TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
12.9.BEDİÜZZAMAN VE RİSALE-İ NUR(DEVAMI)
İslâmiyet düşmanlarının yaptıkları taarruz ve hilâf-ı hakikat menfî propagandalarına mukabil üniversite Nur talebelerinin bir açıklamasıdır.(Devamı)
12.9.BEDİÜZZAMAN VE RİSALE-İ NUR(DEVAMI)
İslâmiyet düşmanlarının yaptıkları taarruz ve hilâf-ı hakikat menfî propagandalarına mukabil üniversite Nur talebelerinin bir açıklamasıdır.(Devamı)
Otuz sene evvel, ihlâslı ve faziletli ihtiyar bir ehl-i tasavvuf, Lütfü isminde bir genci göstererek, “Bu Nur talebesi benden ileridir” demiştir ki, bunlar binler itiraflardan birer nümunedir. Yine bu azîm sırr-ı ihlâsa binaendir ki, Risale-i Nur talebeleri, iman ve İslâmiyet hizmetinde ağır şartlar ve kayıtlar ve tahdidatlar içinde muvaffak oluyorlar ve hayatlarını Risale-i Nur’a ve Üstadlarına vakfetmişler. Risale-i Nur’u, sermaye-i ömür ve gaye-i hayat edinmişlerdir. Risale-i Nur dâvâsı rıza-yı İlâhî dâvâsı olduğu içindir ki, hamiyet-i İslâmiyeye mâlik mümtaz avukatlar, Risale-i Nur’un fahrî avukatı olmak ve dindar hakperest mücahit muharrirler, dünyayı istilâ edecek Nur’un ilânında hissedar olmak şeref ve nimetine mazhar olmuşlardır. Risale-i Nur’un neşriyat ve fütühatı ve tesiratı, sessiz, büyük bir ihtişamla muhteşem bir bahar mevsiminde intişar eden mevcudat gibidir. İşte, ey Risale-i Nur gibi hadsiz hamd ü senâlara şâyeste olan bir nimet-i azîmeye nail olan Nur kardeşlerimiz! Böyle bir dâhî-yi âzamın, böyle bir mütefekkir-i ekberin, böyle bir müellif-i İslâmın ve ulûm-u evvelîn vel-âhirîne vâkıf böyle bir allâme-i asrın, böyle bir mücahid-i ekberin, böyle bir sahib-i zühd ve takvânın, hakaik-i imaniyenin varlığında âdetâ tecessüm eden böyle bir abd-i küllînin, rıza-yı İlâhîden başka hiçbir şeye iltifat etmeyen ve âzamî ihlâsın mazharı olan böyle bir tilmiz-i Kur’ân ve hâdim-i İslâmın ve “Bir ferdin imanını kurtarmak için Cehenneme de atılmaya hazırım” diyen böyle bir halâskâr-ı imanın ve idam için sevk edildiği Divan-ı Harb-i Örfîde “Sen de mürtecisin” ittihamına karşı, “Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün ins ve cin şahit olsun ki ben mürteciyim. Bin ruhum da olsa, Kur’ân’ın birtek meselesine hepsini feda etmeye hazırım” diyen ve beraatinden sonra da, teşekkür etmeyerek, Bayezid Meydanındaki kalabalıkta: “Yaşasın zalimler için Cehennem! Yaşasın zalimler için Cehennem!” diye bağırarak ilerleyen ve imha plânıyla verildiği mahkemelerde yirmi dört sene evvel “Ey mülhidler! Ey zındıklar! Said, elli bin nefer kuvvetinde demişsiniz. Yanlışsınız; Kur’ân’a ve imana hizmetim cihetiyle elli bin değil, elli milyon kuvvetindeyim! Titreyiniz, haddiniz varsa ilişiniz!” “Benim ölümüm sizin başınızda bomba gibi patlayıp, başınızı dağıtacaktır. Toprağa atılan bir tohumun yüzer sümbüller vermesi gibi, bir Said yerine yüzler Said size o yüksek hakikati haykıracaktır” ve on beş sene evvel, “Saçlarım adedince başlarım bulunsa, hergün biri kesilse, bu hizmet-i imaniyeden çekilmem” ve “Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya eğmem” diyen ve elli sene evvel âlem-i İslâmı sömüren sömürgeci cebbar ve zalim bir imparatorluğa karşı, “Tükürün o zalimlerin hayâsız yüzüne!” diye matbuat lisanıyla cevap veren ve Büyük Millet Meclisinde, Reise “Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduttur. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîminde, yüz yerde edâsını emrettiği namazdan daha büyük bir hakikat olsaydı, imandan sonra onu emrederdi” diyen ve yazdığı bir beyannameden sonra Mecliste cemaatle namaz kılınmasına başlanan ve Birinci Cihan Harbinde gönüllü alay kumandanı olarak esir düştüğü Rusya’da Moskof Çarlığına karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza edip, kurşuna dizileceği hengâmda “Âhirete gitmek için bana bir pasaport lâzımdı” diye ölümü istihkar eden böyle bir kahraman-ı İslâm Üstadımız Bediüzzaman’ın eserlerini okumak nimet-i uzmâsına mukabil canımızı da feda etsek, ömrümüzü de ona vakfetsek, zulümden zulme de sürüklensek, ömrümüzün nihayetine kadar şükran secdesinden de kalkmasak, bize yine ucuzdur… Üstadımız sık sık der ki: “Mesleğimiz müsbettir; menfî hareketten Kur’ân bizi men ediyor.” Ey seyyid-i senedimiz! Ey ruhumuzun ruhu, kalbimizin kalbi, canımızın canı, cânânımız, sertâcımız, sevgili Üstadımız Efendimiz! Madem bize menfî harekete izin vermiyorsun. Öyleyse biz de rahmet-i İlâhiyeden niyaz ederek ahdediyoruz ki, din düşmanlığı ile Üstadımıza zulmeden o gaddar, insafsız zalimlerden intikamımızı şöylece alacağız: Risale-i Nur’u ölünceye kadar mütemadiyen okuyacağız ve neşrinde sebat ve sadakatla hizmet edeceğiz. Onu altın mürekkeplerle yazacağız, inşaallah. Üniversite Nur talebeleri | Lügatler : abd-i küllî : bütün varlıkların ibadetlerini kendi şahsında temsil eden kul ahdetmek : söz vermek âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat alay : genel olarak üç taburdan oluşan askerî birlik âlem-i İslâm : İslâm dünyası allâme-i asır : asrın bilgini, asrın en büyük âlimi âzamî : bir şeyin en üst seviyesi, üst derecesi azîm : büyük Bayezid Meydanı : İstanbul’da bulunan, tarihî Bayezid Camii ile günümüzde İstanbul Üniversitesi arasında yer alan meydan beraat : temize çıkma, suçsuz bulunma, serbest bırakılma beyanname : bildiri, açıklama binaen : –dayanarak Birinci Cihan Harbi : Birinci Dünya Savaşı cânân : sevgili cebbar : zorba, zalim Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah dâhî-i âzam : en büyük dâhi, en zeki kişi Divan-ı Harb-i Örfî : Sıkıyönetim Mahkemesi edâ etme : yerine getirme ehl-i tasavvuf : tasavvuf ehli; kalp yoluyla ilâhî hakikatlere ulaşmak için bir şeyh gözetiminde belli bir yol takip eden kimseler fahrî : karşılıksız, parasız, gönüllü olarak bir şeyi yapma fazilet : değer, üstünlük fert : birey fırka : grup fütuhat : fetihler, zaferler; açılımlar gaddar : acımasız, çok zulmeden gaye-i hayat : hayatın gayesi hâdim-i İslâm : İslâmın hizmetçisi, İslâm dinine hizmet eden kimse hadsiz : sınırsız hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, esasları hakikat : doğru, gerçek hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikati, esası hakperest : doğruluktan ayrılmayan, hakkı tutan halâskâr-ı iman : iman kurtarıcı, imanın kurtulmasına vesile olan hamd ü senâ : şükür ve övgü hamiyet-i İslâmiye : İslâmiyetten gelen din, millet gibi mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti hayâ : utanma hengâm : ân, zaman hissedar : pay sahibi hizmet-i imaniye : iman hizmeti idam : yok oluş ihlâs : samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme ihtişam : haşmetlilik, heybetlilik, görkem iltifat : meyletme, yönelme imha : yok etme ins ve cin : insanlar ve cinler insafsız : vicdansız inşaallah : Allah izin verirse intişar : yayılma istibdad : baskı ve zulüm istihkar : hakaret etme, aşağılama, küçümseme istilâ : kuşatma ittiham : suçlama izzet-i İslâmiye : İslâmın izzeti, şeref ve yüceliği kâinat : evren, bütün yaratılmışlar kumandan : komutan lisan : dil mâlik : sahip matbuat : basın, medya mazhar : ayna, yansıma ve görünme yeri mazhar : erişme, nail olma men : yasaklama menfî : olumsuz, yıkıcı menfî hareket : olumsuz, yapıcılıktan uzak, sert ve yıkıcı yaklaşım merdut : reddolunmuş, lânetlenmiş, kabul edilmeyen mevcudat : varlıklar muhafaza : koruma muharrir : yazar mukabil : karşılık muvaffak : başarılı mücahid-i ekber : din vatan ve millet gibi mukaddes değerler uğrunda çalışan, mücadele eden en büyük mücahit mücahit : cihat eden, din uğrunda çaba harcayan kimse müellif-i İslâm : Müslüman yazar; İslâmiyet ile ilgili eserleri olan mülhid : dinsiz, inkârcı mümtaz : seçkin, üstün mürteci : geriye yönelmek isteyen, gerici müsbet : olumlu, yapıcı mütefekkir-i ekber : en büyük düşünür, en büyük düşünce adamı mütemadiyen : sürekli olarak, devamlı nail : erişme nefer : asker neşr : yayma, yayımlama neşriyat : yayma, yayınlama nihayet : son nimet : iyilik, lütuf, ihsan nimet-i azîme : büyük nimet nimet-i uzmâ : en büyük nimet niyaz : dua, yalvarıp yakarma nümune : örnek, misal rahmet-i İlâhiye : Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti, merhamet ve şefkati reis : başkan rıza-yı İlâhî : Allah’ın rızası sadakat : bağlılık sahib-i zühd ve takvâ : zühd ve takva sahibi; her türlü nefsanî arzulara karşı koyarak kendini ibadete veren ve Allah korkusuyla dinin yasaklarından kaçınan kimse Said : Bediüzzaman Said Nursî sebat : kararlılık, sabit olma sermaye-i ömür : ömür sermayesi sertâc : baş tacı sevk : yöneltme, gönderme seyyid-i sened : dayanılan, güvenilen efendi sırr-ı ihlâs : ihlâsın sırrı şâyeste : uygun, lâyık şeref : yükseklik, yücelik, büyüklük şükran : minnettarlık, teşekkür tahdidat : sınırlamalar, kısıtlamalar tecessüm : cisimleşme, maddî yapıya bürünme tesirat : tesirler, etkiler tilmiz-i Kur’ân : Kur’ân’ın talebesi ulûm-u evvelîn ve âhirîn : öncekilerin ve sonrakilerin ilimleri vakfetme : adama vâkıf : bir şeye hâkim olacak derecede bilgi sahibi olan zındık : dinsiz zındıka : dinsizlik |