon hapsinden sonraki hayatında ve hizmet-i Nuriyesinde şu surette bir inkişaf görünür: Bu tarihe kadar Üstad, evinde, geceleri hiç kimseyi bulundurmazdı. Akşamdan tâ kuşluk vaktine kadar kapısı kilitli olarak kalırdı. Afyon hapsinden sonra ise, sadık talebelerinden bazıları hususî hizmetinde kaldı. Üstadın odası daima ayrı idi. Ancak bir hizmet olduğu vakit yanına gelinebilirdi.

Afyon hapsinden sonra Üstad kendi tabirince bir nevi Üçüncü Said (HAŞİYE 1) (HAŞİYE 2) olarak görünüyordu. Çünkü, bundan sonra hizmet-i Nuriye başka safhalarda tezahür edecekti; küllî bir inkişaf olacaktı. Üstadın hizmetine koşan ve Nur hizmeti için yanına gelenler, bilhassa mektepli gençlerdendi. Rahmet-i İlâhiye, Afyon hapis musibetini çok cihetlerle rahmete çevirmişti.

Bir veçh-i rahmet şu idi: Mahkeme günlerinde muhtelif vilâyet ve kazalardan gelen Nur talebeleri birbiriyle tanışarak, hem Üstad, hem Risale-i Nur, hem hizmet-i Nuriye hususunda malûmat sahibi olurlar ve uhrevî ve imanî olan ve rıza yı İlâhî uğrundaki Nurdan kopup gelen samimî bir uhuvvetle, bir kuvve-i mâneviye elde ederlerdi. Mahkeme günleri, Üstad ve talebelerinin kahramanlar kafilesi olarak saf halinde mahkemeye gelişleri, mü’minlerin kalblerinde Allah için sonsuz bir muhabbet ve yakınlığa vesile oluyordu. Bu mahkemeler, iman ve İslâm dâvâsına hizmet için medar-ı teşvik hükmüne geçiyordu. Din düşmanlarının rağmına olarak bu musibet, Risale-i Nur hizmet-i imaniyesini deruhte edecek ve onunla gaye-i hayat edecek fedakârları, kahramanları netice verdi. Yeni ve münevver Nur talebeleri meydana çıktılar. Hapisten tahliyeden sonra, Üstadın evinin kapısı önünde bir-iki polis daimî nöbet bekler ve yanına kimseyi sokmazlardı. Zaten hapis müddetince halka dehşet verecek şekilde yalan yanlış propagandalarla, Bediüzzaman’ın imha edileceği gibi haberler etrafa yaydırılmıştı.

Üstad, Afyon’da iki ay kadar ikametten sonra Emirdağına geldi. Emirdağında birçok Risale-i Nur talebeleri vardı. Oradaki hizmet-i Nuriyeyi bu talebeler ifa ettiler.

Afyon hapsinden sonra hizmet-i Nuriye nasıl cereyan etti?

Isparta’da, teksir makinasıyla Nur mecmualarının neşrine devam ediliyordu. Üstad, yine âdeti veçhile tashihat ile meşguldü. Yalnız hapisten sonra hizmet-i Nuriye birkaç kısma inkısam etmişti; yalnız teksirle ve el yazısıyla neşre münhasır olmuyordu. Bu zamanlardaki hizmet safhaları şu suretle ifade olunabilir:
1. Muhtelif vilâyet, kasaba ve köylerdeki Nur Talebeleri, bulundukları muhitlerinde Nurları okumak, yazmak, okutmak ve neşrine çalışmak.
2. Isparta ve İnebolu’da, teksir makinesiyle Nur Risalelerinin mecmualar halinde teksiri ve etrafa neşri.
3. Ankara ve İstanbul’da, muhtelif halk tabakaları arasında, hususan üniversite ve diğer mektep talebeleri, gençler, memurlar ve hanımlar arasında Nurların yayılması, okunması; Risale-i Nur dâvâsına çokların yakın mânevî alâkaları; bunlardan halis fedakârlar ve iman hâdimlerinin çıkması; nur-u imanın, bu iki büyük merkezde hararetle inkişafı.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
(HAŞİYE 1) : HAŞİYE Aziz, Sıddık Kardeşlerim! İki-üç defadır ehemmiyetli bir hâlet-i ruhiye bana ârız oluyor. Aynı otuz sene evvel İstanbul’da beni Yûşa Dağı’na çıkarıp İstanbul’un, Dârü’l-Hikmet’in câzibedar hayat-ı içtimaiyesini bıraktırıp, hatta İstanbul’da bulunan Nurun birinci şâkirdi ve kahramanı olan merhum Abdurrahman’ı dahi zaruri hizmetimi görmek için de yanıma almaya müsaade etmeyen ve
(HAŞİYE 2) : Yeni Said mâhiyetini gösteren acîb inkılâbat-ı ruhînin bir misli, şimdi mukaddematı bende başlamış. Üçüncü bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir işaret tahmin ediyorum. Demek Nurlar ve kahraman şâkirdleri benim vazifelerimi yapacaklar, daha hiç ihtiyaç kalmamış. Zaten Nurun her bir cami’ cüz’ü ve sarsılmayan hâlis şâkirdlerinin her birisi, benden daha mükemmel ders verir. Said Nursî


[h=2]Lügatler : [/h] ârız olma : ilişme, bulaşma
aziz : çok değerli, izzetli
cami’ : kapsamlı
cazibedar : cazibeli, çekici

cereyan etme : akma, sürüp gitme; devam etme
cihet : yön, taraf
cüz : kısım, parça

daimî : devamlı
Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye : 1918-1922 yılları arasında Şeyhülislâmlığa bağlı olarak faaliyet gösteren, Bediüzzaman’ın da görev yaptığı İslâm akademisi hüviyetinde ilmî kuruluş

deruhte etme : yerine getirme
fayton : tek körüklü, dört tekerlekli, atlı binek arabası

gaye-i hayat : hayatın gayesi
hâdim : hizmetçi

hâlet-i ruhiye : ruh hâli, psikolojik durum
hâlis : samimi, içten

hararetle : coşku, hızla
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat

hizmet-i imaniye : iman hizmeti
hizmet-i Nuriye : Risale-i Nur Hizmeti

hususan : bilhassa, özellikle
hususî : özel

ifa etme : yerine getirme
ikamet : oturma, yerleşme
imha : yok etme, ortadan kaldırma
inkılâbat-ı ruhiye : ruhî inkılaplar; ruhta meydana gelen hareketler, değişimler

inkısam : bölünme, ayrılma
inkişaf : gelişme, açılma, ilerleme

kafile : topluluk, grup
kaza : ilçe

kuvve-i mâneviye : mânevî kuvvet, moral gücü
küllî : geniş, kapsamlı, büyük
mahiyet : asıl nitelik, temel özellik
malûmat : bilgiler

mecmua : kitap, kitapçık, dergi
medar-ı teşvik : şevklendirme sebebi, teşvik nedeni
mektep : okul
merhum : Allah’ın rahmetine kavuşmuş, vefat etmiş

muhabbet : sevgi
muhit : çevre, etraf, civar
muhtelif : çeşitli, farklı
mukaddemat : başlangıçlar, öncü birlikler
musibet : belâ, felâket

münevver : aydın
münhasır : bir şeyle sınırlanma, sınırlı olma

neşir : yayma, neşretme
nevi : çeşit, tür

Nur mecmuaları : Risale-i Nur kitapları
Nurlar : Risale-i Nur Külliyatı

nur-u iman : iman nuru, aydınlığı
rahmet : Allah’ın şefkat, merhamet ve ihsanı
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti, şefkat ve merhameti

rıza-yı İlâhî : Allah rızası
sadık : bağlı, sadakatli, doğru
safha : aşama, mertebe

samimî : içten
sıddık : çok doğru ve bağlı
suret : biçim, görünüş
şâkirt : talebe
tabir : ifade
tahliye edilme : serbest bırakılma
talebe : öğrenci
târik-i dünya : dünyayı terk eden

tashihat : yazılan bir şeyi gözden geçirme, hataları düzeltme işlemleri
teksir makinesi : yazıları çoğaltmak için kullanılan baskı makinesi
teksir : çoğaltma
tezahür : görünme, ortaya çıkma
uhrevî : âhirete ait

uhuvvet : kardeşlik
Üçüncü Said : Bediüzzaman Said Nursî
Üstad/Üstad Said Nursî : Bediüzzaman Said Nursî
veçh-i rahmet : rahmet yönü

veçhile : üzere
vilâyet : il
zarurî : zorunlu, gerekli
zuhur : ortaya çıkma, meydana gelme






 

YİĞİDO

Üye
Kademeli
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 10.3.ISPARTA HAYATI(DEVAMI)
Afyon hadisesi başlamadan evvel Diyanet İşleri Reisi Ahmed Hamdi Akseki, Said Nursî’den iki takım Risale-i Nur eserlerini, bir takımını Diyanet İşleri Kütüphanesine koymak, bir takımını da şahsına alıkoymak için istemişti. Fakat hapis hâdisesi çıktı, gönderilemedi. Üstad, hapisten sonra Emirdağı’na geldiği vakit, evvelce hazırlanan iki takımı tashih ederek Ahmed Hamdi’ye gönderdi ve aşağıdaki mektubu kendisine yazdı.
Muhterem Ahmed Hamdi Efendi,
Bir hâdise-i ruhiyemi size beyan ediyorum: Çok zaman evvel zâtınız ve sizin mesleğinizdeki hocaların, zarurete binaen ruhsata tâbi ve azîmet-i şer’iyeyi bırakan fikirlerlerine, benim fikirlerim muvafık gelmiyordu. Ben hem onlara, hem sana hiddet ederdim. “Neden azîmeti terk edip ruhsata tâbi oluyorlar?” diye, Risale-i Nur’u doğrudan doğruya sizlere göndermezdim. Fakat, üç dört sene evvel kalbime, size karşı tenkitkârâne bir teessüf geldi. Birden ihtar edildi ki:
“Bu senin eski medrese arkadaşların olan başta Ahmed Hamdi gibi zatlar, dehşetli ve şiddetli bir tahribata karşı ‘ehvenüşşer’ düsturuyla bir kısım vazife-i ilmiyeyi mukaddesatın muhafazasına sarf edip tehlikeyi dörtten bire indirmeleri, onların mecburiyetle bazı ruhsatlarına ve kusurlarına inşaallah kefaret olur” diye kalbime şiddetle ihtar edildi.
Ben dahi sizleri ve sizin gibilerini, o vakitten beri yine eski medrese kardeşlerim ve ders arkadaşlarım diye hakikî uhuvvet nazarıyla bakmaya başladım. Onun için benim bu şiddetli tesemmüm hastalığım vefatımla neticelenmesi düşüncesiyle, Nurlara benim bedelime hakikî sahip ve hâmi ve muhafız olacağınızı düşünerek, üç sene evvel sizin ısrarla bir takım Risale-i Nur’u istemenize binaen vermek niyet etmiştim. Şimdi hem mükemmel değil, hem tamamı değil; Nur şakirtlerinden üç zatın on, on beş sene evvel yazdıkları bir takımı sizin için şiddetli hastalığım içinde bir derece tashih ettim. Bu üç zatın kaleminin benim yanımda on takım kadar kıymeti var. Senden başka bu takımı kimseye vermeyecektim. Buna mukabil onun mânevî fiyatı üç şeydir:
Birincisi: Siz mümkün olduğu kadar Diyanet Riyasetinin şubelerine mümkünse eski harf, değilse yeni harfle ve has arkadaşlarımdan tashihe yardım için birisi başta bulunmak şartıyla, memleketteki Diyanet Riyasetinin şubelerine yirmi otuz tane teksir ederek göndermektir. Çünkü haricî dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek, Diyanet Riyasetinin vazifesidir.
İkincisi: Madem Nur Risaleleri medrese malıdır. Siz de medreselerin hem esası, hem başları, hem şakirtlerisiniz. Onlar sizin hakikî malınızdır.
Üçüncüsü: Tevafuklu Kur’ân’ımız mümkünse fotoğraf matbaasıyla tab edilsin ki, tevafuktaki lem’a-i i’câziye görünsün.

Said Nursî

Bediüzzaman Said Nursî’nin ve talebelerinin 1950’den sonra yazdığı mektuplardan bazıları

Demokratların Ezan-ı Muhammedîyi Arapça Olarak Okunmasına Müsaade Etmeleri Dolayısıyla Yazılan Bir Hasbihâl
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Hem sizin, hem bu memleketin, hem âlem-i İslâmın mühim bayramlarının mukaddemesi ve bu memlekette şeâir-i İslâmiyenin parlamasının bir müjdecisi olan ezan-ı Muhammedînin kemâl-i ferahla on binler minarelerde okunmasını tebrik ediyoruz. Ve seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandıran Ramazan-ı Şerifteki ibadet ve dualarınızın makbuliyetine âmin diyerek rahmet-i İlâhiyeden herbir gece-i Ramazan bir Leyle-i Kadir hükmünde sizlere sevap kazandırmasını niyaz ediyoruz. Bu Ramazan’da şiddetli zafiyet ve hastalığımdan tam çalışamadığımdan sizlerden mânevî yardım rica ederim.
Said Nursî

Lügatler :
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
azîmet : dinî kuralları uygulamada çok titiz davranma
azîmet-i şer’iye : dinî azimet; dinde takva ile hareket etmek

aziz : çok değerli, izzetli
binaen : dayanarak, dolayı

cereyan : akım, hareket
Diyanet Riyaseti : Diyanet İşleri Başkanlığı
düstur : kural, prensip
ehvenüşşer : iki şerden daha az zararlı olanı

ezan-ı Muhammedî : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) tebliğ ettiği dinin ezanı; tevhidi ilân etmek amacıyla yüksek sesle yapılan kutsal davet
gece-i Ramazan : Ramazan gecesi
hâdise-i ruhiye : ruhen yaşanan hâdise
hakikî : asıl, gerçek
hâmi : koruyucu

haricî : dışa ait
has : özel; kıymetli ve ileri gelen mühim yakınlardan olan
hasbihâl : konuşma, görüşme
hiddet : öfke
huruf : harfler
ihtar edilmek : hatırlatılmak, ikaz edilmek
inşaallah : Allah’ın dilemesiyle, izniyle
kefaret : günahın bağışlanmasına vesile olan şey

kemâl-i ferah : mükemmel bir rahatlık, tam bir huzur ve neşe
lem’a-i i’câziye : mu’cizelik parıltısı
makbuliyet : kabul edilmiş olma
mecburiyet : zorunluluk

muhafız : koruyan, bekçi
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer

mukabil : karşılık
mukaddeme : başlangıç
mukaddesat : mukaddes, kutsal olan değerler
muvafık : uygun

münasip : uygun
nazarıyla : gözüyle, bakışıyla

neşr : yayma, yayınlama
neşretmek : yaymak
niyaz etmek : dua etmek, yalvarıp yakarmak
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti
reis : başkan

risale : kitap; Risale-i Nur’dan her bir bölüm
ruhsat : izin; asıl hükmü yerine getirmeyi zorlaştıran veya imkânsız hâle getiren bir sebep dolayısıyla ikinci dereceden uygulanan hüküm
sarf etmek : kullanmak

sıddık : çok doğru ve bağlı
şakirt : talebe, öğrenci

şeâir-i İslâmiye : İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler
tab etmek : basmak
tâbi : bir şeye bağlı olma
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
tashih : düzeltme
teessüf : eseflenme, üzülme

teksir edilmek : çoğaltılmak
tenkitkârâne : tenkit edercesine
tesemmüm : zehirlenme

tevafuk : denk gelme, uygunluk
uhuvvet : kardeşlik
Üstad : Bediüzzaman Said Nursî
vazife-i ilmiye : ilimle ilgili görev
vefat : ölüm

zafiyet : zayıflık, güçsüzlük, dermansızlık
zaruret : zorunluluk, mecburiyet


 
Üst