TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
10.4.ISPARTA HAYATI(DEVAMI)
10.4.ISPARTA HAYATI(DEVAMI)
[SUP]1[/SUP]بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Âlem-i İslâm merkezlerindeki mübarek Müslüman kardeşlere, Sizleri, bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Eserleriyle fuhul-i ulemanın ve fuhul-i müfessirînin en yükseği olan Bediüzzaman Hazretlerine, kıymettar ve mübarek bir mücahid âlim tarafından yazılmış olan bir tebriki takdim etmiştik. Bediüzzaman Hazretlerinin bizlere yazdığı cevabî mektuplarında, o kıymettar, bînazîr Üstad Bediüzzaman Hazretleri, sizleri binlerle tebrik etmiş ve Anadolu’da Kur’ân ve iman kahramanlarının halefleri olan Nurcularla, Arabistan’daki hakikat-i Kur’âniyeye müteveccih İslâmları, iki kardeş olarak hizbül-Kur’ân’ın dairesi içinde çok saflardan iki muvafık ve iki müterafık saf teşkil ettiklerini müjdelemiş. Ve o mü’min kardeşlerimizin Risale-i Nur’la ciddî alâkalarıyla beraber, bir kısmını Arapçaya tercüme edip neşretmek niyetlerinizden fevkalâde memnun olduklarını ve mübarek İslâm cemaatlerinin Urfa’daki Nur şakirtleriyle ve Nur eczalarıyla himayetkârâne alâkadar olmasını yazmaklığımızı bizlere emretmiş bulunuyorlar. Ey aziz ve necip kavm-i Arabın nûranî âzâları! Tarihin a’mâkına gömülen ve mâziden istikbale atlayan ecdadlarımıza, bu millet-i İslâmı parçalamak için bin dört yüz seneden beri hücum eden küffar orduları, en nihayet Birinci Harb-i Umumîde emellerine muvaffak oldular. Türk ve Arap iki hakikî Müslüman kardeşin bin senelik sarsılmayan muhabbetlerini pek çok desiselerle, yalanlarla söndürdüler. Ehl-i İslâmın ve nev-i beşerin medar-ı fahri ve bütün mevcudatın sebeb-i hilkati ve bütün füyuzat-ı İlâhiyenin mazharı o âlî Peygamberin Ravza-i Mutahharasına yüzler sürmek için pek büyük bir iştiyakı kalblerinde yaşattıklarına tahammül edemediler. O âli Peygamber-i Zîşanın küçücük bir iltifatına mazhar olmak için, ruhlarına varıncaya kadar herşeylerini feda ettiklerini hazmedemediler. Bin dört yüz seneden beri zeminin yüzünde, zamanın sahifeleri üzerinde ve şehidlerin ve gazilerin beyaz kılıç kalemleriyle, kırmızı mürekkepleriyle yazıp tarihe emanet bıraktıkları medar-ı iftiharları, muhteşem yazılarını Müslümanlara unutturmak istediler. Bu azimle yürüyen o amansız düşmanlar, pek acı işkenceler altında ezdikleri Türk ve Arap bu iki kardeşi, bir daha ittihad etmemek için en müthiş muahedelerin zincirleriyle bağladılar. Çelik zincirler altında senelerle inlettirdiler. Her türlü şenaati Müslümanlığa icra ettiler. Heyhat! İnayet-i İlâhiyenin tekrar yar olacağını, Risale-i Nur gibi pek büyük ve pek harika bir tefsir-i Kur’ân’la ve onun âli müellifi Bediüzzaman’la, Müslümanlığın büyük zaferini bilemediler ve göremediler. O eserler ki, vahdaniyet-i İlâhiye ile risalet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) ve hakikat-i haşriyeyi o kadar kuvvetli ve hakikatli burhanlarla o kadar parlak bir surette ispat ediyor ki, şimdiye kadar hiçbir feylesof, hiçbir âlim karşısına çıkıp itiraz edememiş. Biz Türkler, seyyidleri kesretle içinde bulunan ve necip kavm-i Arap olan sizlere ve sizin ecdadlarınız olan sahabe-i güzîne, Allah namına, Peygamber-i Zîşan hesabına sonsuz bir sevgiyi ve nihayetsiz bir hürmeti daima kalbimizde, ruhumuzda besliyoruz ve yaşatıyoruz. O âli Peygamber-i Zîşan için ve Onun âli dini için, başta ruhumuz ve herşeyimizi fedaya hazırız. Cenab-ı Hakkın lûtf-u kereminden büyük bir ümit ile yalvarıp istiyoruz ki, sevgili Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin verdikleri haber-i beşaretle, Türk ve Arap iki hakikî kardeş millet, inşaallah yakın bir âtide ittihad edecek. Ve o ittihad sayesinde, o müthiş düşmanların Müslümanlar içine saçtıkları fesat tohumları kendi yüzlerine atılacak. Ve zincirler altında inleyen dört yüz milyon Müslümanlık, yeniden hayat-ı kudsiye-i İslâmiye ile, nev-i beşerin başına geçip, sulh ve müsalemet-i umumiyeyi temin edecek, inşaallah. Risale-i Nur’un âciz bir şakirdi Hüsrev Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler : [SUP]1[/SUP] : Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla. | [h=2]Lügatler : [/h] a’mâk : derinlikler âciz : güçsüz, elinden bir şey gelmeyen anlamına gelen ve bir inanç ve bir tevazu ifadesi olarak kullanılan söz alâka : ilgi, bağlantı alâkadar : alâkalı, ilgili âlem-i İslâm : İslâm dünyası âlî : yüce, yüksek âti : gelecek âzâ : azalar, üyeler azim : gayret, kararlılık aziz : izzetli, şerefli, çok değerli bînazîr : eşsiz, benzersiz Birinci Harb-i Umumî : Birinci Dünya Savaşı burhan : güçlü ve sarsılmaz delil Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah cevabî : cevap olarak desise : hile, aldatma ecdad : atalar, cedler ehl-i İslâm : Müslümanlar emel : arzu, istek fesat : bozgunculuk fevkalâde : olağanüstü feylesof : filozof, felsefe ile uğraşan, felsefeci fuhul-i müfessirîn : müfessirlerin en ileri gelenleri fuhul-i ulema : âlimlerin ileri gelenleri, seçkin ilim adamları füyuzat-ı İlâhiye : İlâhi lütuf, feyiz ve bereketler hakikat-i haşriye : haşir gerçeği; öldükten sonra yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma gerçeği hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın gerçeği, esas mânâsı halef : birinin yerine sonradan geçen kimse hayat-ı kudsiye-i İslâmiye : İslâmiyetin tesis ettiği kutsal hayat hayr-ı beşaret : hayırlı müjde, müjdeli haber hazmetme : sindirme, kabullenme hazret : saygıdeğer (saygı ve yüceltme maksadıyla kullanılan bir ifade) heyhat : yazık, çok yazık himayetkârâne : himaye ederek, koruyarak hizbül-Kur’ân : Kur’ân taraftarları, Kur’ân hizmetkârları hürmet : saygı icra etme : uygulama, tatbik etme iltifat : teveccüh, yönelme, lütuf inayet-i İlâhiye : Allah’ın inâyeti, yardımı inşaallah : Allah izin verirse istikbal : gelecek iştiyak : aşırı arzu, istek, özlem ittihad : birleşme kavm-i Arap : Arap kavmi, milleti kesret : çokluk kıymettar : kıymetli, değerli küffar : kâfirler, inanmayanlar Lûtf u kerem : kerem ve lütuf; Cenâb-ı Hakkın lütuf, bağış, yardım ve ikramı mazhar : erişme, nail olma mazhar : görünme yeri, ayna mâzi : geçmiş medar-ı fahir : iftihar vesilesi, övünç kaynağı medar-ı iftihar : iftihar vesilesi, övünç kaynağı mevcudat : varlıklar millet-i İslâm : İslâm milleti muahede : antlaşma muhabbet : sevgi muvaffak olma : başarılı olma muvafık : uygun, uyumlu mübarek : hayırlı, bereketli mücahid : cihad eden, din uğrunda çaba harcayan müellif : telif eden, yazan müterafık : beraber bulunan, bir arada olan müteveccih : yönelen, yönelik necip : soyu temiz, nesli pak olan kimse, asil neşretme : yayma nev-i beşer : insanlar, insan türü nihayet : son, sonunda nihayetsiz : sınırsız, sonsuz Nur eczaları : Risale-i Nur’un bölümleri, kısımları nûranî : nurlu ruh u can : ruh ve can; samimiyetle, gönülden Peygamber-i Zîşan : yüksek şan ve şeref sahibi olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m.) Ravza-i Mutahhara : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kabri ile minberi arasındaki şerefli alan, Peygamber Mescidinin inşa edildiği ilk saha risalet-i Muhammediye (a.s.m.) : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği sahabe-i güzîn : Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan giden Müslümanlar, seçkin sahabeler sebeb-i hilkat : yaratılış sebebi seyyid : Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) mübarek torunu Hz. Hüseyin’in (r.a.) soyundan gelen kimse sulh ve müsalemet-i umumiye : genel barış ve huzur suret : şekil, biçim şakirt : talebe, öğrenci şenaat : kötülük, alçaklık, çirkinlik tahammül : katlanma, dayanma takdim : sunma tefsir-i Kur’ân : Kur’ân tefsiri; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan eser, kitap temin : sağlama teşkil : oluşturma, meydana getirme Üstad Bediüzzaman : Bediüzzaman Said Nursî vahdaniyet-i İlâhiye : Allah’ın birliği, ortağı ve benzerinin olmayışı yar : dost, sevgili |